25 Mart 2012 Pazar

OCAK 11 - 20 2012 GÜNLÜK YAZILAR ARŞİVİ


20.01.2012

Okula muz götürülmezdi,
Beslenme saatinde yemek için. Kokmasın, evlerine muz alamayan ailelerin çocuklarının canı çekmesin, çok ayıp diye…vay…
Bizim sınıftaki çocuklardan birinin ailesi meğerse çok çok zenginmiş,
30 yaşlarıma geldiğimde, gazeteden öğrendim tesadüfen.
Biz onun zengin olduğunu hiç bilemedik okulda…vay…
Ankara Mebus Evleri’nde, Fen Fakültesi durağı vardı,
Ben yolu uzatır o duraktan geçerdim okula yürürken.
Milletvekilleri olurdu durakta bazen, otobüs bekleyen.
Merak ederdim Milletvekili neye benziyor diye…vay…
Okulu asacağız,
Asacağız da para yok.
Herkes çıkarır cebinde ne var ne yoksa.
Koyarız masanın üstüne.
Hepimizden aşağı yukarı aynı paralar çıkardı ki,
Çoğumuzun annesi ev hanımı,
Kimimizin babası memur, kimimizin tüccar, kimimizin doktor, avukat olmasına rağmen…vay…
Kaşar peyniri kıymetliydi her halde.
Veya savaş görmüş anne babalar nedeniyle belki de,
Küçük küçük kesilirdi kaşar.
Biz de küçük küçük yerdik kaşarı, iyi hatırlıyorum.
Oralet vardı mesela.
Pazar akşamüstü Oralet yapardı babam, toplanırız oturma odasına, ailecek Oralet içerdik.
Hep yürürdük.
Okula, okuldan eve, nerede toplanacaksak arkadaşlarla, hep yürünürdü.
Akşam yemekleri saat yedide.
Ailecek yenecek.
Eksik olmayacak kimse sofrada,
En azından her yirmi dört saatte bir mutlaka hep beraber bir araya gelinecek…vay…
Yedi haberlerinden evvel,
Orhan Boran ve Yuki dinlenir.
Bir de Bizimkiler.
Arap Bacıları vardı meşhur, Tevfik Gelenbe seslendirirdi galiba.
Müşfik Kenter de vardı o skeçlerde. Skeçlerde derken,
Arkası yarın sabahları. Radyo tiyatrosu da Perşembe akşamlarıydı yanılmıyorsam,
Dokuzu beş gece gibi başlar, ona doğru biter.
Ne korkutucuydu bazen, gıcırt diye açılan kapı sesleri.
Sonra uyuklamazsan akşam,
Saat on ikide, fm de gece ve müzik. Sezen Cumhur Önal.
Çikolata renkli şarkıcılar, kadife sesli yorumcular, Fecri Ebcioğlu…
Pazar günleri doğru mu yanlış mı yarışması.
Okullar arası bilgi yarışması da vardı, öğretilen bilgiler aynıydı…vay…
Pazar günü maça zaten.
Basket maçına.
Heyecan, eğlence, gır gır, kavga gürültü, hep beraber,
Sımsıkı taş gibi, dal gibi dal gibi dal, dimdik geliyor şimdik dediğimizde bıyıklarımız yoktu o kesin.
Ne erotikmiş bee…vay…
Kesişirdik. Kızlarla. Ne hoştur kesişmek. Ne heyecan.
Bakacak diye, dolan dur okulda, sokakta. Eve kadar takip et. Göz göze geleceksin. Geleceksin,
De, beğendireceksin kendini de, çıkacak seninle de, elini tutacaksın…vay…
Moda?
Ne modası, herkes kendi modasının peşinde. Sevdiğini giyersin. Yok moda.
Olsa olsa hippy modası falan. Çiçek çocuklar falan.
Jeanlerin üstüne flomaster kalemle kalpler, çiçekler, peace işaretleri.
Jean de Kot marka. Yerli, taş gibi kumaşı. Dalar bacak arasına fena halde.
Arada biri gider yurtdışına,
Lee gelir, Wrangler da bazen. Beden tutmaz, doğru Amerikan pazarına.
Al takke ver külah pazarlık, değiştirirsin biriyle.
İlk Converse geldiğinde, beyaz boğazlı klasik, bir hafta yastığımın üstünde yattım.
Kıyamadım bırak giyip basket oynamayı, yere koyamadım.
Kokarca Raf spor ayakkabılardan sonra hele…vay…
Sıkı dostlardık kızlarla erkekler. Kardeş halt etmiş yanında, öyle sıkı.
Çok sıkı.
Birinin evinde toplanırdık, bazen okulu asıp, bazen okul sonrası.
Anne baba evde yoksa.
Öpüşeceğiz ya…vay…
Tek cinstik.
Çıktığın kız hariç, herkes kendi cinsindendi.
Yok öyle, kızmış erkekmiş.
Kız, kadın hakları falan, herkes aynı.
Hatta kızlar önde, çok kıymetliydi kızlar…vay…
Cin tonik, cin fiz demeye kalmadı Martini.
Akşamüstü bir yerde.
Hava kararır, evlere doğru. El ele sevgilinle. Hava buz. Umurumda mı.
İçin sımsıcak…vay…
Apple açılınca, İstanbul’dan Klüp 33 tayfası bile Ankara’ya taşınırlardı hafta sonları, ne yerdi Apple ama.
Anfinin altında öpüşülür iki büklüm.
Amma öpüşürmüşüz o zamanlar…vay…
Mustang, Corvette ne mühim arabalardı.
Her büyük şehirde olsa olsa üç beş tane, herkes tanır onları.
Havalı çocuklar, ama rağbet görmezlerdi çok.
Seyredilirdi arabalar o kadar, hiç de özenilmezdi…vay…
Arkadaşının anne babası, senin annen baban gibi.
O orada, bu burada yer içer,
Bütün evler aynı.
Üç aşağı, beş yukarı.
Yemeklerde aynı, sofralarda, sofralarda adap da aynı…vay…
İlk televizyon dayımların bir komşusuna gelmişti.
Biz almamışız daha.
Küçük dayım alır ablamla beni, komşuya gideriz.
Çaylar yapılır.
Salonun ışıkları kapatılır.
Seyredilir hep beraber, artık ne varsa programda.
İsterse bakır leğen içinde ibrik resmi olsun.
Var mı bundan büyük eğlence, ne büyük mutluluk…vay…
Mektup yazılır.
Mektuplar gelir gider karşılıklı.
Sayfalarca. Resimler çiziler, kalpler de.
Sevgili için, içinden ok geçer, aşk sözcükleri, sayfaların kenarlarında süsler,
Bir de fotoğraf yollamışsa hele…vay…
Longplay önemli.
33’lük.
Makaralı tepylerle, 45’liklerden sonra.
Olaydır, 33’lük.
Toplaşılır evlerin birinde, kapağı kolon olan pikaplar.
Şu an yazarken bunları, bana bakıyor karşımda sırıtarak, saklamışım…vay…
Altında makara teyp de duruyor…bir daha vay…
Doğum günleri partileri.
Plağını kap gel.
Zavallı doğum günü evi.
Pino Silvestre, Old Spice gelir bol bol hediye. Çam ağacı şişe, kozalak şekil kapak. Diğerinde silindir şapka adam, beyaz şişe üstünde.
Kızlara altın kolye ucu alınırdı para toplanır herkeslerden. Bazen isminin baş harfi, bazen doğum günü işaretli takvim ama bir ay sadece.
Ne halı kalır, ne kanepelerin döşemeleri.
Slow dans. Sarılırsın sımsıkı, sallan baba sallan, bir o yana, bir bu yana.
Titrersin heyecandan, sevgi akardı içimizden…vay…
Özlersen, sesini duymak istersen, işin zor.
Bekleyeceksin evde telefonun başı boş kalacak.
Bir türlü düşmez düt sesi.
Bekle, bekle, bekle.
Düşer, çevirirsin meşgul.
Zaten korkarsın, ya babası açarsa diye.
Annelerden çok korkulmazmış demek.
Bir daha, bir daha denenir, açılır telefon, sevgilinin sesi alo der.
Ne heyecan, ne heyecan, yüreğin ağzına gelirdi…vay…
Yazlıktaki çocuk vardır kızlar için hep.
Hep bir çocuk vardır, her yaz daha da aşık olurdu kızlar, çocuk pek ilgilenmez.
O çocuğun çıktığı kızlar vardı,
Her yaz daha da aşık olursun o kıza, o kız da senle çıkmaz.
Ama vazgeçilmez de, beklenirdi bir küçük ümit için, beklersin bir sonraki yazı…vay…
Mahallede de vardır, illaki o çocuktan bir tane. Kızdan da.
Mahalle önemli, taşındın mı bir kez, taşınmazsın ki bir daha başka yere.
Gerek yok ki taşınmaya,
Daha da zenginleşmiş olsa bile aile…vay…
23 Nisan’da gösteriler stadda, ront yaparsın, yağmur yağar, rengi akar şortun, gömleğin.
Arı vız vız vız ile çıkılır koşar adım çimlere.
Tribünler hınca hınç dolu.
Anneannem hacca gitmişti, şal gibi dolar uzun bir eşarbı, bir ucunu havalı bir şekilde arkaya atardı, o gün çok şaşırmıştım, tribünlerin o kısmında tek eşarplı,
Anneannemdi…vay…
Sadeydi yaşam.
Sıcaktı yaşam.
Hiçbir şeyimiz yoktu bugünlerle kıyaslarsan.
Ama biz çoktuk.
Cep telefonu, internet, chat falan yoktu.
Ama biz çoktuk.
Arabalar, tekneler, bol bol yurtdışı seyahatler yoktu.
Ama biz çoktuk.
Plazmalar, dvdler, cdler, mp3 ler, yanarlı dönerli cep telefonları yoktu.
Ama biz çoktuk.
Yokluk sayılır o günler, bu günlere kıyasla.
Yokluksa, yokluk ne fark ederdi ki,
Bizler çoktuk.
Şimdilerdeyse,
Çok renkli yaşam, ışıltılı, bol oyuncaklı, bol renkli, bol aksesuarlı,
Giysiler, ayakkabılar marka marka yerlisi, yabancısı,
Ne istersen yiyecek içecek hepsi var, istediğini istediğin yerde ye iç,
Kokuta kokuta etrafına hem de.
Her şey var,
Her şey çok,
Her şey çeşit çeşit,
Her şey bolluk,
Her şey çokluk.
Amma,
Dışarıda ki bolluğa,
Rağmen,
İnsanlar,
Mutluluk da,
Çekiyor,
Yokluk…vay…
Duruyduk karıştık,
Sadeydik süslendik,
Yalındık bezendik,
Aldıkça aldık, kattıkça kattık,
Mala mülke, süse püse bulandıkça,
Kendimizi yok saydık…vay…
Çok zenginken hayatımız,
Çok mutluyken yaşantımız,
Eğlendik güldük, aldık sattık, döndük dolandık, enginken,
Kuruduk, büzüştük,
Cep telefonunda ki bir mesaja,
Muhtaç kaldık…vay…
Dönmek için tekrar başa,
İçimizi dışımızı,
Mıncıklaya yoğura,
Yeniden,
İnsan olalım diye,
Hep beraber filozof olduk…vay…
Vay ki ne vay…

19.01.2012
Ne istediğini çok iyi bilen bir gençlik yetişti, arkası da çok daha güçlü olarak yetişmeye de devam ediyor.
İstekleri, istedikleri, arzuları, hedefleri çok net.
Yeryüzünde var olan, var edilmiş olan, yaşanmakta ve de kullanılmakta olan, her nevi,
Konforu, anında, hemen, en kısa yolla, eksiksiz isteyen ve tavrını net olarak belirlemiş bir kuşak var artık.
Apolitik. Ve de basın özgürlüğü gibi konulara hiç de takılmayan. Dünyanın gidişatı ile ilgili kaygıları olmayan. Salt, kendi mutluluğu için yaşayan.
İster kabul et,
İster etme. İstersen kıvran, yok öyle değil diye,
Ancak, durum net. Durumları net.
Ve de arzu ettikleri, ısrarcı oldukları konforla buluşabilecekleri her yer memleketleri onların artık.
Atalarımızdan biri gözlemlemiş, bakmış etmiş, demek zamanında da durum pek farklı değilmiş ki,
Bir söz söylemiş,
Demiş ki,
‘Doğduğun yer değil, doyduğun yer memleketindir’.
O zamanlar memleket, bu ülkede hangi şehre, yöreye ait olduğunun ifadesiydi,
- Memleket nire kardeş…
Gibi.
İnsanlar kuşaklar boyu, doğdukları yerlerde doyamayınca, daha da iyisini arzu ettikçe,
Göçtüler oradan oraya.
Bu göçler,
Aidiyet duygularını erozyona uğrattı zamanlar içinde.
Her ne kadar, büyük şehirlerde kurdukları kendi yörelerine,
Kendi memleketlerine özgü,
Aynı yörenin, aynı memleketin insanlarını bir araya toplayan,
Derneklerle varlıklarını çok etken olarak uzun müddet sürdürmüş olsa da,
Dernekleri kuran insanlardan,
Bir sonraki ve de bir sonraki kuşaklar da tüm fonksiyonunu yitirdi bu nevi çalışmalarda,
Ve de yeni kuşaklar doğdukları değil,
Doydukları yeri bildiler, memleketleri diye.
Ki,
Doydukları yerlerin de yaşam biçimlerini kendi alışkanlıkları ve kendi varlıklarını sürdürebilmek adına erozyonlara uğratınca,
Kendileri için kullanışlı yeni memleketler yaratmış oldular,
Ki,
Bu yeni memleketler, o yörede, o şehirde doğmuş insanların da,
Doğdukları yerlere yabancıllaşmasına neden oldular.
Ve de bu nedenle,
Göçen de, göçülen yerin insanı da,
Doğdukları, doydukları, göçtükleri, göç için yola çıktıkları yörelere,
Şehirlere, kasabalara, köylere,
Karşı,
Aidiyet duygularını topluca ve de hep beraber yitirdiler.
Ve de sınırları belli memleketimiz, sınırları olmayan memleketsiz insanlar tarafından,
Sahipsiz bırakıldı.
Yetmedi,
Globalleşme de öyle bir girdi ki damarlarından,
Yabancı dillerin yaygınlaşmasıyla, yani yabancı lisanla hazırlanmış olan alt yapının da etkisiyle,
Devamında ulaşımın ucuzlaması ve kolaylaşmasıyla,
Sonrasında iletişimin hızlanması ve çok kullanışlı bir hale gelmesiyle,
Ve de dış pazarların cazibesiyle de,
Göçen de,
Göçülen yerin insanı da,
Memleketin sınırlarını aşıp,
Dünyanın her bir yeriyle direkt ve etken ilişkilere giriverdiler bu akışın içinde.
Bu ilişkiler, bu akışlar,
Ya kökten gelen kültürün erozyona uğramasına neden oldu,
Ya da kökten kültürün memleket tarifinde vatan kavramının önüne geçmesine.
Bu değişimler ve gelişmeler de zaman içinde sınır kavramının da tartışılır hale gelmesine neden oldu,
Peşinden bayrağın,
Peşinden memleketin yani vatanın tamamının.
İyi de olan bitenlerin tamamı ve,
Bu memleket, bu memlekette bireyin hakları, ifade özgürlüğü, uygulamada ki politikalar, bu politikalar sonucu gelinecek noktalar yine bu memleket gençlerinin ne kadar umurunda?
Umurunda mı?
Veya onların umursamaktan anladıkları neler?
Bizlere ne kadar ve hangi nedenlerle ihtiyaç duyuyorlar geleceğe doğru atacakları adımlar adına?
Veya ‘Memleket’e karşı gelişen yeni aidiyet duygularını nasıl tarif ediyor gençlik?
Bunun gibi soruları çoğaltıp, çoğaltılan sorulara,
Gerçekçi cevapları alıp,
Hislere kapılmadan yorumlayıp,
Gençlerin nasıl bir platforma oturduğunu, oturmak istediğini,
Yine onlarla beraber değerlendirip,
Yeniden yazmak, kurgulamak lazım önümüzdeki yüzyılın ulusal stratejilerini.
Hangi parti, hangi siyasi görüş iktidar gelirse gelsin, hiçbir zaman ana ilkelerinin değişmeyeceği yeni yüz yılın planlanmasıdır bu.
Ki, ulusal stratejiyi yazarken gençleri işin içine hem de tam göbekten katmazsanız,
Bugüne kadar sürdürmeye çalıştığınız davranışlarınızda ısrarcı olmaya devam ederseniz,
Ve de ısrarınız ne kadar keskin olursa olsun,
Bir gün karşımıza çıkacak sevimsiz sonuçların tarihlerini ileriye kaydırırsınız bir miktar, o kadar.
Mesela,
Haftalardır uğraştığımız, ‘Atatürk’ ismi marka olmasın çabalarımız,
Gençler için ne gibi bir önem taşıyor,
Bileniniz var mı?
‘Atatürk’ isminin markalaşması, onlar için ne ifade diyor,
Hiç soran var mı etrafındaki gençlere.
De ki, bizler gibi hissedip, düşünüyorlar,
Onların yaşamları içinde var olan değerler listelerinde bu durumun önem sırası ve,
De önemin şiddeti ne oranda?
Onlara bıraksaydık tüm kontrolü, nasıl bir tepki gösterirlerdi?
Nasıl bir kampanya düzenlemek isterlerdi? Ve de hangi kritik değerleri ön plana çıkarmak isterlerdi?
Bir kampanya düzenlemek isterler miydi?
Bunun gibi onlarla, yüzlerle soru hazırlamak lazım memleketle, memleketin değerleriyle ilgili, memleket birey ilişkileri ile ilgili gençler için, diye diye...
Ümitsizliğe değil,
Tam tersi,
Büyük ümitlere kapılarak,
Yeniden,
Bir sonraki yüz yıla hazırlanmak lazım hep beraber.
Doğduğumuz ve doyduğumuz yerler diye ayırmadan memleketi (artık),
Hepimiz sanki aynı yerde doğmuş,
Hepimiz sanki aynı yerde doyuyormuşuz gibi,
Yeniden tek bir vücut haline gelerek,
Yeni bir yüzyılın, köklü ama yeniden genç cumhuriyetini, köklü bir milletin gençlerine yeniden emanet etmek gerekiyor benim görüşüm.
Gençlerden alacağımız cevapları yine gençlerle de beraber değerlendirdikten sonra,
Ne gibi sonuçlar çıkar ortaya bilemem.
Ancak çıkacak tek bir sonuç var ki,
Bundan çok eminim,
Bu günlere kadar böyle gelmiş olmamız,
Bundan sonraki günlere de böyle devam edeceğimiz anlamını taşımıyor (artık).
Ki,
Bugünlerden topyekün mutsuzluk duyulması da, değişim ve değişimle gelecek gelişimin de kaçınılmaz olduğunun göstergesi.
Çok severim bir lafı,
‘Dış mihraklar’.
Yok öyle dış mihrak falan.
Ki,
Var tabii ki dış mihraklar, hem de nasıl var.
Var da, onların var olmasına neden yine bizleriz. Var edince de varlıkları gerçek hale dönüşüyor.
Onların varlıklarını yaşatması, geliştirmesi için çürük bir zemin hazırlamazsan,
Aksine sağlıklı tek bir vücut haline dönüşürsen,
Bireylerin kendilerini mutluluk kıskacına almasına izin verip, bireyleri mutlu bir memleketin içinde bir birleriyle kenetlenmek zorunda bırakırsan,
Var olan dış mihraklar barınacak bir organ, bir çürük zemin bulamazlar,
Sağlıklı bir vücut da.
Ancak, önce gerçekçi olmak ve de sormak lazım gençlere,
Ne istiyorlar diye.
Nasıl bir ülkede yaşamak istiyorlar diye.
Ve yaşamak istedikleri ülke için, nelerini, hangi sınırlar çerçevesinde vermek istiyorlar gönülden diye de.
Ve de her şeyden evvel, önce kabullenmek lazım gençlerin, konforu yani kapitali artık listenin tepesine yazdıklarını.
Ha, sonra,
Oturup,
Gençleri de alıp masanın etrafına,
Kapitalist düzenin içinden sosyalist ama milliyetçi,
Paylaşımcı ve birleştirici sağlam bir zemine oturan ulusa mal olmuş, ne gibi ulusal stratejiler geliştirilir diye,
Oturup ciddi ciddi çalışmalar yapmak ve de,
Ulusal, ulusa yönelik, uluslararası, tüm uluslara da yönelik yeni yüzyılın yeni stratejilerini belirlemek lazım yeniden.
Taşıma su ile değirmenin dönmediğinin aşikar olduğunu hep beraber kabul etmek lazım artık.
Beş yıllık planlar, yirmi yıllık planlarla olmayacağını,
Doğduğumuz ve doyduğumuz topraklar üstünde tek vücut olup,
Vakit kaybetmeden, uzayı konuşmak lazım artık.
Memleketi uzaya nasıl taşıyacağız, esas mevzunun bu olması lazım artık.
Güdük, günlük akıllı siyasetçilerden arınıp, onların önümüze koydukları güdük çalışmalarla oyalanmayıp, güdük kalmayıp, evrene açılmamız lazım artık.
Ülkelerin gelecekleri orada artık.
Orada çizilecek yeni memleketlerin sınırları içinde biz de yer almalıyız artık.
Yeniden ve bir daha dış mihrakların taşeronları olmamak lazım artık.
Vizyonumuzla, aklımızla, gençliğimizle geleceğin Türkiye’sini yazmak lazım artık.
Bir milletin, bir topluluğun, bir kuşağın kendi evrimi içindeki gelişmelerine,
Ve de değişimlerine engel olmak, önünü tıkamak,
Mümkün değildir. Engel olduğunu sanırsın, o kadar.
Engel olurken de,
Olmadık ucubeler yaratırsın, dengeleri bozarken.
O ucubeler de gelir yer seni sonunda, bir gün bir yerde. İllaki yer.
Bu böyle midir değil midir diye tartışmalarla kıymetli vakitleri yitirmek yerine,
İleriye bakmak lazım.
Çok ilerilere.
Sonra bugüne geri dönerek,
Eldeki değerleri iyi tartıp,
Var olan değerleri,
Önce bireylerin kendilerini tatminine, kendi mutluluklarına,
Sonra da memleketin geleceği için kullanmak lazım artık.
Önce memleket, önce devlet,
Sonra birey sistemi çöktü.
Bunun tetikçisi Atatürk’tü zaten. O yüzden kurdu Cumhuriyeti. O yüzden demokrasi dedi.
O yüzden laik bir toplum dedi.
Deneme yanılma metoduyla yaşayan bir millet olduğumuz için, ancak çaktık, çakıyoruz durumu galiba,
Belki de çakamadı bir büyük çoğunluk hala,
Şimdilerde önce birey,
Sonra memleket hallerimizi.
Yıllar süren, iki kuşaktır süren hazırlıklardan sonra şu an iktidarda olan siyasi oluşumun gücünün beslendiği noktadır ‘birey’ler.
Bireye ulaşırsan, bireyin gencine ulaşmayı başarırsan, bireyin gencini mutlu edersen,
O birey, o genç de senin için çalışır sonuna kadar,
Ki,
Aslında senin için değil,
Kendi mutluluğu için çalışırken, sana, yani devlete hizmet eder aslında farkında olmadan.
Önce memleket, önce devlet diye ısrar edersen, iki kuşak sonra ne memleket kalır ortalıkta, ne de devlet.
Önce bireyin hakları, önce bireyin talepleri, önce bireyin tatmini diye çıkarsan yola,
Elli kuşak sonra bile,
Memleketin de kalır ayak da, devletin de.
Hem de sapasağlam.
Hem de dış mihrakların kapısının önünden bile geçmeye cesaret edemediği güçte.
Çok ciddiye almak lazım gençleri.
İyi etüt etmek, iyi dinlemek, onların gençliğini, aklını iyi değerlendirmek lazım.
Ve de unutmamak lazım,
Devlet mutlu diye bireyler de bir yolunu bulup, bir şekilde mutlu olmuyor artık.
Bireyler, özellikle gençler net olarak mutluluk satın almak istiyorlar ve gençler mutluysa,
Memleket de mutlu oluyor.
Ve de bundan sonra emin olun ki, en büyük moda, en büyük değer,
‘Mutlu bireylerin mutlu memleketi’ olacaktır bu dünyada,
En kıymetli olan da.
Çünkü,
Bireylerin her biri doğru ve adil bir yapı içinde kendi mutlulukları için savaşırken,
Memleketleri için de savaşmış olacaklar,
Hem de farkında olmadan aslında,
Hem de büyük bir heves ve iştahla.
Bizlerin de,
Memleketin de geleceği,
Ne istediğini iyi bilen gençlerin elinde (artık).
Masaya oturmak lazım diyorum.
Günlük yazar gibiyiz millet olarak da,
Devlet olarak da.
‘Sevgili günlük’ diye başlıyor benim için her bir yeni haber, her bir yeni gün.
‘Sevgili yeni yüzyıl’ demek lazım ‘sevgili günlük’ demek yerine,
Diye düşünüyorum,
Çünkü,
Babayım,
Kızlarımı çok seviyorum, doğacak torunları kızlardan daha da çok seveceğim muhtemelen.
Memleketimi de en az onlar kadar seviyorum.
Bunlardan iyi nedenler mi olur, mutlu bir gelecek için çabalamak adına.
Çok çaktırarak, bolcana çaktırarak,
Aslında Atatürk’ü taklit ediyorum.
Adamcağız geçen yüzyıl çakmış durumu, oturmuş anlatmış,
Ne kafa yoracağım ki üstüne bir daha.
Ne kesip biçip, ekleyip onu buna yapıştıracağım ki oraya buraya.
Yapılmışı var zaten burada.
Ne olacaksa, ne olmalıları demiş de gitmiş zaten.
Acizane,
Onun dediğine parantez içinde bir ilaveyle,
‘Hakimiyet (hele bundan sonra kesinlikle) göklerdedir’ diyorum.
Gözümü göğe kaldırınca uzayı görüyorum, görünce de,
Hemen gençlere,
Koşuyorum.
Tuzağa düşüp,
Günlükleri okuya okuya,
Güdük kalmayı,
Mutsuzluğu,
Birey olarak geleceğimle ilgili kararların,
Cücük akıllara bırakılmasını,
Temelden,
Şiddetle,
Reddediyorum.

18.01.2012
Ha bire, gece gündüz kimler kurtarıyor bu memleketi?
Benim bildiğim en az üç kuşaktır kurtaracaklar ‘memleket kurtaran adamlar’ bizim memleketi, ancak bir türlü kurtulamadı memleket nedense.
Memleket de, ‘memleketi kurtaran adamlar’dan kurtulamadı bir türlü.
Kurtara kurtara neden bitiremediler bu işi? Etrafımız kurtaran kurtaranlarla dolup taşmış olmasına rağmen hem de.
Var ve gerçek bu tipler.
‘Memleketi kurtaran adam’ deriz biz onlara. Ben çok severim bu tipleri şahsen.
Bir gün kurtulursa bu memleket, o tipe yapacak iş kalmayacak, çok özleyeceğim kendisini.
Memleketi kurtarmaya karar verdiğini, önce hafifçe arkasına yaslanmasından anlarsınız konuşmaya başlamadan evvel.
Şöyle bir kurulur, sonrasında başlar kurtarmaya.
Ama ne kurtarmak, amma ne kurtarmak.
Her şeyi bilen adamdır kendileri.
Kadınlardan çıkmaz memleket kurtaran insan tipi.
Nedense,
Erkeklerin içinden çıkar hep. Kadın, yapamayacağı işi ağzına bile almaz, belki o nedenledir. Aklına koyduğunu illaki yaptığı için, boş konuşmazlar kadınlar.
Her şeyi bilir ‘Memleketi kurtaran adam’.
Bilmediği yoktur.
Siyaset desen, yılların kurdu.
Ekonomi desen, uzman.
Sosyologdur zaten kendileri.
Psikolog da ayrıca. Filozofluğunu tartışamazsın bile.
- İşiniz?
- Memleketi kurtarmak.
Alır, satar.
Akıl alır,
Akıl satar, dağıtır.
Kopya da çeker.
Ondan araklar, bundan kapar,
Şuna kakalar.
‘Şu’ da biz oluruz genelde tabii ki.
Fikir desen gani. Hep vardır bir fikri.
‘Var ya, bir bıraksalar ona, ah bir bıraksalar’
Var ya…
Çözmüştür, ama,
Dinleyen kim. Birileri bırakmaz ki, kurtarsın.
Bırakmayan birileri meçhul, henüz öğrenemedik kim bunlar ancak var birileri demek tutan paçalarından ve,
Kıymet bilmeyen.
Aslında,
Hep der ki,
- Sıvatacaklar kollarımı sonunda tepemi attırıp…
Der de,
Sıvamaz bir türlü. Nasıl bir tepeyse o, atmaz bir türlü. Her tepe atar, ‘Memleketi kurtaran adam’ın tepesi atamaz bir türlü.
Aşmıştır O.
Millet nerede,
O nerededir.
Ehh, aşınca doğal olarak açılır arada ki mesafede milletle. Aşınca, anlayamaz sıradan insanlar onun dediklerini.
Eleştiri desen,
Diz boyudur ‘Memleketi kurtaran adam’da.
Çözüm de. Sor çözümü,
Susturamazsın.
Vizyonda vardır.
Görür geleceği.
Her aile de vardır en az bir iki,
Her kahve de vardır en az beş on,
Her topluluk da vardır en az elli yüz,
Her ortam da binlerce,
Bizim memlekette milyonlarca.
Bilen kişidir.
Bilir kişidir.
Ama yoğun kişidir de.
Vakti olduğu bir sırada, bir de tepesi atarsa üstüne, kesin kurtaracaktır memleketi.
Amma, o sıra gelemiyor bir türlü.
Sonunda bir kızacak,
Girişecek işlere,
Girişecek de,
Olmuyor işte. İş, güç, çoluk çocuk falan…
Ama,
Girdi mi kalabalıklara,
Buldu mu dinleyenleri,
Hemen başlar,
- Ben olsam…
Diye.
O olsa, ah bir o olsa,
Ama,
Millet nerede O nerede.
Severim bu tipleri.
Memlekete hayırları dokunmasa bile,
Çıkardıkları gürültüler eğlencelidir,
Ciddiye almazsan.
Ciddi işlere bulaştırmazsan.
Bulaştırırsan yandın.
Kimsenin aklını, fikrini beğenmediği için,
Ha bire çomaklar konuyu,
Karman çorman eder ortalığı,
Var olanı da bozar atar.
Sonrada,
- Ben demiştim der…
O hep haklı çıkar.
O hep der, demiştir zamanında.
Sadece der ama.
Başladınız mı saymaya aklınızdan geçen tiplerin isimlerini?
Ben hem yazıyorum, hem sayıyorum şu an.
Memleket için hayırlı işler yapmak gibi bir niyetiniz varsa,
Aman uzak durun bu tiplerden.
Olabildiğince.
Ne size, ne de memlekete hayır gelmez bu tiplerden.
Bir tek kendilerine hayrı dokunur ‘Memleketi kurtaran adamlar’ın.
Buradan beslenerek geliştirdikleri,
Güçlü karakter yapılarına aldanıp da, etki alanlarına girmeyin onların.
Uzak durun durabildiğiniz kadar.
Çünkü,
Memleketleri sıradan insanlar kurtarır.
Adı sanı bilinmeyen.
Sıradan insanların mutlaka tepesi atar bir gün çünkü.
Atınca tepesi,
Bırakırlar bütün sıradan işlerini, ayırır bulurlar o vakitleri,
Sıvarlar kollarını,
Oturur anlatırlar akılları yettiği kadar,
Oturur dinlerler akıllarına yattığı kadar,
Üstlenirler sıradan gözüken çok önemli görevleri,
Yaparlar ederler dört dörtlük.
Dört dörtlük yapılan görevlerin sonuçları da birleşip gelince bir araya,
Memleket de kurtuluverir.
Sabreder sıradan insanlar. Çalışmaktan vazgeçmez, inançlarını yitirmezler,
Riskler korkutmaz gözlerini,
Ve de kalabalıklar içinde sıradan kalmayı becerirler,
Sıradanlık içinde üstlendikleri görevleri hiç durmadan yerine getirirlerken hem de.
Çok konuşup, çok çalışıp,
Boş konuşmazlar, boşa çalışmazlar,
Ve de,
Kurtarırlar memleketi.
Ne çok konuşmuş, ne çok çalışmış Atatürk.
O günün şartlarında aynı günde üç beş farklı yerde Anadolu’da.
Her yerde de konuşmuş.
Okuyorsun, okurken yoruluyorsun, kafan karıncalanıyor bazen.
Bazen diyorsun ki, e be dur be adam. Hiç mi durmazsın, durmaz.
Memleketi kurtarmak için çıkmış yola çünkü,
Kurtarmış da.
Denktaş’ı okuyorum günlerdir,
Onun içinde diyorsun, e be dur be adam.
Durmamışlar, durdurulamamışlar.
Dava adamı lafı pek bir hoştur.
Adamın kafasına taktığı bir dava vardır.
Davasından alınca da doğru sonuçları,
Oluyor davanın adamı, oluyorsun dava adamı.
Bizim topraklardan çok az sayıda çıkıyor dava adamı.
Davaların altına yatmayı sevmiyor bizim millet her halde.
Armut iyice pişsin, sonra da ağzına düşsün istiyor bizim millet.
Bizde dava adamı yok,
‘Memleketi kurtaran adam’ çok.
Eskiden özellikle kahvelerde kurtarılırdı memleket,
Şimdiler web sitelerinde de kurtaran kurtarana.
Okudukça, izledikçe hep aynı soru geçiyor içimden,
- Sen dava adamı mısın arkadaş? Yoksa,
Gürültümü yapıyorsun insanlar senin gibi bir insanında hayatın içinde var olduğunu bilsinler diye.
Yoksa,
Resim, fotoğraf, kelime hokkabazı mısın sen diye sorasım geliyor.
Bazen çok eğlendiriyor bu hokkabazlar beni.
Zaten işi o değil midir hokkabazın? Eğlendirmek.
Bazense can sıkıcı oluyorlar, konular ciddiyse.
Sıradan dava adamları ile kurtarılıyor,
Memleketler.
Gürültücü hokkabazlarla değil.
İster memleket, ister başka bir konu hiç fark etmiyor.
Soyunmuşsan davaya, sıvayacaksın kolları, ayıracaksın vakitleri,
Yemeyeceksin, içmeyeceksin, çalışıp, çabalayıp, olacaksın,
Davanın adamı.
Yoksa,
Ne Türkiye Cumhuriyeti kurulurdu,
Ne de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti.
Zor işler bunlar.
Arkaya yaslanıp kaykılıp, sadece konuşarak, akıllar vererek olmuyor bu işler.
Çok çalışarak, çok inanarak,
Sıradan insanlarla, sıradan olup, sıradan görevlerini,
Dört dörtlük yapıp,
Başararak oluyor bu işler.
Sonrada arkana yaslanıp, kaykıla kaykıla keyfini çıkara çıkara,
Sıradan bir insan gibi keyif alarak oluyor bu işler.
Aksi olaydı,
Çoktan kurtarmıştı ‘Memleketi kurtaran adamlar’ bizleri.
Derim ki,
Gazını çıkarırken sesini,
Sesini çıkarırken gazını,
İyice kontrol edeceksin.
Etmedin mi,
Fena kokutursun,
Hem kendini,
Hem memleketini.
Kokuta kokuta da,
Ne kendini kurtarabilirsin,
Ne de memleketini.

17.01.2012
‘Haydi elleer havaayaaaa, hoooppaaaaa…’
‘Tempooo, tempoooooo…, haydiii milleeeet…’
Heeep beraabeeer, elleriii göreliimmm elleeriiiiii…
Bir daha söylüyoruzzz hep beraabeerrr…, hoooppaaaaaa…
Bir ben bir siz…
Hoooppaaaaa,
Haydi elleer havayaaa…
Bu akşam sallaaaaaayacağız ortaamıııı…
Muhteşeemsiiniiiz,
Eveeet mi?
Eveeeeeeet…
Şahaneesiiniiiizzzzz…
Hoooppaaaa….
Ne söyleyelimm şimdiii?
Saaallaaa saaallaaaa mı?
Nasıııııllll…?
Saaallaaaa saaallaaaaa…
Taaaamamm mı?
Taaammaaammmmm…
Haydi amaaa heep beraabeerrrr….
Elleri göremiyorum amaa elleeriiiiii…
Haydi elleerrr havaayaaaa…
Hooooppaaaa…
Dökecekmiiyiiiiiz kurtlarımıızııııı bu geceeeee?
Eveeeeet…
Sallayacakmıyııız her yeriiiimiiziiiii?
Eveeeeeeeet…
Sallayacaakmıııyııııız her yeriiii?
Eveeeeeeeeeeeeeet….
Sallaaacaaakmıııyııııızzzz her şeyiiii?
Eveeeeeeeeeeeeeeeeet….
Haydiiiiii o zaman…Hooooppaaaaaa…
Alttan, alttaan,
Ohhhhh, kıvııır kıvııııırrr…
Heeep beraaaabeeer…
Sallaaa saallaaaa gül memeeleeeeer oynaaasııınn…
Sallaaa saallaaaa yer yerinnndeeeenn oynaaaasııınnn…
Haaaaydiiii….
Heeep berabeeeer…
Ooooooohhhh…
Altmışşşş….
Yeetmiiişşşşş….
Seeekseeeeeennnn…
Oooohhhhh,
Alttaaaaaann,
Üstteeeeeeeeennn,
Kıvvıııııır, ohhhhhhhhhhhhhh,
Mendilleriiii göreeyiiim mendiillleeeeriiiiii….
Haaaydiii eeelleeerrrr haaavaayaaaa….
Yakacakmıııyııızzzzzz her yeri?
Eeveeeeeeeet….
Yıkacaakmıııyııızzzzzzz her şeyiii?
Eeveeeeeeeeeet…
Duyacaaak mıııı sesiiiimiiziiii bütün aaaleeeeemmm?
Eeveeeeeeeeeeeeet….
Hoooooppaaaaaaaaaaaaaaa…
Heerkeesssss ayaağaaaa….
Heeep beraaabeerrrr….
Saaaallaaaaa saaaaallaaaaaa gül memeeleeeeeer oynaaasınnnn…
Saaaaallaaaaa sallaaaaaaaaa yer yerindeeeeen oynaaaasınnnnnn…
Bütün aleeeem duyduu muu sesimiiiiziiiii?
Eeeveeeeeeeeet…
Saaallaaadık mı aleeemiiii?
Eeeveeeeeeeeeeet…
Haydiiii son biiir keeeeez….
Heeeeep berabeeer…
Oturaaan kalmaaasıııın miilleeeeet…
Herkeeees ayaaağaaaa…
Mendiiiilleeriii göreeeeyiimmmm meedilleerrriiiii….
Haaydiiii elleeeeerr haaavaayaaa….
Hoooooppaaaaa….
Saallaaaaaaaaa saallaaaaaaaaaaaa….
Şahaneeesiiiniii zzzzz…
Müüüthiiişsinniiii zzzzzzz….
Muuuhteeeşeeemmmsiiiniiiiiiii zzzzzzzz….
Kııvvırıııınnnnnn kııvvıırııııınnnnn…
Yaaandaaaan yaandaaaaan…
Oooohhhhhhhhhhhh…
Şimdiiii….
Hadiii sooon keeeeeez….
Kalmasın kimseee otuuraaaann…
Heeeeeerkeeeeessss heeerkeeeesssss ayaaağaaaa…
Elleriiii göreeyiiimmmm elleeeeriiii….
Haaydii elleeeeer haaaavayaaaaa,
Altmııışşş….
Yeeetmmiiişşşş…
Seeeekseeeennnnn…
Dooooksaaannnnnnnnn’lar,
Derken,
Geldik mi,
2010’lara?
He valla,
Nasıl da geçti gitti yıllar su gibi be şeker kardeşim,
Elleri melleri, alemi malemi sallaya mallaya,
Hani bir varmıışşş, bir yokmuş misali,
Aaahh ahhhhh,
Şu kısacık hayatta…
Geeeçtiii gittiii güzeliimm günler…
Derken,
Heeep beraabeerrr,
Ayakta görmeyeyim ama kimseyiiii,
Abla ört o gül memeleeriiii,
Otursun herkes yerleriineee bakiiim,
Hooop sen de yenge, arkada ki baayan başın başın, saçlar saçlaaarr...
Haydi bakalımmm…
Hep berabeeeer,
Bir ben bir siz,
‘’Sorduum sarı çiçeğee,
Annen baban vaaar mııııdır,
Çiçek eydür derviş babaa,
Vatan millet topraaktııııır,
Sordum sarı çiçeğee,
Benzin nedeeen sarııdıııırrr...’’
Olmuuyooor,
Kaldırmayın ammaaa elleeriiiii,
Oturun bakiim yerleriiiniizeeeeee,
Olmuyor ammaaa.
Haydiii,
Bir dahaaa,
Soon defaaaa,
Heeep beraabeeeeer…
Ya da ,
Ya da, sıra geldi,
Yeniden,
Sarı Zeybek oynamaya…
‘Haydi elleer havaayaaa, hoooppaaaaa…’
‘Tempooo, tempoooooo…, haaydiii miilleeeet…’
Haaaaydiiiiii…,
Bildiğimiz yerden geldi.

16.01.2012
‘Namazını camide kıl, puanını topla, ödülü kap’, ‘Haydi çocuklar camiye’ yarışması başlıyor.
90 gün sürecek yarışmada, sabah ve yatsı namazının puanı 30, öğle, ikindi ve akşam namazının puanı 10.
En çok puana ulaşıp dereceye girecek öğrencilere, dizüstü bilgisayar, bisiklet, çeyrek altın, MP3 müzik çalar gibi ödüller verilecektir.
Ne gaddar güzel düşünülmüş bir yarışma.
Ne gaddar masum ve de çocukların, Türk gençliğinin sağlıklı gelişimine, ne gaddar sağlıklı katkılar sağlayacak bir yarışma bu,
Bravo.
Zaten,
‘Karanlığa küfretmeyeceğiz. Bir mum yakacağız’ düşüncesiyle yola çıkılmış.
Yaklaşan ‘Kutlu doğum haftası’ daha şenlikli geçsin diye düzenlenmiş bir yarışma bu,
Gerçekten bravo.
Sadece erkekler içinde değil, kızlar da katılabiliyor.
İki grup da yarışacağız, 1-4 sınıflar ve de 5-8 sınıflar olarak.
15 Ocak tarihine kadar başvuruda bulunabiliyor tüm çocuklar.
23 Nisandan bir hafta evvelde yarışma bitiyor. Kutlu doğum haftasında yani.
Camiye gelen çocuklara, namaz saatine göre kupon verecek gönüllüler, onlarda namaz karnelerine yapıştıracaklar.
Bir daha tekrarlamadan rahat edemeyeceğim.
‘Haydi çocuklar camiye’, ne güzel, ne masum bir yarışma.
Kucağına oturan çocuklara elma şekeri vaad eden sevecen, sevgi dolu tonton amcanın kulaklarını çınlattım nedense.
Ne güzel, ne sevecen, ne sevgi dolu bir yarışma bu hakikaten.
Devam edelim,
Neredeymiş bu yarışma, hani kıskanacaksak bakalım hangi yöremizin akıllarını, çocuklarını kıskanalım,
Hani takdir edeceksek, bakalım hangi ilimizin, hangi ilçemizin insanlarını takdir edelim diye yani…
Konya’nın,
Seydişehir ilçesinde düzenleniyor bu yarışma bu sene.
Yarışmayı da,
Seydişehir ilçesinin avukatı, imamı, öğretmeni, esnafları ve mali müşavirleri tarafından kurulmuş,
‘Seydişehir Çevre Kültür Gençlik ve Sosyal Dayanışma Derneği’ düzenliyor.
Ne gaddar güzel,
Ne gaddar sevindirici.
Hele o öğretmenin de organizasyonun içinde olması beni bitirdi.
Canım ya, işte memleketimin idealist, çağdaş öğretmeni.
Çalışkan da, çalışıyor baksanıza.
Ayrıca müftü,
‘Namaz önemli bir ibadettir ve namaz kılanlar günümüzde gittikçe azalıyor’ da, demiş.
Seydişehir’in durumunu zaten son yıllarda hiç beğenmiyordum, camiler gittikçe tenhalaşıyordu.
İyi olmuş, kesinlikle.
Yürekten destekliyorum ve de,
Ben diyorum ki bu yarışmayı tüm yurda yayalım.
Namaz kılma mecburiyeti de gelirse bir gün,
Hem çocuklarımızı şimdiden teşvik etmiş oluruz, hem de onların gelişimine katkı da bulunuruz.
İbadet şarttır. Böylesine gönülden, insanın kendi rızasıyla yaptığı, ettiği ibadetler Patron katında en makbulü sayılırlar.
Her ne kadar parayla imanın kim de olduğu belli olmaz derlerse de,
İnanmayın,
Artık,
İmanın olduğu yerde para da illaki var, ne güzel.
Artık iman mı parayı getiriyor,
Para olunca imana mı kapılıyor insan ben bilemem,
Çünkü bende ödüllü imanda yok, zaten parada.
Ben Patrona hayran hayran yaşıyorum doğduğumdan beri, öylesine, kendi kendime.
Onunda aklına,
‘Yahu bu kulum madem ki bana aşık yaşıyor, dur şuna bir ödüllü iman ve de yanında da para vereyim’ demek gelmedi,
Bende istemedim zaten.
Neyse,
Bu yarışmayı yaygınlaştırmamız şart.
Hatta bu yarışmaya ben başka bir boyut daha kazandırmak istiyorum.
Bu yarışma iş adamlarımız arasında tüm yurt sathında da düzenlenmeli.
Sloganı da,
‘Yazdır puanı, kap ihaleyi, haydi siolar camiye’ olabilir.
Şöyle,
Puanları yine aynı tutalım, Seydişehir’lilerin başlattığı bu çağdaş kampanyaya da destek vermiş oluruz.
İş adamlarımızın camilerde kıldıkları namazların puanlarını her sene tespit edip, topluyor olsun bir komisyon,
Sonrasında puanları değerlendiriliyor ve de en yüksek puandan başlamak kaydıyla,
En büyük ve en karlı,
İhaleler de dağıtılıyor kazanan iş adamlarına.
Aslında bugün ki gibi, bugün ki düzenden tek farkı yarışmayla daha da heyecan katıyoruz iş hayatına, bir de halka açılmış oluyoruz, kim daha iyi diye.
Demokrasi adına müthiş bir gelişme olur memleketimiz için, demokratik bir durum yani.
Turistik seyahatlerde kılınamayan namazlar puandan düşülüyor, gezmek yok oraya buraya, unutmadan yazmak istedim.
İş kadınları, iş erkekleri herkes katılabilir. Cinsiyet ayrımı da yok.
Böylece tüm aile aynı konu için, yani namaz, yani ibadet için yarışabilecek.
Sadece ödüller farklı, o kadar.
Bunu taa 1920’lerin başında akıl etseydi devlet büyüklerimiz,
Ne güzel olurdu kim bilir.
Çağdaşlaşma yolunda seksen doksan seneyi boşu boşuna kaybetmemiş olurduk.
Amma, olsun,
Kapatırız biz bu açığı.
Yeter ki,
Seydişehir’lilerin önderliğinde başlatılan bu kampanyayı bütün yurt sathına yayabilelim.
İçim fıkır fıkır oluyor.
Sevinçler göğsümden fışkıracak gibi.
Anneler geliyor gözümün önüne,
Babalar,
Minnacık çocuklar,
Uzun uzun eteklerini toplamışlar,
Herkesler günde beş vakit camilere koşuyorlar yellim yellim,
Öğretmenler,
Müftüler,
Avukatlar,
Esnaf,
Mali müşavirler,
Kaymakamlar,
Belediye başkanları,
Valiler,
Devlet erkanı,

Yolların kenarlarında toplanmış,
Feslerini, sarıklarını (aman eşarpları atmayın gaza gelip) havaya ata ata,
Moral, destek veriyorlar camilere doğru koşanlara,
Ve en sonuncunun peşine takılıp, onlarda doluşuyorlar camilere.
Puan kuponları,
MP3 müzik çalarlar, diz üstü bilgisayarlar, bisikletler, ihale dosyaları,
Havalarda uçuşuyorlar.
İmanla paranın kimde olduğu lafı üzerinde çalışılmış,
Değiştirilmiş,
Arapça afişler var etraflar da, her yerlerde,
Türkçeye çevirirseniz diyor ki,
‘Her nevi iman satın alınır, her nevi ibadete teşvik primi verilir, alınan her bir iman insanlığın geleceği adına büyük bir kazançtır’.
Ne gaddar güzel, ne gaddar sevindirici insanlık adına.
Patron da yukarıdan bakıyor manzaraya,
Ve de bir gürlüyor yine,
- Çağırın bana Cebrail’i, Azrail’i, Mikail’i, İsrail’i…Çabuk…
Dört melek apar topar patronun önünde ışıktan öte bir hızla.
- Bana hemen bir Kuran-ı Kerim bulun, çabuk.
Hepsi zaten göğsünde taşıyor bir tane, Cebrail hemen veriyor patrona,
- Şimdiii…Açın bakalım hangi bölümde biz hata yapmışız…
Tüm melekler şaşkın, ne hatası, nerede yani diye bakışıyorlar.
Anlıyor Patron durumu,
- Önce sorum şu size, neden Cami denir İslam dini için inşa edilen ibadethanelere?
Mikail hemen atladı,
- Yüce Patronum bizim isimlerimizin ilk harfleri olduğu için koydu bu ismi insanoğlu…
- Güzeeel…Cami işlerinden sizler sorumlusunuz demek ki, pekii, biz nerede atladık da yazdırdık Kuran-ı Kerim’e ki, ibadetler dünyevi değerlerle ödüllendirilecektir diye?
Hepsi birden aynı anda atlıyorlar cevap için,
- Hiçbir yerde yazmadık yüce Patronum, ibadet insanın gönlünden gelir, içinden gelir, ibadetle kazanılan tek ödül insanın içine dolan sevgi olabilir, ha bir de şu cennet cehennem meselesi var.
- Peki siz ayakta mı uyuyorsunuz, nedir bu insanoğlunun yediği haltlar? Ne oluyor yahu, ödüller konuyor ibadetler için, bu dinsiz, imansızlar bilmiyorlar mı, dinle ibadetle dünyevi kazançlar elde edilemez, edilmemeli, İslam’ın ilk kuralı değimlidir bu, biz bunu taa bin altı yüz yıl evvel akıl edip, bu yüzden oturup da yeni bir din yazmadık mı, ne bu rezalet yahu… Tek tek oturup anlatmadık mı? Azrail efendi, hepsinin isimlerini istiyorum tek tek…tek tek…
- Ve de bana hemen o mavi gözlü adamı çağırın bakayım bir…
Mavi gözlü denince tüm melekler biliyorlar kim olduğunu,
Geliyor mavi gözlü,
- Nasılsın Mustafa?
- Hiç iyi değilim Patron.
- Hayrola, sende mi okudun haberi?
- Sadece o haber olsa iyi Patron, bunlar önce sadece bana karşılar, dertleri sadece benim zannediyordum, şimdilerde görüyorum ki, sana da isyandalar bunlar. Bunların dertleri başka Patron. Zıvanadan çıktılar Patron bunlar.
- Sorma Mustafa, benim de çok sıkkın canım. Nerede hata yaptık Mustafa, ben bile çıkamıyorum işin içinden. Kendi hallerine mi bıraksaydık, kıyamadım ama, sen de kıyamadın be Mustafa…
- Kıyamadık Patron. Ne sen kıyabildin, ne ben. Senden bir şey istesem yapar mısın benim için Patron,
- Sen ne istersen yaparım Mustafa, söyle
- Patron beni aşağı yollar mısın yeniden?
- Ciddi misin?
- Çok ciddiyim Patron, benim aşağıya inip, bir çeki düzen vermem lazım yeniden bunlara. Olmayacak böyle, bana dinsiz dediler, sonra gittiler kendileri dinden imandan çıktılar Patron. Hem senin işleri de toparlar gelirim. Zaten çok uzun sürmez, beni görünce karşılarında, kaçacak, girecek delik ararlar bunlar.
- Mustafa, bak ne diyeceğim, sen inme aşağıya, aşağıda seni seven, sana inanan çok insan var. Ben onların yüreklerine cesaret vereyim son bir kez, akılda vereyim yeniden, tekrar bir deneyelim belki bunlar becerirler bu işleri Mustafa, ne diyorsun?
- Deneyelim mi? Olur mu dersin Patron?
- Bir deneyelim diyorum Mustafa, baktık olmadı, mecburuz, o zaman zaten ineceksin aşağıya, çare yok. Sen aşağıdan ben yukarıdan toparlayacağız.
- Oldu Patron, bakıyorum da manzaraya pek umudum yok, ama son çare deneyelim bir kez daha.
- Hadi beni yalnız bırakın...
Patron, Mustafa’nın bir millete kazandırdığı tüm değerler tek tek eriyip gittikçe canı zaten çok sıkılıyordu,
Üstüne bir de kendi yarattığı dinlerin değerleri de tek tek erimeye başlayınca çok daha fena sıkılmaya başladı canı.
Melekler dışarı çıkarken kendi kendine mırıldanıyordu Patron,
- Seydişehir ha, Cami ha, namaz ha, ödül ha, ibadete ha, sizi hiç unutmayacağım,Seydişehirliler, hiç ama hiç, dur bakalım, diye…
Bizde hiç unutmayacağız.
Mustafa ile Patron arasında mekik dokuyacağız biz de bundan sonra, anlaşıldı.
Ya biz Mustafa ile Patron arasında mekik dokuyacağız,
Ya da Mustafa’yı geri gönderecek Patron,
O zaman sakat durumlar.
Gelince onunla göz göze,
Utançtan,
Kaçacak delik arayacağımıza,
Hadi bakalım,
Başlayalım bir yerden.
Önce Mustafa’yı yok etmeye kalktılar, yetmedi,
Şimdi de Patron’a diktiler gözlerini.
Hadi bakalım,
Bir yerinde başlamak şart ki ne şart oldu,
Artık iyice zıvanadan çıkıyor bu işler, Mustafa haklı.
Hadi bakalım.

Not: Konu ile ilgili haber linkleri;

15.01.2012
Hadi ilk kez. Hadi, olur, olacak da, ama inanırsanız olur.
Ama çalışırsanız olur. Ama olur. Yeter ki, dikin kuyruğu havaya ve de,
‘Ben de varım, ben de bu ülkenin vatandaşıyım arkadaş, Atatürk benim, bana ait de’.
‘Beni yabana atamazsın hemşerim de’.
‘Benim başıma Atatürk gibi bir talih kuşu kondu,
Ben talihime de, talihimin ismine de sahip çıkıyorum, bundan sonra, bilmiş olun de’.
‘Meydanı boş buldunuz galiba birader de’.
‘Bir adım, bin adım olur,
Sonra bir milyon adım olur de’.
Çıkın kaderinizden dışarı,
Vatandaş olun,
Bu ülkeyi kuran adamın, isminin bekçisi olun,
Giyin ayakkabınızı çıkın evinizden.
Hadi,
Kararlı,
Çekinmeden,
Üşenmeden.
Gelin haftaya cumartesi Anıtkabir’e.
Gelin ki,
Başaralım hep beraber.
Gelin ki,
Sahip çıkın,
Kara tahtanın üstünden,
Sizlere gülümseyen adamın,
İsmine.
Hani o beğenmedikleriniz var ya,
Hani o şikayet ettikleriniz var ya,
Hani o ‘ne olacak bu memleketin hali’ demenize neden olanlar var ya,
Onlar neden oldu biliyor musunuz?
Siz ayakkabılarınızı giyip,
Kollarınızı sıvayıp,
İnandıklarınız uğruna çalışmadığınız için oldu.
Hiç mi ders almadınız?
Hiç mi farkında değilsiniz bu güne kadar yapmadıklarınızı?
Hiç mi içinizde, aklınızda,
Yüreğinizde bir sızı yok yapmadıklarınız için pişmanlık adına?
Hiç mi bu ülkenin ortağı olduğunuzu hissetmiyorsunuz?
Hiç mi sorumlu hissetmiyorsunuz kendinizi bu ülke için?
Hiç mi önemsemiyorsunuz bu ülkenin geleceğini?
Bu ülkeyi kuranlara,
Bu ülkenin bağımsızlığı için ölenlere,
Demokrasi için,
Cumhuriyet için canını bir kez dahi düşünmeden verenlere,
Hiç mi borçlu hissetmiyorsunuz kendinizi?
Hiç mi vefa duygusu yok derinlerinizde bir yerde?
İyi düşünün.
Bir kez daha bakın içinize,
Aklınıza,
Vicdanınıza,
Ruhunuza,
Ve sizin, çocuklarınızın, torunlarınızın geleceklerine ve,
Sonra bir karar verin.
Ve giyin ayakkabılarınızı,
Kalkın gelin Anıtkabir’e.
Haftaya cumartesi günü.
Deyin ki,
Özür dileriz Atam.
Biz bilemedik, eksik yaptık, hata yaptık deyin.
Amma,
Sonra da deyin ki,
Artık akıllandık.
Gördük neyin ne olduğunu,
Uğruna kolları sıvayıp da çalışmazsan,
Olmuyormuş, aldık ağzımızın payını,
Amma,
Şimdi başlıyoruz yeniden deyin.
İlk senin adına sahip çıkacağız,
Sonra da durmayacağız,
Demokrasi için,
Laik bir cumhuriyet için,
Hep çalışacağız deyin.
Bir daha kaderine bırakmayacağız bu ülkenin geleceğini deyin.
Siz sadece bir oy değilsiniz.
Sizler bir oydan çok daha fazlasınız.
‘Ne olacağına sen karar ver’ bu memleketin,
‘Ne olacak bu memleketin hali’ diyeceğine.
Ve,
Kalk gel Anıtkabir’e.
Bir resim çektir en azından.
Arkadaşlarınla.
Hatıra olur çocuklara, torunlara.
Gösterirsin.
Oturtursun kucağına,
Anlatırsın.
Torununun yaşadığı, büyüdüğü, okuduğu bu ülkeyi kuran önderi anlatırsın.
Sonra birkaç densiz, birkaç duyarsızın,
Onun ismini çalmaya kalktıklarında,
Nasıl da uğraştığını,
Nasıl da çabaladığını anlatırsın.
Ve de,
‘O zaman biz bir avuç insan uğraşmasaydık,
Az daha gidiyordu Atatürk ismi elimizden’ de.
‘Çok çalıştık, çok çabaladık, kaptırmadık ismi’ de.
İllaki bir şeyler dersin.
Çünkü diyecek bir hikayen vardır artık.
Senin hikayen.
Ve o hikaye, bir büyük önderin isminin,
Bir millete ait olduğunun hikayesi olur,
Anlatılır her yerde.
Ya da,
‘Ya da’sını yazmak bile gelmiyor içimden.
‘Ya da’ yok çünkü.
Ben ‘ya da’ yı kabullenemem, sen de kabullenmek istemiyorsun,
Giy ayakkabılarını,
Gel ve dur orada.
Senin durduğun yer,
Haddini aşanların durması gerektiği yer olacak.
O sınırı sen çekeceksin.
Bu ülkenin sınırlarının çekildiği gibi.
Amma,
Önce evden çıkman lazım,
Ayakkabılarını giyip.
Ha,
Sakın resim çektirmeyi unutma hep beraber, sakın.
Hatıra olur torunlara, çocuklara.
Altına da yaz,
‘Atatürk’ün ismini geri almak için çalışmaya başladığımız ilk gün’.
21 Ocak 2012 Cumartesi, 11.30
Anıtkabir.
Sonra sorar torunlar,
- E ee..ne oldu sonra?
Sen de,
- Ne olacak evlat, aldık tabii ki geri. Aksi olabilir mi,
De,
Sonra da gülümse resimdeki arkadaşlarına bakıp,
‘Yahu amma da gençmişiz o zamanlar’,
De.

14.01.2012
Aşk çocuklarından, önderleri Ata’larına mektup.
Sevgili, Saygıdeğer Atamız,
Bizler huzur içindeyiz, sen de huzur içinde yat Atam.
Huzuru sen de, biz de çok hak ettik, bunun bilincindeyiz Atam.
Ey Atam,
Bizi soracak olursan, bizler bize açtığın, önderlik ettiğin yolda ilerlemeye devam diyoruz.
Senin ve ilkelerinin ışığı her zaman aydınlatıyor yolumuzu.
Senin ışığını takip ediyoruz, gece ve gündüz.
Bizler,
Kurduğun Cumhuriyete,
Bizlere emanet ettiğin tüm değerlere,
Hayata adım attığımız ilk andan itibaren,
Her gün,
Yirmi dört saat sahip çıkıyoruz Atam.
Huzur içinde yat Atam.
Bizler de huzur içindeyiz.
Bu huzuru, hayata adım attığımız ilk andan itibaren de içimizde hep hissettik Atam.
Bu huzurla,
Senin ilkelerini payidar kılmak için çok çalıştık.
Her gün,
Yirmi dört saat çalıştık Atam.
Yemedik,
İçmedik,
Kendi şahsi çıkarlarımızı gözetmedik,
Hep,
Cumhuriyet için,
Demokrasi için,
Vatanımız için,
Milletimiz için,
Gençlik için,
Ülkemizin geleceği için,
Medeniyet için,
Laiklik için,
Senin bizlere kazandırdığın çalışkanlıkla,
Senin bizlere kazandırdığın vizyonla,
Senin bizlere kazandırdığın Vatan ve,
Aşıladığın insan sevgisiyle,
Durmadan,
Bir an bile duraklamadan, tereddüt etmeden çok çalıştık,
Atam.
İhtiyacımız olan kudret,
Zaten damarlarımızdaki asil kanda da mevcut olduğu için,
Hiç de zorlanmadık Atam.
Senin ölümünden sonra,
Mevcudiyetimizi ve istikbalimizi,
Yani senin bizlere kazandırdığın en kıymetli hazinemizi,
Bizlerden mahrum etmek isteyen,
Dahili ve harici,
Bedhahlarla da hiç karşılaşmadık Atam.
Bu nedenle,
İstiklal ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyeti de,
Hiç de zuhur eylemedi Atam.
Bizim çalışkanlığımız, duyarlılığımız ve senin bizlere kazandırdığın vatan sevgisi nedeniyle,
Ne cebren, ne de hile ile,
Aziz Vatanımızın,
Hiçbir kalesi zapt edilemedi,
Hiçbir tersanesine girilemedi,
Ordumuz dağıtılamadı ve,
Memleketimizin hiçbir köşesi de işgal edilemedi Atam.
Ne mutlu bizlere.
Ne mutlu sana, huzur içinde yat Atam.
Dolayısıyla,
Bu şeraitten daha elim, daha vahim bir durumda tezahür etmedi, edemeyince de,
Sen öldüğünden beri,
Memleketin dahilinde,
Hiçbir kimse,
Gaflet,
Dalalet,
Ve hatta hıyanet içinde bulunamadı,
Ve hatta huzur içinde yat ki,
Hiçbir iktidar sahibi,
Şahsi menfaatlerini ön plana çıkaramadılar sayemizde ve,
Memleketi ele geçirmek için siyasi emellerini de kullanamadılar Atam.
Biz Türk gençliği olarak, bıraktığın mirasa hep sahip çıktık,
Kimseye, bir an için bile hiçbir şekilde hiçbir fırsatı tanımadık Atam.
Ve de yine bu nedenle,
Milletimiz,
Fakr ü zaruret içinde,
Ne harap oldu,
Ne de bitap düştü Atam.
Huzur içinde yat, ruhun şad olsun Atam.
Böyle bir ahval ve şerait içinde kalınmayınca,
Muhtaç olduğumuz kudrette,
Zaten damarlarımızdaki asil kanda mevcut olduğu için,
Yılmadan,
Vazgeçmeden,
Büyük bir çoşku ve heyecanla,
Tüm resmi ve dini bayram tatillerimizde,
Senin vakit bulup da göremediğin tüm ülkeleri,
Tek tek ziyaret ettik Atam.
Senin gözün arkada kalmasın,
Bizlerin de gözleri arkada kalmadı zaten Atam.
Bizler için batıdan açtığın pencereden ve kapıdan her sene defalarca girdik,
Ve batıya,
Geldiğimiz medeniyet çizgimizi anlattık, gösterdik,
Onlara Türk gençliği nasıl gezer, nasıl yer içer,
Nasıl eğlenir,
Gerektiği an,
Nasıl gününü gün eder hepsini gösterdik, onlara senden, Kurtuluş Savaşımızdan sonra,
Bir kez daha günlerini gösterdik Atam.
Sen bizlere güveni aşıladın,
Ve Vatanı teslim ettin,
Bizlerde bu güvenle senin yolunda yürüdük,
Biz de bayramlarda seyahatlere giderken senin bizlere teslim ettiğin gibi,
Vatanı,
Kimi bulursak ona teslim edip gittik Atam.
Sonuçlarından memnunuz,
Mesutuz,
Mutluyuz,
Huzurluyuz Atam.
Yetmedi, doyamadık Vatana ve senin ilkelerine hizmet etmek adına,
Seni daha da yüceltmek için,
Senin tüm dünyada her gün defalarca hatırlanman için,
Ve layık olduğun sevgi ve saygıyı görmen için,
Senin ismini,
Atatürk’ü markalaştırdık, markalaşmasına milletçek izin de verdik Atam.
Türk gençliği olarak,
Globalleştik,
Seni de global ettik Atam.
Hep çalıştık hep Atam.
Her sene başı elimize geçirdiğimiz ilk ajandadan,
Resmi ve dini bayramlar bizlere kaç gün tatil kazandırır, her yıl ekstradan kaç gün çalışmayacağız,
Durmadan,
Yılmadan, uğraştık, didindik,
Hep hesap ettik Atam.
Senin bizlere öğrettiğin gibi her bir kuruşumuzu dahi hesap edip,
Erken rezervasyonlar yaparak, her nevi fırsatı değerlendirerek,
Yurdumuza,
Vatanımıza,
Avuçlar dolusu dövizler kazandırdık Atam.
Ve en önemlisi Atam,
Resmi tatillerimizde statlarda yapılacak törenlere giderken yollarda, trafikte vakit kaybetmeyelim,
Daha da, daha da çalışalım,
Vatanımıza daha da çok hizmet edelim diye,
Törenleri bile kaldırdık Atam.
Biz Türk gençliğine kazandırdığın Vatan aşkıyla yandık hep,
Aşkınla yandık,
Sevginle coştuk,
Aşkla yaşadık, sevgiyle yüceldik,
Ve senin sayende, senin bizlere kazandırdığın bağımsızlık aşkıyla hepimiz Aşk çocukları da oluverdik Atam.
Sana olan aşkımızın ispatı için,
Senin vecizlerini, sözlerini, fotoğraflarını,
Tüm sosyal internet sitelerinde,
Durmadan,
Yılmadan, usanmadan yayınladık ve böylece,
İlkelerine,
Ve bize emanet ettiğin Vatana, sahip çıkarak,
İlkelerinin ve Vatanımızın bekçileri olduk, olmaya da,
İnternet siteleri var olduğu ve bağlantılarımızda da bir sorun olmadığı müddetçe,
Korkmadan, yılmadan, cesurca ve,
Son nefesimize kadar devam edeceğiz Atam.
Gözün arkada kalmasın,
Huzur içinde yat,
Ruhun şad olsun Atam.
Atam,
Sana bu mektubu,
Senin, tahtanın başına geçerek bizlere her bir harfini tek tek öğrettiğin Türkçemiz yerine,
Muasır medeniyetler seviyesinde nerelere ulaştığımızı sana çok daha iyi gösterebilmek ve kanıtlayabilmek adına,
Aslında ingilizce yazacaktık.
Yapamadık, akşam geç yattık yine, nette gezindik çetleştik biraz, vaktimiz kalmadı,
Sabah da erken uyanamayınca, olamadı Atam.
Artık bu kusurumuz da nazarı olsun Türk gençliğinin,
Bizleri lütfen affet Atam. Affına sığındık,
Bize verdiğin bunca vazifeyi ifa ederken,
Bir küçük günahımız için,
Bin sevabımızı göz ardı etme,
Atam.
Haftaya cumartesi günü ‘Atatürk’ü nasıl markalaştırdık, sana güzel güzel anlatalım da,
Türk gençliği ile gurur duy diye Anıt Kabir’de seni ziyarete geliyoruz,
Aman görünce şaşırma,
Suratımız kıpkırmızı,
Sakın telaşlanma,
Solaryumdan yeni çıktık,
Atam.

13.01.2012
Afişten üst başlık;
‘’Gerçek bir kadın çuval da giyse dişidir ve gerçek bir kadın etrafındaki erkeklerde mıknatıs etkisi yaratır!’’
Devamı;
‘’Gerçek ve unutulmuş dişilik bilgilerini öğrenmeye çalışan kadınların değişim öyküleri…’’
Kitabın kapağından;
ASLINDA GİDEN ERKEK YOKTUR.
Dişi olmanın unutulan sırları.
‘Bereket kadının rahminden doğar’
Bu bir kadın yazarın,
Sn. Seda Diker’in bir haftada 25.000 adet satan kitabının kapağı ve de reklam afişindeki tanıtımın metnidir.
Yer, İstanbul Levent Metro İstasyonu.
Tarih, 11.01.2012 Çarşamba.
Ve,
Yazıların hemen yanında çıplak tenine (en azından o hissi veriyor fotoğraf) çuval kumaşından omuzları açık, kısa bir elbise giymiş bir kadın yere hafifçe yayılarak oturmuş.
Çıplak ayaklar, bacaklar hafiften açılmış.
(Ara Not: Yalan söylüyorsun, yaalaaaann…diyenlere, afişin fotoğrafını mail ederim, kala kalırsınız öyle. Bizde her şey belgeli, yalan yok).
Neyse devam,
Afişin başında yedi sekiz kadın vardı ben gördüğümde.
Dikkatlice inceliyorlar ve okuyorlardı afişi ve kitabın kapağını.
Biri yazarın ismini not aldı telefonuna.
Kadınlarında fotoğraflarını çekecektim afişin önünde, tren geldi, beceremedim.
Budur.
Sevinçler içindeyim sizler adına, ne mutlu siz kadınlara.
Bundan sonraki işveli ve cilveli hallerinize ve dişiliğinize büyük katkılar sağlayacak dev bir hizmet daha bir kadından, tüm kadınlara.
Ve bu müjdeyi sizlere ulaştırmayı bana nasip etti yüce patronumda.
Artık gözüm açık gitmez, bir erkek olarak.
Ben ne kadar iyi bir insanım, umarım ve ümit ederim ki tartışılmaz bugünden sonra.
Memleketimin,
Dişilik uzmanlarından bir baayan,
Sizlere dev bir hizmet için gencecik yaşında saçlarını süpürge etmiş,
Çalışmış didinmiş ve,
Ve yüzlerce sayfa yazmış siz kadınlar için ve artık gerisi de sizlere kalmış.
Bundan sonra yok o erkek gitti, yok bu erkek uçtu,
Deme hakkınız yok şekerlerim.
Ya siz çuvalı taşımayı bilmiyorsunuz,
Ya da niyetiniz yok dişiliğinizi geliştirmek adına demektir bundan sonra, eğer ki erkeğiniz gidiverirse evden.
Sen,
Çuvalla bile yakalaya bileceğin dişiliği markalarla bile becereme,
Bu yüzden erkekleri mıknatıs gibi etrafına toplama,
Gerçek dişiliği unut,
Sana kaynak kitapları falanda okuma,
Sonrada neden gitti adamlar.
E gider tabii ki, adamlar.
Ki, baayan gayet net ve kesin büyük harflerle kitabının kapağında ilan etmiş,
Adamlar gitmiyor, siz gönderiyorsunuz diye.
Çünkü,
Dişi olmanın sırlarını bilmiyorsunuz, sori şekerler.
Hadi bilmediniz, olur, affederiz sizleri, sizlerde insansınız,
Olur böyle hatalar, her şey biz insanlar için,
Olurda,
Okumazsan, öğrenmezsen, öğrendiklerini uygulamazsan,
E gider tabii ki erkekler de.
Her şeyin başı eğitim.
Her şeyin başı öğrenmek.
Okumak şart.
Üniversitede falan değil,
Kolejler falanda değil.
Öyle master, doktoralar falan yapmak da beyhude,
Önce Sn. Seda Diker’in kitaplarını okumanız lazım.
Öyle üniversite diploması ile olmuyor bu işler diye yırtıyor duruyorum kendimi yıllardır,
Kafama kafama vuruyor kadın arkadaşlar.
Erkeğim ya, altında bin tane çapanoğlu arıyorlar hep.
Ve de,
Sonunda, bir kaynak kitap yazılıyor, kaleme alınıyor,
Hem de bir kadın tarafından.
Artık tezim kabul görür umarım.
Zaten ne varsa kadına destek, yine kadından geliyor. Hep derim, kadına dost yine kadın.
Ben şahsen çok tuttum bu baayanı.
Bir kere erkekler alemine dişiliğin sırlarına vakıf olmuş kim bilir ne çok yeni yeni kadınlar kazandıracak uzmanımız.
Ayrıca,
Dişilik sırlarına vakıf olmuş,
Cilveli, işveli bu kadınlarda,
Erkeğine çok da yük olmayacaklar ekonomik açıdan üstüne üstlük.
Bu bir rüya olsa gerek.
Cennetin bu dünyada olduğuna gel de inanma.
Al üç beş top çuval kumaşını,
Bitti, bu kadar.
Zaten fotoğrafın verdiği mesajda net.
Çıplak tene giyiyorsun çuvalı,
Aç omuzları bacakları tamamdır.
Ayakkabıya, iç çamaşırına bile ihtiyaç yok.
İşte kadın.
İşte dişi.
Budur.
Ki,
Yap bunların hepsini, erkeklerin gitmediklerini ispat et kendi yaşamın içinde,
Sonrada istersen,
Al kalemi kağıdı eline,
Yaz kendi öykülerini.
Çıkar yeni yeni kitapları,
Hem dişiliğin gerçek sırlarını bilmeyen, unutan kadın kalmasın bu dünyada, hem de tüm kadınlar aydınlansın,
Hem biz erkeklerde daha da ışıldayalım bu sayede.
Çığ gibi büyüsün bu devrim.
Sınırları aşsın, dünyayı dönsün dolaşsın.
2012 den çok ümitliydim, insanlık adına, daha yılın başında geldi büyük müjde.
Akşam düşündüm, biz erkeklerin kadınların bu konudaki devrimine ve gelişimine ne gibi katkılarımız olabilir diye,
Ve de üç beş erkek arkadaşıma da danıştım hemen ve hemen oracık da verdik kararımızı.
Nedir bu karar, paylaşmak isterim sizlerle. Paylaşayım ki, içiniz rahat uyuyun.
Şimdi;
Dişiliğin gerçek ve unutulan yönlerini öğrendiklerini nasıl bilecek kadınlar?
Hadi öğrendiler, nereden bilecekler ne derece doğru uygulaya bildiklerini?
Eksikleri nelerdir?
Yanlış olan yönleri var mıdır? Diye de, mesela.
Nasıl olacakta, alabilecekler bu nevi sorularının cevaplarını?
Alıp, öz güvenlerini kazanacaklar dişilikten, kadınlıktan yana.
İşte burada biz erkeklere fedakarca bir görev düşüyor devrime katkı maksadıyla.
Hiç önemli değil, yaparız bu fedakarlığı.
Fedakar doğduk, fedakar da ölmesini biliriz biz erkekler.
Bir fedakarlık daha yapalım ne fark eder ve de Sn. Seda Diker hanımefendinin öğrencileri için, tüm devrim kadınları için denek olalım bari dedik hep beraber.
Neden?
İnsanlık adına.
İşte insan.
İşte erkek.
Duygulanmayın, bizler böyleyiz.
Maksat insana yardım. Maksat devrime katkı.
Maksat erkeklerin de insan olduklarını,
Erkeklik dokularının şefkatle nasıl da sarılıp sarmalandığını,
Pamuk yüreklerimizin konu yardımsa bir kadına,
Nasıl da heyecanla pıt pıt attığını,
Siz kadınlara göstere bilmek.
Patron razı olsun Sn. Seda Diker hanımefendi gibi kadınlardan.
Patron böyle insanların ömürlerine ömürler katsın.
Bir Seda doğsun, bin Seda olsunlar bir gün.
Olsun ki,
Kadınlarımız aydınlansın. Aydınlansınlar ve,
Bir çuvalla dahi olağanüstü mucizeler yaratsınlar.
Unuttukları gerçek dişiliklerini yeniden kazansınlar.
Ve en önemlisi,
Dişiliklerini ne derece kazandılar,
Kazanabildiler mi,
Kazandılar da hangi seviyeye gelebildiler diye,
Biz fedakar erkekleri göreve çağırsınlar.
İnsan insana hep lazım.
İnsanlık, insan olmak bambaşka bir şey.
Göz pınarlarım doluyor yazdıkça.
Müthiş bir sevinç kapladı bu pamuk yüreğimi.
Ve de en en önemlisi,
Umarım tüm bu çalışmaların sonuçları bereketli olur herkesler için.
Hem tüm kadınlarımız için,
Hem biz pamuk yürekli erkekler için,
Hem de Sn. Seda Diker hanımefendi için.
Umarım bu sayede herkesin önü açılır yaşam yolunda.
Bir bereket bin bereketi getirir peşinden.
Ki,
Şükürler olsun patronuma,
Artık bereketin nereden doğduğunun,
Hem de,
Bir kadın tarafından keşfedilmesini,
Ve ilan edilmesini nasip eyledi cümle insanlık alemine bu fani dünyada.
Hayırlara vesile olsun,
Devriminiz mübarek olsun ey sevgili devrim kadınları. Ey gerçek dişiler.
Huşu içindeyim.
Huşu içindeyiz biz erkekler.
Bekliyorum, bekliyoruz biz erkekler.
Göreve hazırım, hazırız biz erkekler.
İnsanım, insanız biz erkekler.
İnsanlığımla, insanlığımızla,
Gurur duyuyorum, duyuyoruz biz erkekler.
Hoş bir seda gibi,
Doğdu içimize,
Kadınların yazdığı, kadınların biz erkekleri bir kez daha onurlandırdığı, kadınların önce kendilerine ve sonrada biz erkeklere layık gördüğü,
Bu ulvi görev,
Bu ulvi çalışma.
Ne mutlu bana.
Ne mutlu biz erkeklere.
Ve de,
Bundan kelli,
Bir çuval parçasıyla dahi her yerinden dişilik fışkıracak tüm hanımefendilere.
Ağlıyorum,
Sevinçten.
Yazamıyorum artık.

12.01.2012
Bu ülkede kaç tür hayat yaşanıyor farkında mısınız? Ve ben ‘öyle’ değilim dediğiniz, ‘öyleler’ gerçekten var mı? Varsa nerelerde yaşıyorlar?
Özellikle, ayrıcalıklı bir kısmı temsil ettiğini düşünen kadınların ‘’öyle’ kadınlar da yoktur artık, daha neler’’ dedikleri kadınlar da var mıdır? Varsalar kadınlıklarından utanmalı mıyız?
Ve de ‘öyle’ kadınlarla, ‘öyle’ erkekler nerelerde yaşarlar?
Varlar önce,
Ve de dibinizde yaşarlar.
Hem de komşusunuz onlara,
Mahallede,
İşde,
Sosyal hayatın içinde.
Dip dibe yaşıyorsunuz,
Durumdan, durumlarından bi habersiniz belki, o kadar.
Bende yıllar evvel ilk defa gördüğümde, ilk defa aralarına katıldığımda uzaydan geldim zannetmiştim kendimi,
İlk kez çıktığımda ortalıklara,
Önce çenem düşmüştü şaşkınlıktan,
Sonra da doğaldır ki ağzımda açık kalmıştı.
Aklım almamıştı olanlarla, bitenlere.
Kim kimle, kim nedir, ne değildir içinden çıkmak mümkün gözükmemişti ilk zamanlar.
Sonralarında,
Anlamaya başladım yürüyüp gitmekte olan hayat tarzını.
Benimsemedim, bir parçası olamadım, onaylamadım da bir çok yönünü,
Ancak anlamaya başladım,
Nedenlerini.
Ve de o günlerin tam da başlarında,
Kırk yaşlarımın içinde ve sonunda,
Bittikten sonra yayınevlerinin katiyen basmam dedikleri,
‘KIRıKLAR KIRıKLAR’ kitabımı başladım yazmaya.
Basmak istememelerinin sebebi sizlerin tepkilerine yakındı aslında.
Tek fark, kabul ediyorlardı olanları bitenleri,
Ancak, dediler ki,
- Kitap alıcısının büyük bir çoğunluğu kadınlar ve biz bu kitabı basarsak kızdırırız onları.
- Hard olmuş biraz, layt hale çevirin basalım da dediler.
- Biz aile yayıneviyiz, bu yazdıklarınız ailelerin tepki göstermesine neden olur da dediler.
- Bir kuşağı yargılıyorsunuz, biz bunu göze alamayız dediler.
Ve basmadılar.
Ben de bu blogu açtım ve de koydum yayına kitabı bölüm, bölüm.
Bir tane satmaz dedikleri kitabın bölümlerini binlerce insan okudu birkaç hafta içinde, amma sessiz. Okuyucu ile kitap aynıydı belki de. Belki de, kendilerine baktılar kitabın sayfaları içinde.
Çünkü bunların hepsi oldu, eskisi gibi rüzgarı alamasa da arzulardan, akıllardan yana olanlara bitenlere devam adına, olmaya da devam ediyor şiddeti azalsa da,
Hem de sizin tam da yanı başınızda.
Benim tabirimle,
58’ kuşağı diye adlandırdığım (58 doğumluyum),
Bizim kuşağın önderliğini yaptığı,
Bizim kuşağın insanlarının başlattığı bu ülke topraklarında kendine zemin bulmuş yeni bir yaşam tarzıdır bu.
O yüzden yazdım o kitabı.
Neden bizim kuşakta patladı bu durum diye.
Neden biz çektik başı, neden biz olduk öncü diye.
Neden bizim kuşak insanları defalarca evlendiler boşandılar, onlarla sevgililer edindiler ve yine yetmedi, yine olmadı diye.
Neden beceremedik sevgiyle, saygıyla beslenen, kalıcı kadın erkek ilişkilerini diye.
Neden yetiştiğimiz, yetiştirildiğimiz aile ve sosyal yapıların sanki tam da zıttına zıttına gittik diye.
İster kadın,
İster erkek olun,
Hiç fark etmez.
Hepimiz varız bu hayat şeklinin içinde. Amma az, amma çok.
Açın okuyun, sıkılmazsanız.
Mutlaka karşılaşacaksınız bir yerlerinde kendinizle, arkadaşlarınızla, aileden biriyle.
Her bir sayfa, her bir cümle, neredeyse naklen yayındır bu ‘öyle’ hayatın içinden.
Canlı canlı yazdım.
O anda çoğunu.
Yıllar yıllar içinde.
Ha, çoğu gizli kapaklıydı,
Kimse kendini,
Kimse kimseyi de atmıyordu ortalıklara.
Sizlerin tabiriyle,
‘Öyle’ olduklarını sakladılar doğal olarak.
Doğal olarak korktular, çekindiler,
Çünkü,
Hepsi anne, hepsi baba,
Hepsinin ailesi var,
Hepsi sizlerle iç içe yaşıyorlar bu hayatın içinde.
Amma,
Gizli ve kapaklı olması,
Olmadığı anlamına da gelmiyor ancak.
Ve ‘öyleler’in içinde bir çok arkadaşım da,
Dostlarım da var.
Kadınıyla erkeğiyle.
Aynı seviyede okullardan mezun olduğumuz,
Aynı sokak ve caddelerde birlikte büyüdüğümüz,
Aynı şehirlerin, aynı semtlerini paylaştığımız,
Aynı iş yerlerinden ekmek yediğimiz,
Aynı sinemaları, konser salonlarını, tiyatroları paylaştığımız,
Aynı kitapları okuduğumuz,
Aynı müzikleri dinleyip, aynı dansları yaptığımız,
Aynı partilere oy verdiğimiz,
Aynı restoranları, kafeleri kullandığımız,
Aynı mağazalardan alışveriş ettiğimiz,
Sizin gibi, benim gibi,
Şahane insanlar, ‘öyleler’de.
Şaşırdılar o kadar.
Beceremediler sizlerin becerebildiğiniz bazı şeyleri, o kadar.
Anne baba evinden çok genç yaşta çıkıp,
Karı koca evlerinde de kıvıramayıp evlilikleri,
Bu ülkenin siyasi ve ekonomik türbülanslarına kapılarak,
Aniden gelen ve hayatlarımıza enjekte ettiğimiz, edilmesine izin verdiğimiz batıya özgü yaşam tarzlarına misafir olarak,
Gencecik yaşlarda, sokaktaki yaşamdan bi haber bit kadar veletlerle ve genelde parasız pulsuz tek başlarına kalmış, betondan sağlam duran dul anneliklerle,
Gencecik yaşlarda, bit kadar çocuklarını terk etmiş, öküz muamelesi görmüş babalıktan bi haber veya çocukları için aklın almayacağı risklere atılmış gözü kara dul babalıklarla,
Gençken yapamadıklarının özlemlerinin baskılarıyla, arzularıyla,
Büyük şehir hayatının kurtlarını ‘kendileri’ gibi zannetmelerinin getirdiği, doğurduğu gönülleri ve de bedenleri denek tahtasına döndüren hata üstüne hatalarla,
Şaşkınlaşmış,
Yalnızlaşmış,
Kendince kendine bir çıkış yolu bulmaya çalışmış,
Hem yapmış hem etmiş,
Hem kendini yargılamış,
Bazen kahkahalarla gülerken, bazen kan çanağına dönen gözlerle ağlamış,
Kıvrana kıvrana yıllarını geçirmiş,
Anne babasından, kendinden büyüklerden hem fiziken, hem ruhen fersah fersah uzaklarda yaşamış, rehberlik alamamış,
Annelerdir,
Babalardır,
Sizler gibilerdir,
‘Öyleler’.
Ve de katiyen yılmadan, yıkılmadan, yaşamın üstüne üstüne giderken hiçbir zaman ümidini yitirmeyerek, her şeye rağmen, hiçbir zaman vazgeçmemeyi öğrenmiş, bu ülkede her nevi olumsuz şartta taa öğrenciliğinden itibaren ayakta ve hayatta kalma üstadı olmuş insanlardır,
‘Öyleler’.
Yaşamın içinde yürüyüp giderken,
Sizlerin becerdiklerinizi beceremeyen insanları tenkit etmek,
Attıkları size göre doğru olmayan adımlarını ayıplamak, yok saymak, onlardan utanmak, onları utandırmak,
Çok kolaydır,
Suyun üstünde kalabilmek adına.
Kendini soyutlayıp, ayrıcalıklı insan olduğunu önce kendine, sonra etrafa ispat etmek de, kolaydır.
Ancak, doğru dediklerin de, yanlış dediklerin de ne denli doğrudur ve de yanlış, çıkar karşına yaşlarınız ilerledikçe.
Kolaydır karşındakini paçasından al aşağıya etmek, yorgunu yokuşa sürmek.
Ancak,
Tenkit ede ede, ayıplaya ayıplaya kendine verdiğin güçle ilerlemeye devam edersen hayatın denizinde, bir gün yapa yalnız kalırsın, hem de donanımsız,
Ailede de,
Sosyal hayatta da,
Ülkende de.
O gün o koskocaman hayat denizinin ortasında, hem de mecalsiz.
Ve bir gün bakarsın ki,
Artık kıyı çok uzaklarda,
Ve de bir dirhem mecalin yok bir kulaç daha atmaya,
Ne açıklara doğru, ne de kıyıdan yöne.
İmdadına yetişecekler de, zamanında tenkit ettiklerin, ayıpladıkların, yok saydıklarında kalmışlardır,
Zamanında beğenmediğin kıyının şeridinde.
Hayatım insanları tenkit etmekle geçti.
Hayatım kendimi ayrıcalıklı görmekle geçti.
Hayatım kendi becerilerimi övmek,
Beceremeyenlere de bıyık altında gülmekle geçti.
Her konuda,
Her koridorunda yaşamın.
Ve bir gün,
Patron beni sevmeye karar verdi, nedense,
Ve de hayatta olmaz,
Hayatta yaşamam,
Hayatta kimse yaptıramaz,
Hayatta ben öyle olmam dediklerimin her birini,
‘Hayatta’ diye başladığım cümlelerin her birini,
Tek tek tek,
Sabırla yaşattı bana, yaşamama izin verdi en sağlıklı yaşlarımda.
Ve de öğrendim.
Ve de öğrenmeye devam da ediyorum,
Öğrenecek daha çok şey olduğunu öğrendiğim için de, duramıyorum da artık.
O yüzden yazdım o kitabı zamanında.
O yüzden yazıyorum buralarda.
Zeytinyağlı sarma sever misiniz? Yaprak dolma da der bazıları,
Benim en sevdiğim yemektir.
Hain bir yemektir.
Bir gün uğraşırsın tek tek tek sararsın,
On dakikada yenir, biter.
O on dakika için uğraşırsın bir tam gün.
Amma çok da lezzetlidir yahu,
Malzeme doğruysa, işçiliğe de özenle emek harcanmışsa, kısık ateşte yavaş yavaş pişirilip, dışarıda kurutmadan soğutulmuşsa.
Hem dersin bir daha uğraşmam, hem de dayanamayıp başlarsın tekrar sarmaya bir gün yeniden,
Lezzetin büyüsüne kapılıp da.
Okurken on dakika.
Yazarken bir iki saat.
Yazacakların için topladığın malzemeye verdiğin süreyse elli yıl,
Şimdilik.
Sarma gibi, on dakika şahane bir lezzet için,
On dakikada okunsun diye,
Elli sene.
O yüzden doğrudur bazen söylenenler.
Yıllara dayar sırtını bazen bir kelimenin oturduğu, oturması gereken yerler.
Büyümek yaşla falan olmuyor.
Yaşların ilerlemesiyle büyünmüyor hayatın içinde.
Yaşadıkça büyüyor, gelişiyor insanoğlu.
Yaşadıkça öğreniyor insan nasıl olmalıyı.
Yaşadıkça öğreniyor, gerçek sevgiyi, gerçek saygıyı kendi için, kendisine önce.
Önce kendini öğreniyor, yaşadıkça.
Ve de,
Kimseyi tenkit etmemeyi iyi öğrenmek lazım derim.
İyi öğrenmek şart. Şart ki şart.
Hata olur, amma hatalardan ders çıkarmak da lazım.
Hataların çokluğuna sevinmek lazım.
Ne kadar çok hata yaparsan o denli büyürsün, bunu iyi bilmek lazım.
Ve,
Hep, her şey komşuların başına gelir derler,
Ve sizler de birilerine komşusunuz unutmamak lazım derim.
Ve patron sağlık versin hepimize,
Önümüzde bir bu kadar daha sürecek bir yaşam varken,
Amman,
Erken konuşmayın.
Hatta tenkitlerle, ayıplamalarla hiç konuşmayın insanlar hakkında.
Çocuklarımız büyüyecek daha, anne baba olacaklar.
Onların çocukları, torunlar da büyüyecek, anne baba olacaklar daha.
Ve de unutmayın,
Hep birilerine komşu olacaklar birileri gibi bizim çocuklar da, torunlar da bir gün,
Sakın aklınızdan çıkarmayın, her şeyin insanlar için olduğunu.
Kadını, erkeği,
Bir tane insan var.
‘Öylesi’, ‘Öküzü’ bir tane insan.
Yazıyoruz, çiziyoruz kadınlar erkekler diye,
Mavrası o hayatın, ciddiye almayın, gülelim diye yazıyoruz, eğlenelim diye okuyoruz,
Dalga geçelim kendimizle,
Dalgamızı geçmeyi de öğrenelim kadınlığımızla, erkekliğimizle diye.
Komiğiz çünkü hep beraberken. Ve de komik kalalım hep böyle de.
Hayatın neşesiyiz kadınlıklarımızla, erkekliklerimizle.
Dalgamızı geçelim, eğlenelim de,
Amma gelince sıra insanlığa,
Ben susmayı, tenkit etmemeyi, ayıplamamayı, utandırmamayı öğrendim,
İnsanı insan gibi, cinsiyetine göre ayırmadan, yaşantısına becerilerine göre değerlendirmeden, salt insan olarak görmeyi de öğrendim,
Her bir insanın öyküsüne, geçmişine, geleceğine saygı göstermeyi de öğrendim.
Yeni öğrendim. O kitabı yazarken öğretmeye başladılar.
Öğrendiklerimi uygulamak içinde çabalarıma devam ederken,
Sizlere de derim ki, belki de haddimi aşarak,
Başlamadıysanız öğrenmeye, önce öğrenmeye başlayın, sonra da,
Öğrendiklerinizi uygulamaya,
Bir an evvel başlayın derim.
Başlayın,
Çünkü şahane dostlar, arkadaşlar, insanlar, şahane akıllar, duygular ıskalıyorsunuz da,
Derim.
Hiçbir ayrıcalığınız yok sizlerin kimselerden. Kimsenin, kimseden.
Bazı konularda becerikli olmuşsunuzdur, o kadar.
O beceriler de sizi daha da insan yapmaz, o kadar.
Sizlerin tabiriyle,
Onlar ‘öyle’ de,
Sizler,
‘Böyle ‘siniz diye ayırmayın insanları üçe beşe.
Kadın erkek olarak da ayırmayın,
Derim.
Bir tane insan var.
O da biziz,
Hepimiziz,
Ve hepimiz bir arada olup, bir arada yaşamayı başarınca,
İnsan olmayı becerebiliyoruz,
Derim.

11.01.2012
Pekii, madem ki durumlar böyle ise, neden kadınlar melek kalpli erkekleri beğenmiyor? da, ikide bir kaşınıp, it diye tabir edilen, ilişkide risk taşıyan tiplerden yana koyuyorlar tercihlerini?
Yani, hani kalbi temiz, kendi temiz, ruhu temiz, karıncayı incitmez, var mı yok mu belli değil, otur dersen oturur, kalk dersen kalkar, yat dersin yatar gibisinden erkeklerden yana değil tercihler?
Karaktersiz demiyorum, melek kalpli erkek diyorum.
Benim çevremde var böyle birkaç adam,
Bin senedir bir tane doğru düzgün bir kadınla yürümedi ilişkileri.
Vallahi iyi adamlar, tillahi iyi adamlar.
Yok kardeşim,
Olmuyor.
Bizim iyi ağbiler hep bekar, hep yalnız.
Gelen üç gün, üç ay kalıyor, sonra vın.
Sordum, seksten değilmiş, sırıtmayın…
Sonra soruyor çevremdeki kadınlar,
- Yaaa, yok mu doğru düzgün biri, tanıştırsana diye.
Adam gibi adam (ne demekse, ki ne demek istediklerini iyi biliyorum, biliyorum da, yok diyorum dinleyen yok, hala arada sırada da olsa veriyorlar siparişleri) yok ya ortalıkta, ümitler kesildi ya,
Doğru düzgün birine doğru razı olma hallerine de girildi son zamanlarda.
Doğru olacak,
Neresi doğru olacak detay vermiyorlar, siparişte öyle yazıyor,
Doğru olacak, peki anladık,
Bir de düzgün.
Düzgün yer içinde ayrıca yine bir not yok. Amma siparişler böyle.
Derleyip toparlarsak, kısaca,
Doğru ve düzgün erkek aranıyor şimdilerde.
Bende iki tane var,
Var da,
Son beş on yıldır bir tane doğru düzgün kadın kalmadı yanlarında üç beş aydan fazla.
Bir de it kısmısı var elimizde.
Kötü çocuklar değiller, kesinlikle,
Ama itler işte.
Bildiğimiz it.
Onlarda da durum tam tersi,
Arzın patlaması karşısında, talebi karşılayamıyorlar.
Hani, romantikler falan arada bir, kabul,
Kabul de, öyle bir kadına bağlanacak tipler de değiller,
Ki, başta koyarlar da tavırlarını,
Amma kardeşim,
Onları dinleyen kim. Ne kadar fıstık abla varsa hepsi kapıda.
E şimdi bu ne iş diyor insan, pardon erkek olarak yani.
Kadınlar şiddetle,
Doğru düzgün erkek ararken,
Ve de varken ortalıkta az çok doğru düzgün erkekler,
O nevi erkeklerle olmuyor, yürütemiyorlar bir zaman sonra,
Sıkılıyorlar mı, içleri mi bayılıyor, yoksa kaşınıyorlar mı bilmiyorum,
Üç günde terk edip, doğru düzgünü,
Yallah bizim it ağbilere.
Kadın heyecanı seviyor, düzleşti mi hayat, düzse hayat, içi kıyılıyor zamanla herhalde.
Kadın zoru da seviyor. Kadının kanında var zoru seçmek herhalde.
Alışmış zahir zorluklara, önüne kolay kolay gelince her şey,
- Amaaan bu da hayat mı, ne bir kavga, ne bir gürültü, huzur evimi burası kardeş, huzurum kaçtı vallahi diyorlar,
Fırtıyorlar,
Hemen bir it bulunuyor,
İtten sıkı mı sıkı yeni dertler peydahlanıyor,
İtişler, kakışlar, zig zaglar yaşanıyor ilişkide,
Yorgunluklar yorgunlukların üstüne biniyor,
Bitap düşülüyor ve sonunda,
Pes ediliyor.
Sessizlik dönemi, sonrasında,
- Huzur istiyorum artık, var mı etrafında doğru düzgün bir adam, tanıştırsana…diye veriyorlar yeni siparişleri.
E be var ya, ben yerim hepsini bunların. Yok böyle bir şirinlik hali.
Kadınlarsız bir hayat kadar büyük bir felaket gelemez insanoğlunun başına.
E be şekerim, doğru düzgün adamla oluyorsun,
Sıkılıyorsun iki günde.
İtle oluyorsun,
Beziyorsun iki günde,
Ne olacak senin durumun diyorum, böyle deyince de,
Öyle bir sırıtmayla karşılaşıyorum ki,
Valla yersin.
Şahane kadınlar, onlarsız bir saniye cehennem olur hayat bu dünyada.
Geçenlerde biri diyor ki,
Diyen de iki sene çok çekti bizim itlerin birinden,
- Özledim
- Şaka
- Valla özledim
- Valla şaka
- Ciddiyim özledim, geçen gün ona gittim.
- Yuuh…
- Yuh muh, gittim işte, özledim
- Ama be yavrum sen ağlayıp, perişan olmadın mı aylarca, sonra da hatta ilaçlar falan, sonra unuttum demedin mi, unutmak için debelenmedin mi…
- Evet, ama özledim, aradım, kalktım gittim.
Bu kadar. Kalkmış gitmiş, özlemiş çünkü.
Sözün bittiği yer vardır.
Bitmiş söz orada, özlemiş iti, gitmiş ona.
Öbür yanda, doğru düzgünü özleyen yok.
Bakın etrafa, doğru düzgünlerin hepsi kafelerde ellerinde laptop, ciddi ciddi gazeteler okumalar, ama tek başlarına.
Özleyen de yok, hani oldu diyelim,
Kafede kahve boyu özlüyor özleyen de. Arkadaş kıvamında.
Demek doğru düzgün erkekten arkadaş, itten sevgili oluyor kadınlara.
Dengeler bu yönde kuruluyor demek ki.
İtin cazibesinde her halde ekstra bir durumda daha var ki feci coşturuyor kadınları.
‘Ben adam ederim bu adamı’ iddia ve hırsı girincede işin içine, daha da heyecanlı oluyor ilişkiler zahir.
Diğer tüm kadınlar akılsız, beceriksiz, bir sen akıllı cin, bulacaksın formülü,
Onlar adam edemedi, amma sen etçen,
Oldu.
Olmuyor da,
Öyle tatlı tatlı anlatıyorlar ki, ister istemez ben de olsun istiyorum, olmayacağını bile bile.
Amma, beyhude verilen çabaların bir yerlerinde abla yoruluyor,
İşin peşini bırakıyor. O dakka,
Bir başka abla çıkıyor meydane,
‘Dur bakalım, ben hallederim bu işi’ diye bir gayret,
İti adam etme operasyonuna devam.
Diğer yanda,
Orada adamın biri ha bire parmağını kaldırıp, ayağa kalkıyor,
- Ben zaten adam olmuşum, ben zaten adam olmuşum diye diye,
- Otur, sıfır.
Adam öyle camgöz gibi baka kalıyor, ben nerede hata yaptım diye diye.
Hata büyük. Fazla düzgünsün şekerim. Bitti.
Ben çözdüm olayı. Sizi de bilgilendirmek boynumun borcudur.
Aslında işin püf noktası ‘pijama’da yatıyor,
Pijama işinde kilitleniyor alem.
Pijamayı icat eden her kimse zamanında, kesin psikolojik bir problemi varmış ve de takmış kafayı mutlu çiftlere,
- Mutlusunuz haaa, işler iyi gidiyor haaa, her yerde keyifler içindesiniz haaa, görün bakın ben sizin nasıl bitiriyorum işinizi demiş,
Ve de düşünmüş taşınmış, pijamayı keşfetmiş (eşofmana girsem, kitap olur bu yazı).
Bravo o insana. Bravo da onun kişisel başarısının ceremesini milyonlarca çift çekiyor şimdilerde.
Pijama. Bildiğiniz kimisi çizgili, kimisi düz renk, desenli dokuma kumaştan, kimisi hani düzü renklisi, desenlisi penyeden, hani bir kısmı eşofman gibi de olan,
Bildiğimiz, pijama.
Bugün erkek pijamalarını işleyeceğiz, yarına patron kerim bakarız, çene düşerse, kadın pijamalarına da gireriz.
Uzun yıllardır perakende işinin içinde olduğumdan, bazen mağazada geçerdim pijama reyonuna, olmadı girerdim müşteri gibi dükkanlara müşterileri izlerdim, kim alıyor bu pijamaları diye.
Alanların çoğu zaten kadınlar. Tuhaftır ki bizim ülkede erkeklerin giyeceklerini kadınlar alıyorlar genelde (not aldım, işleyeceğim bu konuyu da).
Bakıyorum kadına, bu kadının ne gibi bir cinsel fantezisi var ki, kocasına, sevgilisine bu pijamayı alıyor diye düşünüyorum.
Erkeklere bakıyorum, bir erkeğin kadınından nefret etmesi gerekir o pijamayla karşısına çıkıp,
Çıkmakla kalmayıp, oynaşıp, sevişmeye kalkışması için.
Şık bir restorandayız.
Kadınla erkeğin ilk buluşmalarından sonraki, yeni durumun ilk buluşması akşamındayız. Düzgün bir erkekle, düzgün bir kadın.
Mum ışıkları, şarap enfes.
Yemekler şahane.
Müzik insanın ruhunu okşuyor.
Gözler, hatta masa üstünde eller neredeyse sevişiyor, sevgiyle heyecan iç içe.
Adam yakışıklı, özenle giyinmiş, şık mı şık.
Kadın hem hoş, hem seksi bir kıyafet taşıyor üstünde.
Sohbet şahane.
Çıkılıyor, artık belli neyin ne olacağı.
Birinin evine gidiliyor.
Yollarda öpüşmeceler, kapı önünde.
Ve büyük bir aşkla, heyecanlar sevişmeler.
Sabah oldu, demeye kalmadı akşam oldu, günler geçiyor.
Ev haline, günlük hayata ufak ufak dönüş başlamış.
Amma aşk ve heyecan devam.
Ve bir akşam,
Adam pijamasını giyiyor. Hava mı soğuk, rahat mı etmek istedi bilemeyiz.
Penye.
Desenli, maskülen olsun hadi desen, hafif ince çizgili ekose gibi.
Sohbet falan evde.
Sonra adam kalkıyor oturduğu yerden,
Yürüyor diyelim mutfağa, hem de şarap getirmek için olsun mesela.
Dizler torba torba, zannedersin diz kapaklarındaki menisküsler azmış, şişmiş,
Popo bezlenmiş gibi, torbalanmış hal yarım karış sarkmış aşağıya,
Diz arkası ve de yanlış yıkama pijama altının boyunu da çekince bilekten yukarı,
Bilekler ortada,
Vurayım mı öldürücü darbeyi? Vurayım;
Ayakta da çoraplar ve de terlik.
Ve siz kadın olarak, aşkınızın arkasından gittikçe kayıklaşan gözlerle şuh bir bakış atıyorsunuz,
Ve de dudaklarınızda dökülüyor sesler,
Vay Vay Vay…
Vay Vay Vay derken geleceğiniz bir film şeridi gibi geçiyor gözlerinizin önünden ve,
Vay ki ne vay, vay ki ne vay, vay ki ne vay diye diye, hemen fırtıp evden ve ilişkiden,
Yallah doğru ite.
Sen kol düğmelerine taş koydur,
Manşete ismin soyadın baş harfi,
Tıraş ol jilet gibi,
Her şey gıpçır,
Sonra penye pijama, dizler popo torba, boy bileklerin üstünde, olmadı eşofman, olmadı düğmeli pijama ama yandan gidiyor her bir tarafı.
Sonra neden yürümedi bu ilişki.
E sen öyle yürüyünce mutfağa doğru, ilişkilerde yürümüyor geleceğe doğru canım kardeşim diyemiyorsun kırmamak için kalbini adamın,
Bin tane neden sayıyorsun,
Ki o nedenlerde aslında doğru.
Yere basmaz, ev çorabıyla yaşayan, pijamalı doğru düzgün erkek de düşünüyor, ben nerede hata yaptım diye.
Buyrun aşkınız.
İtte pijama yok, dertler çok.
Burada dertler az, pijama çok.
Çok dert, yok pijama kazanır.
Kesindir.
Amma,
Geçince bir zamanlar itle,
- Yaaa yok mu doğru düzgün bir adam arkadaşın, tanıştırsana...diye açılır sipariş mevsimi yeniden.
Kadın kısmının dediğini dinleyeceksin,
Dediklerinin doğruluğuna da inanacaksın,
Amma,
Konu erkekten yana seçimlerse,
Zig e de inanma,
Zag a da.
Hiç belli olmaz nerede ne olacağı, nerede neyi seveceği.
Ne bugün ne yarın.
Her ne kadar doğru düzgün isterse de erkeği,
Doğru düzgünü bulur bulmaz da, daha başlarında takar bir kulp adama illaki.
İti bulur, bu seferde iki gün geçmeden etmediği lafı bırakmaz.
İyi de kim bu ‘esas’ bay doğru?
Meçhul.
Liste miste var ya,
O listeler kişisel tatmin yazıtları.
Listelerle gidişatlar tutmuyor bir birlerini.
Bu gidişattan en zararlı,
Paşa çocuklar çıkıyor yaşamları içinde,
En karlı da pijama üreticileri.
Hızla eskiyor pijamalar, üstte başta kala kullanıla. Yenisi alınıyor acilen,
Bir sonraki, ilk buluşmalar adına.
Sonra dizler torba, popolar torba.
Millet dizindeki, popodaki torbalara bakmıyor,
Gözündeki torbaya takmış, ha bire kremler sürüyor.
Gözlerdeki torbaların, yüzlerdeki çizgilerin güzelliğiyle başlıyor aşklar, sevgiler,
Pijamalardaki torbalarla da bitiyor.
Gözlerdeki torbalara, yüzlerdeki çizgilere patronun oya gibi işlediği özeni istiyor, bekliyor aşkla, sevgi.
Pijamalardaki torbalarıysa hiç sevmiyor aşkla, sevgi.
Hep özen, hep saygı istiyor, bekliyor aşkla, sevgi. Bıkmadan, usanmadan, hep.
Öyle veya böyle,
Kremler, pijamalar,
Doğru düzgün erkekler,
İt çocuklar derken, hayatlar akıyor,
Zig ve
Zag lar,
Sürüp gidiyor. İnsanlar bildiğinde katiyen şaşmayıp, sonra da geldikleri yerlere bakıp bakıp şaşıyor.
Sonra da yeri zamanı gelince,
Bana yazması,
Sanki,
Hepsi bizler değilmişiz,
Gibi,
Hepimize de, hep beraber okuması, gülmesi,
Kalıyor.
Not. Yarın kadın pijamalarını ve geceliklerini, geceliğimsi şeyleri işleriz kısmetse. Sonraki gün de, şu tanıştırma işi beni çok eğlendiriyor, yazmam lazım, unutturmayın.

Hiç yorum yok: