30 Temmuz 2012 Pazartesi

UZAYLILAR ARAMIZDA

Uzaylılar aramızda. Gezinip duruyorlar. Resmi açıklamaysa bir türlü gelmiyor büyük devletlerin başkanlarından. Ufolar bile demode artık. Kendileri zaten bi fiil arzı endam eylediler makine gemi kullanmadan, geziyorlar gezegende.

Keçilerim  kaçık doğdum zaten, bu durumumu onaylatmak için uzaylılara ihtiyacım yok. Ön yargıya hiç gerek yok.
Güleç yüzlüler.

Hafifler,
Uçuyorlar.

İstediklerine görünüyorlar şu an.
Çok dostsan, çok inanıyorsan sevgiye,

Çok safsan, çok açıksan,
Karşındalar istersen. Kıkırdar gibi tebessüm ediyorlar.

Varlıklarının  var olduklarının anlatılmasını istiyorlar, ortaya çıkmak istiyorlar artık.
Kafa büyük.

Safi beyin gibi.
Gözler desen çok büyük.

Kulak burun ağız oldukça küçük.
İp inceler.

Kollar parmaklar uzun ince.                                 
Bacaklar ince uzun.

Beden küçük.
Kalça hiç yok gibi.

İnsanın gözü kalça arıyor şahsen,
Amma  yok,

Alışacağız çare yok.
Dişisi erkeği aynı formda,

Dişilerde meme yok.  Ona da alışırız zamanla.
Ha bir de erkekler daha uzun ve iri,

Yine mi?
Yine.

Kayar gibi hareket ediyorlar.
Bedenlerine bağımlı olmadıkları için,

Bir anda,
Oradan oraya yer değiştiriyorlar.

Hangi gezegenden galaksiden geliyorlar bilmiyorum.
Merak etmiyorum açıkçası.

Dostlar çünkü.
Hiçbir sertlikleri hiçbir agresiflikleri yok.

Saldırmak değil,
Uzaklaşmak  üzere savunma sistemleri kendilerini.

Aileler onlarda.
Çok eşli yaşamları.

Amma tek erkek bir çok dişi değil. Birkaç erkek bir çok dişi. Eş yok.
Çocukları var.

Çocuklar herkesin. Tüm aileye ait her bir çocuk.
Çıplaklar.

Hiçbir şey giymiyorlar,
Amma saklayacak bir organları da yok. Zaten utanma hissini kim bilir ne zaman yitirmişler ihtiyaç duymadıklarından.

Renkleri beyaza yakın.
Narinler.

Çok az ses çıkarıyorlar, konuşmalar seslerle kısıtlı amma kısa seslerin çeşitleri.
Telepati ile anlaştıklarını zannediyorum.

Beyin frekansları ile olsa gerek.
Evleri yok.

Yaşam alanları da.
Geldikleri gezegenden de bence.

Her yerde her zaman yaşıyorlar.
Soğuk sıcak etkilemiyor onları.

Mülkiyet duygusu ve kavramı hiç yok.
Ne eşyaya ne de bir başka varlık ve canlı üstünde.

Her şey herkesin. Kimsenin hiçbir şeyi yok zaten.
Para zaten yok.

Alınan satılan bir şey yok çünkü bu durumda.
Ki,

Bir şey yok zaten edinilecek ihtiyaç duyulan,
Ne konfor,

Ne de yaşamın içinde var olmak adına. Yaşayabilmek adına.
İnsanlığı  iyi biliyorlar,

İyi tanıyorlar.
Sanki birkaç milyon yıl sonramız gibiler. Bilmem belki de daha kısa, amma en azından yüz binlerce  yıl o kesin.

Bizlerden çok çok daha eski oldukları kesin evrende.
Bizim ilkelliğimiz birazda eğlendiriyor sanki onları.

Binlerle on binlerle kuşak evvel yaşamış ataları gibiyiz sanki.
Hiçbir bilgiye sahip değiller.

Öğrenmenin ne demek olduğunu bilmiyorlar. Öğrenmişler zaten. Mutluluğu. Mutlular.
Bilmenin gereksizliğini kim bilir ne zaman keşfettiler. Bir bilgide lazım değil zaten,

Yaşamlarını,
Hep böyle gülerek sürdürmek için. Mutlu yani.

Bedenden çıkmışlar çoktan.
Amma bedenleri de var isterlerse kullandıkları. Beden de değil, görsellik gibi. Dışarıya karşı. Gerektiğinde.

Gece gündüz kavramları var amma.
Uyuyorlar,

İstedikleri yerde.
Gündüzleri hareket etmeyi tercih ediyorlar. Gündüz de değil, aydınlıkta.

Işığa ulaşmayı ışığın etrafında toplanmayı seviyorlar.
Çocuklar erişkin olana kadar ailelerin yanlarında yaşıyorlar.

Bir gün,
Bir başka birinin etki alanına giriyorlar,

Terk ediyorlar aileyi. Terk etmeleri bildiğimiz terk gibi değil. Akıyorlar başkalarıyla.
Aşk değil de,

Bir nevi sevgi hisleri var,
Zaten ne var ne yoksa seviyorlar. Sadece seviyorlar. Tek duyguları.

Sertliklerden karmaşadan kızgınlardan kıyımdan kavgadan uzak duruyorlar.
Müdahale etmiyorlar,

Uzaklaşıyorlar hemen. Edecek bir güçleri de yok. Tek güçleri sonsuz bekleme, sabır bizim tabirimizle.
Neden artık görünmeye gezinmeye başladınız bizim gezegende de diye sorunca,

Bizim gezegende değişimin başladığını,
Söylüyorlar.

Zamanı gelmiş.
Süreci hızlandırmak adına bizim içinmiş.

Kendi evrimleri çok uzun zaman almış.
Ki,

Diyorlar ki,
Bizim evrimimiz sırasında ki direnişlerimiz gibi,

İnatlaşmazsanız sıkışıp kalmazsanız alıştırılanlarla dayatılanlarla arzularınızla isteklerinizle egonuzla,
Kendi öz benliğiniz arasında,

Süre daha da kısalacakmış.
Bilgi sahibi olmanın manasızlığını anlatıyorlar.

Yüzlerce yıl binlerce yıl evvel bu gezegende yaşamış bilge kişiler içinse,
Onlar geçiş dönemi için önemliydi,

Tekrar etmeyin,
Onların öğretilerini diyorlar. İleri götürmez geriye çeker sizleri diyorlar.

Çünkü,
Tüm yaklaşımların tüm deyişlerin bilgi zevk paylaşım eşitlik ve mülkiyet kavramlarına dayandığını aslında ifade ediyorlar.

Örnek verin deyince,
Gel ne olursan ol,

Gel,
Deyişini söylediler.

Ne olursan ol da,
O güne göre yeni yaklaşımın, ulvi tarafın, olması gereken gelişmiş yaklaşımın,

Her türlü sınıftan ve çeşitten,
İnsana ve canlıya yüreklerin sevginin sonsuz açık olması gerektiği üzerine ancak,

İlkel tarafınsa,
Canlıların aslında o bu şu diye sınıflandırıldığı  ve çeşitlendirildiğinin kabullenildiği,

Yönünde de olduğunu,
Söylüyorlar.

Ki,
Haklılar. Fark  olduğunun kabullenişi, teslimiyeti var gel ne olursan ol gel deyişinde.

Zaten kırılma noktası bugünün insanı için,
Hiçbir canlının,

Ne yaş ne cinsiyet ne ırk ne kültür ne inanç ne renk ne fiziksel özellikler ne fiziksel eksiklikler ne eğitim ne ekonomik ne meslek ne canlı türü,
Olarak sınıflandırılmaması,

Çeşitlendirilmemesi,
Noktasının kabul görmemesi henüz. Yani insan dahil tüm canlılar dahil yaşamın tek ve bütünlüğü esası.

Diyorlar ki aşmanız gereken ilk eşik bu bir sonrakine geçebilmek için.
Bu eşiği,

Aşmadan daha öteye gidilemezmiş.
Ki,

Bu eşiği geçince,
Vakit ve enerjini harcayacak tek bir nokta kalıyormuş,

O da,
Kendi benliğinmiş. Çünkü sevgiyle harmanlanınca bu yaklaşım ve mülkiyet kavramı kalkınca  ortadan o da özenme  ve kıskanma ve de hedef tarafını yok ediyor yaşamın. Edinme yani. Sahiplenme yani.

Ki,
Onun içinde hiç bir telaşları yok onların zamana karşı, sınıf ve çeşit farkları olmadığından,

Özenme ve kıskançlık ve de mülkiyet kavramları da olmayınca aslında hedefte yok,
Yakalanması gereken onlar için. Sadece yaşıyorlar. Ot gibi olmaz mı dedim? Ot çok mutlu, sordun mu ota dediler. Sustum.

Gelince o noktaya,
Gelişim hızlanıyormuş. Gerçek gelişimin başlıyormuş.

Başka canlılarla iletişim kurma nedenlerin en aza düşüyormuş,
Bedenine ihtiyacın kalmıyormuş,

Ve de,
Sonunda,

Diyorlar tüm canlılar için tek gerçek olan,
Benliğinle,

Yaşıyorsun sadece,
Hep.

Hep mi diyorum?
Evet miş.

Çünkü fiziksel olarak sona ulaşmamıza neden olan,
Hastalık yaralanma yaşlanma yani ölüm,

Kalkıyor ortadan.
Benlik ruh mudur bizim deyimimizle dedim,

Ehh gibi dediler.
Aslında ne benlik ne de ruhmuş.

Işık diyebiliriz diyorlar.
Siz ruh diyorsunuz hala bedenle can bulduğunuz için, çünkü yaşamı için hala ruhlarınızın bedene ihtiyacı olduğu için, o yaşamada ihtiyacı var ruhlarınızın gelişimini tamamlayacak zamana ihtiyaçları olduğu için bedensiz yaşama geçebilecek kıvama gelmeden evvel,

Ve de bedenlerinde bir yaşam süresi olduğu için,
Ve de ruhun ölümü olmadığından mecburen yeni bir bedene ihtiyacı olduğu için,

Ve de aslında,
Ruhun yani benliğin gelişimiyle,

En sonunda,
Tek gerçeğe ulaşıldığı için,

Bizim hayatımızda ruhlar bedenden bedene geziyorlarmış, hala.
Ancak,

Onlarda beden olmadığı için, sona yani esas yaşama artık geçtikleri için,
Işığımız diyorlar hep yanar,

Hiç sönmez.
Dedim ki,

Nereden alıyor enerjiyi o ışıklar,
Kendi mi üretiyor dedim,

Hayır mış cevap.
Tek bir ana enerji çekirdeğinin,

Uzantılarıymış hepsi. Atom gibi dediler. Atomun içinde ki hani yeni keşfettiğiniz tanrı parçacığı dediğiniz gibi dediler. Beklediniz mi dedim tanrı parçacığının keşfi için yani ortalığa çıkmak için, evet dediler. Atoma çok inanmışız zamanında.
Bizim içinde var olduğumuz evrenin ışığı varmış.

Gördünüz mü dedim?
E tabii ki dediler.

İstedikleri zaman içine girip istedikleri zaman çıkıp,
İstedikleri zaman yaklaşıyorlarmış.

Büyük mü o ışık dedim,
Gülüştüler,

Evren o ışığın içinde bir yerlerde ki karanlıkmış zaten, anla ışığın boyutunu dediler.
Merkezde değil yani dedim, yok,

Tüm evren onun içinde, evreni sarıp sarmalayandır o ışık dediler. Atom gibi dediler. O yüzden yaklaştıkça uzaklaşıyormuşsun  ışıktan. Neden o ışığa ulaşmak istiyorsunuz ki zaten dediler. O ışık zaten sizin benliğiniz dediler.
Benim aklım yattı.

Belki de benim aklım hep yatsın diye de çabalamadım hiç, aklım benliğim böyle doğdum belki de ve de artık onlara göre de zamanı ve zamanımız  geldiği için iki de bir karşıma çıkıp gülümsüyorlar,
Sohbet ediyorlar benimle. Hazır keçilerim kaçık doğmuşken.

Benim gibi bir çok insanla da. Çok sayıda hem de. Hatta bir araya gelmeye başladı o insanlarda. Gezegenin her bir ayrı köşesinde yaşıyor olsalar da. Keçileri kaçmış insan sayısı tahmin edilenden fazla. İnternetin esas fonksiyonu belki de. Keşif ettirilen bizlere. Birileri tarafından.
Son bir soru dedim,

Şimdilik tabii ki dedim,
Ne diyorsunuz adına bu ışığın dedim,

Patron,
Diyorlarmış.

E biz onu biliyoruz zaten dedim,
Dinler falan başladım anlatmaya,

Gülüşerek uzaklaştılar uçuşarak dans eder gibi…Kıkırdıyorlardı,
Dinler ha,

Dinler ha,
Diye diye…

Gelirler yine.
Varsa sorularınız, beklerim.

Sorarım,
Yeni dostlarıma. Soru çok amma cevaplarda geliyor anında, hep gülümseyerek amma.

Hepsine cevap var amma. Her ne kadar bilgiye de gerek yoksa. Amma bizimkisi merak işte. İnsanız hala.
Işığa koşuyorlar uzaylı dostlar.

Işıklarla besleniyorlar. Işıklar geliştikçe parladıkça onlarda yaşam buluyorlar evrenin her yerinde.
Işığı çoğaltmak işleri,

Işıkları için,
Evrenin her köşesinde. Geliştikçe parlıyor ışığın. Görüyorlar onlar taa bir yerlerden o parlayan gelişen ışıkları tek tek.

Şimdi de sıra geldi,
Bizim buralara.

Mesele budur.
Gerisi,

Mi?
Hikaye. Binlerce yıldır aynı nakarat. Geçiniz. Sıkıcı. Tekrar. Manasız.

Beden ölene kadar vakit dolduran.
Sabıra,

Öğrenmemiz gereken son şey.
Karanlığı tercih edenlerle,

Işıklar arasında,
Geçecek süreç bundan sonra bu gezegende.

Işıkları ışıklar çoğaltıyorken evrende,
Karanlıklarsa daha da karanlıklara boğuyor karanlıkları,

Bizim gezegende.
Sabır.

Hiç yorum yok: