- Arkadaşının şirketindeki sekreteri götürürken yakalanmış salak.
- Hem de ne salak. Nerede yakalanmışlar?
- Otelin saunasından çıkarken.
- Yuh, tam salak bu be. İçindekileri birbirlerine attıkları yetmemiş, toksinleridemi atmaya karar vermişler karşılıklı. Sıvı sarfiyatı tam. Ne işin var ulan otelde. Git fuar alanında yap daha az insan görür. Ee, bu yaşa kadar yapmazsan bu yaştan sonra bu kadar olur. Bokunu çıkarırsın.
- Kızıda görsen, ilik ilik. Yirmibeş ya var ya yok. Hee hee, bu arada kızda evliymiş.
- Anaa, ohha, buyrun. Kesin kız bir yerlidir, kızın ya köylüsü ya da ailesinden biri bizimkini dötünden vurur artık.
- Kızın kocası bilmiyor ki. Koca askerdeymiş, kız annesiylemi ne kalıyormuş. Kız yırttı. Bizimki moku yedi ama.
- Eee, boşanıyorlar mı?
- Ne bileyim, otele geçmiş. Benim karı iki gündür Melek’le konuşuyor. Bizimkisi özürler falan ama, bu iş devam etsede pahalıya patlayacak bizim salağa.
- Bencede. Keh keh, hayatının en pahalı vuruşunu yaptı. Ulan yüz doları ver, bul bir tane karı, istediğini yap. Ne işin var sekreterle mekreterle. Sanki aşk hikayesi.
- Sekreter seviyorum demiş Hasan’a
- Hasan’ın sekreterimi bu? Ohh, Hasan’da girdi işin içine ha. Şimdi o da düşürür kızı.
- Yok artık sende, manyakmısın oğlum.
- Yatar yatar, ben bilirim. Hasan’dan kaçanla uçan kurtulur.
- O kızı birgün tutmaz orada Hasan’ın karısı.
- Ne yani, kızı bir başka şirkete yerleştirir, aynen devam. Daha da iyi ya, ortalıktan kaybolmuş olur kızda.
- Neyse, sen benden duymamış ol. Bizimkisi herkese yalvarıyor, kulüpte duyulmasın diye.
- Sanki mümkün. Cevdet’in karısı duymuşsa zaten yeter. İç Anadolu’ya doğru yayılmaya başlamıştır hikaye.
- Aptal valla bu herif. Üzüldüm de…
- Sen ne yaptın?
- Neyi?
- O karıyı..
- Ne yapacağım, devam.
- Sende bir yakalanacaksın ki, pir olacak
- Salakmıyım lan ben.
- Bu iş akılla olsaydı… bir yerde küt diye enselenirsin oğlum.
- Saçmalama. Ben şehrin bir ucundayım, ev diğer ucunda. Zaten haftada bir zor gidiyorum, o da iki üç saat. Kırk yılda bir akşam kalıyorum. O da Nevin yazlıktayken.
- Dikkat et.
- Merak etmeee, sen asıl kendine bak.
- Ne varmış benim halimde. Ben bekarım.
- Bekarsın ama üç karıyı birden idare ediyorsun.
- İki.
- Üçüncü ne oldu?
- Duruyor. Ama birinci ile ikinci birbirlerini bildikleri için, ben iki karı idare ediyormuşum gibi oluyor.
Katıla katıla gülerler. Birer viski daha içerler. Garson kıza espiri yapar Mümtaz kalkarken.
- Ulen garsona asılma bari
- Ne var lan, bunları bilirim ben o hooo..
- Ben bilmem. Ne zaman gitcen memlekete?
- Bu yaz çocuklar gitmek istemiyor. Bende fabrikanın bir bölümünü yenilemek istiyorum. Sen gitcen mi?
- Ben gitcem valla. Kafamı dinliyom orada. Bir hafta kalırım, karıyı çocukları bırakır dönerim. Sonra toplarım hepsini okullar açılmadan evvel.
- İyi sende az dur buralarda.
- Ağbi ben ne yapayım, karılar delirmiş gibi. Geçenlerde sahilde gidiyorum, karının biri el etti. Bende durdum. Taksim’e gidiyormuş, sohbet ede ede geldik Taksim’e. Bende isterseniz bir kahve içelim dedim. İşi varmış, telefonunu verdi. Arayacağım. Karılar azmışlar karılar. Ben ne yapayım.
- Haklısın, amma da karı var ortalıkta.
- Var yaaa...
- Hadi ben gittim.
- Görüşürüz. Yarın, cumadan sonra gelsene ofise
- Bakarız
- Adios kovboy
- Adios amigos
Hello kırolar. Welcome valla to our metrapolitan sitiye.
Sizden recalarımız olacaktır.
Lütfen metropolitanımıza gelirken tedarikli olunuz. Geldiğiniz şeherlerden getirdiğiniz gızlarınızı, garılarınızı yapınız sadece, bu hususa lütfen ve özellikle dikkat ediniz. Bizim buralı gızlara doganmayınız. O gızlar bizim gızlar. Bacımız felan olurlarda. İlla biri neyim dogunulsun esteyorlarsa gendilerine bir teh biz dogunacağız. Hak neyim bizimdir.
Bir de konuşurken şeyinizi karıştırmayınız lütfen. Ayriyeten gırmızı ışşıh, burunlarınız karıştırmak için belirlenmiş bir mola yeri değildir. Kırmızı görünce burnunuzu karıştırmak geliyorsa içinizden, evinize kadar sabır ediniz ve eylemi kendi ininizde gerçekleştiriniz.
Ayrıca, lütfen yanınızdan geçen ailemizden, eşimizden, dostumuzdan kızları, kadınları süzmeyiniz, ellemeyiniz. Tekrar etmekteyim, kendi tedariklerinizi memlegetinizden ediniz ve sadece onları yapınız, ediniz.
Kokmayınız. Kokutmayınız. Yemekten sonra ağzınızda, dudaklarınız arasında kürdan ağacıyla gezmeyiniz.
Arabalarınızı köy meydanında park ediyormuşsunuz gibi orada burada bırakmayınız.
Esas olarak, metrapolitanı sizler işgal etmeden evvel, bizim kızlar evlerinden sahile kadar mayo ile (bile) yürürlerdi. Şimdilerde, giyinikken bile yürüyemez oldular, sarkmayınız, sarkıtmayınız.
Tükürmeyiniz. Arabalardan yol kenarına çöp, poşet nevi katı atıklarınızı (sıvılara fit olduk) atmayınız. Attığınız her bir yer bizim, sizin değil, burası ‘bizim memleket neyim’ oluyor tabirinizle.
Bizi dövmeyiniz. Biz sizin gibi hemşehri gürühları şeklinde yaşamayı bilemediğimiz için, sizler çok kalabalık olarak üstümüze yürüdüğünüzde bizler korkutan çok şey olmaktayız. Topuklarımızıda nazar etmeyiniz.
Sizlerin işgalinizden evvel kluplerde kahyalarımız, body guardlarımız yoktu. Sayenizde oldu. Bari onlara acaip acaip bahşişler vermeyiniz. Bizim o kadar paramız yoktur. Bizi çok fena utandırmayınız.
Biz ne zaman ne poh yiyeceğinizi bilemediğimiz ve gidecek bir memleketimiz de olmadığı için dehşet içinde titreyerek yaşamaktayız metrapolitanımızda. Korkuyoruz. Acıyınız.
Yeni (sizin) şeherli gızlar bizi paso tavlıyorlar, bizim yerli ablalarda bu durum karşısında feci derecede ne yapacaklarını bilemeden yaşamaktalar. Rekabet kurallarında ki etik değerleri ortadan kaldırdınız, şaşkınız, maşkınız bu konuyada ilgi göstermenizi rica etmekteyiz.
Karıları, kızları para ile satın almayınız. Gülümseyiniz, zarif nazik hareketler ve sohbetlerle gönüllerini çalmaya çalışınız.
Yeni trend sakallar bırakmayınız, çok komik olmaktasınız, ancak biz size bunu da korkumuzdan diyimemekteyiz.
Dikkat ediniz, Midyat a pirince giderken, evdeki bulgurdan olmayınız. Sonra dimedi demeyiniz,evlerinizdeki garılarda (sizin memleketli) oldukcana daş karılardır denedik, gördük, bildik, yeminle daşlar, artık eyi bilmekteyiz.
Siz bizim gızlara dolar kurları yaparkene (sizin memleketli) daşlarda bize göz etmektedirler bilesiniz.
Bizi salak ettiniz. Allahda sizleri salak etsin dualarımıza amin deyiniz.
Canımızdan çok sevdiğimiz ablalarımız, hani boşandığı kocasıyla karşılaştırınca kocanın gül gibi, yeni ağbininse süzme ayı kaldığı cins heriflerle yaşadıkları ve adına her ne diyeceksek, aşkmı, sevgimi, yanlamamı, sahiplenmemi, her neyseler artık, bizleri feci şekilde ciğerlerimizden yaralamış durumdadırlar. Bizler, bacımızların bu nevi tercihlerine itiraz edemeyerek yanan ciğerlerimize fit olmaktayız. Aklımız almamaktadır, bizi daha da zorlamayınız.
Kolejler bitirmiş, üniversitelerde tavan yapmış, güzel mi güzel ablalarımız, ansızın ya bugüne kadar gizli tuttukları bilmediğimiz köklerine geri dönmektedirler, ya da kök salacak sulak yer arayışı içindeyken mahal şaşırmaktadırlar, kuşakça metabolizmamız altüst olmuş durumdadır, bizlerede kuşağımızada kıymayınız.
Sanki o ablalar bizim ablalar değil de, onların ablalarmış gibi bir durum söz konusu olmaktadır. Kafamız allakbullak olmuştur, hayatımızın içine mıçtınız, bari beynimizi mikmeyiniz.
Soruyom, diyom ki, ‘ablam ablam ne iş bu iş’, bi anlatıyo ki, adam meğersem kendi memleketinde bir prensmiş. Zaten bir şeher dışından, bir de yurt dışından erkek tedarikinde bulunan her ablamda şööle bir yaklaşım mevcut genelde.
Ağbimiz gavur ama o ülkede veya o ülkenin o şehrinde möhim ve asil bir ailenin oğludur aslında (nedense hep ‘möhim’ ama çokcanası zenginlikleri artık kalmamış bir aile). Eskiden görseymişiz ama, uhuuu, neleri varmış ailenin neleri. Ya alçak dede, ya da aileden bir başka alçak ya da bir başka gavur karısı şey etmiş bütün serveti.
Ağbimiz yerli malı yurdun malı, ancak bizim şehrin malı değilsede duruma yaklaşım yine aynıdır. O mahalde möhim bir ailedendir.
Neresinden tutsam elimde kalıyor bu nevi hikayelerin.
Biz oraları bilmeyiz ya, salla dur işkembeden. Yerse.
Haa, pardon, bir de ablalarımızın en favori hikayelerinden biri. Ağbimiz sıfırdan geliyor hikayesi. Yani zamanında ayak yalınmış, kafada kabakmış, çalışmış didinmiş bakınızda hele neler yapmışmış. Halada yapmaktadır. Ne bulursa artık.
Zamanında şey kadar kocaman boyunda işleri olan, sonrada batırılmış, ağbilerimiz var birde (kendi batmaz, birileri batırır onları mutlak). Şimdi ruhları derin, ancak keseleri sığ ağbilerimizdir onlar (züğürt ağır ağbiler olurlar kendileri) ve de son krizlerden sonra sayılarıda hızla artmakta ve gözlemlediğim kadarıyla rağbette görmekteler.
Kısaca, bayağ bir kalabalık abla grubumuzun eş, sevgili ve manitaları böyle de böyle ağbilerdir, kendileriyle mutlak gurur duyulması gerekmektedir. Aksi durumlarda ablalar feci gerilmektedirler. Aksi bir düşünce ürettiğimiz anda da ‘Bu yaştan sonra salakmıyız hata yapalım, siz salaksınız ki ağbinizin ne mene değerli bir insan olduğunu fark etmemektesiniz’ saptamasınıda acımasızca (acısa ne olacak? Neden acımasızca dedim bilemedim, vardır derinlerde bir yaram kesin, olmamı..) böğrünüze yerleştirmekteler.
İşin enteresan tarafı, yukarıda çeşit çeşit bahsi geçen ağbilerimiz bizim ablalara yirmili yaşların ortalarında yüz metre yaklaşamazlardı. Otuzlarda mesafe elli metreler civarına düştü. Ne olduysa oldu, bir iki boşanma sonucu, yaşlar bir yerlere de gelince bizim ablalarımız önce erdiler, devamında da kendileri için ideal erkek parametrelerinde ki sıralamayıda değiştirdiler ve ‘ruh güzelliği’ birinci sıraya yerleşti. Güzel ruhun yanına (olmazsa olmaz) iki çimdikte istikbalin garanti altına alınması ögesi yerleşmiş gibi gözüksede veya bundan iyisi ‘artık katiyen beyenmez beni’ endişesi veya ‘biz bugüne kadar hiç sevişmemişiz yahu, kaçırmamak lazım bu keyfi’ korkusu olsada, duruma ‘ne alakası’ var sözleriyle yutulur (yersen) bir kıvam verilerek kalıcı ilişkinin gerekleri yerlerine getirildi.
Ve de, nedense, ‘ilk görüşte aşkın otada konar, möhem ve asil adama da gerçeği’ ile ilgili atalarımızdan kalan bir sözünde bizim kuşak ablalar tarafından hakkı yerine de elcağızlarıyla teslim edildi.
Anlamak mümkün değil.
Toparlayamadım konuyu tam olarak galiba. Bölük ve pörçük olmuş. Beş kez okudum, birşeyler demek istemişim ama tamda olmamış gibi geldi bana. Yinede elimide sürmemeye karar verdim lakin. Yazılmış yazılmıştır. Yazılmış satırların hesabı olmaz.
Ablalardan çok sevdiğim birkaç tanesi bu nevi hikaye ile gümbürtüye gittiler kısa bir süre önce, görüşemiyoruz artık. Bir iki taneside öyle bir heriflerle tanıştırdı ki son sıralarda, şaştım kaldım, içim kabardı apar topar yazdım bende. Sonra unutuyorum, hizmette kusur oluyor.
Düşünüyorum da insanın bir futbol klubünde yönetici olası geliyor açıkcası.
Yani, aklıma ilk gelen bu oldu..Ne bileyim ben..
Bende ‘ruhu güzel’ bir erkek olmak istiyorum.
Ruhu güzel, kesesi de güzel. Özeniyor insan (erkek).
Son bir gözlem;
Bizim şehirde ve etrafımda bu kadar çok sayıda dört çarpı dört kullanan ablayı görmemiştim son yıllara kadar. Ya offroad a ilgi tavan yaptı, ya da bagaja daha çok alışveriş (a.ve.me. kaynaklı) poşet sığıyor, bilemedim tam. Bazılarına sordum çok farklı yaklaştılar konuya. Diyorlar ki, ‘trafikde ki ayılara güvenmediklerinden ‘güvenli’ olduğu için tercih etmişler dört çarpı dörtleri. En azından bana dedikleri bu. Demek bu ayı kısmısına evde güveniliyor da trafik de güvenmek kolay iş değil. E en kaliteli üniversitelerde eğitiminde bir yararını görebiliyoruz demek.
Tahminlerim ve de aldığım cevaplar beni henüz ikna edemediğinden, bu konu üstünde de başladım çalışmaya.
Bilimsel bir sonuca ulaşırsam sizleride aydınlatacağım.
Aslında haksızlık belkide bana ama olsun.
Her konuda iki de bir sizleri aydınlatmak görevi bana düşmüş bir kez, ne yapalım, görev görevdir.
Canımı sıkan tek şey, bu nevi araştırmalar üstünde yoğunlaşmaktan bir türlü ‘güzel ruhlu’ adam olmak adına çabalamak için vakit bulamıyorum, o kadar.
Not; Dört çarpı dörtlerden inen ablalar zamanında kimbilir nelere ‘bindiler’ konusunu da araştırmaktayım. Şimdilerde de (yine) aynı ablaların dört çarpı dörtlerden yeniden inebilmek adına nelere ‘binmek’ için yeniden çaba sarf ettikleri konusu da bu araştırmamın içinde yer almaktadır, merak etmeyin.
İyi oldu bu notu da sizlere ulaştırdığım bu vesileyle.
İçinize su serpilmiştir, rahat rahat uyursunuz bu akşam artık.
İyiliğin sonu yok.
Bende iyi biriyim sonuç itibariyle, bu da sizin şansınız.
Bir not daha: Bizim arkadaş yakalanma sonucu içine düştüğü ilk şoku atlatır atlatmaz, sekreterle kaçtı. Herkesi yanılttı. Bilmemne kasabasına yerleştiler. Restoran açtılar. Çok da mutlu gözüküyorlar.
Aldatılan eski karısıda üç beş denemeden sonra, şahane bir adam buldu (dalga geçmiyorum, adamı tanıdım, gerçekten şeker gibi biri). Saf. Köylü çocuğu. Müüheendis..Ama tekstilci. Ne şeker…
Diyeceksiniz ki olası bir durum bu, nesi haber bunun. Şu su; bizim erkek arkadaş ‘şeherli bir gızla’ mutlu artık (ki, sapına kadar şehir adamı diye tanıdık biz onu, daha doğrusu öyle tanıtmıştı bize kendini), bizim ablada ‘memleget nire gardaş’ bir herifle (ki, sapına kadar şehir kadını diye tanıdık biz onu, daha doğrusu öyle tanıtmıştı bize kendini).
Aklım karman çorman.
Dediğim gibi ‘varacağın (farkında veya değil, varmak istediğin) noktayla başladığın nokta aslında hayata’ galiba. Gerisi başarıyla uygulanmış ‘sosyal içerikli makyajlar’.
O sebebten veya bu sebebten ne kadar başarılıda olsa birgün akıp gidiyor suratlardan makyajlar.
Gerçek anlamda ‘kim şeherli gız’, ‘kim memleget nire gardaş’ kırklı ellili yaşlardan sonra çıkıyor ortaya.
Zamanında (gençken) yapılan makyajlar bir kez akmaya görsün.
Anlatamadım galiba yine tam olarak…
Sıkıldım.
Bitti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder