Hava feci sıcak. Delireceğim. Mağazada klima var ama yine de aklım doğal olarak dışarılarda. Sevgilim nerede derseniz, tatilde. Pardon ona tatil denmiyor. Günü birlikler, haftasonu, iki günler tatile girmiyor. Aklım dimağım almıyor nasıl oluyor da bir insan diğerine ‘sana aşığım’ dedikten sonra onu bu sıcakta işte, güçte bırakıp da tatile gidebiliyor.
Bizim genç irisi yaşlarımızda bunu erkekler yaparlardı sevgililerine. Anne babaları o zamanlarda genelde bırakmazlardı kızlarını oraya buraya. Erkekler de ya erkek erkeğe ya da istediği zaman istediği yere gitme şansına (bizim ablalar bu kızlara ‘paçoz kızlar’ derlerdi. Kızlar ne kadar paçozdu bilemem. Bildiğim, hatırladığım onların da memeleri ve kalçaları vardı ve de güzellerdi de) sahip kızlarla giderlerdi tatile. Bu durum herhalde öyle bir koydu ki bizim ablalara, şimdilerde (yıllardır) kadınlar kocalarını, sevgililerini yanlarına olmadan ha bire bir yerlere gider oldular. Hatta gitmezlerse kendilerini herhalde feci kötü bile hissediyorlar.
- Çocuklar çok sıkıldı mecburen gidiyorum.
- Sevda gerçekten çok kötü. Onu yalnız bırakmamam lazım.
- Bu kaçıncı davet, buna da hayır dersek çok ayıp olur, ben gideyim bari.
- Senin için rahat olsun. Sen de rahat rahat çalışırsın hem de (‘hem de’, ne düşünceli bir davranış… ne güzel, melek yürekli kadın).
- Annemleri çok özledim.
- Aysel de gelmiş Amerika’dan, ne zaman görürüm bir daha onu.
- Deniz’ler ev tutmuşlar, mutlaka bir haftasonu gelin dediler.
- Yıllardır görmedim Seda’ları. O da gelemiyor biliyorsun (erkekler bilir hep).
Diye uzar gider liste.
Gayet haklı ve medeni akıl seviyesinde tartışılamayacak kadar cevabına ‘hayır’ diyemeyeceğiniz nedenlerle sevgililer ve kocalar terk ediliyor ve seyahatlere, tatillere gidiliyor.
Şimdi bak ablam ablam, ben sana bu durumun erkekler cephesindeki karşılığı duygu ve düşünceleri ve aksiyonları yazayım. Alınmaca falan yok ama. Söz mü? … Söz. Güzel.
Önce (kusura kalmayın ama gerçek kelimelerle yazmam lazım);
- ittir git, ananın şeyine kadar yolun var – içinden geçirirsin - (Bunu diyen herif, yine de az biraz seviyordur karısını veya sevgilisini. Sadece kızgınlık var ifadede. Abla gider ağbi de sersem sepelek o arkadaş, bu arkadaş, anne evi falan turlar. En fazla kadının biriyle bir içki içer veya yemek yer bir yerlerde).
Daha izanlısı;
- Cehennemin dibine kadar yolun var – içinden geçirirsin - (Burada artık herif komple nefret ediyordur abladan, abla adımını şehirden dışarı attığı o dakika bir kadının koynuna atacak kendini, kesin. Koynuna atlayacağı kadını henüz tanımıyor ancak bir iki akşamda o kadın da çıkıverecektir ortalığa. Parantez içinde parantezdir, (evli erkeklerin karıları şehir dışına çıkınca bu durumdan çok tahrik olan bir başka kadın grubu vardır. Herhalde bu tahrik edici bir fantezi oluyor onlar için).
En güzeli;
- Canım ya… Gerçekten çok doğru düşünmüşsün. Ne kadar iyi gelecek sana – size – çocuklara – yüze karşı söylenir - (Ablamız bir an evvel gitse diye can atıyor ağbimiz. Yıllardır veya uzun süredir var olan sevgiliye koşulacak hızla. Hatta müjde haberi banyodan çekilen sms le sevgiliye ulaştırıldı bile. Şahane bir hafta bekliyor ağbimizi).
-
Üçüncüde iki tarafın da durumu iyi. Uzun sürer bu evlilikte, sevgili hali de. Ne zaman? Eğer bu çift yirmi, otuz senedir evliyse. Veya bu çift kırklarına girmeden evvel sevgili oldularsa ve de nasıl bir mucizeyse bu son on yıldır da hala sevgililerse.
O hal, bu hal. Ancak ablam bir durumuda iyice idrak etmelisin ki, hani bırakıp da tatile gittiğin koca veya sevgili var ya, hah, o ağbi, o yolcu anacım. O gidici.
Ulen hiç mi düşünmezsin, hiç mi aklına gelmez o adam it gibi çalışırkene sen yatıp güneşeleneceksin veya her ne yapıyorsan, sonra adam yıllarca çalışıp kazandıklarını sana yedirecek hatta ve/veya senden başkalarına da yedirmeyecek. Sen gez, toz, eğlen, adam çalışsın sonrada düşle ki ve iste ki madden ve manen ona yaslanmış hallerin hep istediğin gibi devam edecek, hatta adam da ‘ay ne şeker’ diyecek. Sana da sevgiyle, aşkla sarılacak ve yedirecek ve içirecek ve de giydirip takıp takıştırıcak.
‘Oldu, gözlerim doldu’ yani.
Bencilce yaşam adına bu nasıl karşı konulmaz bir tutkudur. Sana baban baktı bin yıl, sonra ilk kocan, sonra biraz sen biraz kocan, sonra sen (ve muhtemelen yine bana), şimdi geldi sıra bu ağbiye.
Kim bu ağbi? Senin kırklarından sonra hayatına girmiş adamın biri. Ne yapmış ağbimiz bu yaşa kadar ‘çalışmış’. Şimdi ne yapıyor ‘çalışıyor hala’.
Sen ne yapıyorsun şimdi ve neler yapmışsın? ‘eski kocanla birlikte aldığınız ve boşanırken tapusunu üstüne geçirdiğin evde yaşıyorsun’ veya hadi ev kalmadı ganimet, ‘eski kocan sana nafaka da ödüyordur’ veya evdi nafakaydı da yok diyelim ‘eşyalarının bir kısmı kesin eski kocanın çalışıp kazandıklarından’, ‘boşanana kadar eski kocanın maaşı veya işiyle yaşamışsın ve de adam gelirine göre sana su gibi parada akıtmış’. Ve daha niceleri (tüm evliliği boyu çalışmış ablaları tenzih ediyorum. Ve de saygıyla önlerinde eğiliyorum. Hem koca hem çocuklar hem de iş güç para pulla uğraş, denecek tek bir kelime yok. Sadece şapka çıkarırım du duruma. Benim kimlerden bahsettiğim hepimizce ve hepinizce malumdur, gereksiz polemiklere girmem).
Devam bıraktığımız yerden;
Tekrar aynı soruyu soracağım. Kim bu ‘ağbi’?
Yukarıda yazılı her bir haltı bir evvelki karısına terk eden ve de ödenecekleri de hala ödeyen ‘ağbi’. Yani senin giden eski koca ile gelen yeni sevgili aynı ‘ağbidir’ ve de ‘kişidir’ benim canım ablam. Nasıl ki senin eski koca birilerinin yeni sevgilisi, yeni sevgili de birilerinin eski kocası.
Yani ağbiler terli. Yemezler bir daha. Katiyen ve de katiyen yemezler bir daha. Bizler ‘yiyenlere’ el çırpıp hep beraber ‘saalak, saalak, saalak’ diye tempo tutuyoruz kendi aramızda (en çok bana tutuyorlar ya, o da ayrı hikaye). Onun adı ‘trilink’. Oyunda bir kez oluyor ablam benim. Sana da oldu, ona da oldu, bana da oldu, herkese de oldu ancaak dedim ya bu bir kez oluyor hayatta (bende birden fazla oldu, kesin salağım ben). Ne zaman oldu? ‘O’ zaman oldu. Şimdi ne zaman? ‘Bu’ zaman.
Sen gez toz. Adam çalışsın. Sen gez toz, adam yine çalışsın. Sen gez toz, adam hep çalışsın. Senin derdin gezip tozmaklarda, adamın derdi para kazanmakta. Biriniz ‘et derdinde’ diğeriniz ‘can’. Olmaz anacım. Adam kazanmayı hedeflediği parayı cebine attığı an o dakka seni kapıya koymanın andını içmiştir ve içmektedir hep. Hele evlilerde kesin. Ve de o andın tüyolarını da hayatı boyu vermiştir sana mutlaka. Vermiştir de gezip tozmaktan, sadece kendi isteklerin yönünde hareket etmekten sen farkında olmamışsındır. Zaten farkında mıydın ki ‘eski kocanın’, o bile meçhuldur.
Madem anca beraber kanca beraber, biri çalışıyorsa diğeri de nefsine hakim olacak, kırıp kıçını oturacak. Oturmadın mı adamı çaresiz bırakırsın birgün bir yerlerde. Çaresiz insanın da sağı solu belli olmaz ablam ablam.
Ha oturmadı mı, ehh o zaman yeni bir ayrılığa daha yelkenler açılacak mecbur.
Hem gezecen, hem tozacan, hem arkadaşlarınla kakada kikidi, bu arada ağbi it gibi çalışacak ama nasıl olacaksa sonra da sana neler neler alacak, seni nerelere götürecek ve de sana saygı duyup, çok sevip ne kadar bağrına basacak kimbilir.
‘Oldu hakkaten gözlerim’ doldu.
O kadar parayı sana harcayacağına, o paranın onda biri ile ağbi ile yaşamak için kapıda kuyruk olmuş şahane kızlar var etrafta ve ne dersen, ne istersen yapıyorlar ve ağızları var dilleri yok (evet akılları da yok, zaten akılla sevişen bir kişi görmedim ben hayatımda, seks beden işidir. Doğru senin tırnağın bile olamazlar, haklısın, işin ‘en acı tarafı da bu’ gerçekten senin tırnağının ucu bile olamazlar’ diğer yönden, ama ne diyeyim ’ne koyarsan tabağa o gelir kaşığa’ be anacım, tamam sustum).
Evet, tırnağının ucu olamazlar, olamazlar da şu soruyu soruyor musun kendine? ‘Bende ne yok veya benim neyim fazla?’da bu geldi başıma ve de hala da gelip durmakta? Bu soruyu dürüstçe sormadan kendine ve de dürüstçe de cevabını vermeden yine kendine, hiçbir kıza kadına da bok atma. Demek sende olmayan öyle bir şey var ki biz herifler sende olmayan ‘o her neyse o’ (bilemem nedir o, sende onun cevabı) şeyi çok seviyoruz ki sonuçlar buralara kadar geliyor. Veya sende öyle tahammül edilemez bir şey var ki, yine biz herifler dayanamayıp çekip gidiyoruz. Önce dürüstçe sor kendine, ‘benim neyim yok veya neyim fazla?’ diye. Ve başka bir cepheden bakarsan, ‘sende var veya yok olanlar’ nedeniyle etrafında bin tane adam var da, içlerinde hala seninle kalmaya ve yaşamının tamamını seninle geçirmeye yemin etmiş tek bir tanesi yok. O yemini edenler oldu zamanında, oldu da senin varların ve yokların nedeniyle gittiler yine. Hepimizin ‘varları ve yokları’ var tabii ki. Bunun kadını erkeği yok. Ancak sen hiç bilemedin tek başına bir evin, bir ailenin maddi sorumluluğunu yüklenmenin ve de o işleri yapmanın ve de o paraları kazanmanın zorluklarını. Bildiğin günde boşanmıştın ve de nafaka yetmediği için çalışma hayatına dalmıştın mecburen. Hani sonra kendine güven de gelmişti ya. Hani iki ayağının üstüne basmıştın ya, hah tam o noktada dur bi. Senin eski koca veya sevgili var ya, o sen ve çocuklar ve kendi dahil herkes toplam sekiz ayağının (ortalama) üstünde dursun diye dağıttı saçı başı. Nerede senin gibi iki ayak? İki ayak balayı, sen sekiz ayağı bastırsana yere sağlam bakayım önce bi. Hem de okullardan yeni çıkılmış, donanımsız, deneyimsiz hallerde. O yüzden erkeklerin ‘varları da kalmadı, yokları da’ çalışmaktan. Sonra tırnağım olamazlar muhabbeti. Haklısın tırnağın olamazlar. Anlaki ne kadar ‘biçare’ kalıyor adamlar bir gün bir yerlerde (ve ne kadar biçare bırakıyorsunuz erkekleri bir yerde).
Haa keşke sen olaydın o kızların yerinde. Keşke. Ama bilemedin, kantarın topuzunu feci kaçırdın. Bir evvelki kocadan alıştığın ve sadece senin bencil taraflarını tatmin eden yönleri de istedin yeni ağbiden (zamanında da eski kocadan), sonradan hayatına eklenen ve çok da hoşlandıklarını da ve de sevgiyi de, aşkı da üstüne üstlük. Sonuç olarak sabah akşam, gece gündüz, her mevsim sadece istediklerin olsun, hem de istediğin zaman diye yaşamak adına inat ettin durdun yeni hayatında da. Ve tüm istediklerinin arasında nasıl olacaksa artık, sana sadık yeni bir koca veya sevgili de var. Hem de seni seven. Hem de gönülden, ruhuyla seven. İşte kantarın topuzunu kaçırdığın nokta da tam burada. Hem istediğin gibi yaşayacaksın, hem aşığım, seviyorum dediğin ve beraber olduğun insanın yaşam içindeki çabalarına ortak olmayacaksın, olmamakla kalmayıp bin türlü nedenle fırtıp gideceksin keyiflere, hem de o insanın seni çok sevip sana sadık yaşamasını bekleyeceksin. O kendi terlerini iş yerinde şıpır şıpır akıtırken, sen kendi terlerini plajlarda, havuz başlarında akıtacaksın.
Oldu, gerçekten gözlerim doldu.
Ye, iç, seviş, eğlen, gül, oyna, zıpla, gez, toz. Orada dur.
Orada dur ve sakın ama sakın aşkı alma ağzına. Ben almaz oldum. Dersimi aldım. Sen de alma. Durmasını bil. Duracağın yeri de iyi bil ve de iyicene de hazmet.
Dedim ya bu yaştan sonra, yani kırklardan sonra herkesin kumbarası da, hayatı da, alışkanlıkları da kendine. Hiçbir ilişki kırklardan sonra iki kişilik olmuyor, olmayacak da.
Hep dedim hep de demeye devam edeceğim, kırklardan sonra aşk olmaz. ‘Ben aşık oldum ama’ diyenler de aşık maşık değiler. Ben aşık oldum, bilirim aşık olmanın ne demek olduğunu, masal okumasınlar bana.
Kırklardan sonra olsa olsa beklentilerin, taleplerin yaşamlar içinde karşılıklı ve/veya aynı yönde birbirine denk gelip, uzlaşması olur. Bu uzlaşmanın çok çok keyiflileri de olur. Ancak ve emme velakin aşk maşk olmaz. Doldurmayın kendinizi.
Hayatımda, yaşamımda bir sevgilim de olsa kendi iç dünyamda yalnız yaşayacağımı biliyorum artık. Artık bu durumu hazmettim de. Üç değil on üç kez bile evlenmek çözüm getirmez bu durumuma. Belki tesadüfen bir sevgili çıkar da, ikimizde birbirimize on sene, yirmi sene tahammül edebilirsek bak o gün iki kişilik kurulabilir yaşam belki. O da çıkarsa karşıma. O da severse beni. Ben de seversem onu. Ve de yıllarca inatla sarılırsak birbirimize bak bir gün olur belki. Belki.
Kimse kimsenin ruhuna ruhuyla falan aşık olmuyor kırklardan sonra.
Cebine, tipine, statüsüne, karizmasına, aklına, zekasına, becerisine, o güne kadar edindiği mala mülke, şeyine aşık oluyor. Ruhuna aşık olmuyor emme velakin.
Bu durum da beni kesmiyor. Gerçek aşkı bilmesem yerim belki ben de, ama maalesef biliyorum.
Maalesef tam da yerinde olmadı, cümle öyle çıktı ağzımdan. Maalesef değil, tam tersi, iyi ki biliyorum. İyi ki gerçek aşkı tatmama izin verdi yaşam bana. Sonra yarım porsiyon ilişkiler içinde kendimi iyi hissetmek gafletine düşüverirdim geriye kalan hayatımın içinde. Veya düştüğümü bile fark etmez, fırtamazdım yarım porsiyon ablaların hayatından.
Mağazada ofiste yazdım bu satırları. Kızgınlık da var işin içinde, şaşkınlık da, hüsran da, mağlubiyet de, geriye çekilmişlik de, belki bir alay da kompleksle. Gayet iyi biliyorum, farkındayım da. Kimbilir başka neler neler de vardır içinde duygularımın geldiği bu noktada.
Olma mı?..
Bu yaşlara gelirken neler neler toplamışızdır her bir yerimize mutlaka, neler neleri de kaptırmışızdır bir yerlerde.
Hepsini gayet iyi biliyorum ve farkındayım da.
Bildiğim ve çok emin olduğum bir şey daha var ancak;
Kırklarından sonra aşk yok.
Gerçek aşk yok. Ruhunuzun titrediği, ruhunuzu titreten aşk yok. Ruhunuz titrese gidemezsiniz bir yerlere çok aşık olduğunuz kişi deli gibi çalışırken. İçiniz gitse, ayaklarınız gidemez bir yerlere. Aşk böyle bir şeydir. Ve gitmediğiniz her bir an daha da aşık olursunuz sevdiğinize. Bunun kadını erkeği yok. Herkese geçerli, hepimiz için bu dediklerim.
Ölene kadar daha neler neler yapmayı düşünüyorum bilseniz, anlatmaya kalksam sayfalar yetmez hayallerime. Projeler, seyahatler, bir sürü farklı ülkede yaşamlar, torunlar torbalar neler neler var beyniminde, gönlümün de içinde.
Hayatım içinde bugüne kadar ruhuma da, bedenime de, gönlüme de müthiş hazlar yaşatmış, en büyük lüksüm, kendime yaşattığım en önemli, en keyifli, en muhteşem, en inanılmaz duygumdan kendi rızam ile emekliliğimi istedim bugün.
‘Aşk’dan emekliyim ben artık.
Yarım yamalak işlere hiç tahammülüm olamadı hayatım boyu.
Fit olmak halleri ile yaşlanmak da hiç bana göre değil.
Tadını kaçırmamak lazım.
Bundan kelli danışmanlık yapacağım. Sorun anlatayım, daralın çözeyim.
Tam tamına otuzbeş senelik bir deneyim.
Sonuç olarak benim bir bokuma yaradığı söylenemese de, yaşarken çok muhteşem oluyor kendisi.
Herkese tavsiye olunur.
Ve hiçbir zaman, geriye kalan hayatınızın hiçbir yerinde ve hiçbir zaman unutmayın, er veya geç ‘Herkes hayatta layığını bulur’ve bulacaktır.
Bakalım birine layık mıyım ben. Bakalım biri de bana layık olacak mı sonunda?
Ben de durum şeffaf.
‘Yiğidin malı ortada olur’ demişler (bizim gibi adamları da yiğit yaptınız ya ellerinizle, helal size. Yiğitliğimiz de malımızın hep ortada olmasından anlaşılıyor galiba bu arada).
Son durumu yazarım birgün nasılsa ‘son andan bir önceki’ günlerde.
Sizde durum nedir canımdan çok sevdiğim biricik ablalarım?
Sizde de şeffaf mı?
Ben şeffafların içinde en çok ince dantel olup da kenarlarında küçük fiyonk olanlarını beğeniyorum, acaip seksi duruyorlar.
Ne bileyim, şeffaf deyince, abla deyince aklım gitti yine.
Adam olmam ben…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder