23 Eylül 2011 Cuma

SON BÖLÜM 'BEN YAZDIM OLDU'

Ben yazdım, ben okudum, ben hissettim, ben güldüm, ben ağladım kıvamında mı, yoksa hepimiz yazdık, okuduk, hissettik, güldük, ağladık kıvamında mı bir noktaya gelindi bu son bölümde bilmiyorum. Bilemem de.

Kadınlar (hele hele bizim kuşağın) akıllı ve de stratejisyen oldukları için (ve aynı zaman da çok da duygu yüklü oldukları için), akıllarından uzak, yanlış stratejilere oturtulmuş davranışlarının (geçmişlerinde dahi olsa) ortalığa dökülmesinden tedirgin oluyorlar.

Ve pek de hoşlanmıyorlar kendileri ile ilgili yaşamları (özel dediğimiz) bu denli deşildiği, kurcalandığı zaman.

‘Yaşlarının bir döneminde’ yaşadıkları ve yaşattıklarının sesli, sözlü ve kelimlerle anılmasından hiç haz etmiyorlar. Bugün yani yaşadıkları bugünkü dönemlerinde her nasıllarsa öyle anılsınlar, öyle bilinsinler istiyorlar. Onlara kara delikler gibi geliyor bir zamanki dönemlerinde (taa eskiden sayıyorlar beş on sene evvelki dönemleri) yaşadıklarını. Kimisini (çoğunu) suratlar asılarak anıyorlar, kimisini de yüzlerinde tatlı ve çapkın bir tebessümle.

Genel olarak da, ‘a aa kim bu kadınlar hiç yok benim etrafımda (kendini zaten katiyen dahil etmiyor)’ ya da ‘e ee, ne var ki yani’ kıvamında gösterdikleri reaksiyonlar. İşin enteresan olan tarafı ‘ a aa kim bu kadınlar’ diyenler adetsel ve oransal olarak çok fazla. Zannedersiniz ki bir avuç kadın yaptı etti her nelerse olanı biteni.

Yine bir açık kapı bulup ‘haklılıkları’ üstüne iddialar da bulunuyorlar ve de benim yazdıklarımın da haksızca olduğu yönünde.

Belki de sadece haklı değil, çok haklılar da. Haklı oldukları taraf ‘e ee, ne var yani’ yönünde olabilir. Ben abartmış olabilirim belki de duygularımın farklı yönde çalışmasından. Ancak o ‘e ee ne var yani’nin faturası bizim kuşağın bebelerine kesildi. Hepimizin de yıllarına kesildi o faturalar. İşte işin bu yönünde atıyor bütün kontaklarım. Binlerce,  on binlerce bebenin hayatını altüst etmenin, salak gibi inanıp, inandırıp yılların geçip gitmesinin ‘ e ee ne var yani’ ile değerlendirilmesi, diğer konularda geldikleri ve sakladıkları hallerinde kendi ruhlarında ne mene kayıtsız olduklarına dair çok iyi bir ipucu.

Zaten yazdıklarıma kayıtsızlık adına kestikleri roller de bir anlamda yorumlarımın elle tutulur, gözle görülür hali.

Ancak, ‘ a aa kim bu kadınlar, hiç yok benim etrafımda’ tarafında katiyen haklı olamazlar. Var bu kadınlar, hem de ciddi adette. Oldukça ciddi adette. Belki şu an yakalayamazsınız, fark edemezsiniz hangileri olduklarını, ancak varlar. Son anlarda iyi saklandılar ve sakladılar kendilerini, biz de yok zannettik onları.

Çünkü iyi kamufle de ettiler bizim 58’ kuşağı ablalar yaşları ellilere gelince ya fit olmaktan durumlarına, ya bezmekten, ya yorgunluktan ya da başka başka konulara meyletmekten ve uzaklaştılar 40’lı yaşlardaki hallerinden. Ya da akıllar başlara, gönüller de evlerine, ruhlar da tekrar bedenlere geri döndüler.

Kırklı yaşlarındaki ve hatta otuzlardaki hallerinden uzaklaşmaları kelimelere aktardığım bahsi geçen ‘hurmaları yemedikleri’ anlamına gelmiyor.

Biz herifler de o hurmaları onlarla birlikte yediğimizin de farkında bile olmadık bu arada veya güle eğlene, ağlaşa koklaşa hep beraber yedik galiba…
Biz erkekler konuştuk onlarla az biraz, bolcana da öptük, yetmedi bir daha öptük sonra geçtik bir sonradaki kadına. Kadın da hazır ve nazır olunca böyle gelişti olaylar.
Tanıdık, tanımadık, arkadaş falan ayırt etmeden öptük durduk telaşlar içinde.

Ancak hep birlikte yediğimiz hurmaların çıkarken kıçlarımızı tırmalamasından kaçamadık geldiğimiz yaşlarda.

Şimdi hepimiz daha sessiziz eskiye nazaran. Karnımız tok hazma geçtik. Biraz da geviş getiriyoruz sanki. Bedenler eskisi gibi faal değil de. Bedenler yırttılar zaten iyi bir keseden sonra. Ruhların durumuysa aynı değil.

Seyrediyorum etrafımda, gülüyorlar, eğleniyorlar (eskisinden daha az) ancak bakışlardaki ışık hafiften sönük. Ara ara pır pır ediyor ancak eskiye nazaran sönük.
Ruhların yaşananları hazmı öncesindeki ‘inkar’ dönemindeler. ‘İnkar’ dönemini bitirince, ‘kabul etme’ dönemi başlayacak. Kabul etme dönemini aşmadan da ruhlar hazım edemezler yaşananları.

Benim farkım galiba (hep olduğu gibi) birkaç adım önde gittim yine. Erkenden ‘inkar’ ettim, erkenden ‘kabul ettim’ erkenden de ruhum hazmetmeye başladı bu nedenle. Başladı ki bunları yazabildim.

Ancak, hep dedim hep de diyeceğim, ben 58’li olduğum için değil. Bizim kuşağın kadınlarının haklarını vermek lazım. Onların eğrisi doğrusuyla verdikleri çabaları ayakta alkışlamak, onların tek tek ellerini sıkmak lazım.
Bizim ablalar olmasaydı ‘nah’ görürdü bizim kuşağın erkekleri bugünkü kıvamda yaşama şansını.

Karı oldular, olmak için uğraştılar, anne oldular daha da iyi anne olmak için uğraştılar, iş hayatına daldılar daha da iyi işler becerebilmek için didindiler. Ve bunların hepsinin getirisi en çok biz erkeklere oldu.

Hadi bütün erkekler indirsinler takkelerini başlarından ve de baksınlar dürüstçe bugünkü hallerine. Biraz kocalığı öğrendilerse onlar sayesinde, bizim bebeler ortaya çıktıysa etiyle kemiğiyle onların sayesinde, iş hayatında gelinen noktalarda zaferler elde edilmişse yine onların sayesinde. Yiğidi öldür ama hakkını yeme derler. Tam bu duruma göredir bu söz.

Ha biz erkekler de çok çabalar gösterdik. Zordur koca olmak, baba olmak, genç yaşlarda ailenin ekonomik sorumluluklarını da yüklenmek. Biz onlar gibi doğuştan genlerimize yapışmış sorumluluk duygusu ile de doğmadık. Öğrenmeye çalıştık, öğrenebildiğimiz kadar da yaptık, ettik. Biz de çalıştık, didindik kendimizce. Ancak onlar kadar birçok koridorda vermedik bu mücadeleleri. Versek de onlar kadar hayatın içindeki bütün koridorlarda kullanışlı olan sonuçları elde edemedik.

Tüm üzdüklerim ve de tüm beni üzenlere sonsuz sevgilerimi yolluyorum bu vesileyle bir kez daha.
Diğer tarafta, katiyen de özür dilemiyorum hiç birinden ve katiyen de hiç birinin özürlerini de kabul etmiyorum.
Hayat yaz boz tahtası değil. Ne kadar özür dilerseniz dileyin, özürlerin arkasında yatan üzüntüleri, pişmanlıkları, yaşanmışlıkları değiştirmez, geçiniz.
Ayrıca, tüm eğlendirdiklerime ve de beni eğlendirenlere de yaşattıkları için sonsuz teşekkürler.
Sayfalar boyu okuduklarınız sizlersiniz. Arkadaşlarınız da. Komşularınız ve de etrafınızdaki diğer insanlar da. Az veya çok. Bence çok.

Kaldı geriye ikinci yarısı yaşamımızın. Menopozlarla andropozlarla bakalım ne haltlar edeceğiz ikinci yarısında yaşamın. Menopozlarla andropozlar aşk, sevgi, seks, ilişki adına ne ‘pozlar’ verecek bakalım filmin ikinci yarısında. Yaşayalım görelim. Yazarız Allah ömür verirse ki, bende 120 yaş banko, sizler de dayanın lütfen. 80’lerde öpüşeceğiz daha. El ele de tutuşacağız. Mehtap da var kesin. Sabahlar mıyız bilemiyorum. Belki üç beş kat battaniye ile olabilir.

Geçenler de teyzemiz bir söz söyledi hemen ilave etmek istiyorum son bölüme. O aslında özel dedi, söyleme de dedi ama dayanamadım diyeceğim.
Saçlarını boyamaktan vazgeçmiş bir zamanlarında yaşının. Rahmetli kocası da demiş ki; ‘karlar altında ilkbaharsın sen, hiç ihtiyacın yok boyaya’.
Bizler de bembeyaz veya tam kel olmuş kalanı da beyaz saçlarımızla ‘karlar altında ilkbaharları yaşarız’ umarım, dualarım bu yönde.

Ve bu sayfaları doldurmaya başlamadan çok çok seneler ve de uzun seneler evvel, ben de çok genç bir erkekken  hayatıma bit kadar bebeler olarak giren bugünün iki genç hanımefendisiyse hikayenin tamamının tek ortakları oldular yaşamımda, kalbimde, ruhumda. Neler olduysa, neler bittiyse, her zaman yanımdaydılar. Kızdılar, kızdırdılar,  güldüler, ağladılar, üzüldüler, üzdüler, sevindiler ancak ne olursa olsun hep mi hep yanımdaydılar. Öykünün gerçek kahramanları, esas kızları onlar. Çünkü en çok onlar çektiler. En çok onlar incindiler. Kolay değil benim gibi bir adama dayanmak ve direnmek.

Onlara sevgi, şükran ve de gönlümün ruhumun en derinlerden gelen en büyük sevgilerimi sunuyorum. Bana ve hayatıma tahammül edip, etmekle kalmayıp her zaman yanımda oldukları da için onlara teşekkür ediyorum.
Ve kendime de teşekkürler ediyorum ki onlara her zaman inandığım ve de her ne haltlar ederlerse etsinler bir an için onlara arkamı bile dönmeyi düşünmediğim için.

Ve de bakalım hayatımızın ikinci yarısında yanımızda, tam yanı başımızda bizden bıkmadan usanmadan sevgi ile kalacak bir hanımefendi veya beyefendi olacak mı?
Olursa belli eder kendini yıllar içinde.
Onu da yazarız zamanı gelince.


Geçen yüzyılın son çeyreğinde ve de bu yüzyılın tam da başlarında ruhu ve gönlü çok acımış, çok üzülmüş, bir o kadar da çok eğlenmiş, çok gülmüş, acısıyla tatlısıyla yaşamın tamamını kocaman cesur yürekleriyle kucaklamış, içlerine çekebilmiş, yüklenebilmiş, her nevi olumsuzluklara rağmen tırnaklarıyla kazıya kazıya buralara kadar gelebilmiş kadınlar ve erkekleriz biz.

Ve yetiştirdiğimiz güzeller güzeli çocuklarımızın da (her şeye rağmen) elleri sıkılası ‘58 kuşağı anne ve babalarıyız da biz.
Ve de elleri milyon, milyar kere öpülesi hanımefendi ve beyefendi anne ve babalarımız ve büyüklerimizin de yaramaz (hala) çocuklarıyız biz.

Hep de böyle kalalım e mi..


Çok sevin, çok sevinin, çok sevilin. Hep gülün, hep.
Dedim ya, hep derim benim kuşağımın kadınları olmasaymış hiç çekilmezmiş bu dünya, sizlersiz hiç tadı tuzu olmazmış bu hayatın.
Bizlere hayat verdiniz.
İyi ki vardınız ve de iyi ki hep ve hala da varsınız. Hep de var kalın.

Bir sonrakinde görüşmek üzere.
Byee…J

Hiç yorum yok: