- Siz nasıl tanıştınız?
- Kaçtım gibi oldu.
Gülüşmeler.
- Benim ikinci koca, çocukluk arkadaşımdı. O ve karısı ve benim ilk koca yani biz beraber çok gezer tozardık.
- Eeee...
- Bir gün ben de o da anladık ki biz pek de arkadaş kıvamında değiliz. O günden sonra o da, ben de hemen boşandık. Fazla da beklemedik, hemen evlendik. Çocuklar ondan.
- Siz?
- Biz bir iş toplantısında tanıştık. Bir proje çalışması sırasında. O evliydi, benim de bir erkek arkadaşım vardı o sırada.
- Benim evliliğim bitmişti. X- wife’la boşanalım diye konuşmuştuk ben onu tanıdığımda. Bir dönemi öylesine geçirdik, sonra Melda da ayrıldı erkek arkadaşından. O günden beri beraberiz.
- Peki senin eski koca şimdi ne yapıyor?
- O kendinden çok küçük bir kadınla evlendi benden boşandıktan sonra.
- Senin eski karın ne yaptı?
- O da kendinden küçük bir adamla beraber. Şimdi babası para veriyor, sevgilisi de sevgi, herhalde iyidir hayatı.
- Senin eski erkek arkadaşın ne yapıyor?
- O ressam oldu.
- Aaa, benim x-wife da ressam oldu.
- Allah allah, demek ki her boşanma bir iki sanatçı çıkarıyor ortaya. Belki de birileri sanatçı olduklarını anlayınca davranış biçimleri değişiyor, biz de boşuyoruz onları. Veya sanatçı olduğunu sananlar, evliyken ilham perisi gelmez sanıyorlar ve boşanıyorlar. Ne karışık iş bu be..
- Peki senin ilk koca ne oldu?
- O da evlendi, çocukları var. Benimkilerle aynı okula gidiyorlar.
- Senin ilk koca?
- O da evlendi eski asistanıyla, onun da çocukları oldu.
- Hepimizin iki çocuğu var. Eder altı. Senin ilk kocanın iki, etti sekiz, senin ilk kocanın da iki etti on. Benim ilk karınında bir çocuğu var etti onbir. Arkadaşlar şu an bu masa etrafındaki üç kişinin toplam altı esas, beş de üvey gibi çocuğu var. En azından altı çocuğun beş üvey kardeşi var.
- !!!
- Çok ya.
- Çok tabi. Bi tuhaf da.
- Sen sonra, yani ikinci de bitince ne yaptın?
- Bir erkek arkadaşım oldu kısa süreli. O da bitti. Peşinden uzun bir Güney Amerika yolculuğuna çıktım. Çok yerler gördüm; Hindistan’a da gittim. Fotoğraflar çektim. Hatta dergilerde bile yayınlandı. Hindistan’dan döndüğümden beri de biraz daha yalnız, sakin, sessiz bir hayat sürüyorum.
- Ben de gitmek istiyorum oralara.
- Git bence de. Çok güzel.
- Gitmek için boşanmam mı lazım sence? Bence önce gidip, sonra boşanayım. Hem topluma da yeni açılım kazandırırım. Vizede bir problem yaşamam değil mi bu yüzden?
Güldüler..
- Komik değil.
- Neden? Komik. Yıllarca önce hoop eş değiştir oynuyoruz, sonra yallah Hindistan’a arınmaya. Hindistan’a poposu yemeyen güneyde yok şey köyü yok mey köyü illa bir köy buluyorlar arınma seanslarına yuva olsun diye. Bodrum’un pabucu dama atıldı. Zavallı Bodrum esnafı. İnsan üzülüyor.
- Ne arınması yaa…Yok arınma falan, ben merak ediyordum sadece.
- Peki sustum.
- Anlatsana biraz oraları.
Anlatırken aklım gitti bir yerlere. Ya benim çevrem ve benim kuşak dejenerasyonda tavan yaptık ya da dünyanın bu yeni halini hap gibi yutmak lazım. Kim kiminle, kim ne zaman onunla, o çocuk ondan da, bu çocuk şundan da, o benim eski okul arkadaşım ama karım da, ama karım benim eski karımın arkadaşının eski karısı da, benim eski karının eski sevgilisi onun hem eski okul hem de eski mahalle arkadaşı da, ama bu arada benim yeni sevgilim eski bir arkadaşımın arkadaşının eski sevgilisi de diye diye uzuyor gidiyor. Nereye kadar?
Tut herhangi bir adamın veya kadının ilişkisini bir yerinden, üşünmezsen o onla, bu bunla diyerek en az iki tur atarsın dünyanın etrafında. Sınır ötesi operasyonlar da var da, kimse pek bahsetmiyor. Aşk zinciri dedikleri bu olsa gerek.
- Aaa, o sayılmaz, zaten bir gece beraber olduk. Ben oraya da iş için gitmiştim zaten.
İş için gidilen seyahatlerde bir gecelik ‘ayy içim geçmiş, farkında değildim, bir de uyandım ki yanımda tecavüzcü Çoşkun’ sevişmeler sayılmıyor bile. O öylesine, girdi çıktı veya girdim çıktımlar.
Anlatıyor (Anlatırlar. Birgün mutlaka bir yerde birine anlatırlar işin enteresan tarafı, hem de en az tanıdıkları birine);
- O yaz çok sıkkındı canım. Bir akşam aslında çok da içmemiştim ama hani size de olur mu kafanız bozuksa bir kadehle sarhoş olursunuz, işte o akşam tesadüfen yanıma da çok sevdiğim (burada yanına düşenin çok sevdiği bir arkadaşının arkadaşı olduğunu özellikle söyler. Yani o herkesle ööle konuşmaz. Çook sevdiği arkadaşının arkadaşı yaa, o yüzden yani, yanlış anlaşılmasın lütfen, yani...) arkadaşımın bir arkadaşı oturdu. Hoş sohbet ettik, epey geçlere kadar. Ben de dediğim gibi bir dubleyle sarhoş olmuşum (muşum..). Gece sabaha karşı bir de baktım (masum ablam benim yaa..) bedenimin üstünde o çok sevdiğim arkadaşımın arkadaşı. Arkadaş, arkadaş sen ne yapıyorsun öyle dedim? Hayyttt, tecavüzcü Çoşkun’um dedi. Son iki cümleyi uydurdum, ama içimden geldi yazarken, sorry canlarım. Neyse, devam. Kolum kanadım kıpırdamıyordu, bitkindim, o da şey etti beni. Ama hep unutmak istedim o geceyi. Zaten sayılmaz (Gece ile başlayan bölümü tabiki böyle anlatmadı. Dedim ya dayanamadım bir kısmını böyle yazdım. Sebebi de onun gerçek olarak anlattıklarına katiyen inanmazsınız. Benimki inanın daha inandırıcı. Yeminle). Ne demiştik, zaten sayılmaz.
Sayılmaz. Biz de görmedik zaten. Tamam, üstünü çizelim bunun, gerçekten sayılmaz.
- Beni eve bırakmak istedi. Ben de evet dedim. Otoparka çekti arabayı. Son bir sigara dedik. Çok hoş bir çocuk. Sohbet ediyoruz. Ama nasıl ediyoruz anlatamam (anlatamıyordu zaten, sarhoştu..). Bir o anlatıyor, bir ben. Sanki bin yıllık arkadaşlar (ulan ne oluyorsa arkadaşdan oluyor galiba. Ey ümmeti millet, etrafta arkadaş gördüğünüz an, arkanızı etrafınızdaki ilk duvara yaslayın, feci götürüyorlar adamı. Not: bu arkadaşlar ya arkadaşların arkadaşıdır, ya iş yerinden arkadaşlardır genel de) gibiyiz. Tam arabadan ineceğim artık, hani uzanırsın ya öpmek için, yanağından tabii ki, birden sarıldı ve dudaklarımdan öpmeye başladı. Ben karşı koydum tabii ki, ama itiyorum itiyorum gücüm yetmiyor. Demeye kalmadı, elleri oramda buramda gezinmeye başlamaz mı.. (başlar).
Ulan tüm erkekler tecavüzcü mü acep?. Veya bizim kızlar kıçları eritirken güçlerini kaybediyor zaar.
Gerisini sizin hayal gücünüze bırakıyorum. İş bitti mi bitmedi bilmiyorum. Bilmeye de gerek yok, ama bu abla (başka abla bu, tüm haltları sadece tek bir abla yemiyor, zaten biz de durumu yemiyoruz, e ee yaş elli oldu, biz de erkeğin kaşarıyız artık) bunu da saymıyor zaten. Bu da öölesine bişi zati. Galiba araba içinde olanlar da sayılmıyor. Galiba. Ben de yeniyim, öğrenmeye çalışıyorum (bu cümleyi yazdığımda kırklarımın ilk yarısındaydım ve gerçekten salak naif bir adammışım o sıralar).
- Şirket toplantısı vardı. Hüptüp otel vardır ya, hani turizm cennetimizin orada, o otelde işte. Tüm şirket oradayız. Benim kocamla aram çok kötü o sıralar ama (ama ile girdi mi, özürünü ya baştan kabul edersin, ya da dinlemezsin, ben dinlerim, bayılıyorum bu hikayelere. ‘Benim kız da orospu oldu ama senin kadar güzel anlatamıyorumun’ bir başka versiyonu gibi gelir bana. Neyse, hikayeye geri dönelim). Aramız kötü, benim de çok yoğun bir dönemim. Üçüncü akşam, seminerin kapanış gecesi. Yedik, içtik. Hatta biz kızlar (erkeklerle değil yani, kızlarla kız kıza içilmiş, şeker şey bee.., neyse) bi çoştuk bi çoştuk. Göbekler falan gırla. Mesut var bizim şirkette (şu gelen ağbiniiinnn ayak sesleriiiii..) çok iyi bir insandır (iyi insan erkeklerin pipisi yoktur. Gerçek diyom, vallaa...) o da hep bizimle olur zaten bu nevi seyahatlerde (iyi ağbi karıyı gözüne kestirmiş, kıstıracak yer ve an arıyor, bu iyi ağbi abladan ya daha gençtir, ya da bilmem ne müdürüdür genelde), herkesler gitmeye başladı. Biz masada bir kaç kızla Mesut falan (falan diye birileri yok, ortamda ki insan sayısını arttırma eğilimiyle söylenmiş bir kelimedir ‘falan’) kalmışız. Ben anladım ki felaket sarhoşum, midem bulanmaya başladı. Gülay’dı galiba (hatırlamama halleriyle ilgili ilk ifade, ‘inanınız bana’ çırpınışları) beni tuvalete götürdü. Kustum. Tekrar masaya döndüğümüzde kahve verdiler bana. Utanıyorum da (en bayıldığım bölüm. Abla utangaç aslında...yaa.. çook şekerler bee..., ayy yerim ben sizleri bee..). Kahvemi içtim, biraz kendime gelir gibi oldum ama yıkılıyorum (ben de, ama dinlerken gülmekten). Kaldırdılar beni. Gülay bir üst katta, ben Mesut’la aynı kattayım. Neyse Mesut koluma girdi, odamın kapısına kadar getirdi. Ben kapıyı açamadım bir türlü. Mesut açtı galiba. Tam hatırlamıyorum (tekrar hatırlamama hallerine kesin geçişle ilgili imza topluyor ablam benim, hakikaten şekerler yaa.., ölürüm sizler için..). Sonra sadece yatağa uzandığımı hatırlıyorum, bir de sanki üstümde bir ağırlık (yuhh derler adama, yani kadına yaa, bu kadar da olur mu demeyin, aynen naklediyorum, ayneeen.., abarttıysam namerdim. Bu sefer benden katkı yok, aynen yazıyorum ).
Ertesi günü off duk. Akşamüstü uçağımız. Telefon çaldı. Zor bela açtım. Kocam arıyor.
- Neredesin, cepten arıyorum cevap vermiyorsun.
- Nee?
- Neredesin merak ettik, kızım gel, bak annen telefonda
- Meraba annecik (annecik lafı var ya, ciğere kurşun yanında halt eder..) nasılsın?
- İyiyim kuzum (gece kadın, sabah anne halleri, anneler evde kadın olduklarını maalesef hissedemiyorlar, biz evli erkekler de erkek olduğumuzu galiba ki sonuçlar buralara varıyor), sen nasılsın?
Başımın içinde ötüyor sesler. Hafifçe arkaya doğru yaslanmak için kıpırdadım yataktan. Yatak savaş alanı gibi. Çıplağım. Elbisem, sütyenim, külotum ve çoraplarım koltuğun üstünde katlı ve muntazam duruyorlar (ağbi iyi ya, tertipli tabii ki, etrafı toplamadan gitmiyor, nerdee böylesi bu zamanda, canımm yaa.., canımm canımm..burcu ne bu ağbinin acep?).
- Annecik seni çok özledik, babacıkla ben.
Elim refleskle bacak arama gitti (ehh normal, konuştuklarının birinin girdiği yerden diğeri çıkmış, normal bir refleks..). Birden ağlamaya başladım (burada ben de kararsızım, ulen ben de üzülmeli miyim bu duruma yoksa?... kararsızım). Akıyor gözyaşlarım.
- Ben de seni özledim kuzum (anneliğe kesin dönüş). Akşama koynundayım.
Elimi çarşafa sildim. İğreniyorum kendimden.
- Babi senle konuşmak istiyor annecik (ciğerler pare pare..)
Sonra ben onu ararım dedim ama verdi telefonu.
- Güzelim biz seni almaya geleceğiz alana.
- Yok gelmeyin. Gerçekten. Beni zaten atarlar şehre, oradan bir taksi, evdeyim.
Ağlıyorum. Bu sefer deli gibi ama.
Yirmibir yaşımda tanıdım kocamı (mazeret bölümünü de severim). Yirmi altımda evlendik. Bu olay olduğu zaman yaşım kırk bir, demek on yirmi sene sadece bir erkek girdi koynuma ve düşünsenize durumumu (düşünüyorum...hımm...siz de düşünün).
- Çıkma şimdi Pazar Pazar o trafiğe, gelirim ben.
- Zaten bir işimiz yok güzelim. Geliriz baba kız (erkek milleti kadar salak bir canlı daha var mıdır acaba? kadın yapar yakalanmaz, erkek milleti daha telefonda kaptırır paçayı).
Herşeyimi hızla toparladım. Herhalde bir saat duşta kaldım (ruhun şampuanlanması operasyonu..). Koşturarak geçtim resepsiyondan. Bir taksiye atladım, Gülay’ı aradım bir akrabamı görüp oradan alana gideceğim dedim. Alanda iki kahve, yarım paket sigara (vay be o zaman alanda sigara içilirdi, abla şimdilerde büyükanne olmuştur kesin..). Bir ara Mesut’u gördüm alanda. Gözlerini kaçırdı.
Bu olayın senesine kalmadı, boşandım. Boşandıktan bir iki sene sonra, birgün erkek arkadaşımla şeymall’da oturuyoruz, Mesut’u gördüm. Yeni karısı kolunda, yeni doğmuş bebeklerinin arabasını iterek ve gülüşerek yürüyüp geçtiler yanımdan. Ben de geçenlerde ayrıldım son (demek arada epey bi ağbimiz olmuş ki, bu son oluyorlar..) sevgilimden. Artık bir erkek daha istemiyorum (afedersiniz siz erkeğim olur musunuz? Sorusunun ‘i’ halidir, ‘artık ‘İ’stemiyorum’ durumları).
- Eee, biraz da siz anlatın bakalım, ben çok konuştum.
Yemezler anam. Sen anlatmaya devam et. Yemezler. Sonra anlatırkene anlatırkene ‘Aaa... bize ne oldu böyle di mi..’. Kervana katıldığım ilk zamanlarda olsa evet de, artık yemezler. Gerçekten yemezler (kaşarım kaşar..).
- Oğlum sen de açsana bir profil.
- O ne be?
- Lan milletin dilinde. Yammam diye bir site var, nasıl karı kız gırla anlatamam.
- Eee, anlatma sen de.
- Dur lan, gireyim de gör.
Açtı bilgisayarı, yazdı şifresini falan. Search edeceğiz. Neyi? Karı kızı. Buyrun, şimdi de buradan yiyelim.
Yazdık yaş aralıklarını, binlerce kadın. Erkek deseydik, yüzbinlerce. Kadın daha az. Nadide bunlar. Erkekler hercai.
Kimisi resmini koymuş. Kimisinde çöpten kadın sembolü. Sırayla tıklıyoruz. Kimisi, korkmuş zaar, iki kelime profilde, kimisi döktürmüş de, döktürmüş. Canlarım benim ya, beyaz atlı prens arayışında teknolojiyi katolizer olarak kullanıyorlar. Sitede bir nevi pezemenk aslında da, adı Yammam olunca, durum sosyal dayanışma ve friend pozisyonu alıyor.
Kadınlar aslında erkek bulmak için girdilerse ne olsunlar yani... Kimisi yekten ‘date’ demiş olsa bile. Esas çoğunluk ‘friend’ kıvamında kalmış. Yok ya etraflarında iki kelime edecek ‘friend’, bakınıyorlar işte oraya buraya. İnsanın bir ‘friend’i bile olmaması ne fena canım. Kazık kadar kadınlar, eğitim bi tamam, sosyal ortam da yerinde, iş güç az veya çok para da var, ehh fizik olarak her şey yerli yerinde, ancak bir ‘friend’e hasret. İnsan insana hasret. ‘Friend’ de ‘friend’ be anacım. Çok fena çoook. İnsanın içi parça parça oluyor. Gerçekten diyom yaa.., bak inanmıyorsunuz bana. Valla belki tahmin etmiyorsunuzdur ancak benim de kalbim var.
Bu yazıyı okuyan 58 kuşağı ablaların tamamı ‘a aa hangi siteler onlar öyle, valla ben hiç duymadım da girmedim de’ der kesin. Bu ablaların tamamının büyük bir kısmı fink atıyordu bu sitelerde bundan yıllar evvel. Tabii ki nickname lerle. Nereden mi biliyorum, tahmin edin bakalım…
Devam,
- Yazsana şuna, nasıl oluyorsa, de ki bu akşam sevişelim mi
- Deli misin oğlum pat diye sorulur mu öyle?
- Sorulmaz mı? Ne yapacağız, kaynaşıp satranç mı oynayacağız önden?
- Önce, selam merhaba falan diyeceksin, hoş bir iki söz edeceksin.
- Sevişirken desem olmaz mı?
- Millet de sanki sırada bekliyor, sen mesaj atsanda, o da yatağa atlasa diye.
- Aynen sırada bekliyorlar canım. Yoksa ne işleri var buralarda. Hadi köylü kızı olur, dağın başında da tek alternatifi budur anlarım bak..
- O kadar değildir.
- O kadardan da fazlası. Allahaşkına, aklı başında, kalbi de, bedeni de, ruhu da doygun bir kadının da, adamın da ne işi olur buralarda. Kocası, karısı, sevgilisi ile memnun mesut yaşayan birinin ne işi var bu sitelerde. Ya seks, ya da çok derin bir çaresizlik. Aslında seks bence daha ön planda. Yalnız veya yatağındakinden memnun değil, kendi çevresinden de biri ile yapamaz, o zaman dal siteye, bul şehrin öbür ucundan yahşi ağbimizi. Bir de şu olabilir. Kadın gerçekten çok şekerdir yine de çok yalnızdır. Ancak bu kadar çaresizlik de varsa hayatta, pes birader. Katiyen inanmam bunların aksi nedenlere. ‘friend’ ha..., hadii...
- Aslında haklısın da, bizim Levent söyledi bana da bu siteyi. Galiba site rekoru onda.
- Ne rekoru?
- İki ayda yirmi yedi kadın
- Ohaa..
- Ohaa yaa, ‘ben de inanamıyorum’ diyor. ‘Ağbi tam bugün sünnet yarın deniz durumları’ diyor. ‘Hatta sünneti atlıyoruz, direk deniz bile’ diyor.
- Ben ne dedim sana. Oğlum bu kadar boşanma, bu kadar trajedi, bu kadar mağlubiyet, bu kadar zafer, bu kadar sosyallik falan derken, herkes beyaz atlı prensin pelerinine sarılıp yaşamak istiyor artık. Hatta beyaz atlı prensesin de. ‘O’ peşinde bence millet. Sekscileri koy kenara. Baksana insan yığınına. Ciddi bir ‘O’ arayışı içinde millet. Bana bak, bana da bir profil açsana, yazacağım, okusunlar, ‘O’ yok diye. İki kişiye hayrım dokunsa, sevaba girerim.
- Vardır be düzgünleri de.
- Vardır mutlaka, herhalde bir bilemedin iki adet (‘düzgün’ kelimesi için elli sayfa daha yazacaktım, vazgeçtim. İyi bir insanım ben zaar, kıyağım olsun sizlere).
- Fazladır.
- Değildir, değildir.
Soramadım bizimkine nasıl giriliyor siteye diye. Öğrenirim etraftan nasılsa. Ben de mi girsem? İnsanın içi de bir tuhaf oluyor açıkcası. Hani, yani, yaa ‘O’ varsa ve buradaysa. Sonra vazgeçtim. ‘O’ olsa bile yaşamda, ‘O’ buralara girmez. Milyon tane orası burası kırık insanın içinde ne işi var. Yar kafayı gözü abukluklarınla yaşamda, sonra her bir yerden bin tane medet um. Ayy sıkıldım bu yaralı kuşlar edebiyatından. Canım şeker mi şeker, gülen, cıvıl cıvıl bir kadın istiyor ve çekiyor. Kırık hikayeler, kırık haller. İki kelime gülersin, devamı mutlaka vır vır vır dert dinlemekle geçer. Ayy sıkıldım dertlerinden dersin, sen de git kendine çıtır bul derler. Çıtır bulursun, sübyancı derler. Kervana dönersin tekrar, yine başlarsın yolculuk anıları dinlemeye. Keyif, neşe, cıvıltı öğütme makinası gibiler. Arada bir kız kıza ‘haydi eller havaya’, sonra iki kadeh, peşinden gözyaşları yağmur. Anasını, babasını, eski hayatını, eski memesini, eski yıllarını ha bire eskimiş, geçmişte kalmış bir şeylerini özleyen ablalar, ablalar, ablalar. Sıkıldım küflü yaşamlardan. İçim daraldı.
Daha nice nice hikayeler. Kısa kesiyorum, yayıncıyı deli etmeyelim, kitap uzadıkça fiyatı artıyor sonra. Haklılar da, on cilt yazsak bitecek gibi değil.
Çok kötüyüm. Çoook.
Çok kötüler artık çoook. Gerçekten kötü durumdalar. Başlarda gülüyordum devrile devrile, şimdilerde hüzün almaya başladı devrilmelerimin yerini.
Hepsi de doğru düzgün kızlar. Aileler de öyle. Hepsi ilk erkekleri son erkekleri de olsun diye başlamışlar hayata.
Hepsi doğru düzgün erkekler (erkeklerin galiba hiç biri ‘ilki son kadınım’ olsun diye başlamamışlar hayata. Son olsun diye de niyetleri yok gibi. Arıza burada mı acaba?)
Galiba kadın kısmısı, galiba da değil kadın kısmısı daha çok kırlıp dökülüyor boşanmalarda ve boşanma sonralarında. Boşanmalarla başlayan yeni yaşamları içinde ne eski kocalar kalıyor yanlarında, ne de bir başkası. Boşanıyorlar ve çark dönmeye başlıyor. Boşanmış, dul kadınları öğüten çark dönmeye başladı mı da bir kez, durmak bilmiyor. Yok o, yok bu derken, bir bakıyorsunuz ki geldikleri noktada anlatıyor da anlatıyorlar hikayelerini. Neyi, neden, kime anlattıklarını bilmeden. Günah çıkarır gibi. Üzüntülerini dile getirir gibi. Gece anlatıyorlar, gündüz anlatıyorlar. Bazen anlatmıyorlar. Bilki o sırada sevgilileri var. Demeye kalmıyor, ortaya çıkıyorlar yeniden. Gözler hep yaşlı. Gözler yaşlı değilse gönülleri yaşlı. Bir sevinerek, bir üzülerek, bir mutluluktan havalara uçarak, bir psikologlarda.
Çok kötü durumdalar çook. Birgün bir yerde, kendilerine veya eski eşlerine ait bir hata veya bir karar veya bir arıza sonucu başka bir hayata doğru attıkları adımların bedelleri çok ağır geliyor hepsine. Anne baba evinden çıkarak girdikleri koca evinden dışarı attıkları adımlarda her ne kadar ayakları yere sağlam basan kadınlar görüntüsü çizseler de ve her yönde sağlam dursalar da çuvalladı pek çoğu yeni yaşamlarının bir yerlerinde. Deneyimsiz oldukları ‘tek başına’ yaşamlarla, ‘gelsin dullar oynasın kızlar’ deneyimine sahip erkekler aleminin ‘çakallık’ tezatı çok fena attırdı gönüllerinin sevgi ve güven kontaklarını.
Yaşanan ve biten her bir ilişkinin şaşkınlığı ve çektikleri acıların sarhoşluğuyla körüklenen, kamçılanan ümitlerine sarıldıkları her an kondukları dallarda kalınca ellerinde, bir yanı yapayalnız diğer yanı sanki değilmiş taklidi yapan, ekonomik güçleri ellerinde yaşamın başında sadece ‘kadın’, şimdilerde ‘hem erkek hem kadın hem anne’ koskocaman bir kadın ordusu çıktı ortaya son on yıl içinde. Kadın cinsel uzvuna sahip ama erkek konseptinde insanlar gezmeye başladı ora ve buralarımızda. Ancak neredeyse tamamı ‘yalnız’ bu erkek konseptindeki kadın cinsel uzvuna sahip yeni insan türünün.
Ve de yalnız devam edecekler bundan sonraki yaşamlarına gibi görünüyor sanki. Şimdilik göstergeler bu yönde. Bir sürü tanıdığın, bir sürü arkadaşın, bir sürü dostun, bir sürü eski sevgilinin yaşların bir yere geldiği ve gelmeye de devam ettiği bu zamanların bir yerlerinde, elleri bir gün yana kayacak. Ve o an dokunacak ve tutacak bir sıcaklık arayacaklar, ama artık çok geç olmuş olacak maalesef. Ve hiç kimseden de hesap soramayacaklar. Tabaklarına koydukları kadar gelmiş olacak kaşıklarına. Haksızlık olacak ve oldu da zaten onlara. Aslında hepimize. Çünkü en genç, en çocuk, en kız, en oğlan irisi hallerimizde yaptığımız evliliklerinden miras kalan tabaklardır aslında hepimizin önüne konulan. İçine ne koyarsan koy, tabağın kendi boktansa değişen bir halt da yok bu saatten sonra.
İstisna bir kaçımız hariç hepsi yalnız yaşayacak evlerinde ve yataklarında ve yalnız ölecekler veya öleceğiz. İstisna bir kaçımız hariç belki. Kendimizi yalnız hissetmediğimiz tek durumda hepimizin yalnız olduğu gerçeğini bilmek olacak son demlerimizde. Ve hepsi ve de hepimiz taa en başından beri aynı olan öz be öz orijinal bizleriz. Filmin orijinal ve esas kızları onlar.
Ki filmin esas kızları olmalarına rağmen, arızaya geçtikleri anda, orjinalliklerini yitiriveriyorlar. Hepimizin iyi bildiği veya hatırladığı zamanında evlerimizi, sofralarımızı, yataklarımızı, sohbetlerimizi, kahkahalarımızı ve herşeyimizi paylaştığımız evli kadınların saflığı ve güzelliği ile yaşayamıyorlar sokaklarda. Hemen anlıyorsunuz. kaşar olmadıkları için, kaşar da olamayacakları için daha ilk dakika anlıyorsunuz ‘eskiden evli bir kadın’ ile karşılaştığınızı. Belki biz bir kaç adam anlıyoruz eskiden evli olduğumuz kadınlara duyduğumuz saygıdan da, kafatası yerine beyni yumurtalıklarında yer bulmuş özelliğe sahipler hiç anlamıyorlardır mutlaka. Çoğunlukta onlar da. Şehir onlarla doldu. Köylerden geldiler önce şehirleri doldurdular, sonra bohem köylüler olarak ikinci kuşakta tekrar köylere göçmeye başladılar. Tek fark bozkırların köylerinden geldiler, geliştiler, pekiştiler, yanlarına şehir tayfasını katıp deniz kıyısı köylere doluşuyorlar şimdilerde.
Hazırlıklı olun, on beş, yirmi sene sonra parklarda, kafelerde, müzelerde, otellerde, uçaklarda, deniz kenarı entel dantel köylerde, trafikte binlerce, on binlerce tek başına kadın göreceksiniz. Bir o kadar da erkek göremeyeceksiniz buna karşılık. Erkekler, (köylüsü, şehirlisi, bohemi, otlusu, boklusu) en erkek hallerinin yanına, ekonomik güçlerini de koyarak illaki bulacaklar birilerini kendilerine. Hangi ekonomik çizgide olursa olsun, bir alt grup kadın için cazibe noktası ve de hedeflenen kişi olduğunu daha şimdiden çaktı erkekler. Çaktıran da yine bizim ablaların cinsinden olan diğer kadınlar. Her birimize ve de her bir erkeğe hayran bir veya birkaç alt gruptan pek çok kadın yaşamakta etraflarımızda. Erkek olarak eğer fitsen durum tamamdır. Erkekler yırtmış durumda, yalnız ölmek adına telaşa gerek yok. Beğenirsin, beğenmezsin. Çözümü şehir yaşamının paraya endeksli aç gözlülüğünden kaynaklanmış ekolojik dengesi yaratmış zaten (özellikle son krizlerden sonra).Yaşı öyleymiş, statüsü şöyleymiş, eğitimi böyleymiş diye bakmazsan seç seç al. Milyonlarca yıldır olduğu gibi.
Olan bizim ablalara olacak. Çok okumak, çok insan olmak, çok inanmak, çok çalışmak, çok başarılı olmak, çok gelişmek, çok becerikli olmak, çok seçici olmak ve birçok ‘çok’ olmak durumlarının sonucu, yaşlanacak bir erkekleri olamayacak yanıbaşlarında. Sahip oldukları ‘çok’ların yeni oluşan pazarda değer kaybına uğramasının ‘ilk’ kurbanları olup gidecekler bu gezegende. Çok olmayan tek tarafları (zamanında varsa da diğer ‘çoklarından’ dolayı erozyona uğramış) yukarıdaki çoklardan dolayı kadın gibi kadın olamamak. Hep kuyruk havada. Hep burnum düşse almam halleri. Hep bir afra hep bir tafra ve de tüm bunlara rakip bir alt grupların hedefe kitlemiş kadınları. Ve de en acısı, en en acısı bizim ablalarda bir alt gurubu bir takım ağbilerin ve onlarla beraberken onların yanında hepsi birer kadın gibi kadın olmak için hemen de pozisyon almaktalar hızla. Çünkü bizim ablalar için de bu ağbiler hedef. Çünkü ağbiyi kaçırmamak lazım. Çünkü ağbi gelir kaynakları. Çünkü ağbi sosyal hayatta statüleri. Çünkü ağbi sosyal yaşam içindeki ‘dengi dengine’ olma telaşlarının dengeleri. Ama heyhat ki bu ağbilerin de neredeyse alayı sıkı horoz (çünkü diğer kadınlar tarafından hat safhada şımartılmış durumdalar son üç beş sene içinde).Yani kümesleri oldukça kalabalık. Bizim ablalara pek de sıra gelemiyor daha da alt grubun cengaver çıtırlarından ve hatta gözü dönmüş kıtırlarından.
Her bir tarafı allakbullak olmuş ve tuhaf bir kısır döngü haline gelmiş bu yuvarlana yuvarlana ilerlenen yaşam içinde yine de ablalar ne istediklerini ‘çok iyi biliyorlar’ inatla.
Ne üzücü ki aslında neredeyse hepsi ne istediklerini çok iyi bildikleri için sonuç itibariyle ellerini ölene kadar tutacak tek bir erkek olamayacak yanlarında. Yaşamları boyu ‘önce ne istediklerini bilmedikleri’, sonraları ‘ne istediklerini hiç bilmedikleri’, sonra ‘ne istediklerini bildiklerini zannettikleri’, şimdi de ‘ne istediklerini ‘çok iyi bildikleri’’ için yalnız kalacaklar. Önce hiç bilememekten, şimdi de çok bilmekten eriyip gitti bizim ablalar uzun vade eşli yaşam hayallerinin içinde. Tüm kadınlar demiyorum, bizim kuşağın ablaları sadece.
Şahane kadınlar. Şahene. Biriktirdikleri şaheneliklerini korku ve endişe kutularının içine bir güzel yerleştirdikleri ve biz bir alay herifi de o kutunun yanından bile geçirmedikleri için yeniden keşfedilemeden ölüp gidecekler tek başlarına. Güzeller güzeli anneler, güzeller güzeli teyzeler, halalar, güzeller güzeli can dost arkadaşlar, sevgililer.
Üzerilerini bir zırh gibi kaplanmış yeni bitme alışkanlıkları ve hiç hak etmedikleri ancak herkesin de layığı olan tercihleri ile kalacaklar başbaşa. Yaşamlarını bir erkek için yeniden değiştirme cesaretini ‘tekrar’ gösteremedikleri ve bir erkek için yaşamlarından fedakarlık edemeyecek kadar (her ne kadar tam da aksini iddia etselerde kızlarla alemlerinin sohbetlerinde) aşktan, sevgiden, güvenden uzaklaştıkları için başbaşa kalacaklar kendi halleri gibi olan diğer kadınlarla. Tüm hayatları boyu aşkta, sevgide çokcana fedakarlıklar yaptıklarını sanarak ve ‘sandıkları’ fedakarlıklarını anlata anlata bitirecekler ömürlerini. Erkeğin de bir insan olduğunu, ancak kadın gibi bir insan olamadığını bilemeden, bilmeyi de istemeyerek geçecek yılları. Yaptıkları fedakarlıkların da kendilerini hedefe daha da kitleyen ve kendi beklentilerini hızlandıran ve kendi plan programlarını daha da sağlamlaştıran operasyonlar olduğunu erkeklerin çakmadığını sanarak geçecek geriye kalan yılları.
Kadınlıklarına hiç de yakışmayan akıldan uzak verdikleri kararlar ve yaşadıklarının kuyruk acıları ve de üstüne ilave beyinlerine, gönüllerine, bedenlerine verdikleri yanlış, eksik, hızlı, gereksiz komutların sonuçlarıyla tek başlarına yaşlanlanacaklar bu dünyada.
Böyle başa böyle tarak. Sorry canlarım.
Ve bu yaştan sonra, çok da bakıma muhtaç olmayanlar hariç, hiç bir erkeğin onların yaşam asistanı olmak istemediğini anlayamadan, erkeklerin yaşları ne olursa olsun, asistan olmak gibi bir özelliklerinin hele hiç olmadığını, olamadığını çakamadan, elinde ve avucundakileri sadece ona sarılsın diye kadınlara sonuna kadar veren erkeklerin, ‘samimiyetsizlik, bencillik, kullanılmışlık’ hissine kapıldığı an ne kadar cimri olabileceklerini öğrenemeden göçüp gidecekler bu dünyadan. Bizi kimse anlamıyor diye yırtına yırtına, yedikleri kazıkların karşılığı kızgınlıklar ile tüm erkekleri bok çukurlarına soka soka verecekler son nefeslerini. Kazıkların intikamını, erkeklerden değil de kendi yaşamlardan almakta oldukları gerçeğini, kendilerine itiraf etmeden ve kabul ettiremeden özlerine, yuvarlanıp gidecekler hayatın içinde.
Çok zor onların işi. Çok zor.
Kırklarında, anne veya değil kendine kalıcı bir erkek seçmek ve kalan yaşamını o erkekle geçirebilmek adına derinlere gömdükleri inançlarını, yumuşaklıklarını, kadınlıklarını tekrar su yüzüne çıkarmak çok zor onlar için. Onların bu hale gelmesinde büyük pay sahibi olan biz erkeklerin, yine onları yeniden ve yeni bir hayata ikna etmesi de zor oğlu zor bundan böyle. Onlar bizim gibi değiller. Onlar girip çıktıkları her bir insanın koynunu terk ederken çarşafların üstüne kadınlıklarının, gururlarının, gönüllerinin, insanlıklarının bir kısmının bıraka bıraka ilerliyorlar hayatta. Tam böyle olmasa da en azından böyle anlatıyorlar bana sohbetlerinde bazen gülerek, bazen ağlayarak. Yüzlerindeki her bir çizgiyi de, saçlarındaki her bir akı da derin bir anı olarak taşıyorlar yanlarında sabahtan akşama. Her bir çizgi ve her bir ak, gerçekten sevgi ile uzatılan her bir el için ‘tutma, salak olma, kaşınma bir daha’ komutu veriyor onların gönüllerine de, akıllarına da. Ve biz erkekler, karşılaştığımız bu nevi dirençlerin, komutların bir yerinde ‘ay sıkıldım senin bu hallerinden’ çığlıklarını ata ata, belki de zaman içinde bize başka çığlıklar attıracak yeni yeni kadınların kollarına bırakıyoruz kendimizi. ‘Kendimiz ettiğimiz ve kendimiz bulduğumuz’ gerçeğininin adını anmaktan çok uzağız biz erkekler de.
Böyle başa böyle tarak.
- Hadi lan..
Diyoruz bu gerçeği bizim yüzümüze vurmaya kalkanlara da. En kestirme, en özet haliyle erkek mantığının vazgeçilmez, milyonlarca yıldır gelen genlerinin dürtüsüyle.
Belki de o dürtüyü fark etmiş ve dürtülerin yerine yüreği, özü ve aklıyla bir kadını yeniden sevmek isteyen ve seven erkeklerin de kuru ile birlikte yakılmaları sonucu, kimbilir kaç ablamız daha uzaklaşıyor güzelliklerden, mutluluklardan, elele yaşlanmalardan. Kim bilir kaç tane tren de bu yüzden kaçırılıyor huzura doğru giden.
Bizim kuşak kadınlar, artık ‘ne istediklerini’ çok iyi biliyorlar. Bizim kuşak erkeklerse neyi ‘istemeleri gerektiğini’ bilmiyorlar aksi gibi. Kadınları ne istediklerini bilir hale getiren de erkeklerle bugüne kadarki yaşam deneyimleri. Erkekleri de ‘neyi istemeleri gerektiğini’ bilmez hallere taşıyanlar da kadınların onlara yaşattıkları. Çık işin içinden.
Çıkamazsın. Tavuk, yumurta hesabı.
En güzelini horoz söylemiş aslında.
- Bulaştırmayın beni polemiğe, ben ...kerim gerisine karışmam.
Parklarda, kafelerde, her yerde çok sayıda kadın göreceğiz on, on beş, yirmi sene sonra. Tek başlarına otururken, kuşlara diyet (halamı diyet diyeceksiniz, bence hala diyet o yaşlarda da, hele günlerden Pazartesiyse kesin diyet) bisküvi kırıntıları atarken veya bir şeyler, bir şeyler yaparken.
Yanlarından geçerken de bize tanıdık gibi gelecek bazıları. Tanıdıklar zaten. Siz hatırlayamadınız sadece ne adını, ne de o anı.
Öyle bir kuşak olarak doğmuşuz ki ve öyle bir kuşak olarak büyümüşüz ki, öyle bir kuşak olarak tutunmaya çalışmışız ki hayata, sadece sevdiklerini kemirerek, eriterek beslenen bir tuhaf insan türü olmuşuz sonunda. Sevgiye, aşka muhtaç buna karşılık ‘çok tuhaf ki’ sevgi ve aşkla yaşamayı becerememe üstadlarıyız biz. Bu tezatı kendi içinde yaşayan, yaşatan ilk ve tek canlı türünün kadınları ve erkekleri olarak bizlerde yazıp, çizip, içip yeni maceralarımızı anlatan sohbetlerin geyiklerine dalıp gideceğiz, bu güne kadar olduğu gibi.
Bu kadar mı olur? Bu kadar mı bu konuda ne bok yediğini bilmeyen bir kuşak yaşar bu dünyada? Bu kadar mı temiz hayalleri ve ümitleri olup da, bu kadar mı kirletir bir kuşak insan gönlünü ve ruhunu? Bu kadar mı vurdumduymaz olur ömür boyu sevdiğiyle yaşam savaşına karşı?
Üzülüyorum artık. Çok üzülüyorum. Hepimiz de pırıl pırıl insanlarız diğer yandan. Karıncayı bile incitemeyecek kadar duyarlıyız, duygu yüklüyüz. Bu nasıl bir insan neslidir ki, karıncayı bile incitemeyen yürekleri ve akıllarıyla kendi ruhlarını darmadağan edebiliyor, edilmesinede izin veriyor ve etmeye de devam ediyor. Bir karıncadan daha da mı değersizdir bir insanın ruhu? Bir karıncadan daha mı değersizdir ‘sana aşığım’ dediğin insan.
Yok mudur biri, birileri bu kuşağın bu hallerinin nedenlerini en bilimsel şekilde araştıracak yahu? Altmış sekiz kuşağı ile bilgisayar kuşağı arasında sıkışıp kalmış bu insanların, her şeye rağmen her koşulda, darmaduman olmuş ruhlarına ve yalnızlıklarına rağmen yaşama tırnakları ile nasıl da tutunduğunu iki satır inceleyecek bir tane uzman yok mudur Allah aşkına? Darmaduman olan ruhlarını kahkahaları ile maskeleme üstadı olmuş, bıkmadan usanmadan ayakta ve hayatta kalabilmek için bunca mücadeleyi vermiş, vermeye de devam eden bu insanların halini, hatırını soran yok mudur arkadaşlar?
Bu kadar cesur, bu kadar hayata tırnakları ile sarılmış ve ısrarcı, yaşadığı ve yaşamakta olduğu her bir zorluğa rağmen hala kahkahalar atabilen, gezegenin gelmiş geçmiş en güzel rakı sohbetlerini eden, işini iyi yapacak diye saçını başını dağıtan, eski öküz kocalarının bokluklarını hem evlilikte hem de boşandıktan sonra temizlemiş ve de temizlemeye devam eden, anneliği el yordamı ile öğrense de çocukları için çırpınan elleri sıkılası ve de öpülesi bu kadınları bir kez de sahneye çıkaracak ve de alkışlayacak bir Allahın kulu yok mudur Allah aşkına?...
Yuh bee.
Onların yaptıklarına ve yapmadıklarına da yuh, biz erkeklerin yaptıklarına ve yapmadıklarına da yuh.
Ulan onlar bizim ilk aşklarımız.
Ulan onlar bizim dostlarımız.
Ulan onlar bizim çocukların anneleri, anneleri…
Sesim geliyor mu oraya, alooo..
Eve dönerken arabamda tek başımayım.
Düşünüyorum.
Anlatılanları, yaşadıklarımı. Kadın erkek ilişkilerini, aşkı, sevgiyi. Öylesine düşünüyorum.
Karmakarışık herşey. Bir çoğumuzun hayatı karmakarışık. Ya dışı, ya içi, ya hepsi karmakarışık. Ya da herşey çok olması gerektiği gibi de, bizim kafalar karmakarışık.
Trafik yoğun. Yan arabadaki kadınla göz göze geldik bir an. Uzun baktı, güldüm kendi kendime. Üstüne gitsen al bir hikaye daha belki. Bir yerlerde durmasını bilmek lazım. Nerede duracağımıza da maalesef artık ruhumuz bile karar veremiyor. Akıl yok gibi bir şey zaten. Diğer uzuvlarımız, duyularımız da çığırlarından çıkmışlar, çığlık çığlığa saldırıyorlar etrafa. Ne etik, ne metik, ne hak, ne hukuk, ne ahlak, ne saygı, ne gelenekler artık yeterince neden değil durma noktamız için. Bu ülkede, ayağı tek başına yere sağlam basan, kendi yaşamını defalarca kurma cesaretine ve güvenine sahip ilk kuşağız bizler. Yeniden yaşam kurma uzmanı, doyumsuz, yenilgiyi bilmeyen savaşçılarız da. Savaşan uzmanlar olarak öyle güzel de anlatıyoruz ki, önce kendimize, sonra da yaşlılarla, gençlere hallerimizin ne hoş olduğunu ve bokluklarımızın mazeretlerini ve her ne durumda olursak olalım ‘iyi olduğumuzu’. Her tarafı ikna ediyoruz bir güzel.
İyiyiz ya, gerçekten iyiyiz, herkes bilsin. İyi desinler ya bize, biz de iyi olduğumuza bir kez daha inanalım diye. Hiç bitmeyen maazeretlerimizle hep iyiyiz biz. Hiç bitmeyen ama. Her bir mazeretimizde gayet de mantıklı, akıl dolu. Kıçımıza sürecek aklımız yok diyecek kadar yüreksiziz de muhtemelen.
- İçim geçmiş o an.
- Psikolojik bir dengesizlik içindeydim o an.
- Arayış içindeydim o an.
- Öbürü o kadar kötü davranıyordu ki, çok iyi geldi diğeri bana o an
- Tenim çekti o an.
- Sarhoştum o an.
- İnanılmaz romantik bir andı o an.
- Yalnızdım o an.
- Çok etkiledi beni o an.
- Parasızlık başıma vurmuştu o an.
- Gözlerinde kaybolmuştum o an.
- O güne kadar hep hayalimdi o an.
- Astrolojik haritamızın ne kadar uyumlu olduğunu gördük o an.
- Falcı zaten aylar evvel demişti, görünce hemen anladım o an.
- Başarıya susamıştım o an.
- Acı içindeydim o an.
- Yeni boşanmıştım o an.
- Terk etmişti beni, şaşkın gibiydim o an.
Ne anlarmış bunlar yaa.. An an bitmiyor. Hep bir anlarımız var. Bitmez tükenmez anlarımız. Ve ha bire karşımıza çıkanların da hep anları var galiba ki, çakışıp duruyoruz bir yerlerde. Çok andan çok, çok kalabalığız da galiba artık bu gezegende. Belki de biten yüzyılın ikinci yarısında ömrünün yarısını geçirmiş insanları bu ülkenin ve dünyanın şartları o kadar çok o anlarla yaşattı ki, bizler o anlardan başka zaman dilimleri olduğunu bilmiyoruz da artık. Belki de biraz daha stabil, kalıcı ve güven dolu bir yaşam koyamadı önce ülke, sonra dünya önümüze. Belki değil hiç koyamadı. Ulan, her an ölme kuşkusuyla okumuşsan, her an işsiz kalırsın korkusuyla çalışmışsan, her an batma riskiyle ticaret yapmışsan, her an ülke ya içerde ya dışarıda savaşacak diye ürkütülmüşsen, her on senede bir ülkenin siyasi ideolojisi değişmişse, nerede kalıcı, nerede güven dolu yaşamın kaynağı ve inandırıcılığı? Biz de hep o anlarla yaşamaya alıştık herhalde.
Her ne halt olduysa oldu. Olanda oldu zaten. Kaldı geriye ömrümüzün diğer yarısı. İyicene bir ders alanlarla, alamayanlar arasındaki farkı onbeş yirmi sene sonra parklarda göreceksiniz. Parkın içinde elele yürüyüş yapanlarla, banklarda oturup seyredenlere bakarak.
Anlatıyor;
Beş seneyi geçti bekarım. On sene aynı kadın, hem de aşkla yaşanmış, sonra bir anda ortalıktasın ve bekarsın. Dedim ki herhalde ben Mars’ta yaşamışım bunca yıldır. Kadınlar delirmiş gibi. Erkekler de delirmiş gibi. Herkes tuttuğunu beceriyor. O anlar yüzünden. O anlar yoksa o anda, ne yapıp ediliyor, illaki bir o an icat ediliyor. Önce hoş. Ha bire ‘o an’. Ha bire. Ehh, bekarsın da, iyi yani durumlar.
Sen iste yeter ki.
‘Sen iste yeter ki’ diye diye geldiğim noktaların birinde fark ettim ki aslında durum hiç de dışarıdan göründüğü gibi değilmiş meğer. Her ne kadar dışarıdan pek bir keyifli gözükse de, durumlarınız iyicene bi bok olmuş sevgili ablalarım ve ağbilerim.
İçinizden ve dışınızdan, ne tarafınızdan olursa olsun yaptığım gözlemlerim ve de laboratuvar çalışmalarım (kendi üstümde de) sonucu, durumlarınız gerçekten boktan.
Böyle yaşanmaz. Yaşanmamalı da. Yaşamayınız da. Durun bir yerlerde. Kardeşiniz, arkadaşınız, dostunuz, en derin acılarınızın ve yalnızlıklarınızın, yataklarınızın ve eğlencelerinizin, kahkahalarınızın en samimi ortağı olmuş bir kişi olarak, rica ediyorum sizden. Veya isteyen devam etsin yoluna da, ben sevmeden, hissetmeden, karşımdaki insanın içinde bir yerlere kendimi bırakmadan, karşımdaki insan kendini içimde bir yerlere yaslamadan o anlar adına onunla bununla beraber olmak saçmalığından feci sıkıldım.
Kimden? Neyin? Hangi? hırsını alıyor bu insanlar? Ben erkek olarak salak oldum beş senede, bu kadınlar nasıl yürütüyorlar bu işi bu denli ve de yıllarca anlamak, anlayabilmek mümkün değil.
Kadının yataktan çıkışı vardır eğer o erkekle daha ilişkinin başındaysa. Örtünür. Evet, çıplaktır biraz evvel ama örtünür, yorganın altında, ama yataktan çıkarken bir şey örter üstüne, çekinir, utanır, istemez de ortada kalsın çıplak vücudu. Çok kadıncadır, çok da hoştur. Yok anacım, bunlar sanki anadan doğma yatak pehlivanı. Neredeyse bağdaş kurup oturacaklar önünde.
Ne bu be? Herkes birinin arkasında, öndeki de bağırıp duruyor, ‘daire ol daire ol’ diye.
Bu akşam istifa ettim. Bir zamanlar aşktan istifa etmiştim (istifaya zorlandım, ben istifa etmek istemedim katiyen. Aslında atıldım aşktan, gurur yapıp son anda istifa ettim ben de, anlatırım bir gün size de nasıl atılıyorsunuz aşktan), şimdi ‘o anlardan’ ve o ‘anlarla’ gelen kadınların dünyasından da istifa ediyorum. Bir istifa nedenim de, istifa etmesem megaloman olacağım sonunda korkusu.
Neymişim ben ağbi ya. ‘Heeyt, kimim ulan ben’ diye naralanmak bile geliyor bazen içimden. Sanki tıbbın son mucizesi multi bir ilaç gibiyim. Herkesin bir yerine iyi gelecek mutlaka bir madde var içimde bir yerde. Al, yut, neyse o şeyin hemencecik iyi olsun. Bazen bir gecede, bazen bir haftada. Sabah aç karnına, akşam da tok. Bir tek ben mi? Yoo, binlerce, onbinlerce erkek de birer multi hap olmuşlar. Sokaklar, ortalık, kalabalık her yer kadınlara hizmet veren sakalllı, bıyıklı, köse, kel öyle veya böyle eczacı kılığında erkeklerle dolmuş. Hangisinden alsam acaba diye gözleri gezinip duruyor kadınların raflarda. Ha, bir de ellerinde reçete ile bakınanlar var. Psikoloğa giden kesim. Tavsiye üzerine bakınanlar. Veya arkadaş zoruyla veya bir akraba, aile zoruyla. Tavsiye zoruyla bakınanlar da ‘valla ben istemedim, annem zorla soktu beni yarışmaya’ edalı güzellik yarışması adayları gibi. Zorla soktular ya, o da mecburen salınacak artık ortalıkta. Ehh, bir kaç multi hap da almalı. Tavsiye üzerine artık.
Sıkıldım ve istifa ediyorum. Dinlemeyeceğim bile hikayelerinizi.
Kulaklarım kirlendi.
İster genç, ister yaşlı, ister çöpsüz üzüm, ister dert yatağı, ister okumuş, ister cahil, ister kısa, ister uzun, ister zayıf, ister normal (ister şişman demeyeceğim o kadar da değil, içim kaldırmıyor şişmanları) ‘kadın gibi bir kadın’ bir gün bir yerde, ansızın karşıma çıkar da, ben onun gözlerine bakınca yüreğim hoplar da, o benim gözlerime bakınca melül olur da, üzerine sohbet sohbet üstüne dillenirsek, olmaz ama üstüne üstlük bir de tenimiz de pek bir keyif alırsa, hani bir de sarılınca huzur varsa, hani bir de yürekler gerçekten kontratsız, hesapsız kitapsız bir birlerine açmışlarsa en köşe bucağı, hani bir de diye diye uzayıp giden listemi düşünürken uyuya kalmışım.
Uyandığımda liste hala başucumdaydı.
Kalktım, duş, traş, giyin doğru işe.
Yolda bu güne kadar hayatıma girmiş kadınları düşündüm tek tek, hatırlayabildiğim kadarıyla, sonuç hiç de iç açıcı değil çıktı. Olmayan bir kadını da yaratacak halimiz yok. Olanı da o hale getirmek tehlikeli, denendi, sonuç rezalet oluyor. Hiç bir şey olmasa, hapçı oluyor. Multisinden.
Galiba artık yalnızım. Yalnızlıkla ve ‘O’ bence aynı frekanstan yayın yapıyor benim gibi insanların ruhunda. Belki de yalnızlık bizi illaki bir ‘O’ olsuna zorluyor.
‘O’ var mıdır gerçekten sizce?
Bilmiyorum artık. Bence ‘O’ yok galiba. Galiba değil, yok. Bana denk gelmiyorsa, ona denk gelmiyorsa, şuna denk gelmiyorsa, kimseye denk gelmiyorsa, demektir ki ‘O’ yok. ‘O’ olsa, ‘O’nu yazardım, bunları yazacağıma.
Ancak, kararım kesindir, ‘O’ yok diye, acaba ‘bu’ ‘O’ mu diye ‘O anlarla’ yaşamayacağım ve ‘O anlara’ da fit olmayacağım bundan sonra.
Kararım kesin.
Multi ilaç hallerim bitmiştir. O anlar için yanındaki, karşısındaki erkeklere hem yaşamda hem de yatakta künde dersi veren kadınlarla işim bitmiştir.
Çok üzgünüm ablalar, benden bu kadar. Katiyen eksikliğimi hissetmeyeceksiniz. Piyasa yahşi ağbilerle dolu. Her biri de sıkı çocuklardır. Kimi karizmatik, kimi paralı, kimi yakışıklı, kimi kültür abidesi, kimi bohem, kimi sanatçı, kimi komik, her biri baba çocuklar yani. Buralarda yazdıklarım umurlarında da değil. Hatta gönüllüler de duruma gördüğüm kadarıyla. Buyrun, sabah aç, akşamları da tok karnınıza birer tane götürün. Mutlaka bir yerlerinize iyi gelecektir. Baktınız hala iyi değilsiniz, iki değişik multi birden alın aynı anda. Dörde kadar yolu var. Dörtten sonrası tıp mucizesine girer, destan yazmış olursunuz, biz de okuruz bir yerlerde.
Ne takım çantası ne de multi olmaya niyetim de yok, hevesim de yok artık. Ben istifa ediyorum. Yetti bana beş altı sene. Bir ömre bedel, bir ömre sığmayacak haltların alayını ettim ve yaptım bu kadar sene de.
‘O’ yok, biliyordum. Böyle de devam edersem ‘hiç mi hiç’ olmayacak onu da biliyorum artık.
Hap veya takım çantası halimdeysem zaten, ‘O’ rastlasa bile bana, döner geçer yanımdan. Bir saniye durmaz orada. Ne yapsın böyle herifi.
O yüzden ‘O’ zaten. Sizin yaşadığınız yerlerde kaldığım müddetçe ‘O’ olma ihtimalim de sıfır. Çünkü sizler ‘O’ yiyerek yaşayan, beslenen canlılarsınız. Sizlerdense hiç mi hiç ‘O’ olmaz. Ümitlenmeyin boşuna. Ben denedim olmuyor.
Evlenseniz de olmuyor, boşansanız da.
Ne yüreğiniz (en en önemlisi, yürek tarafıdır) kalmış, ne de niyetiniz, ne de ‘O’ olmanın ne demek olduğunu biliyorsunuz. Sadece ümitleriniz var, o kadar. Ümitlerinize ortak ediyorsunuz bizi, bazen de bizim ümitlerimize ortak oluyorsunuz ancak şansınız, şansımız sıfır. Etrafınızdaki mutsuz, içi kor olmuş, küflü insanlarla, içinde yaşadığınız dekorların duygusuzluğuyla, doyumsuzluklarınızın sınırsızlığıyla, duyarsızlığınızla ne sizden ‘O’ olur, ne de ‘O’ sizin karşınıza çıkar bir gün. Sığ ve sade bir yaşamın ortağı olmadıkça, olamadıkça avucunuzu yalarsınız sabah akşam.
Ve de sizinle uğraşacağıma ömrüm boyu hani ola ki, olmaz a, hani diyorum, birgün gerçekten ‘O’ çıkarsa bir yerden, ansızın, hiç beklenmedik ve istenmedik hallerin birinde, ‘O’ nun bin tane derdi ile uğraşmayı tercih ederim ömrüm boyu. Sizi dinleyeceğime ‘O’ nu dinlerim. Sizin için debeleneceğime, ‘O’ nun için sevgiyle çalışırım, çabalarım ömrümün kalan kısmında.
Diyeceksiniz ki yaş geliyor elliye, ölürsün oğlum, bekleye bekleye.
Cevap, hazır. Beklemiyorum ki. ‘O’ varsa bulur zaten beni bir yerde.
Yoksa da yok anasını satayım. Ölemem bunun için de. Memnunum aldığım karardan ve yeni hayatımdan. Öyle veya böyle.
Benimkisi, tatlı üstü kaymak misali.
Burada tatlı ben oluyorum dedi ve sustu.
- Kaçıncı sigara oğlum bu akşam?
- Ne bileyim, saymadım.
- Senin canın sıkkın iyice.
- Öyle, sıkkın. Çok özledim.
- Neyi?
- Neyi özlediğimi bile bilmiyorum. Özledim ama...
Diyorum ve de sonunda susup geliyorum bu günlerime.
Bitiyor sayfalar artık, dayanın. Bir sonraki bölümde vedalaşıyoruz şimdilik.
Geçmiş ile hesaplaşmalarla ve itiraflarla ve yorumlarla ve de görüşlerle ve duygularla geldik sonunda tam bugüne.
Hurmaları yedik zamanında ve yenme mevsimi de bitti artık.
Şimdi yavaş yavaş içimizden çıkarma zamanı geldi yediğimiz hurmaları.
Bazen acıtarak bazen gülüp eğlendirerek, illa ki çıkacaklar içimizden bir şekilde.
Kimimiz ağızlarımızda, hatıralarımızda kalan mayhoş güzel tatlardan bahsediyor.
Kimimiz de kıçlarımızdaki yanmalardan bu günlerde.
Unutmamak lazım, hayatta her şeyin bedeli vardır.
Doğanın sistemi böyle.
Ne ekersen onu biçersin.
Bir kez biçtin mi de bir daha ekemezsin. Demiştim bir yerlerde, hayat yaz boz tahtası değil.
Hayat hiç affetmez.
Siz kendinizi affedebilirsiniz. Bu mümkün.
Hayatınıza yön veren ‘sizin çıkardığınız’ af yasaları değildir. O af yasaları sizin iç huzurunuzla ilgili.
Hayatınıza yön veren sizin kararlarınızdır. Ve her bir kararın ‘get’irisi de vardır ‘göt’ürüsü de.
‘Get’le ‘göt’ arasında bir durumdayız kısaca.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder