- Demiş ki ‘para konuşmaktan sıkıldım bütün gece’, hatta ‘artık senin para problemine de ortak olmak istemiyorum’ da demiş. Hatta hatta ‘senin yüzünden borçlandım, bu borcu da öde bir an evvel’ bile demiş.
- Hööyt.. sıkı çıkış yapmış.
Yapmaz mı, iki gün içinde tak ediyor canına herkesin.
Gelen ya borcuyla geliyor ya bir türlü cebe giremeyen alacağıyla.
Gelen ya kaptırdıkları ile geliyor ya da erittiği birikimleriyle.
Neler duyduk neler.
Neler duyduk, gördük neler.
Neler aldık neler.
Neler verdik neler.
Aşk adına.
Sevgi adına.
Ümit adına.
Geleceğimize yatırım adına.
Onuru, gururu kırılması adına.
Yaşamımız bir iki kademe alta inmesin adına.
Neler neler aldık, neler neler verdik.
Aldıklarımız pek bir işe yaramadı. Verdiklerimizin de bir işe yaramadığı ortada.
Aşklarla sevgiler, aşıklarla sevgililer yanımızda olmadığına göre boşa aldık boşa verdik bir ömür boyu.
Hala akıllanmayan gerçekten içi iyi niyetle, aşkla, sevgiyle dolu üç beş iyi niyetli safımız hariç herkes artık ‘mıh’.
Babalarımızın, ailelerimizin biriktirdikleri, bizim kuruş kuruş topladıklarımız aşklara, sevgilere, ümitlere kurban olup gitti.
Geriye kırgınlıklar, kırıklıklar, alınmış dersler (alınamamış derslerde) ve de en fenası, hatta çok fenası aynı hayatın içinde birbirinden ayrı ve farklı ekonomilere sımsıkı sarılmışlıklar kaldı. Artık hiçbir aşk ve sevgi ortak kumbaraya dönüşmüyor, dönüşemiyor.
Hepimizin içinde bir yerinde ‘ya giderse birgün’ var.
Gitmesi ihtimali kalması ihtimalinden çok daha yüksek.
Ruhumuzda, gönlümüzde, bedenimizde açılacak yaraları zaten göze almışız, bari kumbara zarar görmesin diye uğraşıyoruz.
Aşkımsın, canımsın, bir tanemsim, sevgilimsin ama kumbaramdan uzak dur. Veya ucundan kıyısından köşesinden al alacaksan.
Salla kumbarayı düşerse içinden bir iki bozukluk, o kadar işte nasibine düşen.
Ama kırdırtmam kumbaramı.
Biz buna kırklı yaşlarda ‘bize göre aşkın ve sevginin’ ekonomisi diyoruz.
Ben de diyorum, siz de.
Kırklardan sonra aşk olmaz. Sevgi olur o kadar. Aşk gözü karalıktır. Aşk cesarettir. Aşk fütursuzca kararlar vermektir. Sevgiyse, gönülle aklın ortak işidir.
Fit olacaksın. Yoksa elini tutacak tek bir insan bulamazsın bizim kuşaktan kendine bu saatten sonra. Ne erkek bulursun, ne de kadın.
Seks hariç.
Seksi bulursan bak. Seksin bedeli üç para adisyon, beş para otel faturası.
Aşkın bedeliyse ağır; ev, araba ve de kumbaranın tamamı.
Sevgide pazarlık var hiç olmadı. Bu avantajı kaçırmak istemez bizim kuşak.
Ekonomide durum bu denli fenadır kısaca.
Benim kafamın çok takıldığı ‘en fena’larından biri de yeni yaşamına ortak ettiğin yeni sevgilinin yattığı, oturduğu yatakta kanapede de, gözün gördüğü aksesuarda da, yemeğini yediğin tabak çanakta ve daha bir çok şeyde de bir evvelki evliliğinde, belki birkaç evliliğinde yanında olan kimlerin kimlerin emekleri var kimbilir.
Zamanında ‘Onunla’ birlikte sevgiyle aldığın o kanapede kim bilir kimlerle sevişiyorsun şimdilerde.
Evliliiğinin veya tanışdığınız günün yıldönümünü kutladığın o tabaklarda şimdi kimler yemek yiyor, aynı kadehlerle kimlere şerefe deniyor kimbilir şimdilerde.
Sevgi ile ve gelecek yaşamlarda daha keyifli olsun hayatlar diye yıllarca biriktirilmiş paralar pullarla alınmış evlerde kimler yatıyor ve kalkıyor şimdilerde.
Zamanında sevgiyle, ümlte alınanlar kimlere nasip oluyor şimdilerde kimbilir.
Bu arada gözlemim şu ki, genellikle evler kadınlarda kaldığı için dikkat ediyorum dul kadınlar kira ödemiyor. Kalan evlerin, barkların sayısı ve değeri evliliğin uzunluk süresine de endeksli tabii ki. Kadın ‘vermezsen malımülkü boşamam’ diyor, erkek de nesi var nesi yoksa verip gidiyor.
Bir anlamda bana haksızlık geliyor bu durum. Erkek olduğum için deği. Adalet anlayışıma ters alıp vermelerdeki durum genelde. Eğer karı ve koca birlikte çalışıp kazanmışlar ve edinmişlerse malı mülkü, kim kimi boşarsa boşasın herşeyi ortadan ikiye bölmek en adili.
Ancak tüm evlilik boyu adam çalışmış kadın çalışmamışsa bu durum biraz kafayı karıştırıyor. Okumamış, çaresiz, çalışma ihtimali olmayan bir kadın, kocası tarafından boşandığında durumu çok zor bunu biliyoruz. Okumuş, çalışma şansı olmasına rağmen çalışmamış kadınlar (hadi çocuklar okula gidene kadar çalışmasın) içinse durum farklı bence. Sen git yıllarca özeli, devleti en iyi okulları bitir, sonra evlen, sonra da çalışma devamında yaşamın. Kocan çalışsın sen çalışma. Bahanesi yanında ‘çocuklarla ilgiliniyorum’. Ee, çocuklar okula başlayınca sabah dokuzla akşam dört arası neyle ilgileniyorsun? Heeç, gezmece, tozmaca, arkadaşla sohbet ama yüzyüze ama telefonla, televizyon, hava güzelse belki havuz diye uzar gider liste. Belki bir iki dernek, okul aile birliği falan ek olarak.
Sakın hiç biriniz çamaşır, bulaşık, yemek, ev toplamaca, temizlik muhabbeti yapmasın. Benim bildiğim ablaların evlerine en az hafta bir kadın gelir. Bir çoğunun her gün sabah gelip akşam giden kadını da var. Hatta azınlık bir kısım da olsa yatılı kadınlar bile devrede. Yaptığın, taleplerini, isteklerini kadınlara iletmek ve sonrasında da oldu mu olmadı mı diye kontrol etmek.
Erkek bu arada sabahın karga moku saatinde işe gider. Akşam bilmem kaçlara kadar ya patron, ya müdür, ya işçi, ya müşteri ya hepsiyle birden delirir, eline geçen paradan da (kişisel olarak ele alırsak) en az kendi nasiplenir, sonra boşanalım, devamında da mal mülk hepsi kadına.
Hiç adil değil. Efendim, kadın o kadar iyi asiste etmiş ki adamı, adam da yapmış etmiş bu işleri, kazanmış paraları. Tabiidir ki bir hak var, ama tamamı değil. Çalışmayan kadınsan o evlilikte yarısı bile değil. Tekrar ediyorum, ben cahil, kocası tarafından ezilen, hayatta hiçbir şansı olmayan büyük bir dilim kadından bahsetmiyorum. Benim bahsini ettiğim kadınları hepimiz biliyoruz. Muhtemelen de bu yazdıklarımı onlar da okuyorlardır. Belki de şu an yakmaya bile başladılar sayfaları (sinir oluyorlar konu buraya gelince).
Bu dediklerimi çok inanarak yazıyor ve söylüyorum. Ayrıca o kadınların kocalarını da sevdiklerine inanmıyorum ne o gün (başlarda evet, sadece başlarda ancak) ne de son gün. İnsanın sevdiği ofislerde, fabrikalarda, inşaatlarda, yollarda saçı başı dağıtmış çalışırken, sen öğlen vakti yayılmışsan kafeye, havuza, restorana, terasa her neresiyse o, insanın vicdanı sızlar yahu. Kıyamazsın be sevdiğin çalışırken dönüp de keyifler yapmaya. O yüzden kocalarını çok da sevdiklerini düşünmüyorum. Belki alışkanlık veya düzen bozulmasın telaşından gelen bir bağlılık ve bağımlılık, o kadar.
Bizim ablaların çalışmayanları vicdan lafını ne zaman ki koca onları terk eder o zaman ağızlarına alırlar. Vicdanı da karşı tarafta ararlar. Kocalar işdeyken yapılan keyifler sırasında ‘vicdan’ tatillde ama.
Neyse pek de girmem ben bu konulara aslında.
Bana ne, kim ne halt ederse etsin.
Gelince insan kırklarına, başından geçince bir alay ilişki diyeceğim o dur ki kimse kimseye kaptırmaz bu saatten sonra kumbarasını. Ya aileden kalmış, ya kazanıp topladığın, ya eski kocadan kalan (nedense boşanınca eski karıdan kendisine birşeyler kalmış adama hiç rastlamadım) ne var ne yoksa düğüm üstüne düğüm atmakta tüm bizim kuşak son yıllarda. Kalanı da kaptırırsak biliyoruz ki dımdızlak kalınacak ortada. Babalar ya vefat ettiler ya da yaşlandılar artık. Onlardan tık yok kumbaraya bundan sonra.
Çıkış noktası da, aşk ve sevgi her yerde bulunur ama para pul, mal mülk asla.
Bu durum kadın için de geçerli, erkek için de bu saatten sonra.
Ben şahsen aşkımdan ölsem bir tane kadına bakmam bu saatten sonra. Yani giderlerini karşılamam. Yaşım gelmiş ellilere önce kendime bakarım iyice bir, kalırsa o gün düşünürüz. Ben çalışacağım o keyif yapacak. Yok öyle şey.
Nereden nereye geldi yine laf.
Para pul konuşması varsa işin içinde buna aşk denmez diye çıktık yola devamında da geldik buralara.
İşin içine de kırklardan sonra ne yaparsan yap illaki para pul girer.
Girer derken yani girmez. Para pul herkesin kendi kumbarasında durur. Aşık olduğunu ‘iddia’ ettiğin kişinin elini süremediği, süremeyeceği bir şeylerin varsa ama manen ama madden o kişiye aşık falan da değilsiniz zaten, kendinizi kandırmayın boşuna.
Ona da ikide bir aşkım falan da demeyin. Veya deyin, kandırın onu da kendinizi de, bana ne…
Ha, bir de gerçekten aşık olup da nesi var nesi yok kaptıran, yetmezmiş gibi üstüne bir de borçlananlar var ki aman aman. Onların aşkı veya ilişkisi bittiğinde durumları çok bi fena oluyor. Özellikle dikkat edin, bu duruma düşmeyin, düşürmeyin.
Sonuç itibariyle;
Hep diyorum ya başından beri, sadece o yüzden, bu yüzden değil, para yüzünden bile kırklarda aşk olmaz.
Olsa olsa şey olur.
Neyse o ‘şey’…
Rehberdir:
Siz sayın okuyuculara bir hizmetim daha olacak.
Gözlemlerim ve yaşadıklarımdan yola çıkarak sizlere boşanma sonucu mal mülk para pul dağılımındaki oranları, boşanma yılı, boşanma nedeni ve şekline göre veriyorum. Siz ezberlediniz kendi hayatınızdan ve de etraftan mutlaka ama yine de kaynak kaynaktır, ezberimizi tazelemiş olalım. Ayrıca aşağıdaki kaynak geliştirilip, detaylandırılarak kanun olarak yürürlüğe bile sokulabilinir. Atılan ve yenilen kazıklar üstünde polemiklere engel olmak maksat.
Okuyunuz;
İlk beş yıl çocuksunuz boşanma: Nedeni ne olursa olsun, iki taraf da getirdiğini ve yatırdığını alır gider.
İlk on yıl çocuksuz:
- Erkek aldatmışsa tahminen yüzde altmışı bırakır. Araba erkekte kalır.
- Kadın boşanıyorsa paylaşırlar.
İlk on yıl çocuklu:
- Erkek boşanıyorsa ve nedeni şiddetli geçimsizlikse yüzde yetmiş civarında bırakır. Araba erkekte kalır.
- Erkek boşanıyorsa ve aldatmışsa, bu oran yüzde doksanlara yaklaşır, hatta geçebilir de. Araba erkekte kalır.
- Kadın boşanıyorsa paylaşırlar.
İlk yirmi yıl çocuksuz: Böyle bir aile varsa ve hala evlilerse onlara madalya verirsin. Ellerini sıkar, bu işin hiç bilmediğimiz sırrını öğrenmek için kapılarında kul oluruz. Genelde boşanmaz bu çiftler. Geçelim.
İlk yirmi yıl çocuklu:
- Erkek boşanıyorsa ve şiddetli geçimsizlikse, en az yüzde seksenleri bırakır. Araba erkekte kalır.
- Erkek boşanıyorsa ve aldatmışsa en az yüzde doksan, doksan beş bırakır, hatta geçebilir de. Kalan yüzde beşe de zaten üst baş, kişisel üç beş mobilya, eşya sığar. Araba erkekte kalır.
- Erkek boşanıyorsa ve de üstüne üstlük bir çıtırla da aldatmışsa karısını oran yüzde doksan sekizlere kadar çıkar. Yüzde ikiye kapıdan çıkarken elinize aldıklarınızla üstünüzdekiler sığar. Araba erkekte kalır.
- Kadın boşanıyorsa paylaşırlar.
İlk otuz yıl çocuksuz: Sizler muhteşemsiniz. Yok böyle bir çift demeyin, var. Hem de benim en iyi dostlarımın içinde. Şahaneler onlar. Kul olsun bunları yazan onlara. Katiyen boşanmazlar (Boşananı vururum zaten).
İlk otuz yıl çocuklu:
- Erkek boşanıyorsa ve şiddetli geçimsizlikse yüzde altmışları bırakır. Kadının yüreği yufkalaşır o yaşlara doğru, öldürecek kadar sinir olsa da kıyamaz bir yerden sonrasına. Araba erkekte kalır.
- Erkek boşanıyorsa ve aldatmışsa yüzde yetmişler civarında bırakır. Kadın tamamını ister ama erkek ‘get la’ nevi bir hareket cizer ve epey bir şeyi de kurtarır. Araba erkekte kalır.
- Erkek boşanıyorsa ve de üstüne üstlük bir çıtırla da aldatmışsa oran yüzde yüzdür ve hatta üstüne de çıkar ve de borçlanır. Üstündekilerle bile çıkıp gidemeyebilir. Araba erkekte kalır.
- Kadın boşanıyorsa paylaşırlar.
Sizlerin de bildiği gibi ve de yukarıdaki kaynakdan yola çıkarak, değişmez ve mutlak olanlar aşağıdadır;
- Erkek boşanıyorsa her zaman kadından çok daha fazla bir şeyler kaybeder (evden atılmış veya kocasını terk eden kadınlar konumuz harici, bizim ortamda eser miktarda bu nevi vakalar).
- Araba her durumda erkekte kalır. Çünkü araba başında da, sonunda da hep erkeğindir.
- Mücevherler hiçbir zaman pazarlık konusuna tabi değildir. Mücevherler kadının böbrekleri gibi vazgeçilmez parçalarıdır. Söküp alamazsınız (hatta erkeğe aitler de kadında kalır).
- Kadın boşanıyorsa her zaman paylaşılır.
Hadi şimdi bunları bile bile git de evlen yeniden ve sonrada kumbaranda son kalanları da (kalmışsa) döktür bakalım ortalığa.
‘Get la’…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder