24 Mart 2012 Cumartesi

OCAK 1 - 10 2012 GÜNLÜK YAZILAR ARŞİVİ


01.01.2012
Yeni yıl dileklerimiz bir gerçekleşse, var ya,
İhya olur,* tayyip olur yürür gideriz hayatta. Kimse tutamaz bizi ondan sonra.
Tek sıkıntımız, dilekleri yazmaktan ve okumaktan ve tebrikleri kabul etmekten vakit kalır mı ihya olmuş hallerimizi yaşamaya onu bilemem.
Yeni yıl dilek yarışması düzenleniyor da benim haberim mi yok?
Bu yıl azdı millet. Yıl içinde çok dolmuşlar zahir.
Ve de bu yıl ihtiyaçlar artmış, artmış ki taleplerde, dileklerin kelime sayısında da artış var.
Çeşit çeşit dilek var, bazıları net.
Bazılarını birkaç kez okumama rağmen, ne dilenmiş anlayamabilmek mümkün değil.
Dilek dilencileri olduk.
- Yaradana kurban, bir dilek ver abim..
- Ablam patron aşkına bir dilek ablam…
Dilek yağmuru, her yönden her yöne doğru.
Olmazsa olmaz.
Pozitif enerji durumu, biliyorum.
Herkes pozitif enerji gönderiyor, pozitif enerjiler evrende birleşiyor,
Sonrasında yağmur gibi iniyor üstümüze.
Ancak bu pozitif enerjiyi evrene salmak işi doğru, destekliyorum. Bizim patron onla besleniyor, memnun hayatından.
Aslında doğru, doğru ama,
Çoklu yaparsan daha çok işe yarıyor.
Bir arada dilersen olur bu iş esas, aynı anda.
O yüzden ibadethanelerin kubbeleri vardır.
O kubbede toplanan pozitif enerji,
Tek bir noktadan, tepedeki sivriden yallah patrona.
Öyle tek tek, heba edebiliriz,
Uçuşup gidebilir bir yerlere.
Mesafe uzun.
Toplu olursa yolu aşıyor bir şekilde.
Yolda dökülenler olsa da, büyük bir kısmı erişiyor kayıt masasına.
Bu dilek işinde,
Kimimiz direkt giriyoruz söze ve,
Talepleri ana iki başlık altında topluyoruz.
Manevi olanlar var;
Huzur, barış, sevgi, mutluluk, aşk, neşe, şans…
Maddeye yöneliklerde layt olanlar var,
Bereket, kazanç diyoruz,
Bir de, çok acelesi olan, hedefe kitlenmişler direk gidenler var ki, ana çoğunluk sanki
Yekten para diyor.
Ha, ister maddi ister manevi ikisinin de içinde sağlık illaki var.
Bu grupla çalışmak bir zevk, ne istediğini biliyorlar, netler.
Toparlarsak,
Huzur, barış, sevgi, mutluluk, aşk, neşe, şans, bereket, kazanç veya para ve en önemlisi sağlık diyorlar.
Kayıt masasının işi kolay.
Dilek geliyor kayıt masasına,
Zaten excel tablo hazır önlerinde.
Yazıyorlar başa ismi, yanına memleketi, adresi,
Sonrasında işaretliyorlar kolonları, huzur, aşk, şans falan diye…
İki dakikada tamam işlem.
Son yıllarda yeni bir program yazdırdı patron, entırladın mı, anında ve hızlı sonuç esasıyla,
Dilek, doğru değerlendirme kurulunun önüne otomatik olarak düşüyor.
Diğer grupsa işin akışını çok bozuyor, çook…
Aynen anlatıyorum, benim amcaoğlu kayıtta çalışıyor ya, yanına varmıştım akşam,
Misal;
Gelen dileğe bak,
‘’Bir rüya olsa, hepimiz orada olsak, mutlu olsak, eğlensek hep sevdiklerimizle, olmasa ölümler ayrılıklar kavgalar, çeşmelerden su doldursak, odunumuzu kessek, sıcak olsak kışta, serin olsak yazda, baharlarda hep uyansak doğayla, bu bir şarkı olsa sonra adı da Yeni Yıl olsa, hep olsa…’’
E be patronun kulu, sen yeni yıla dilek dileyeceğim diye, dilerken lafı dolaştırıp, dolandıracaksın diye, hiç mi acımazsın kayıt masasındakilere.
- Yeni dilek geldi.
- Oku,
- Rüya istiyor
- O ne be?
- Öyle, rüya istiyor, eğlenceye de tıkla
- Tamam, devam,
- Ölüm istemiyor, ayrılık kavga da,
- Yaaazdımm, devam,
- Çeşmeden su doldurmak da istiyormuş,
- Yok artık, çeşme kolonu açmamışız ki bu sene… neyse açalım, bekle… Neyi dolduracakmış? Testi mi? Kova mı? Nedir?
- Bilmiyorum, belirtmemiş…
- Kardeşim çocuk mu eğlendiriyoruz biz burada. Ne yazacağım ben şimdi buna?
- Testi de,
- Matara yazdım..
- Bu yıl odununu kendi kesmek istiyormuş,
- Manyaklaştılar farkında mısın, bunlara patron çok mu yüz veriyor nedir… Bekle odun kolonu açıyorum, hey patron hey.. Neyle kesmek istiyormuş dilemiş mi?
- Yok, açıklama yapmamış. Sen balta yaz.
- Ya olur mu, ya elektrikli testereyse? Sorsana bi..
- Ya baba nasıl soracağım, aşağıya mı ineceğim şimdi bunun için,
- Sen sor..ben bekliyorum..
Söylene söylene gider, geri gelir,
- Testereymiş bildin, ama el testeresi…
- Ya ben onun..bekle..odun kesmenin yanına yeni kolonlar açıyorum..Evet, devam et…
- Yazın serin olacakmış, kışın sıcak..
- Yok artık anasının…töbe töbe…ya bu çok acayip bir tablo oluyor, nasıl çıkacak değerlendirme kurulu bu işin altından bilmiyorum..başka,
- Baharda doğada uyanmak istiyor ve de tamamından bir şarkı yapacağız..
- Kim bu yahu?
- Ali Rıza Binboğa
Ki, bu sadece bir örnek.
Düşünsenize bunun gibi elli yüz dilek olsa,
Zaten sırada bekleyen milyarlarca dilek var, zaten süre kısa, sabaha yetişmesi lazım, olmaz yani.
Bir de düşünün ki, bu dilekleri lisanlara göre ayırıyorlar önce,
Oradan değerlendirme kurulundaki,
Hakkaniyet raportörüne,
Oradan kurul sekreterliğine,
Sekreterlikten yönetim kuruluna,
Kurulun değerlendirmesi sonrasında onay alırsan, patronun özel kalemine, imza için,
Geçemezsen gelecek yıl tekrar değerlendirilmek üzere doğru arşive.
Siz buradan cırt cırt diliyorsunuz dilekleri de,
Yukarıda bir ‘ordu melek’ çalışıyor bu işler için,
Ki, patrondan bunlar ‘eski nefer’ insanlar da, biraz halden anlıyorlar.
*Tayyip olalım, rahat edelim diye uğraşıyorlar.
Bu yıl daha da *tayyip olursanız, bir sonraki yıl dileklerinizin kuruldan geçme şansı çok artar, bilmiş olun.
Olmadı bana haber verin,
Benim amcaoğlu var ya, tam *tayyip olmasa da, *tayyibe yakındır hayatta, nazı geçer buralarda.
O sokar aradan birilerini, Ankara’dan.
Ankara’dan soktun mu birilerini,
İşini bitiriyorsun genelde.
Bu da benden yeni yıl hediyesi olsun sizlere.
Size çalışıyoruz dün akşamdan beri, bir yudum rakı içemedik doğru düzgün.
Yeni yıla girerken,
Öptüm hepinizi.
Ve de,
Hep sevimli, çok şeker de olun,
Ki,
Hep de öpsünler sizi.
*Tayyip: İyi, Güzel, Hoş, Çok temiz (TDK. Büyük Sözlük).
- Ana sayfanın sağ tarafında 'KIRıKLAR KIRıKLAR' İLK BÖLÜMLER başlığı altında yayınlanmış diğer bölümlerini okuyabilirsiniz.


02.01.2012
Neden ‘ATATÜRK posteri’, ‘ATATÜRK posterleri’, ‘ATATÜRK resimleri’, ‘ATATÜRK büstü’, ‘ATATÜRK büstleri’, ‘ATATÜRK köşeleri’ diye marka yapıp, sonra da tescil ettirmek istersiniz? Amacınız ne olabilir?
Amacı bilinmez iki kişi (şirket, kurum değil, şahıs) ;
Yukarıda ki 6 (altı) ‘ibareyi’ marka olarak tescil ettirmek için 12/15/16 Ağustos 2011 tarihlerinde, ‘Türk Patent Enstitüsü’ne müracaat etmişler (Kaynak: Türk Patent Enstitüsü / www.tpe.gov.tr).
Biz İngiltere’de, Avrupa Birliğinde ATATÜRK marka olarak kullanıma alınmasın diye uğraşmaya başlamışken, meğerse asıl ülkemizdeki durumu araştırmalıymışız.
Öyle kala kaldık. Açın, girin siteye, bakın, görün, öğrenin.
Tekrar yazalım, yazalım ki, şüpheye meydan bırakmayalım.
- ATATÜRK Posteri : Müracaat No 2011 / 66574 – Koruma Tarihi 15.08.2011 – Şahıs A
- ATATÜRK Posterleri: Müracaat No 2011 / 66568 – Koruma Tarihi 15.08.2011 – Şahıs A
- ATATÜRK Resimleri: Müracaat No 2011 / 66563 – Korum Tarihi 15.08.2011 – Şahıs A
- ATATÜRK Büstü: Müracaat No 2011 / 66032 – Koruma Tarihi 12.08.2011 - Şahıs B
- ATATÜRK Büstleri: Müracaat No 2011 / 66892 – Koruma Tarihi 16.08.2011 – şahıs B
- ATATÜRK Köşeleri: Müracaat No 2011 / 66030 – Koruma Tarihi 12.08.2011 – Şahıs B
Birbirinden bağımsız iki ayrı şahsın aşağı yukarı aynı tarihlerde yaptıkları müracaatlar, çok kısa bir süre içinde Türk Patent Enstitüsü işleme konuluyor.
Neden?
Atatürk Posteri, Atatürk Posterleri, Atatürk Resimleri, Atatürk Büstü, Atatürk Büstleri, Atatürk Köşeleri kelimelerini, iki farklı şahıs kendi nüfusuna geçirmek istiyor?
Neden?
Ve hangi iş kollarında, onları da yazalım,
Aynen müracaat kategorileri (daha da uzun bir liste, en önemlilerini yazıyoruz) karşılığında yazdığı gibi;
‘’Reklamcılık, pazarlama, sergi, fuar, eğitim ve öğretim hizmetleri, sempozyum, konferans, kongre ve seminer düzenleme, idare hizmetleri, spor, kültür ve eğlence hizmetleri, dergi, kitap, gazete v.b. yayımlama hizmetleri, film, televizyon ve radyo programları yapım hizmetleri, haber muhabirliği hizmetleri, foto-muhabirliği hizmetleri, fotoğrafçılık hizmetleri, tercüme hizmetleri, radyo ve televizyon yayın hizmetleri, haberleşme hizmetleri (internet servisi sağlama hizmetleri dahil), haber ajansı hizmetleri’’.
Ve tescil edildikleri takdirde,
İlgili markalar ile hiçbir kişi, şirket, kurum bu iki şahsın onayını almadan hiçbir faaliyette bulunamayacaktır. Hiçbir kuruma,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti de dahildir.
Amaç ticaretse, böyle marka adı olur mu?
De ki oldu,
Nasıl bir ticaret dönecektir bu markaların üstlerinden?
Atatürk Posteri diye yazamayacak mıyız biz bir yere?
Veya posterleri, resimleri?
Mesela,
Bir okul, bir iş yeri bir köşeye ‘Atatürk Köşesi’ yazamayacak mı bu şahıslardan izin almadan?
Aşağıda ki sözleri yayınlamak bu iki kişinin izniyle olacaktır, mesela;
‘Atatürk büstü’ açılışı yapıldı.
‘Atatürk köşesi’ kuruldu.
‘Atatürk resimleri’ ile donatıldı.
‘Atatürk posterleri’ çok seviliyor.
Yahu bu ne?
Bilen, anlayan, bir tahmini olan lütfen elini kaldırsın.
Ne oluyor yahu?
Neden Türk Patent Enstitüsü bu başvuruları ciddiye almıştır? Almakla kalmamış neden başvuruyu alışılmış sürelerden çok daha hızla işleme koymuştur?
En önemli soruya geliyorum,
Atatürk ismi ölümünden itibaren geçen yıllar içinde ticari bir değer olarak ilgi görülmezken,
Neden,
Son yıllarda gerek yurt dışında ve gerek yurt içinde bir anda rağbet görmeye başlamış ve adı sanı bilinmeyen kişilerce marka adı olarak kullanılmak üzere üstünde çalışmalara başlanmıştır?
Neden?
Biz bu Atatürk işinin peşini bırakmalı mıyız acaba?
Hani, ne olacaksa olsun mu demeliyiz acaba?
Bizden bu kadar sevgili Atatürk, yapamadık edemedik mi demeliyiz acaba?
Olmadı bu iş, iyi niyet var ama, sendeki yürek, sendeki çalışkanlık, kararlılık bizde yok mu demeliyiz acaba?
Arabı, Türkü fark etmiyor, senin ismin elden ele gezer oldu, insanlara ticari emtia mı oldun dememiz gerekiyor acaba?
Senin vizyonundan, aklından faydalanamadık, isminden köşeyi dönelim, seni alıp ilgili ilgilisiz her yere mi oturtalım, yerleştirelim mi demek lazım acaba?
Milyonlara mal olan Atatürk’ü, üç kişinin nüfusuna geçmesine izin mi vermeliyiz acaba?
Deyip de, bir kenara çekilip, aşka, meşke, dizilere, futbola falan dalıp olacak ve biteceklere seyircimi kalmalıyız acaba?
Sessizce.
Korkarak.
Ürkerek.
Bulaşmadan.
Çocuklardan, torunlardan ve gelecek nesillerden utanmadan.
Mı acaba?
Atatürk, Atatürk’ün silah arkadaşları, yüz binlerce şehide, bu ülkeyi kuran insanlara, bu ülke için çalışan herkese ihanet ede ede..
Yüzümüz kızarmadan,
Göğsümüzü gere gere,
Sonra da,
‘Atatürk’çüyüz’ de demeli miyiz acaba?
Bilmiyorum.
Biliyorum da, manzaraya bakıp da,
Acaba mı diyorum kendi kendime.
Buraya kadar mıdır?
Tamam mıdır?
Bu mudur?
Kına satışları,
Sizce patlar mı acaba?
Konu 2:
ATATÜRK isminin İngiltere’de (ve tüm ‘Avrupa Birliği’ ülkelerinde) marka olarak müracaatı yalandır, asparagas haberdir, internet efsanesidir diyenlere bilgidir;
Marka tescil tarihi: 12.09.2006
Marka tescil belge No: 004633434
Marka tescil başvuru yayınlarına itiraz süresi 3 aydır. Ancak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti 3 aylık süre içinde hiçbir itirazda bulunmamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti tescil olan ATATÜRK markası için;
3 (üç) yıl sonra 13.05.2009 tarihinde iptal davası açmıştır.
İptal davası fevkalade amatörce iddia ve savlarla desteklenmiş ve 28.10.2011 tarihinde dava kaybedilmiştir.
Yinede 21.12.2011 de temyize gidilmiş ve henüz mahkemeye hiçbir ayrıntılı dilekçe verilmemiştir.
Kaynak;
www.oami.eu
Bu tarihten sonra süreci geriye çevirip, tescilin iptali çok zordur, hatta imkansızdır.
Yine aynı soruyu soruyorum;
İktidar, Muhalefet, Atatürk’çü dernekler ve Devlet Kurumları neden bu konunun üstüne gitmemektedir?
Neden?
Durum budur.
- Ana sayfanın sağ tarafında 'KIRıKLAR KIRıKLAR' İLK BÖLÜMLER başlığı altında yayınlanmış diğer bölümlerini okuyabilirsiniz.


03.01.2012
Aşk çocukları olduk biz. Aşkla yatar, aşkla kalkar olduk biz.
Ne iş, ne güç, ne para, ne siyaset, ne memleket, ne spor, ne doğal afetler, ne savaşlar, ne kıtlıklar, ne o, ne bu, hepsi önemini yitirdi.
Eninde de, sonunda da,
Varsa da aşk, yoksa da aşk.
’68 kuşağının yapmaya çalıştığı ve o günlerde sağlam zemine oturamayan devrim gerçekleşti ve geriye dönüşü yok artık.
Hepimiz önce aşkın peşindeyiz.
Hepimiz olduk aşk çocukları.
Aşkın karşılığı müzikler,
Filmler,
Laflar, şiirler, metinler,
Şekiller, semboller,
Her şey aşk için.
Bundan sonra aşk harici hiçbir gelişim, hiçbir konu dikiş tutturamaz bu dünyada.
İster doğal felaket,
İster ekonomik krizler,
İster uzaylılar,
İster memleket meseleleri,
İster inişler, ister çıkışlar yaşamların içinde.
Hepsi şöyle bir sallar,
Sonrasında aşk gelir yine kurulur koltuğuna tekrar.
Galiba son yarım yüzyıldır en çok ihmal ettiğimiz, en az emek verdiğimiz, göz ardı ettiğimiz, en eksik kalmış yanımıza,
Aşka yüklenmeye başladık yeniden.
Bizim kuşak yaşamlarının en başlarında arsızca dalınca hayata ve her bir yerine hayatın, doymadan, doymasını bilemeden, doyumsuzca yaşarken,
En çok,
Aşksızlıktan çekti.
Aşkları yitirmekten çekti.
Aşkları yaşayamamaktan çekti.
Aşkı çarçur etmekten çekti.
Şimdi de arayı kapatmak için, aşka yüklendi yeniden.
İllaki aşk olacak.
Kimimiz aşkı insanda arıyoruz,
Kimimiz aşkı sözlerde, laflarda, filmlerde, müziklerde, şiirlerde arıyoruz.
Kimimizin aradığı aşk da seks de var,
Kimimizin aradığı aşk ilahi.
Ama her şeyin içinde illaki var aşk.
İlerlemeye başlayınca yaşlar,
Edinilenleri paylaşacak, elimizi ve gönlümüzü tutacak insanı arıyor gönüller galiba.
Ve de fark ettikçe durumları, fark ettikçe esası ve de olgunlaştıkça ve de,
Vermeye başlayınca olgunluğun meyvelerini ruhlar,
Beslenecek kaynağını aramaya başladı meyvelerde.
Büyüsün,
Renklensin,
Tatlansın diye.
Hele hele bir kez tatmış olanlar yeniden özlediler aşkı.
Kimimiz ahh o eski aşklar diyor,
Kimimiz dalıp gidiyor.
Hele hiç tadamayanlar,
Parmağını kaldırmış ‘bende bende’ diyor.
Ve de bir ümit,
Çoğumuz ‘o’ gelsin, onu bulsun diye kokular salıyor,
Çoğumuz süslenip püslenip aşkı bekliyor,
Bir kısmımız kendine aşık,
Bir kısmımız aşka aşık,
Yaşayıp gidiyoruz.
Ama öylesi, ama böylesi,
Artık,
Her şey aşk için.
Bu denli acıyı,
Bu denli üzüntüyü,
Bu denli mağlubiyeti,
Bu denli yalnızlığı,
Bu denli hırsızlığı,
Bu denli hüsranı,
Bu denli sahtekarlığı,
Bu denli aldatılmayı,
Bu denli doygunluğu,
Bu denli yorgunluğu,
Bu denli bıkkınlığı,
Tadınca insanlar, kalmayınca çekilecek yeni acılar, üzüntüler,
Kalmayınca edinilecek yeni her neyseler,
Edindiklerine karşı geçince de hevesleri,
Kalmayınca paranın pulun, malın mülkün ederi ruhlarında, gönüllerinde,
Ve kalan yıllarında,
Memleket dahil, misyonları dahil, idealleri dahil kesince ümidi bir çok şeyden,
Aşkın omzuna yavaşça, usulca koymak istiyorlar başlarını.
Sıcak,
Samimi,
Saf,
İçin aktığı,
Huzuru,
Sevgiyi,
Sevilmeyi,
Sevmeyi,
Bir an dahi olsa tatmak, yaşamak için,
Aşka sarılmak,
Aşkın kollarında der top olup,
Sessizce,
Uyuya kalmak istiyor insanlar.
Hepsi bu kadar.
Gerisinin önemi kalmadı. Önemli sayılanlar, sıralarını savdılar.
Önemli olanlara ilgi de kalmadı.
Toyluk, genç kızlık, genç erkeklik yıllarında neler önemliyse yine onlar önemli olmaya başladı.
Yani, aşk.
Kızı evine kadar takip ederken yaşanan heyecanla, sokaktan geçer mi, geçer de yukarıya pencereye bakar mı diye çarpan kalplerden gelen duygulara özlem var yeniden.
O zaman eğrisiyle doğrusuyla kabullendiğimiz ebeveynlerin görevlerini de, beğeniriz beğenmeyiz siyasilere bıraktık şimdilerde.
Ehh,
Edindik, edinemedik, kazandık, kaybettik hepsi de yavaş yavaş geride kalmaya başladıkça,
Ve de artık şimdilerde,
Kanepede sevgiyle sarılacak, sarmalayacak biri şiddetle özleniyor.
Paranın, maddenin, emtianın zenginliği ısıtamadı gönülleri.
Gönüller üşüyor.
Üşüdükçe ısınmak, sarılmak istiyor.
Artık her şey aşk için.
İnsanlar,
İnsanlığı özledi.
İnsan kıtlığında,
İnsan arıyor.
Fark ettiler ki, her şey boş, her şey fani.
Fark ettiler ki, artık hiçbir şey eskisi gibi değil ve olmayacakta,
Fark ettiler ki, artık ipler bambaşka insanların elinde her yönünde hayatın,
Ve,
Fark ettiler ki, nelerin olursa olsun hayatta,
Ne kadar doldurursan evini, kasanı, her bir yerini,
Gönlün boşsa,
Anlamı yok.
Kimimiz alenen,
Kimimiz göstere göstere,
Ama,
Hepimiz olduk sonunda aşk çocukları.
Kaybettiğimiz aşkın peşine düştük,
Yaşayamadığımız aşkında,
Özlediğimiz aşkında,
Yaşadığımız aşkında.
Kaldı geriye aşkı bulmak,
Kaldı geriye aşka sarılmak,
Aşık olmak, aşkla yaşamak.
Ki,
En kolayı.
Ki,
Sen iste yeter.
Elinde listen gezmezsen,
Hayatına, yaşamına göre değil,
Hayatın, yaşamın içinde aşk istersen,
Kendine göre değil,
Aşka göre hayat istersen,
İnat etmeden,
Bırakırsan kendini,
Aşka,
Aşk da sevinir,
Aşk da sokulur yanı başına.
İnanmıyor musunuz bana?
Önce gönlünüze,
Sonrada,
Yazıp, çizip, okuyup, seyredip, dinlediklerinize bakın,
Artık umursamadıklarınıza da iyice bakın,
Yeni ilkelerinize, ideallerinize bakın.
Sonunda da,
İstiyorsanız aşkı,
Listenizi yakın önce.
Listeniz sizi yakmadan.
Listenizle yanmak yerine bir gün,
Aşkla yanın hiç olmadı.
Anlatacak güzel bir hikayeniz olsun bari…
Hikayeniz aşk olsun bari…
Kendinize bırakın mirası,
Mirasınız aşk olsun,
Bari…

- Ana sayfanın sağ tarafında 'KIRıKLAR KIRıKLAR' İLK BÖLÜMLER başlığı altında yayınlanmış diğer bölümlerini okuyabilirsiniz.

04.01.2012
Cici çocuk nasıl yetiştirilir?
Etliye sütlüye bulaştırmadan, pırıl pırıl cam fanuslar içinde, mikroplardan arındırılmış, sadece kendi cebine çalışsın diye, sadece kendi geleceğini kurgulayacak donanıma sahip olsun diye, merak buyurursanız bir gün,
Bizim kuşağın iyi anne babalardan doğmuş, iyi okullarında okumuş, iyi eğitimli, entelektüel, kültürle donanımlı iyi ebeveynlerini yatırın masaya, inceleyin, cevabını alırsınız hemen.
İstediğimiz oldu.
Aferim bize.
Hepimiz adına hepimizi tebrik ediyorum.
Anne babalarımızın da istedikleri oldu.
Hepimiz adına onları da tebrik ediyorum.
Eh, çalışırsan inatla, ısrarla, sabırla, harcarsan bu kadar vakti ve de nakti sonunda başarıyı elde etmemek mümkün değil.
Cici mi cici çocuklar yetişirdik.
Onlar cicileştikçe azdıkça azdık.
Azdıkça daha da cici olsunlar diye çabaladık.
Kimin çocuğu kimin çocuğundan daha cici yarışmaları düzenledik.
Yurt içleri yetmedi,
Yurt dışlarına gönderdik.
Yemedik okuttuk,
İçmedik karşıladık her nevi ihtiyaçlarını.
Giydirdik, süsledik, gezdirdik, eğlendirdik,
En güzel, en lezzetli, en sağlıklı yemeklerle besledik, yedirdik, içirdik.
Sardık, sarmaladık,
Aldık koltuklarımızın altına.
Sonunda biraz az, biraz çok,
Cici cici çocuklarımız oldu.
Şimdilerde çalışmaya da başladılar hatta.
Kimisi evleniyor, anne baba da olurlar yakında.
Cici anneler, cici babalar.
Tam da istediğimiz gibi.
Mikroplardan arındırılmış, pırıl pırıl cam fanuslar içinde yüz binlerce cici çocuk.
Dünyada neler olup bitiyor bi haberler.
Aman mikroplara bulaşmasınlar istemedik mi zaten.
Memleket meselelerine uzak.
Ne iyi, sonra başları derde girer. Hem okul, hem memleket meseleleri de bir arada olmaz zaten.
Dünya da neler oluyor neler bitiyor gittikleri yurtdışı okulların sosyal çerçevesi, turistik seyahatleri içinde kalınca,
Memlekette neler oluyor, yaşadıkları semtler, gittikleri tatil yerleri ve de alışveriş merkezleri ile sınırlı kalınca,
İçleri temiz,
Karakterleri iyi,
Gelecekleri kendi adlarına ümit veren,
Müzikten anlayan,
Kimi az, kimi çok kitap okuyan,
Sinema dünyasıyla iç içe,
Giyim kuşam yerli yabancı marka uzmanı,
Araba konusunda donanımlı,
Restoran, kafe, gece kulübü adabını iyi bilen, seçici,
Dekorasyon da zevk sahibi,
Cici mi, cici çocuklar yetiştirdik.
Ne güzel.
Ne gurur verici.
Aferim bizlere.
Aferim de,
Acaba,
Hangisi kaç adet sivil toplum örgütünde çalışıyor?
E nasıl çalışsınlar ki,
Anne babaları çalıştı da örnek mi oldular onlara.
Hangisi bir siyasal partiye üye ve o parti için vakit ayırıyor?
E nasıl ayırsınlar ki,
Anne babaları hayatlarında bir siyasi partiye üye oldu, oldu da çalıştımı ki, onlarda heveslensinler.
Hangisi bu ülkenin gerçek köylerini, kasabalarını gezdi doğudan batıya, kuzeyden güneye, turistik olmayan?
E nasıl gezsin ki,
Anne babaları onları ellerinden tutup gezdirdimi ki, onlarda arkadaşlar edinsinler o köylerden kasabalardan, özleyip de gitsinler yanlarına diye.
Hangisi biliyor bu ülkenin yakın tarihini hem siyasal, hem ekonomik anlamda?
E nasıl bilsin ki,
Anne babaları oturtup da karşılarına anlattılarmı ki nereden geldik bizler, nasıl geldik bugünlere diye tek tek, ki onlarda devamını merak etsinler bu ülkenin kendine has hikayesinin.
Hangisi biliyor neden bu ülkenin yıllarca tek partili yaşadığını?
Hangisi biliyor neden bu ülkede ve neden bir başbakanın, iki bakanın asıldığını?
Hangisi biliyor irticanın kökünün nereden geldiğini?
Hangisi biliyor komünizm nedir, sosyalist kime denir diye?
Hangisi biliyor miliyetçilikle memleket sevdalısı olmanın arasında ki farkı?
Hangisi biliyor Atatürk’ün bu ülkeyi nereden alıp da nereye getirdiğini?
Hiç biri.
Biliyorum diyende, ya yanlış biliyor, ya da eksik.
Bırak bu soruların cevaplarını, Burdur nerede sor, haberleri yok.
Aç haritayı koy parmağını Gümüşhane’ye de, eh bir on dakikasını alır bulması.
Sor bakalım Hatay’la Antakya’nın ilişkisini, boş boş bakar yüzüne. Kıyamazsın, öper yanağından yürür gidersin.
Amma,
Say de, alışveriş merkezlerini, hatta içlerinde ki mağazaları, ezberde her şey.
Say de, Amerika eyaletlerini, Avrupa ülkelerini, ezberde her şey.
Say de, Amerika’da ki, Avrupa’da ki üniversiteleri, ezberde her şey.
Say de, giyim kuşam takı markaları, ezberde her şey.
Say de, içki sigara markalarını, ezberde her şey.
Say de, dizilerin isimlerini, hangi dizide kim ne rolü oynuyor, ezberde her şey.
Say de, NBA de oynayan takımları, ezberde her şey.
Say de, kimin hangi klipinde neler oluyor, ezberde her şey.
Say de, hangi meşhur kiminle yattı kalktı son zamanlarda, ezberde her şey.
Say de, sosyeteden ilk on playboyla, barbie kızın isimlerini, ezberde her şey.
Say de, araba markalarını, dört çeker, spor, ezberde her şey.
Say de, hangi plazma ekranda ne özellikler var, ezberde her şey.
Say de, hangi marka laptop, hangi cep telefonu neleri becerir, ezberde her şey.
Say de, internet marifetiyle çalışan sosyal siteleri, ezberde her şey.
Say de, hangi uluslar arası şirketlerde çalışmak istiyorsun, ezberde her şey.
Sonra, sonrası şu;
Bu ülkenin yaş ortalaması 28.
Bu ülkede yaşayan 15 ile 29 yaş arası kadını erkeği, çocuğu insanların sayısı 25 milyon.
Bu ülkede hadi olsun olsun 25 milyonun yüzde beşi, olmaz a, hadi olsun,
Bizim cici çocuklar.
Sonra ne olacak bu memleketin hali mi?
Söyleyeyim.
Sen cici cici büyürken ne olduysa o olacak, olmaya da devam edecek.
Diğer çocuklar nasıl yönettilerse anne babalarımızı, seni beni,
Yeni diğer çocuklarda yönetmeye devam edecekler,
Bizim cici çocukları bugüne kadar yönettikleri gibi.
Kendi bildikleri gibi.
Kendi istedikleri gibi.
Kendi uygun gördükleri gibi.
Kendi doğru düşündükleri gibi.
Kendi hedeflerine varmak gibi.
Ki,
Onlarda aslında annelerinin babalarının biricik çocukları. Bizimkiler ciciyse, onlarda kaka falan değiller katiyen.
Aslanlar gibi çalışıp, çabalayıp etten tırnaktan arttıran annelerin babaların,
ve her nevi yokluklarla mücadele ede ede büyütülmüş, okutulmuş, okumuş,
Aslanlar gibi çocukları, yani onlarda,
Bizim memleketin çocukları.
Tek farkları onlar cici çocuklar değiller ve cici çocuk olarak doğmadılar.
Tek farkları onların anne babaları da cici değildi ve onlarda cici çocuk olarak doğmadılar.
Ama onlarında tek arzuları,
Cici olmak, bir gün.
Senin gibi aynen ve,
Senin çocukların gibide.
Oluyorlar da zaten.
Onlar hedefe seni koydu zamanında,
Memleketi de, çünkü buralara aitler.
Sense gavuristanı koydun hedefe, bir türlü ait olamadın buralara.
Arada ki fark,
Diğerleri biliyor Burdur’u, Hatay’ı, Gümüşhane’yi, memleketi.
Öğrenecek eyaletleri, avemeyi.
Bizim cici çocuklar biliyor avemeyi, eyaletleri de,
Hayatı boyu bilemeyecekler Burdur’u, Hatay’ı, Gümüşhane’yi, öğrenemeyecekler de memleketi.
Biri hayatta ve hayatın içinde kalmak için mecburen siyasetin içinde doğmuş büyümüş, anne babasının sayesinde ve desteğiyle de, tek eğlencesi.
Diğeri siyasetin kapısından geçmemiş, anne babasının sayesinde, en büyük eksiği.
Amerika’da Harward’dan başkan çıkar.
Bizde Sütçü İmam’dan. Ne güzel, al sana demokrasi.
İngiltere’de Oxford’u bitirirsen belki olursun bakan,
Bizde nereyi bitirirsen bitir, illa ki olursun başbakan. Ne güzel, al sana eşitlik.
Demek şartlar farklı da olsa, rekabette eşitlik hakları var sonuna kadar da.
Bir ülkeyi siyasiler yönlendirir.Doğru mu? Doğru.
Bir ülkeyi yönlendirmek için siyasi olmak gerekir.Doğru mu? Doğru.
Bir ülkeyi yönlendirmek, sonrada yönetmek isteyenler arasından en doğruyu seçebilmek için önce vatandaş olmak, sonrada az veya çok siyaset bilmek gerekir. Doğru mu? Doğru.
İyi de, cici çocuktan siyasi olmaz.
Siyasi olanda cici çocuk olamaz.
Ancak konuşulanları anlar hale geldiğim yaştan beri hep duyarım, hep sorarlar,
Ne olacak bu memleketin hali? Bunu zamanında, anne babalarımız,
Köy enstitülerinin kapatılmasına izin verirken düşünecekti önce,
Sonrasında da özel okul kanunları iki de bir değişirken düşünecektik hep beraber.
Dini tabulaştırmadan evvelde düşünecektik.
Anadolu’yu, memleketinin çoğunluğunu küçümsemeden,
Çiftçiyle, köylü ile, kasabada yaşayanla mesafeyi açmadan evvel de düşünecektik.
Kendimizi ayrıcalıklı görmeden evvel düşünecektik.
Kolejli, aydın, dünya insanı olmanın ayrıcalığını,
Memleketimiz için, memleketin hayrına kullanmadığımız gün düşünecektik.
Atatürk’ü köy köy, kahve kahve gezip anlatmadığımız gün düşünecektik.
İşi gücü, parayı, pulu, aşkı, seksi, sevdayı, malı, mülkü bir kenara koyup,
Bu memleketin yoktan var ettiği o okullarda okumuş memleketin ilk eğitimli kuşağı bizim annelerimizin babalarımızın da yapamadığını yapıp,
Bu memleketin kolejlerinden aldığımız eğitimle, vizyonla, bilgiyle, görgü ile donatılmış yeni, genç bir kuşak olarak, neyimiz var neyimiz yoksa hepsini,
Memleketimizin efendisiyle harmanlayıp, devamında da memleketimizin geleceğine sahip çıkacaktık önce.
Diğer çocuklar başlarını önlerine eğmiş sabah akşam hem okuyup hem çalışırken, bir lokma ekmeğini bölüşürken, tatil köyünün burun kıvırdığımız açık büfesinden ağzımıza layık yemekleri seçerken düşünecektik önce.
Millet ayağına giyecek don bulamazken, markaların arasında fink atarken düşünecektik önce.
Çiftçi açlıktan geberirken, tropik ithal meyveleri poşet poşet eve götürürken düşünecektik.
Otobüsler ter kokuyor derken, altımıza çektiğimiz dört çekerin kontağını çevirirken düşünecektik.
Cici olmadan evvel düşünecektik.
Ciciler yetiştirmeden evvel de.
Ne mi olacak memleketin hali?
Memleket memnun hayatından.
Biz memnun değiliz bir tek.
Ki, çok da önemli değil bizim memnuniyetsizliğimiz bu ülke için,
Biz ne zaman memnun olduk ki zaten.
Hangi parti, hangi iktidar, hangi siyasi görüş geldiğinde ‘memnunuz’ dedik ki zaten.
Tüm siyasileri bizlerden birileri olarak görmeyip, uzaydan gelmişler muamelesi yapmadık mı zaten.
Ne zaman isyan ettik de en son, sokaklara döküldük de, ikna ettik siyasileri isteklerimiz karşılığı, ne zaman? Israr ettik ve kararlı olduk ve sonucu alıp isteklerimizle ne zaman geri döndük evimize?
Ne zaman memleketimizin geleceğini, kendi çıkarlarımızın önüne koyduk? Ne zaman?
Hangi siyasi partinin seçim programını okuyup da, doğru bulup da oy attık ki zaten.
Cici cici çıktık evimizden, attık oyumuzu o günün ‘in’ partisine, geldik eve, geçtik tv nin başına, seçim loto oynadık sabaha kadar,
Zamanında, geçtim zamanındayı, bugün bile bu ülkenin siyasi geleceğinin sorumluluğunu almak adına çalışacakken, bu sorumluluğu hissedecek çocuklar yetiştirecekken,
Cici çocuk olmayı tercih ettik ve de,
Cici cicide çocuklar yetiştirmedik mi zaten?
Ve,
Hep söylendik, hep şikayet ettik, bilgiç bilgiç güzel de konuşmalarda yaptık her yerde,
Ahkamlar da kestik,
Kestik de,
Sonuç?
Kaptırdık mı memleketimizi zamanında memleket yapmış ana değerleri? Karıştı mı sapla saman birbirine?
Yes mi? No mu, cevap?
Kaybetmek, beceremediğini kendine ve başkalarına itiraf etmek çok önemli, insan evladının gelişimi için olmazsa olmaz bir erdemdir,
Cicim.
Kaybettiğini, beceremediğini itiraf etmezsen, sonrada eline kağıdı kalemi alıp da, ben nerede hata yaptım demezsen, diyemezsen, yarınlarına hiç mi hiç hazırlanamazsın,
Cicim.
Patron kıyak yaptı, bana vahi geldi, bende bu erdeme eriştim, yüzüm kızardı, kendime kızdım, hatalarımı listeledim, daldım konuya, daldım da,
Sizde durum nedir, hala ahkam kıvamında mı kesiyorsunuz ortalığı,
Hala çok laf az iş mi?, havamız yerinde mi, havalı mıyız?,
Cicim…
Öyleyse, ki öyle görünüyor buralardan bakınca,
Sakın açma ağzını ölene kadar bir daha,
Sakın üfürme ortalıklarda haybeye.
Cici çocuk ol, cici cici otur yerine,
Ye iç, dalgana bak sen. Aklına gelince de arada sırada, hani laf açılırsa yakınmalardan yana,
Vat a piti, vat a piti di mi?
Di.
Yiyip, içip, havalı havalı dalgana bakmaya devam edersen, yakında,
Tu leyt de olmak üzere,
Cicim.
Atı alan,
Üsküdar’a vardı, az sonra da geçmek üzere,
Cicişkocum.
- Ana sayfanın sağ tarafında 'KIRıKLAR KIRıKLAR' İLK BÖLÜMLER başlığı altında yayınlanmış diğer bölümlerini okuyabilirsiniz.


05.01.2011
Önce beğenirsin, gözüne, kulağına hoş gelir.
Sonra, değersin, tenine hoş gelir.
Sonra, konuşursun, dinlersin aklına, gönlüne hoş gelir.
Öpersin, sarılırsın içine hoş gelir.
Sonra, hepsi el ele verir,
Sevişirsin, ruhuna çok hoş gelir.
Çıkar oturursun zirveye.
Çıkarsınız birlikte oturursunuz zirveye.
Çıkar oturur zirveye.
Şahanedir.
Gözün, kulağın, tenin, aklın, gönlün el ele vermiş,
Sarmaş dolaş olmuş,
Ruhunla dans ediyordur.
Hep sevgi sunulur, sevgiden söz edilir, hep.
Tanımlayamazsın sevgini. Tanımlayamazsın onunla yaşananları.
Arada bir buluşursun, arada bir konuşursun, arada bir sevişirsin.
Yemek yersin, içersin, sarılırsın, öpersin, sohbetler edersin,
Arada bir.
Özlersin.
Her şeyi,
Hepsini,
Her birini.
Ayrı ayrı, hep.
Başlarsın daha sık buluşmaya.
İyi gelir, daha da çok coşarsın.
Hep sevmekten konuşulur, hep sevgi dillenir, yazılır, hep.
Her dakika, her saniye özlersin.
Ne yaparsan yap, nerede olursan ol, için, ruhun, gönlün, aklın hep ondadır.
Sanki,
Onun için kalkmışsın yatağından, onun için çıkmışsın sokaklara, onun için yapıyorsun her şeyi, sanki…
Hep sabah olsun istersin, günaydın demek için ona.
Hep akşam olsun istersin, sarılıp uyumak için ona.
Uyumak istemezsin.
Uyku ıskalamak gibidir onu.
Sabahlarsın,
Ama onla, ama yalnız.
Onlayken de onla, yalnızken de onlasındır zaten.
Daha sık buluşmaya başlarsın.
Biri anlatır, öbürü dinler.
Öbürü anlatır, biri dinler.
Hikayeler, yaşanmışlıklar, anılar, gelecek hayalleri, aileler, çocuklar, yaşlılar, arkadaşlar…
Ezberlemeye başlarsın, onun hikayesini, onu.
O da seni.
Birlikte genişler yaşam, dallanmaya budaklanmaya başlar.
Zenginleşir, zenginleşirsin, zenginleşirsiniz.
Bir masada, bir yatakta, bir kanepede başlayan küçücük bir yaşam,
Taşar gider masalardan, yataklardan, kanepelerden, evlerden sokaklara.
Hatta sokaklardan başka şehirlere, hatta belki başka memleketlere.
Her yöne, her türlü.
Sevgiyle olur her şey, sevgiyle yaşanır her şey.
Sohbetler derindir.
Çok.
Her şey olur içinde.
Ama her şey.
Bazen değerek, bazen kelimelerle sevişirsin.
Bazen bakışarak.
Arada bir, olmuştur artık her an.
Her an berabersindir, coşa coşa.
Alışmaya başlamışsındır her şeyine.
Ama her şeyine.
Benimsemeye başlamışsındır onu.
Sen gibi bilmeye başlarsın onu, o da kendi gibi bilmeye başlar seni.
Birleşirsiniz.
Kaynaşırsınız.
Sevgiyle, aşkla, heyecanla.
Ruhlar bile sarmaş dolaş olmuştur, değilmi ki bedenler.
İç içesindir artık.
Tek bir insan, iki insandan.
Sevginin içinde bir hayat,
Derken,
Bir gün, zamanı gelmiştir, nedense gelir o zaman bir gün.
Ve başlarsın bir gün,
Arada bir yadırgamaya.
Arada bir şaşırtmaya başlar seni.
Sen olsan, öyle yapmazdın gibi.
Sen olsan, böyle demezdin gibi.
O da,
Başlar yadırgamaya, şaşırmaya,
Arada bir.
O olsa öyle yapmazdı,
O olsa böyle demezdi gibi.
Arada bir rica etmeye başlar.
Arada bir rica etmeye başlarsın.
Şöyle yapsan daha iyi olacak sanki gibi.
Böyle desen iyi hissedeceğim kendimi sanki gibi.
Hatta, arada bir,
Ben şuna alışığımda dersin.
O da, bende buna alışığım aslında der arada bir.
Arada bir.
Bir gün, sen ona,
Ben şunu sevmem dersin.
O bir gün sana, bende bunu sevmem der.
Sevilmeyenler de konuşulmaya başlanır arada bir.
Sevilenler ve sevilmeyenler iç içe girmeye başlarlar yaşamda.
Severek sonsuza kadar açılan, genişleyen yaşam,
Sevilmeyenlerle sınırlar çekmeye başlar,
Ona, sana,
Oraya buraya.
Ona göre yapmaya başlarsın, bazılarını,
Arada bir.
O da sana göre yapmaya başlar, bazılarını,
Arada bir.
Bir sevgiyle tek olmuşken,
Bir sevmemeyle iki olmaya başlarsın yeniden.
Değişmeye çalışırsın, onun için.
Değişmeye başlar senin için.
Kendi gibilerin bir kısmı ona kalır.
Kendin gibilerin bir kısmı da sana.
Onun için olanlar ona,
Senin için olanlar da sana.
Onun gibilerin bir kısmı sana,
Senin gibi olanların bir kısmı ona.
Değişmeye başlarsın onun için.
Değişmeye başlar senin için.
Sevdiğin için.
Sevdiği için.
Arada bir, tartışırsında sanki.
Arada bir, tartışır mı sanki.
Seversin ama.
Sever ama.
İki insan olursun, sevgiyle bağlı.
Hayatın içinde seven iki insan.
Sevgiyle kurularak yaşanan hayat,
Hayatın içinde sevgiyle yaşama döner.
Tekken,
İki olursun yeniden.
Çünkü,
Hepsi olsun istersin.
Hem sevil, hem sev, hem de sen gibi olsun istersin hayatın içinde ki yaşamın.
Hem sevsin, hem sevilsin, hem de kendi gibi olsun ister hayatın içinde ki yaşamı.
Unutur gidersin, derinlerde bir yerde kalır,
Taa en baştaki, ilk gün, o ilk an.
İlk gördüğün an, ilk işittiğin an, ilk öpüştüğün an, ilk sarıldığın an, ilk seviştiğin an, ilk el ele yürümen, ilk içki, ilk yemek, ilk gece, ilk sabah, tüm ilkler…
Günü, gününü başlarsın yaşamaya.
O günün gününü.
Yaşarken seversin,
Sevdiğin için yaşarken.
Hepsini birden istersin.
Hem onu, hem kendini, hem sevgiyi, aşkı,
Hem de yaşamak, kendine layık gördüğün hayatı.
Doymazsın.
Taa en başta ki ilkler yetmez artık.
Taa en başta ki ilklerle yetinemezsin artık.
Daha da istersin, daha da.
Hepsini.
Doyumsuzca.
Her bir ilk, bir sonraki ilke doğru çekiştirir seni.
Bir ilk daha.
Bir tane daha, daha da.
Bir gün, onlarla, yüzlerle, binlerle ilkin arasında,
Ama ilk taa en baştaki ‘ilkler’den çok uzaklarda bir yerlerde,
Yaşarken bulursun kendini, yalnız.
Yapayalnız.
Sevgiyi özlersin.
Sevilmeyi de,
Yüzlerce, binlerde ilkler ormanının kaybolduğun derinlerinde ki bir yerinde.
Hayatını yaşarken,
Hayatını değil, sevgiyi özlersin yeniden.
Arada bire bile fitsindir.
Zamanında yaşadığına, yeniden ilk ‘İlke’.
Arada bir bile olsa fitsindir artık.
Sadece,
Sevgiyi özlersin.
Sevmeyi, sevilmeyi.
Doyumsuzca yaşamaya devam edeceğini, doymayıp,
Yeniden,
Daha da, daha da isteyeceğini,
Ve bir gün yeni bir ilkler ormanında kaybolacağını bile bile.
Aksini de, iddia ede ede.
İlk baştaki ilkler kadar sade, yalın yaşayamayacağını, ilklere fit olamayacağını,
Kendinden, kendi arzularından, kendi hayallerinden vazgeçemeyeceğini,
Bile bile.
Yineden çok özlersin,
O ilk sabahı,
O ilk geceyi.
Ki,
Yetinemeyeceğini bile bile, yetmeyeceğini bile bile.
Karşındakini,
Olduğu gibi,
Kabul etsen de,
Kendine uydurmak için, kendi yaşamın içinde kendin için kullanışlı hale getirmek için,
Uğraşacağını,
Sevgiyle kurduğun hayatı, hayatın içinde sevmeye dönüştüreceğini,
Bile bile.
Sevgiyi,
Sevilmeyi özlersin yeniden.
Arada birlere,
Fit ola ola.
Başa dönmek istersin, taa en başa, ilk ‘İlklere’,
En başa.
Ama dönemezsin artık,
En başa.
Başın önde, dönersin evine ağlaya ağlaya.
Doyumsuzluklara yenilmiş, daha da, daha da olsunlara yenilmiş, o da olsun, bu da olsunlara yenilmiş,
Sana yenilmiş,
Ona yenilmiş,
Size yenilmiş,
Bir sevgiyi daha,
Ağlata ağlata.
Sevdiğini olduğu gibi kabullenip,
Sevdiğinle olduğu kadarıyla yaşayıp,
Sevgisini verebildiği kadarına razı olup,
Verdiği, verebildiği kadarıyla,
Neden bir türlü yaşayamadığını,
Sorgulaya sorgulaya.
Döner gidersin hayatının içine yeniden,
Doymamaya.
Her şeyi ve ‘ilkleri’,
Bir daha,
Önce çok,
Sonra da,
Az bulmaya.
- Ana sayfanın sağ tarafında 'KIRıKLAR KIRıKLAR' İLK BÖLÜMLER başlığı altında yayınlanmış diğer bölümlerini okuyabilirsiniz.


06.01.2012
Aranan ilk şart, aşırı derecede bezmiş ve bıkmış olmak. Bu kolayı, bol bol var.
İkinci şart, vazgeçmemeye ve havlu atmamaya yeminli olmak. Bundan bulabilir miyim yeteri kadar bilmiyorum, ancak denemekte fayda var.
Şimdi ilan edeceğim kulübe üyelik için bu iki şartı, mutlak ve değişmez olarak belirlemiş durumdayım.
Adı meçhul, adı henüz belirlenmemiş bir kulüp veya dernek veya organizasyon için,
Bu akşamdan itibaren harekete geçiyorum.
Çünkü bezdim ve de bıktım.
Öncelikle bezenlerden, bıkanlardan, onların bezmiş ve bıkkın söylenmelerinden bezdim ve bıktım. Sonrada kendimden bile.
Benimde bin tane derdim var.
Ohoo, say say bitmez.
Patrona şükür sağlık yok arasında ki, en önemlisi.
Benimde söylenmek hakkım var.
Dırlanmakta.
Vıdı vıdı yapmakta.
Hem de doyasıya.
Ama olmuyor.
Kime değsem, o benden önce o kadar hızla söylenmeye ve de dırlanmaya başlıyor ki, sıra bana gelemiyor.
Söylenmede, vıdı vıdı etmede öncelik hakkımı yitirmişim meğer.
Birine tam demeğe başlıyorum, işte şu oldu da, bu oldu da diye,
Dememe kalmıyor, hemen bastırıyor, ‘a aa, asıl bak bana ne oldu’, ‘a aa bende aslında şöylede, böylede’ diye diye.
‘Yahu, benim de dertlerim var, baba baba hem de’ diyemiyorum.
Desem de, dinlemek isteyen yok. Ama anlatmak isteyen çok.
Suratlar bir karış, kasvet diz boyu.
Ve de bu beni isyana sürükledi,
Ve de düşündüm ki, ve de gözlemliyorum ki,
Ciddi sayıda insan, çok dertli.
Çok bezmiş, çok bıkkın.
Aşk, iş, para, siyaset, memleket halleri, dünya halleri, çevre sorunları, açlık, kıtlık, savaş, sağlık, doğanın yok olması, gelecek kaygısı, çoluk, çocuk, karı, koca, sevgili, okumayan çocuklar, okusa da çalışmayan başka çocuklar, boşanmalar, ayrılıklar, eski kocalar, eski karılar, işe yaramaz babalar, aksi anneler…
Bin tane konu var dertlenecek, dertlenip bezecek, bıkacak.
Bezdirecek, bıktıracak.
Ve de insanlar aslında, dertli hallerinden gelen bezginliği ve de bıkkınlığı genelde tek başlarına yaşıyorlar.
Ve de genelde içimizden biri,
‘Hadi bir mutlu olayım, bir keyif yapayım, bir neşeleneyim’ dese,
Etrafında üç beş dakikadan sonra dertlenmeyen bir insan yok. Neşesini, keyfini kaçıransa çok.
Ben bile.
Yani, aslında, bak tersten,
Ve kısaca,
Mutluluk, keyif, neşe için,
Malzeme var, insan var,
Tesis yok.
Oldu bu iş.
Kuruyorum bir kulüp.
Adı fişmanca, artık her neyse (ki fişmanca bile olabilir).
Her yaştan, her kültürden, her eğitim seviyesinden, her sosyal yapıdan insan üye olabilecek.
Evli, bekar, dul, bir daha dul, sözlü, nişanlı, yavuklusu, sevgilisi, boy firendi, görl firendi, manitası, kapatması, metresi olan, olmayan, fakiri, zengini, eğitimlisi, eğitimsizi herkes, her yaştan kabulümüz.
İki değişmez ve mutlak şart var, ki onları başta ilan ettik zaten.
İki şart var ama, ana kural da var.
Bir mekan düşünün.
İstediğin zaman girip çıkıyorsun.
Yirmi dört saat açık.
Belki ileride yatıp kalkarsında, bakarız, talebe göre.
Ana kural,
Kapıdan girdiğin an sanki hiç derdin yokmuş gibi,
Hiç bezmemiş, hiç bıkmamış gibi yaşamak zorundasın içeride.
Kapıdan girdiğin an mavra başlıyor.
Ama ne mavra.
Belki de yaşamın içinde uzun zamandır uzak düştüğün,
Veya eser miktara inmiş,
Gır gır, şamata.
Herkes,
Eskisi gibi.
Herkes genç.
Herkes çocuk.
Herkes insan. Bildiğimiz insan.
Herkes gülüyor, eğleniyor.
Müzikler, danslar, filmler, tiyatrolar, şarkılar, türküler,
Bir müzik aleti çalmaya çalışanlar,
Kendi tiyatrosunun provalarını gömülmüşler,
Kitabını okuyanlar,
Resim, heykel yapanlar,
Kanaviçe işleyenler, örgü örenler,
Uyuklayanlar,
Ha, bir de dev ekranlar, isteyenler şehir dışından, memleket dışından on line,
Canlı yayında.
Yahu ne ararsan var bu ev de.
Ev.
Burası bir ev.
Herkesin mutluluk, keyif, neşe molasına,
Tenefüsüne çıktığı bir,
Ev.
Herkesin yüzü gülüyor.
Herkes mutlu.
Herkes neşeli.
Herkes insan.
Dertlenmeğe kalkan,
Kızan,
Geren, suratını asan olursa, para pul, siyaset, iş güç, aşk yarası falan konuşana, önce bir ihtar,
İkincide, şut.
Kalan sağlar bizimdir, yola devam.
Üyeler katiyen acıtmayacak bir aidat ödüyorlar.
Para pul işleri şeffaf.
Onun bunun idaresinde değil, net.
Maddi kazanç sağlamak yassak.
Kazancın tamamı, mutluluk.
Ha, sırayla biri ‘genel maksat sorumlusu oluyor’.
Haftada bir mi, ayda bir mi, bilemem, nöbet var.
Mutluluk, keyif, neşe nöbeti.
Mutfak var.
Orada yemek pişiyor.
Onu yemem, bunu sevmem yok.
Patron ne verdiyse.
Ha, istersen getir malzemeni kendin yap yemeğini,
Getir pişirdiğin yemeği, al getir, yaptırt getir,
Kime ne.
Bizi de buyur et, hep beraber yiyelim.
Herkes kendi içkisini getiriyor.
Dev bir içki dolabı.
Üstünde adın yazılı.
O da tamam mı? Tamam.
Öyle garson muhabbeti yok.
Herkes kendi servisini kendi yapar, birileri olur görevli,
Onlarda, temizlik, bulaşık falan.
Bu da tamam mı? Tamam.
Ha, bir de kıyafet serbestisi var.
Sen gelmişsin pijamanlarınla, biri damlamış düğünden geliyor pür şık.
Kime ne.
Ayakkabıyla girmek yassak ancak.
Öyle,
Yerse.
Zamanla şubeler açılır.
Zamanla bezmiş ve bıkkın yaşayanlar ve sürekli bezmiş ve bıkkınlarla yaşamak zorunda kalanların içinde tenefüse çıkmak isteyenlerle daha da kalabalık olunur,
Aslında olması gerekenle,
Neşe ile,
Güle eğlene yaşar gideriz.
Bir saatliğine de, yirmi dört saat de olsa.
İlk defa bir yassak,
Bizlere mutluluk getirir.
Proje budur.
Ve de şimdiii…
Soruyorum herkese,
Herkeslerin tanıdıkları herkeslere de,
Tabiriyle,
Var mısın?
Yok musun?
Son şans treni.
Binen biner,
Binemeyenler,
Yirmi dört saat dertleriyle, dertlenenlerle,
Bezerek, bıkarak,
Yaşamaya devam eder.
Binenlerse,
İster bir saat,
İster yirmi dört saat,
Mutlu olur, keyif yapar, neşe içinde.
Bu bir köşe yazısı falan değil.
Ciddi mi ciddiyim.
Soruyorum tekrar,
Var mısın?
Yok musun?
Cevapları alayım,
Buyrun bakalım…
Söz sizde.
- Ana sayfanın sağ tarafında 'KIRıKLAR KIRıKLAR' İLK BÖLÜMLER başlığı altında yayınlanmış diğer bölümlerini okuyabilirsiniz.


07.02.2012
Mutluluk vaat ettim, garantisini de verdim, yazılan yazılana listeye.
Tek başımıza beceremediğimizi, hep beraber becerebilmek için çaba sarf etmek, çaba sarf edildiğini bilmek bile mutlu ediyor bizleri.
Tek başına olmadığını bilmek, tek başına olmanın kendi tercihine kalmasına sevinmek, mutlu ediyor bizleri.
Ne kadar çok özlüyor, özlemiş insanlar mutluluğu, keyfi, neşeyi.
Çarkı geriye çevirmek mümkün değil.
İleriye çevirmekse kesinlikle mümkün.
Dişlilerden bazılarını geçmiş zamanlar içinde kırmış olsak da.
Bakın neredeyken, nereye doğru yürümeye niyetliyiz aslında hepimiz.
Yıllar yıllar evvel bir köy kurmayı hayal etmiştim.
O günlerde çevremde olan dostlar da ‘biz de varız’ diye destek bile vermişlerdi.
Bir ovada.
Dağın yamacında.
Bir arazi.
Kocaman ama.
Hani derler ya, uçsuz bucaksız, öyle.
Patronun unuttuğu bir yerde.
Herkese basit, sade, ama herkesin istediği gibi evler yapılıyor.
Basit ama. Konfor olsa da, lüks yok.
Ortak dev bir restoran ve ortak alanlar, açığı kapalısı.
Yemek, içmek, ne istersen var orada. Dev bir salon aslında.
Ortak sağlık hizmetleri.
Ortak alışveriş.
İsteyenlere çamaşır, ütü, temizlik servisi.
İsteyenler, ekiyor biçiyor, taze taze sebzeler, otlar, meyveler.
Dere akmalı bir kenarından. Sığ, şırış şırıl.
Atölyeler var. Ne atölyesi istersen. Hani derler ya, dükkan senin zaten.
Hayvanlar gani.
Her tarafta.
Belki bir havuz mu? Bilemedim. Gerekli mi? Belki.
Kimse kimseyle kıç kıça değil evlerin yerleşim düzeninde.
İki kata müsaade yok, hepsi düz ayak.
İsteyen bahçesinin etrafını çevirir, isteyen açık bırakır.
Kaç ev? Belli değil. Ama çok ev de değil, az ev de değil. Ortalarda bir yerde.
Ha, çok mu talep var, al yanı, kur bir köy daha. Ayrı bir zevk.
Yeni komşular geliyor, keyfe bak.
Kısaca,
Kendime kendi köyümü kurmaktı hayalim. Bencilim yaa…
Köyüme de komşular edinmekti. Hani derler ya, insan gibi insanlar.
İnsanlıktan çıkmamış insanlar.
Kısaca,
Kaptırıp gitmekti buralardan.
Ama buraların köymüşcesine, şehir dışıymışcasına olanlarına değil de, gerçek köye.
Bizim köye, benim köye.
Kimsenin zengin falan da olması gerekmiyordu bu köy için.
Tam tersi, üç kuruşa üç milyonluk yaşam.
Sakin, sessiz, huzurlu, hem yalnızsın istersen, hem de kalabalık içindesin, sevdiklerinle. Kendi tercihinle.
Sevgisi bol bir köy.
Dingin.
Olmadı. Özel hayat, iş hayatı planladığım, hayal ettiğim gibi gitmedi, bizim köy projesi de yattı.
Sonrasında da düşünmeye sıra bile gelmedi.
Demeye kalmadı, dün sizlerle paylaştığım EV geldi aklıma.
Dedim ki, EV’den başlarım ben de.
O EV hep de kalır.
Bizim köyün EV’i olur şehirde.
EV’in de köyü olur belki birgün, patron kısmet ederse.
Neyse,
Dün akşam anonsu yapınca, gerçekten şaşırdım.
Sayı on beşe geldi bir gecede, ki benim yazıları her gece binlerce kimse de okumuyor, sayı yüzlere yeni vardı, bazende geçiyor henüz.
Aslında kimsenin kimseyi tanımadığı on beş kişi. Güvene bak. Arzuya da…
Gün içinde de artmaya devam etti talepler.
Ne çok özlemişiz mutluluğu, neşeyi, keyfi yahu…
Ve de aslında ne kadar çok ihtiyacı var insanların ‘insanlığa’.
Adam gibi adama değil, kadın gibi kadına da değil,
İnsan gibi insana.
Ve de kendi kendiyle, insanlarla mutluluğa.
Unuttuk bir arada mutlu olmayı. Kendi kendimize de belki.
Komşularla, mahalleyle hep beraber.
Tüm mutluluklar ya tek kişilik, ya iki, ya da arada bir ikiden fazla kişiyle.
O da arada bir.
O da belki.
Aslımıza rücu edeceğiz, biliyorum.
Etmek zorundayız da.
İşin esasının, işin doğrusunun, işin olması gerekeninin,
İçinde doğup da, sonrasında çıkınca çileden, ama sonrasında da,
Gelince akıllar başa,
Ödeyince bedelleri, gözler de açıldı, zihinler de, ruhlar da, bilinçler de.
Bedelleri ödemek başka bir şey, cezaya çarptırtmaksa ayrı bir şey kendini.
Eğer ki, dönüp duruyorsak iki de bir başa,
O zaman iş bedel ödemekten çıkar, cezaya girer.
O kadar da değil.
Önümüzde şahane yıllar var.
Herkes dolu, dopdolu.
Yaşanmışlıklar, öğrenilenler, farkında olduklarımızla hepimiz dopdoluyuz.
Kaldı bunları paylaşmaya.
Paylaşıp, büyümeye, genişlemeye, ki aslında küçülmeye.
Küçüldükçe büyümeye.
Büyüdükçe de, küçülmeye.
Sakin, dingin, huzurlu.
İtişmeden, kakışmadan.
Aptal saptal tüketim tuzaklarına düşmeden.
Aptal saptal rekabetlerden uzak.
Aptal saptal insanların ağız kokularını çekmeden.
Aptal saptal şeyler çok kıymetli dakikalarımız harcamadan.
Bence zamanı geliyor.
O yüzden EV dedim.
O yüzden mutluluğun garantisi dedim.
Tekil değil, çoğul dedim.
Çoğuldan tekiller tek tek mutlu olsunlar istedim.
Tekillerin mutluluğundan, çoğullar da nasiplensin istedim.
Bencilimdir ben.
Aslında, kendime mutluluk edindim, mutluluk istedim.
Hak ettiğim mutluluğu.
Hak ettiğiniz mutluluğu.
Arınmışsanız tabii ki.
Yoksa bir değil bin ev olsa hiçbir işinize yaramaz.
Arınmış ve de kim olduğunuzu, başkaları için değil de, kendiniz için nasıl yaşamak istediğinizi bilecek kadar haşır neşir olduysanız kendinizle.
Hayatın içinde var olmak telaşından çıktıysanız.
Varlığınızın hayat olduğunu fark ettiyseniz.
Bugüne kadar yaşadığınız, yaşattığınız, yaşamakta olduğunuz her neler varsa,
Hepsinin ‘Siz’ olduğunu,
Hayatınızı yaşadığınızı kabul ettiyseniz ve yaşadığınızın hayatınız olduğunu da.
Artılarınızla, eksilerinizle nelerse onlar,
Hepsinin ‘Siz’ olduğu gerçeğiyle yüzleşip,
Geçmişinizle değil, bugünü bugünkü ‘Siz’le yaşayıp,
Yüzünüzü yarınlarınıza, yarınki ‘Siz’e döndürdüyseniz.
Kendinizi hap yapıp,
Yutup,
Hazmettiyseniz.
Gülmeleriniz kadar, ağlamalarınızla da barıştıysanız.
Var olan dertlerinizi hayatınızın tamamı zannetmiyorsanız.
Var olan mutluluklarınızı, mutlu anlarınızı ‘çok hak ettiğinize’ inanarak,
Ve de,
Hem mutluluklarınız,
Hem de,
Dertleriniz için, o dertleri yaşadığınız ve yaşamakta olduğunuz için, size yaşatılanlar ve yaşatılmakta olanlar için,
Önce kendinize, sonra başınızı göğe kaldırıp herkese, her şeye teşekkür ediyorsanız.
Ve de bir o kadar da,
Özür dileyebiliyorsanız kendinizden ve de herkesten,
O zaman işimiz, işiniz, işim kolay.
Arındınız demektir. Şimdilik, bugün için.
Ve de şu an bile belki,
Gülümsemeye başladınız bile.
O ‘EV’ de,
O ‘Bizim köy de’ içinizde artık demektir.
Nereye giderseniz gidin,
Nerede yaşarsanız yaşayın,
O ‘EV’desinizdir artık.
O ‘Bizim köy’desiniz de artık.
Gerisi,
O ‘EV’de, belki bir gün ‘Bizim Köy’de,
Hep beraber bir araya gelip, kıvamı daha da azarak yapılacak mavranın kendisi.
Hep beraber, bir arada gülmek, eğlenmek, neşelenmek gerisi.
Yassak olmasa da, dertleri isteseniz de taşıyamamak içinizde, omuzlarınızda gerisi.
Ayakkabıları ayağınızdan çıkarırken,
Neden ben geldim buraya?
Neden ihtiyacım var bu EV’e diye üç beş saniye bir daha düşünüp,
İhtiyacınız olduğu için değil de,
Dostları özlediğiniz için adım atmak o EV’e.
Çıplak ayaklarınızla.
Tam da ‘Siz’ gibi.
Hayatınızı seve seve yaşayın derim.
Yaşadığınız, yaşatılan ve yaşattığınız her şey için teşekkür ede ede.
Yaşadığınız, yaşattığınız ve yaşatılan her şey için, tereddüt etmeden özür dileye dileye.
Patron sizsiniz.
Patronun canı neyi nasıl istiyorsa onu öyle yapar.
Adı patron zaten.
Patronların ‘EV’i ne gelmek isterseniz,
Buyurun gelin.
EV de siz,
Siz de ‘EV’siniz zaten.
Kilidi takan da sizsiniz,
Anahtarı cebine koyan da.
Gerisi mavra.
Gerisi,
Özlediklerinizle yüz yüze gelmek,
Dostlarla.
Yeni dostlarla.
Gerisi,
Kendinizle yüz yüze gelmek.
Dostunuz,
En sevgiliniz,
Kendinizle.
Kaçtığınız bir yer değil o ‘EV’.
‘Bizim Köy’ de.
Çok hak ederek,
Vardığınız yer o ‘EV’,
‘Bizim köy’ de.
En patron,
Halinizle.
- Ana sayfanın sağ tarafında 'KIRıKLAR KIRıKLAR' İLK BÖLÜMLER başlığı altında yayınlanmış diğer bölümlerini okuyabilirsiniz.


08.01.2012
Şehirde kalanlar ve ovaya dağa gidenler diye ikiye ayrılacağız dedim dayıma.
Dedi ki, ‘hayır, yerin altında yaşayanlar ve uzayda yaşayanlar diye ayrışacağız’.
Bende ki vizyon bu kadarmış.
Devam etti,
‘’Arada ki katman, yani yeryüzü, ya işe yaramıyor olacak, ya da tarım alanları.
Yer kalmamış adım atacak yeryüzünde.
Elitler, zenginler, statü sahipleri uzayda, uzay gemilerinde, dev gemilerde.
Sıradan insanlar yerin altında’’.
Yine mi dedim?
Yine dedi.
İki değer yine listenin başında.
Çok zenginsen,
Çok bilgiliysen, statü sahibiysen, bilgin insanlar için çok kıymetliyse en ala yaşam senin o günde.
Zengin değilsen, sıradansa bilgin, hani ne yaşatıyorlar seni, ne de öldürüyorlar gibi yine.
Tasarlamış bile gemiyi.
Müthiş.
Anlatmayayım, onun gemisi o, benim değil. Ama müthiş. Tüm detaylar hem yaşam, hem de mühendislik ve dizayn adına çözülmüş.
Yerin altını da çözmüş.
Koptum gittim sohbetin bir yerinde.
Aklıma, aşklar geldi.
O günün aşkları.
Hep zıtta gider ya aşk, hani zengin fakir gibi,
O günde yerin altında yaşayanla, uzayda yaşayanın aşkına.
Biri katman katman toprağın altından göremediği uzaya dikmiş gözünü, özlüyor sevdiğini,
Diğeri, camdan karanlığa bakıp özlüyor, neresinde kaldı sevdiği evrenin diye.
Biri uzayda uzay yemekleri, içkileri içip, rüyalarında,
Diğeri yerin altında, yer altı yemekleri, içkileri içip, rüyalarında,
Sevdiklerini görüyorlar.
Acaba ruhlar buluşacak mı o tarihlerde?
Hani bedeni terk edip de, kavuşacaklar mı evrende veya yerin altında veya yerin üstünde?
Sıradan olacak mı ruhların kavuşması?
Bilemeyiz,
Neyin ne olacağını da yüzlerce, binlerce yıl sonra.
İstanbul’un geçmiş zamanlara doğru ulaşılan ilk medeniyeti 300.000 yıl evvel.
Tarım alanı ya. Biraz geç de kalmışlar, ancak gelmişler birkaç milyon yılda İstanbul’a.
Afrika’dan mı? Yorumlar farklı.
Hadi buyurun bakalım.
300.000 yılda ne aşklar yaşandı kim bilir.
Biri öbürüne bir hediye verdi aşkla, hediye belki de üstünde yürüyerek geçtiğimiz bir kaldırımın yüzlerce metre altında hala duruyor, belki de.
Biri birini bekledi yolun kenarında, o yol kaydı gitti kim bilir nerelere.
Ama uzaydan bakınca, hepsi İstanbul sınırları içinde yaşandı.
Bu topraklarda. Bu toprakların yüzlerce, belki binlerce metre altında.
Şimdi biz üstteyiz.
Kim bilir kimler gelecek, kimler geçecek üstümüzden.
Ne aşklar yerin altında kalacak, katmanlar arasında eriyip giderken,
Kim bilir ne çok yeni yeni aşklar yeşerecek yeni katmanların üstünde.
Aşkın üstü aşk.
Aşkın altıda aşk.
Deniyor ki, insanlar makinalaşacak.
Deniyor ki, insan yaratacağız bir küçücük hücreden.
Ruhu olmayan.
Makine insanlar.
Olabilir.
Mümkün. Duygusuz, insan görüntüsünde makinalar.
Olabilir.
Ama o makinaları yapanlar, icat edenler insan olacak yine.
İnsanlar tasarlayacak insan özelliklerine sahip makinaları.
Bir tasarım yapacaksan, geçmişini iyi bilmelisin her neyse yaptığının.
Geçmişini, geçmişin öyküsünü bilmeden, geleceğine yön veremezsin, çizgilerini olması gerektiği gibi belirleyip, ömrünü uzatamazsın bir icadın.
Geçmişin sana geleceğini kurgulatır. Geçmişinde ki birikimlerle.
Kendi ekolojik evrimine hakim değilsen tasarımına konu olan eşyanın,
Geleceğini topal kılarsın fonksiyonlar adına.
Görüntüsü göze hoş gelse de.
İnsanda böyle.
Milyonlarca, milyonlarca yılda tasarlandık.
Bir daha, bir daha, bir daha yeniden.
Eski tasarımlar yüzlerce, binlerce metre aşağıda veya eriyip gittiler, dayanamadılar, doğanın yaşamını sürdürmek adına verdiği savaşa yenik düştüler bir yerlerde.
Bizler bugünün yeni tasarımlarıyız insan olarak.
Yarın nerelere varacak yeni tasarımlar da, ancak bugünün bilgileri ve geçmişten bu güne gelen evrimin ip uçlarıyla ancak hayal edebiliriz.
Şekil adına da, duygular adına da.
Birkaç bin yıl sonra kim bilir neye benzeyeceğiz.
Gittikçe boylar uzuyor mesela.
Kollar, bacaklar inceliyor.
Bin yıl daha parmak ucuyla yazarsan, iş yaparsan, sadece parmak uçlarınla hayatını sürdürürsen, parmaklarımız ne hale gelecek acaba?
İnce, sipsivri mi olacak?
Gittikçe küçülüp, birer uzantımı olacak? Küçücük ellerimizin ucunda.
Adaleler iyice eriyecek mi?
Her şeyi oturarak yapmaktan kıçımız nasıl bir evrim geçirecek?
O gün ne diyecek o günün herifleri, ‘taş gibi kıç’ yerine?
Ayaklar? Yürümeye yürümeye ne hale gelecek?
Gözler? Ağızlar, dişler çiğnemeye çiğnemeye nasıl bir değişime girecek?
Değişeceğiz, yeni tasarımlarız, yenilenecek tasarımımız o kesinde, kesin olarak çiz desen ancak tahmin eder bilim adamları, o kadar.
Ya aşklar?
Bence aşka devam.
O günün yeni tasarımı insanların, o güne kadar tasarısı değişen bize göre yeni duygularıyla illa ki aşkla kesişecek yine bir yerlerde.
İlla ki kesişecekler yine.
Göz göze gelecekler.
Hoplayacak yürekleri.
Aşk hep aynı kalacak.
Yeni doğmuş bebeğe karşı hissedilen duygularda.
İnsan neslinin devamı için aşk şart.
Ve insan nesli, her bir canlı gibi neslini sürdürmek için mücadele ederken,
Aşkı ister istemez koruyacak.
İnsan şeklinde makinaları icat ederken, mucitler aşık olacak bir birlerine.
Katman katman üstümüzde yaşarlarken, belki de bir gün toprağın altında ve uzayda insanlara yeni yaşamlar kurarlarken aşık olacaklar mecburen,
İnsan oldukları için.
Ve aşk hep aynı kalacak.
Aşık olacak insan oğlu,
Aşkı tatmaya devam edecek insan oğlu,
Aşkını özleyecek insan oğlu.
Benim gibi biri yine yazıp duracak bir gün yerlerde 100.000 sene sonra, belki de sadece beyninden geçirecek, frekanslar yayarak herkesin zihnine ulaşacak.
İstanbul’un geçmişi 400.000 yıl diyecek o gün.
Kim bilir ne aşklar yaşandı da diyecek.
Aşkı yazacak.
Aşk hiç bitmeyecek, hiçbir canlının, makinanın gücü aşkı yok etmeye yetmeyecek.
Evrenin, geçtim evreni, küçük bir uç uç böceğinin bile ne kadar büyük bir aşkla var edilmiş olduğuna bakarsanız,
Anlaması çok kolay olur aşkı.
Varlığımızın nedeni,
Aşkı.
Evrenin kökü,
Aşkı.
Aşkınsa kökü,
Evren.
Evreni var eden aşk,
Hep var olacak,
Hep yaşayacak.
Tasarımımız neye benzerse benzesin.
İster bizim,
İster gezegenin.
Evreni oluşturan aşk,
Her bir canlıda tek tek,
Yaşayacak, yaşamaya devam edecek ve,
Bizi aşık edecek kendine yeniden.
Aşkı anlatacak, aşkı gösterecek, aşkı hissettirecek yeniden.
Biz aşık oldukça ‘o’ var olacak.
‘O’ var oldukça aşk olacak.
Nereye kadar?
Sonsuza kadar.
Sonun olmadığı hep bir sonrakinin,
Sonrasına kadar.
‘Bak uç uç böceği kondu elime,
Uğur geldi’,
Diyecek yeni tasarım aşık insan,
Yeni tasarım insan aşkına.
Yeni tasarım eline konan,
Yeni tasarım uç uç böceğine bakarak,
Yeni tasarım yüreğinde ki,
Eski tasarım, bildiğimiz,
Aşkla.
Varlığımızın nedeni,
Var olmamızın nedeni,
Varlığımızda yaşayan,
Evrenin nedeni,
Aşkla.

- Ana sayfanın sağ tarafında 'KIRıKLAR KIRıKLAR' İLK BÖLÜMLER başlığı altında yayınlanmış diğer bölümlerini okuyabilirsiniz.

09.01.2012
İnsanların, yok mudur sıradan insanların çılgınca diye adlandıracağı çılgınca hayalleri, düşleri,
Ve idealleri?
Duyduğum, dinlediğim zaman beni şaşırtan hayalleri ve gelecek planları olan insan yok etrafta, var olan bir kişi biliyorum o kadar.
Belki vardır aralarda birileri, ama varsa da bana denk gelmiyor.
Olanlar da anormal damgası yememek için içlerinde saklıyorlardır muhtemelen.
Kopya mı çekiyor insanlar bir birlerinden, yoksa gazoz kapağı gibi aynı mı oluyorlar zaman içinde bilemedim.
Üç aşağı beş yukarı hepsi klişe hayaller. Sıradan yaşamlar.
Sıradan olmak için mi çırpınıyor insanlar?
Yoksa sıradanlık güvenli bir yaşam biçimi de, sığınınca iyi mi hissediyorlar kendilerini?
Bence var çılgınca hayalleri.
Her konuda.
İnsan oğlunun yapabileceği, becerebileceği hem de her konuda.
Ama içlerinde saklıyorlar.
İçlerinin de en derinlerde.
Kendilerine bile söylemek istemiyorlar muhtemelen.
Söylerlerse, deklare etmiş olurlar kendilerine.
Ya deklare ettiklerini yapıverirlerse bir gün,
Felaket olur.
Çarşı karışır.
O yüzden iyisi mi yaşa paşa yaşa,
Paşa paşa uy sıradan kalabalığa,
Açma başına işleri.
Ne sıkıcı.
Ölmeyi beklerken oyalanmak gibi.
Aman karıştırma şimdi,
Aman nereden çıkardın bu deli deli düşünceleri şimdi,
Aman aklını başına topla.
Aman ha.
Aklın başında nasıl olduğunun tarifini,
Sıradanlığın sınırları belirlenmiş zaten.
Sıkıcı.
Sizleri bilemem, ama bana çok sıkıcı.
Hadi çılgınca düşüncelerini, hayallerini salamıyorsun ortalığa,
E resmini yap bari,
Fotoğrafını çek,
Yaz,
Çiz,
Heykelini yap bari,
Seslendir, müziğini yap bari,
O da yok.
Bazen bakıyorum etrafıma.
Herkes aynı geliyor bana.
İsimler farklı, boylar poslar farklı,
Renkler, kokular farklı,
Yaşlar farklı,
İnsanlar aynı.
Aynı olmak için verilen mücadeleden zaferle mi çıktı insanlar?
Yoksa aynı olsunlar diye verilen mücadeleyi mi kazandı sistemin bekçileri,
Yöneticileri.
Aynı yatıyor, aynı kalkıyor,
Aynı yiyor, aynı içiyor,
Aynı geziyor, aynı tozuyor,
Aynı çalışıyor, aynı kazanıyor, aynı harcıyorlar,
Aynı kitapları okuyor,
Aynı filmlere, konserlere gidiyor,
Aynı seviyor,
Aynı ayrılıyor,
Aynı sevişiyor,
Aynı yaşıyorlar.
Farkı,
Aradaki lezzet çeşidindeki seçimlerde,
Gezilen yerlerin farklılıklarında,
Kazanılan paraların menşeinde,
Harcamaların yapıldığı nesnelerin özelliklerinde,
Sevilen insanda,
Yatılan, yaşanan yerlerin dekorasyonunun değişikliğinde,
Okunan, seyredilen, dinlenenlerin çeşitlerinde,
Arıyor,
Farkı insanlar.
Ve de diyorlar ki bir diğerine, bakıp da detaylardaki farklılıklara;
‘Ne kadar farklı bir insansın’.
Yalan.
Aynı.
Diğerlerinin, sıradanların içinden sana yeni gelen versiyonlarından biri, o kadar.
Ki,
Sana yeni gelen versiyonu tanıyanlar için,
İyice bildik biri hem de.
Sıradan.
Sıra dışı olmak ne kadar korkutucu olabilir?
Lafın içinde gizlenen hal gibi mi?
Sıranın dışına mı itilirsin?
Tek başına mı kalırsın sıranın dışına itilince?
Çok mu fenadır tek başına kalmak?
Tek başına kalmamanın bedeli,
En çılgınca hayallerinden, düşlerinden,
Vaz mı geçmektir?
Ne fena, böyleyse.
Ölmeyi beklerken, oyalanmak gibi,
Bu güzel hayatın içinde.
Sıra sıra yaşayarak,
Sıradanlığı kabul ederek
Aşmayarak sınırları çizilmiş hadleri,
Taşmayarak kendine uygun gördüğün kaptan dışarı.
Kendimize tanımadığımız toleransları,
Kendimize vermediğimiz özgürlükleri,
Kendimize yakıştırmadığımız çılgınlıkları,
Diğer insanlara da tanımadan, vermeden, yakıştırmadan yaşayarak,
Ve kendimizi en doğru insan olarak görerek,
En doğru insanlarla birlikte olduğumuzu iddia ederek,
Önce kendi ruhumuza, kendi özümüze,
Sonra da insanlara yalanlar söyleye söyleye,
Dürüstlüğü anlatana, öğrete,
Yaşar gideriz,
O son dakika gelene kadar.
Sıradan yaşar,
Sıradan ölürüz.
En çılgınca hayallerimizi,
Düşlerimizi,
Yaşayamadan,
Yaşatamadan.
Ve bunu bir fazilet sanır,
Erdemli bir insan olarak yaşadığımızı iddia ederiz.
Uyumadan evvel kurduğumuz hayallere rağmen.
Sıradan olmak adına vaz geçtiklerimize rağmen.
Tüm yaşamımız boyu söylediğimiz,
En büyük yalana rağmen.
Dürüst olduğumuzu,
İddia ede ede,
Kendi yalanlarımıza kanmış,
Yalanlarımıza insanları kandırmış,
Erdemli bir insan olarak.
Erdemli olduğumuzu iddia ederken, çılgınca yaşayan insanları yargılamaya,
Ve kim olduğunu dahi bilmeden, kendimize ve bize uygun görülen kimliğimizle,
Kendi çılgınlıklarından ödün vermeden yaşayan insanları,
Sıranın dışına ite ite,
İnsanlara dersler, öğütler vere vere,
Ve belki de çok,
Kıskana kıskana,
Bir gün,
Korka korka yaşadığımız kendi hayatımızın son nefesini verir,
Kendimize ve herkese veda eder,
Göçer gideriz,
Hayattan.
Fazilet sahibi,
Erdemli sıradan bir insan olarak.
Ne sıkıcı.
Bir tane çılgınca hayalleri, düşleri olan insan yok etrafta, varsa da gerçekleştiren yok etrafta,
Ne sıkıcı.
Ve de izin veriyorsan çılgınlıklarını yaşamak için kendine,
Ne büyük bir yalnızlıkken bir anlamda,
Hep,
Ne eğlenceli,
Hep,
Ne yaşanası, ne güzel hayat.
Erdemsiz, faziletsiz tabii,
Ki,
Onlara,
Sıradakilere göre.
Amma,
Yaşarken hiç sıkılmadığın,
Dürüst,
Bir hayat.

- Ana sayfanın sağ tarafında 'KIRıKLAR KIRıKLAR' İLK BÖLÜMLER başlığı altında yayınlanmış diğer bölümlerini okuyabilirsiniz.

10.01.2012
Kadınların düşmanı yine kadınlar. Kadınların en çok tırstığı yine kadınlar.
Kadının rakibi kadınlar,
Erkeği rakip görenler de kadınlar.
Ne tuhaf.
Erkekler kendi içlerinde kendileriyle barışık (aksi iddia edilse de kadınlar tarafından) yaşayıp gidiyorlar, erkek erkeğe de.
Erkekler arasında dayanışma da var bu arada, sessizce.
Bir erkek bir diğer erkeği, anlamasa da, hissetmese de verir desteği eğer ki konu kadından yana bir sıkıntıysa, sessizce.
Diğer yönde,
Bir birlerine en çok kadınlar destek veriyor gibi gözükse de, yine en çok kadınlardan yana dertli kadınlar.
Erkeklerden dertli erkek azdır, hatta yoktur bile belki.
Kadınlardan dertli kadınsa çoktur.
Ne tuhaf.
Kadınlar yapıyor, ediyor, organize ediyor,
Kadınlar kuruyor sahneleri, kadınlar kuruyor dekorları, kadınlar yazıyor senaryoları, kadınlar davet ediyor erkekleri sahneye,
Kadınlarla erkekler çıkıyorlar sahneye oynuyorlar da oyunları, amma,
Seyirciler de yine kadınlar.
Erkekler de seyirciler, doğru.
Erkekler sadece sahneye, dekora, oyuna, kadınlara değil,
Olan bitenin tamamına,
Kadınların yazdığı, kadınların seyrettiği, kadınların yönettiği olayların tamamına seyirci.
Sanki,
Kadınlar kendileri için yazıp oynuyorlar gibi oyunları.
Her ne kadar erkeklerle beraber, birlikte oynanıyor gibi gözükse de.
Erkek için ağır bir durum bu. Ağır, çünkü şaşırtıcı ve gereğinde fazla da komplike.
Erkek komplike değil çünkü.
Erkek, düz.
Erkek, yalın.
Erkek, net.
Beğenirsin, beğenmezsin,
Kendine uygun görürsün, görmezsin,
Kabul edersin, etmezsin,
Ama erkeğin altı da bir üstü de.
Sana uygun olmayabilir o kadar. Sana göre olmaya bilir, o kadar.
Neden erkek net kadın erkek ilişkilerinde?
Çünkü erkeğin bir ilişkiye başlarken kurguladığı kendine has stratejileri yoktur.
Erkek görür, beğenir, sever girer ilişkinin içine. Aklında, zikrinde, diplerinde hesap kitap falan yoktur.
Ha, bir tek şunu diyebilir kadınlar erkeklerin ilişki içindeki stratejileri adına,
Yine klasik deyimle,
‘Yatağa atana kadar, attıktan sonra erkek değişir’.
İyi, tezi destekliyor bu laf.
Demek bu durum da net ki, bu lafı diyebiliyor kadınlar rahatlıkla ve her yerde.
Sen de yap tercihini. Ve bu bir riskse, ona göre al tedbirini veya alma sana kalmış.
Çok sıksan bir strateji de şu olabilir mesela,
‘Kendine bakacak kadın arıyor’ diyebilirler kadınlar bir erkek için, o kadar,
Bitti.
Bütün stratejileri sıksan sıksan bu iki duruma sıkışıp kalır erkeğin.
Bu yüzden,
Erkeklerin erkek erkeğe hallerinde ne rekabet vardır, ne de kıskançlık,
Ne korkarlar bir birlerinden, ne de tırsarlar.
Her şey çok nettir.
Olsa olsa çok kıskanır yanındaki kadını, ya kadına çektirir,
Ya da geçirir burnunun üstüne bir diğer erkeğin, kavga dövüş olur,
Onun da sonu ya mezarda biter, ya hastanede, ya hapishanede, ya da sıkı bir dostluk çıkar o kavgadan.
Güzel mi? Hayır. Doğru mu? Hayır. Amma,
Beğen, beğenme,
İlkel bul, bulma,
Durum net.
Bu durumu ilkel bulsan da net, bulmasan da net.
Kadındaki durumsa komplike, çünkü kadın kendine önce diğer kadınları rakip görerek başlıyor yaşamına. Farkında olarak veya değil.
Bu rekabetin içine, başka kadınların o kadın hakkında yapacakları yorumların önemi de girince,
Ve de rekabet, önde olmak arzusunu kamçılarken,
Bu kamçılamayla ya sıkı dostluklar oluşuyor ki zamanla çatırdamaya da müsait bir zeminde, ya da sıkı düşmanlıklar.
Veya hiç iplemiyorlar bazı kadınları, eğer ki bir kısım kadınlara karşı her yönde mutlak üstünlük kurduğuna ve mutlak olarak önde olduğuna inanmışsalar.
Şimdi,
Soruna geliyorum kadınlar açısından.
Neden rekabet kaynaklı stratejiler geliştiriyorlar kadınlar?
Cevabı çok basit.
Rekabetin zeminini kadının kendi hazırlıyor da ondan.
Nasıl?
Kadının erkek seçiminde ve yaşamdan talepleri ve beklentileri karşılığı gönlünde yatan bir listesi var.
O listeye yazdıklarının karşılığı bir erkek ve o erkekle beraber, birlikte bir yaşam tarzı istenmekte, arzu edilmekte.
Ve de bu parametreler her yaş döneminde değişse bile, çıkılan her bir ilişkiden sonra yapılan eklemeler ve de eksiltmelerle liste varlığını sürdürmeye devam ediyor.
Ola ki bu listedeki maddelerin karşılığı veya yakını bir erkek çıkarsa ortalığa ona yakın mesafede,
Ondan sonrasında gelişmeler, iki insanın arasında sevginin, aşkın oluşmasına endeksli.
Şimdi,
Mesele şurada ki, genelde kadınların ellerindeki listeler diğer kadınlarınkine yakın, benzer.
Çünkü aynı nevi kadınlar, aynı nevi diğer kadınlarla arkadaş ve dost veya yakın duruyorlar.
Bu nedenle,
Çok büyük farklar yok beklentiler adına.
Bu da rekabeti arttırıyor, rekabeti kamçılıyor, rekabet de içinde kıskançlığı da.
Dön başa, bu kıskançlık da, sıkı bir dostluğa veya düşmanlığı dönüşüyor zaman içinde.
Dost olursa yakınında,
Düşman olursa, uzağında tutuyor.
Ama göz hapsinde, o da ayrı.
Ve de kim bilir ne kadar yorucudur kadınların iç yaşamlarındaki ruh halleriyle yaşamak.
Erkeklerin elinde liste miste yok.
Erkeğe göre bir tane kadın var, bir çeşit.
Kadınsa erkekleri sınıflandırıyor, ayırıyor ona, yüze çeşit çeşit.
Kadın bu çeşitlerin içinde sıkışıp kalırken,
Erkeğin seçeneğiyse binlerce, milyonlarca,
Çünkü elde bir listesi yok erkeğin. Hatta liste yok.
Kadınınkiyse, uzun ve detaylı bir liste.
Ve her kadın akıllıdır gerçeğiyle yola çıktığınızda,
Kadın erkeğin elinde uzun ve detaylı bir listesinin olmadığını, tüm kadınları ‘kadın’ olarak gördüğünü de iyi bildiği için,
Kadın iyice geriliyor,
Rekabette sınır kalmıyor.
Ne zordur kim bilir kadın olmak diye de düşünüyor insan ister istemez.
Kadınların dostlukları da kendileri gibi olanlarla kısıtlı kalıyor bu durumda.
Eş benzerler arasında oluşuyor yakın dostluklar genelde.
Genelde evliler evlilere, bekarlar bekarlara, bekarların içlerinden dullar dullarla daha yakın hissediyorlar kendilerini.
Hatta kadınlar eğitim, kültür, sosyal çevre parametrelerini de koyuyorlar ortaya arkadaş seçiminde, erkeklerden yana koydukları gibi.
Çünkü,
Dertler aynı, konular aynı, ki bu durumda konuşmalar, sohbetler tamamlıyorlar ve destekliyorlar bir birlerini.
Çünkü,
Bekledikleri, arzu ettikleri yaşamla, istedikleri ve kendilerine uygun gördükleri erkek iç içe aslında. Erkek ve yaşam tek bir seferde, tek bir kap içinde değerlendiriliyorlar kadınlar tarafından.
Evli veya bekar da kendi halinde yaşayan kadınların arasına sok bir tane fingirdek kadını,
Darma duman olur ortam.
Hemen anında uzaklaştırılır o kadın o çevreden.
Erkeğini ve olası durumlarda kendini koruma refleksiyle, gereksiz bir rekabete zaman harcamamak aklı nedeniyle.
Erkeklere bakın, evlisi, bekarı, dulu, çapkını, zıpkını hepsi bir arada yaşar giderler.
Hatta tercih bile edilir bu durum, genişler sohbetlerin konuları.
Özenme olabilir, amma kıskançlık falan yoktur aralarında, hatta dayanışma bile vardır gizliden gizliye de olsa.
Ve de kalıcı ve de gerçek dayanışmadır erkeklerin arasında,
Bir birleriyle sık görüşmeseler de.
Erkekler anlatırlar, dinlerler, bilirler diğerlerini,
Amma susmasını da bilirler.
Hem de hiç sevmeseler de bir diğerini, bir diğer erkeği, yine de susarlar.
Saatler süren kendi aralarındaki sohbetlerin devamında, çıt çıkmaz kadınlara doğru.
Korurlar bir birilerini.
Korudukları çapkınlık anıları değildir, korudukları yaşam içindeki bakış açıları, duyguları, düşünceleri, top yekün hepsini korurlar kendi içlerinde.
Çünkü biri diğeri gibi olduklarını bilir ve de kabul etmiştir erkekler.
Nettir durum kısaca.
Gizli bir anlaşma vardır ve de bu anlaşmaya tüm erkekler hangi kültür ve eğitim seviyesinden gelirlerse gelsinler,
Uyarlar mutlaka.
Uymayanları da dışlarlar.
Aynı dayanışma yoktur kadınlar arasında bu denli güçlü.
Ki, var olduğu iddia edilse bile yine kadınlar tarafından. Hiç belli olmaz bu dayanışmanın nerede nasıl çözüleceği.
Ve de dönelim listeye, yani kadınlarla ilişki ve kadınlara bakış açısına,
O da nettir erkekler için.
Çünkü liste çok kısa.
Liste;
Önce;
‘Bütün kadınlar, kadındır’.
Sonrasında;
‘Güzellik, akıl, eğitim, kültür, beceri, sosyallik gibi konular da seçim sırasında dikkate alınır’
Şarttır değil, mutlak değil,
‘Dikkate alınır’.
O kadar.
Erkek hem gönlünü, hem ruhunu, hem evini, hem aklını, hem bedenini, hem sosyal hayatını, hem aile yaşantısını her kadına açabilir.
Yeter ki, o kadını sevsin, o kadınla rahat etsin.
O dakika da yakıştırır kendine.
Ne kendini korumak gelir aklına, ne de çevreden alacağı tepkilerin şiddeti, eğer ki aykırı bir durum varsa çevre adına.
Bir erkeğin beraber olduğu kadını da, tüm diğer erkek arkadaşları o dakika kabul eder, alırlar aralarına.
Yeter ki kadın sistemin akışına, gidişata taş koymasın, ana ve tek kural.
Amma,
Bir kadın hem gönlünü, hem ruhunu zaten her erkeğe açmazken, hadi açtı diyelim çok da listeye uymayan, hani ot yerine boka kondu gönül diyelim,
Evini, aklını, bedenini, sosyal hayatını, aile yaşantısını katiyen her erkeğe açmaz kadınlar.
Önce,
Erkeğin kadına uygulamayı akıl bile etmediği, etmeyeceği testlerden geçirir kadınlar erkekleri.
Kendine, yaşantısına, geleceğine karşılık uyum ve beklentilerine karşılık bulma derecelerini tespit adına. Ve de,
Hem kendini korumak için, hem de etraftan alacağı tepkiler, hem de kendine yakıştırmak adına.
Ne zor kadın olmak kim bilir.
Üç boyutlu satranç oynar gibi.
Kadın dostlarla sohbetlerde yoruluyor bazen insan. Halbuki ne kadar renkli ve zengin oluyor sohbetler bir anlamda da.
Erkek dostlarla sohbetlerde de, dinleniyor insan. Halbuki ne kadar sığ ve ne kadar kısıtlı oluyor sohbetler aslında.
Aslında hepsi insan.
Ne fark eder, kadın olmuş erkek olmuş diyorsun.
Amma çok fark ediyor.
Biri hayatını yaşıyor gün be gün. Her bir günü güzel.
Diğeri hayatını kurmak peşinde geçiriyor ömrünü, gün be gün.
Biri gününü gün ediyor, güzel güzel yaşarken,
Diğeri hedeflediği, hayal ettiğin günü yaşamak için gününü stratejilerle geçiriyor.
O yüzden biri net, kolay.
Diğeri komplike ve zor. En azından erkek olarak bakınca zor gözüküyor.
Erkeğin yaşadığı her an sadece sonuçlardan oluşurken,
Kadınsa hedeflediği sonuca varmak mücadelesinde her an.
Erkeklere göre bütün kadınlar insan.
Kadınlara göre bazı erkekler insan (bazen),
Bazı erkeklerse insan grubunda yer alamıyorlar bile.
O yüzden beyaz atlı prens var zaten.
Ve de bu yüzden,
Beyaz atlı prens yok zaten.
Erkek için;
‘Herkes insan’.
Yalansa, yanlışsa dediğim,
Gidin,
Balıkçıyla rakı içen sioları seyredin. Kimin hangi işi yaptığı umurunda olmaz erkeklerin.
Gidin,
Her yaştan, her kültürden, her eğitim düzeyinden gelen erkeklerin kahve muhabbetlerine kulak misafiri olun. Kaptırdın mı, gidersin kim kimmiş yine umurun olmadan.
Gidin,
Her yaştan, her kültürden, her eğitim düzeyinden kadını koluna takan, çocuk yapan erkekleri izleyin, onlarında umurunda değil kim ne demiş, ne dermiş.
Sonra da dönün,
Seçicilik kantarının topuzunu ne kadar çok kaçırdığına bakın bir kez kadınların.
Hem kadın erkek ilişkisinde, hem de sosyal hayatta, hem de gelecekleriyle ilgili hayallerde, beklentilerde.
Sonra da,
Dönün bana kızın yazdım diye bunları.
‘Yok böyle değil, sen hiç anlamamışsın, sen hiç bilememişsin erkek hallerinle’ de deyin.
Deyin istediğinizi, saçmalamış falan da deyin kadın kadına hallerinizde.
Amma doğru.
O yüzden oluyor neler oluyorsa, o yüzden dikiş tutmuyor ilişkilerde.
Gönülde aşk, sevgi,
Elde liste, kafada stratejiler, hedefler, planlar, programlar, rekabetler, korkular, tırsmalar, sorgulamalar, yargılamalar, eklemeler, çıkarmalar,
Aşkın, sevginin ve en önemlisi erkeğin yalın (sen ilkel de istersen), net haliyle iç içe geçemiyor, fazla komplike geliyor bir zaman sonra.
Kabul et, etme,
Amma böyle.
Zor kadınların işi.
Çok zor.
Bu zorluk,
Erkekleri daha da yalınlaştırıp,
Daha da netleştirip,
Daha da uzaklaştırıyor kalıcı ilişkilerden.
Ne tuhaf.
Gelsin kalsın diye bu denli uğraşırken,
Gitsin uzaklaşsın sonucuna,
Hizmet ediyor kadınlar aslında.
Kendi ayaklarına,
Çelme takıyorlar,
Aslında.
Kabul etsen de, etmesen de.
Soruyorum erkeklere,
‘Nasıl gidiyor’ diyorum, ‘iyi’ diyorlar.
Soruyorum kadınlara,
‘Nasıl gidiyor’ diyorum, ‘amaaan, bildiğin gibi’ diyorlar.
Benim bildiklerimi de, bir kez daha,
Oturup anlatıyorlar.
Binince kez,
Bir daha dinliyorum.
Ve de kendi anlattıklarını, onlara geri anlatınca,
‘A aaa, sen de nereden çıkartıyorsun bunları’ diyorlar.
Ben de şaşırıyorum.
Çok komplike geliyor bana bile artık.
Bu denli beklenti, plan, program, stratejilerle yaşatılan hayatlar sersem edip insanları,
Gidişatta arıza çıkarıyor,
O kesin.
Arızanın bir ucunda kadın,
Bir ucunda erkek,
O da kesin.
Bu arızadan en çok kadınlar zarar görüyor,
O daha da kesin.
Demek ki yapılan, edilen her şey yanlış,
İnat adamı felakete götürür,
Bu kesin oğlu kesin.

Not: İstisnalar kaideyi bozmuyor. Dokuz köyden kovulmanın verdiği gönül ferahlığıyla yazıyorum. Sevgiler.

Hiç yorum yok: