18 Aralık 2017 Pazartesi

NASILSINIZ?

NASILSINIZ?

Yaşadığı ülkeye, hakka hukuka adalete, kanunlar önünde eşitliğe, özgürlüğe, yaşamını üstüne kurduğu camiaların çevrelerin duruşlarına, çalıştığı şirketlere, komşularına, hatta çok yakın dostları hariç çevrelerinde var olan insanların neredeyse tamamına, hatta hatta belki yakın uzak akrabalara bile,
Güven duyma,
Tamamını doğru tanımlayabilme duyularını yitirmiş,
Yitirilen duyuların yerine ikame ettirilmiş ve ettirilmeye devam eden,
Ahlaksızlığı,
Hırsızlığı,
Yalancılığı,
Düzenbazlığı,
Sahtekarlığı,
Rüşvet alıp rüşvet vermeyi,
Kabullenmiş, kabullenmeyi içine sindirmiş,
Ahlaksızlığı,
Hırsızlığı,
Yalancılığı,
Düzenbazlığı,
Sahtekarlığı,
Rüşvet alıp rüşvet vermeyi,
Aklı ile gönlü ile hazmetmiş, hazmettikçe,
Ahlaksızlığı,
Hırsızlığı,
Yalancılığı,
Düzenbazlığı,
Sahtekarlığı,
Rüşvet alıp rüşvet vermeyi,
Doğru bulmuş, bulan, hatta yaşam hedeflerinin en tepesine yerleştirip,
Ahlaksızlık,
Hırsızlık,
Yalancılık,
Düzenbazlık,
Sahtekarlık,
Rüşvet alıp rüşvet vermek,
İçin çırpınan insanların çoğunluğa ele geçirdiği bir toplum olduk.
Hatta,
Bir millet olduk.
Hatta yetmedi,
Hayatın her kesiminde kaba kuvvetin kanun hükmünde etkili olduğu,
Kaba kuvvetle çözümünün evrensel insanlık ölçekleri önünde suç sayılmadığı, ayıp görülmediği, dışlanmadığı,
Bir ülke olduk.
Nereden nereye.
Yüz yıla yakın süreçte nereden nereye geldik, getirildik. Dört kuşak boyu.
Şimdi yetişen beşinci ve altıncı kuşakların büyük oranda çoğunluğu,
Bunları normal zannederek büyüyorlar, büyüyecekler.
1938 yılı 10 Kasım’ın hemen ertesinde temelleri atılmaya başlayan,
1940 lı yıllarda beslenmeye başlayan,
1950 li yıllarda semiren,
1960 yılında sahneyi ele geçiren,
1960 lı 1970 lı yıllarda piyonların şovları ile kıçını iyice büyütüp, iyice yerleştiren,
1980 yılı 12 Eylül’de kendi gibi olmayanların, geriye kalmış gerçek özgürlük kırıntılarınında üzerinden dozerlerle geçen,
1980 li 1990 yıllarda bugünlerin yerleşik düzenini resmen kuran,
2000 li yıllara gelindiğinde,
Çevik ve zeki sporcular yerine,
Hantal ve aptal ve aptallaştırılan insanların hüküm sürdüğü,
Hükümdar olduğu,
Bilime,
Sanata sırtını dönmüş, bilimi sanatı yok sayan,
Vizyonsuz,
Kaba,
Sevgisiz,
Saygısız,
Bir topluma dönüştük.
Ahlakı insan bedeni ile özleştiren, 
Hırsızlığı zeka ürünü zanneden,
Yalancılığı akıl göstergesi olarak gören,
Düzenbazlığı sahtekarlığı iş hayatından tut yaşamın her kesiminde vazgeçilmezi olarak tanımlayan,
Rüşvet alıp rüşvet vermeyi neredeyse okullarda ders haline getirecek kadar normalleştiren, teşvik eden,
İnsan güruhu haline geldik.
İnancı yani dini, siyasetin, iş hayatının, sosyal hayatın, hatta hatta arkadaşlığın dostluğun, hatta akrabalık ilişkilerinin bile ana parametresi olarak hayatın tam göbeğine yerleştirip,
Gerçek inançlardan fersah fersah uzaklara düşmüş,
Fonksiyonları amorf,
Habis, her yerinden iltihap sızdıran bir irin kadar kötü kokan,
Ruhu çirkin,
Gaddar acımasız,
Yavşak,
Sırnaşık,
Yüzsüz,
Kültürsüz,
Korkak,
Kompleksli,
Utanmayan,
Diplomalı diplomasız zır cahiller sürüsüne dönüştük.
Şimdi,
Bir daha bir daha okuduğunuzda, verdiği mücadeleyi tek tek bir kez daha iyice bir anlamaya çalıştığınızda,
Atatürk’ü,
Atatürk’ün,
Neyi ne kadar kısacık bir sürede nerelere getirdiğini, taşıdığını,
Bir kez daha hem akıl marifeti ile,
Hem de duygularla,
Fark edip,
Onunla çok gurur duyarken, kendindense çok daha fazla utanır hale geliyor insan. 
Bir toplum,
Bir millet,
Bir daha aslına rücu etmesin, medeniyeti taa ruhunun derinliklerinde hissedip, beyninin en ince kıvrımlarına kadar yerleştirsin diye onun verdiği mücadeleyi,
Hayranlıkla okurken, 
Bir toplumun,
Bir milletin,
Bir kez daha aslına rücu etmesinin üzüntüsünü yaşıyorsunuz sıradan bir insan olarak.
Üzgünüm.
Her canlı layık olduğunu yaşarmış.
Doğru.
Bizimde layığımız buymuş demek. 
Bizimde layığımız,
Hayallerini kurduğumuz, hayallerimiz için çalışıp çabalarken yaşamaya, yaşatmaya çalıştığımız hayatla,
Bize yaşatılanların arasında var olan derin uçurumun, 
Arasında sıkışıp kalmakmış demek.
Anneni babanı seçemiyorsun doğmadan evvel.
Doğduğun ülkeyi de, doğduğun toprakları da seçemiyorsun.
Afrika çöllerinde açlıktan, hastalıktan bedenin bir yaşını bile göremeden ölüp veda etmekte var yaşama,
Doğanın çok bonkör davrandığı bu topraklarda ruhun ölmesin diye çırpınmakta var,
Hayatın içinde.
Ne çıkarsa bahtına.
Ya bahtının önüne koyduklarına fit olup bedenin ruhun nereye kadar direnebilirse oraya kadar yaşarsın hayatını,
Ya da fit olmayıp önüne konulanlara,
Bedeninin ruhunun aslında o muazzam gücünü defalarca hissede hissede,
Kendi yazgını,
Bedeninin ruhunun yanına aklını kalbini de yerleştirip bir güzel,
Kendin bir daha, olmadı mı bir kez daha, yine mi olmadı vazgeçmeden bir kez daha bir kez daha yeniden yazmaya çalışırsın hayatını.
Karar senin.
Kararların kadarsın,
Kararların,
Hayatın.
Çünkü.
Bazen karar zamanı kapına kadar gelir,
Karşılaşmamak için,
Pencereden fırtma. Kaçtığın kararlar, vazgeçmeye karar verdiğin, hayallerini hiçe saydığın hayatındır çünkü.
Korkma.
İyiler,
Cesurdurlar.
Nasılsınız?
İyi misiniz?
Murat Denizel

Hiç yorum yok: