22 Eylül 2011 Perşembe

KİMSE KİMSEYE YAŞAMDA Kİ GÜZELLİKLERİ HEDİYE ETMEZ

Kimse kimseye yaşamdaki güzellikleri hediye etmez. Güzellikler zaten hep vardır. Görene, hissedene, elini ve ruhunu uzatıpta tutana tabiki.
Derler ya ‘herkes layığını bulur’ diye o kadar doğrudur ki bu laf. Bulduğun, edindiğin güzelliklerin tamamı neye layık olduğuna endeksli olduğundan, ne üzüleceksin kaçırdığını zannettiğin güzellikler için ne de sevineceksin etrafını dolduran diğer güzellikler adına. Sen her neysen, ne kadarsan osun çünkü.
Ya olduğun gibi gürün
Ya da göründüğün gibi ol.

Bu noktadan yola çıktığınızda, ya olduğunuz gibi gözükür ya da göründüğünüz gibi olmazsanız her yönde ve her yerde birden atıyor kontaklarınız.
Kadınlar anlatıp duruyorlar. Kadınların felsefe yapmaktan başka bir şey yapacak halleri kalmadı galiba. Bir üniversite daha bitirecek kadar çok okuyorlar ve de bir amatör filozof kadar da biliyorlar artık her neyse o açık da duran (veya üstü örtülü) yaralarına ait soruları ve karşılığı cevapları. Erkeklerse sadece yiyiyor, içiyor, sevişiyor (veya sevişiyorlarmış taklidi yapıyor), çalışıyor ve mıçıyor. Mıçmaları sadece fiziken değil, ruhende mıçıyor. Sonuç olarak, her ne yapıyorsa kadınlar yapıyor, kadınlar yıkıyor, yine kadınlar başlatıyor ve de kadınlar bitiriyor.

Sevgiyi verende onlar, alanda. Sevgiyi başlatanda onlar, bitirende. Sevilmeye izin verenlerde onlar, sevilmekten vaz geçirenlerde. Erkekler oldular birer kukla. Midesiyle cinsel uzvuna tasma takılmış maymunlar gibi  kaşınıp duruyorlar sabah akşam ofislerinde, evlerinde, arabalarında, barlarda, kluplerde ve de bir sürü her yerde (çok özel birkaç herif hariç, onlara da beyaz atlı prens veya ‘O’ diyoruz biz. Var olduklarına dair efsaneler olsa da henüz toplum içinde görüşmemişlerdir).

Yapanla yıkan aynı; kadınlar. Bir kadının yaptığını bir başka kadın yıkıyor. Yıkılan kadın gidiyor bir başka adama veriyor elinde kalanı, sonra bir başka kadın geliyor alıyor bir evvelki kadının nesi var nesi yoksasını. Erkekler üstünden yer değiştiriyor kadınların tasarrufları, katkıları ve kattıkları kadından kadına. Ve de kadınlar üstünde sörf yapıyor erkekler düşe kalka. Kadından kadına yer değiştiren ve akan tasarruflar ve de erkeklerin sürekli yütülmeleri sonucu tek bir insan karlı çıkmıyor bu itiş kakıştan.

Erkekler acz içinde bu kesin ama.
Çünkü yıkanlarda kadınlar, yıkılanlarda.
Verende onlar, alanda.
Doğada da, yapanlarda vardır yıkanlarda. Doğada da, verenlerde vardır  alanlarda. Ancak doğada yaparken yıkanlarla, verirken alanların yıktıkları ve aldıklarının kendi içlerinde ki dengesi  gezegenin yapısını daha da sağlamlaştırmıştır milyarlarca yıl içinde. Mucize diye adlandırdığımız o muhteşem dengede böyle çıkmıştır ortaya.

İnsan hayvanındaysa sistem tersinden çalışıyor maalesef her yönde ve her şekilde. Yapan hep yapıyor almadan da vermeden de, yıkansa hep yıkıyor yine almadan da vermeden de. Ve de her ne kadar insan hayvanında yıkan ve alanın erkek cinsi olduğu anlatılsa ve de ‘gibi’ gözükse de patron olan kadınlardır ve her şey kadınların istedikleri yönünde gelişmektedir.

Alanda onlardır, yıkanda.  ‘Yıkamayacaklarını’ anladıkları zamanlarda ve ‘yıkılması’ yönünde karar verdikleri durumlarda (bilinçaltı veya üstü) yanında ki erkeği harekete geçirip hedefledikleri sonuca ulaşacak kadar tüm ipler ellerindedir ve de patrondurlar kadınlar. Pazu gücünün baskın olduğu haller dışında en büyük patron onlardır. Erkekde kalan (şimdilik) tek güç, pazu gücü. Birde durumu çakmanın getirdiği fırtma refleksi (bu refleksde bu yüzyılın eseri).

Şeytanla meleğin aynı ruhu paylaştığı tek canlı da kadındır bence. Meleklik tarafları hepimizce malumdur, şeytanlık taraflarıysa yıkmak istediklerini erkekleri kullanarak becermelerindeki maharette yatmaktadır. Erkeklerin beyin yapılarının ve genlerininse katiyen ve hiçbir şekilde mücadele ve baş edemeyeceği bir durum ve bir akıldır bu.
  
Erkekler sadece seyirci. Pazuları aktif sadece. Birde son kalan akılları ile para kazanmaya çalışıyorlar telaş içinde. Erkekler şaşkın. Erkekler sadece kırıp döküyorlarmış ‘taklidi’ yapıyorlar binlerce onbinlerce senedir. Pazu gücüne dayalı refleksleriyle başkacana bir şey de gelmiyor ellerinden. Kadınlarsa akılları, genleri ve tüm yetenekleriyle ‘gerçekten’ (taklit değil) her istediklerini yapıyorlar, ediyorlar, alıyorlar, kırıyorlar, döküyorlar, büyük bir ihtirasla hedeflerine koşmaya çalışıyorlar ve de sonunda (hep bir son oluyor) ellerinde kadehleri ve sigaraları (nedense sigara veya içki içmeyene rastlamadım) anlatıyor, anlatıyor ve anlatıyorlar.  Pısmış (pıstırılmamış ‘pısmış’), tırsmış görüntüsünde (aslında tırsmamış, sadece görüntü böyle) büyük patronlar kıvamında. Sonuçsa tam bir felaket, rezalet, kepazelik.

Mutlu çift yok gibi.
Nedeni nedir biliyormusunuz? çünkü mutlu kadın yok.
Mutluluğun tarifi bile kalmadı neredeyse. Bıkkınlık hat safha da. Herkes arıyor, hepsi arıyor. Herkes de bir umut, hepsinde bir umut. Herkes bir mucize bekliyor, hepsi bir mucize bekliyor. Herkes birbirinin hatta herkesin gözünün içine bakar oldu. Herkesin elleri havada hani  bir el çıksada tutsa diye bekliyor. Bu kadar mutsuz ve bıkkın ve bu kadar çaresiz kalmamıştı bu toprakların insanları bu yıllara kadar.

Elinizden her şeyiniz alındığı zaman ve de elinizde ki her şeyi kaybettiğinizde bir tek ‘umut’ kalır yaşama tutunmak adına geride. Umudunsa kanı da canı da sadece ‘o’ anlardır. İnsanlar sadece ‘o’ anlar için yaşamaya başlarlar, umutlarını yitirmemek için. Bir sonrasında tekrar tutulacağı ‘çaresizlik’ hastalığının bir öncesinde acılarının etkilerini dindiren ilaçdır ‘o’ anlar. Bir sonraki çaresizliğin açacağı yaraların acılarını hissetmemek adına kana enjekte uyuşturucudur  ‘o’ anlık hallerde.

Bizlerde bu durumun müptelası olduk ve de dibe vurduk sonunda. Binlerce yıldır akıp giden ekolojik dengeler içinde ki yaşamımıza medeniyet adına, para adına, daha konforlu yaşamak adına, statü adına, hepsi ‘benim olsun’larımız adına çomaklar üstüne çomaklar soktuk. Biz direndik medeniyet adına, biz direndik para adına, biz direndik konforlu yaşam adına, biz direndik statü ve hepsi benim olsun adına. Ancak milyonlarca yılın ekolojik dengeside direndi. Sonunda olan oldu. Binlerce onbinlerce milyonlarca yılın dengeleri ile medeniyet, para, konfor, statü arasına sıkışıp kalan ruhlarımız sonunda çöktü kaldı. Ve de bunu itiraf edende yok. ‘Bi memnun bi memnun’ herkes. Pardon, ben hiç kıçımı yiyin demişmiydim bir yerlerde?. Demediysem,
-      Kıçımı yiyin e mi.

Her şeyin çok karışık ve belirsiz olduğu noktada başa, en başa, en en başa dönmek en doğrusu bence. Döne bildiğin kadar başa döneceksin. Hatırlayabildiğin, ulaşabileceğin kadar başa döneceksin. Geçmişle, geçmişinle geçmişde yaşamadan ama geçmişi ve geçmişinide inkar da etmeden.
Ben tam bu noktadayken yazdım okuduğunuz satırları. Ve de yazacağım devamında ki satırları. Saldırarak, savunarak, çaresizlik içinde, öğütler vererek (sanki bilirmişim gibi), savunarak kendimi (sanki saldırıyorlarmış gibi), yazmaya başladım (sanki yazarmışım gibi).

Bir gün çok alim ve çok saygı değer bir edebiyat insanı bir başka yazımlarım için ‘edebi rezalet’ demişti. Bence az bile dedi. Hem edebi hemde ‘ebedi rezalet’ demeliydi. Kendimi küçümsediğim için demiyorum bunları,  sadece fazlacana hayallere kapılmayın ve de beklenti içinde olmayın diye ipucu vermek istiyorum okuyacaklarınız adına, o kadar.

Ta en baştan beri yakalayamadığınız mutluluğu sizde bende belki iç huzurumuzda, sadece ‘kendi’mizde yakalarız umuduyla yazıyorum bu satırları. Hiç kimseden medet ummadan ve hiç kimseden bir mucize gelmesini beklemeden kendi başımıza acaba yırtabilirmiyiz diye yazıyorum bu satırları.
Alim değilim. Psikolog değlim. Sosyolog değilim. Bilim adamı da değilim.
İnsanım ben.
Erkek cinsinden bir insan.

Medeniyet adına, para adına, konfor adına, statü adına, en en önemlisi de aşkları, sevgileri uğruna hırslara kapılmış ve de hala hırslarıyla yaşayan, hırslarla, hırslarıyla yarışan sıradan bir insan. Kendini tanıdığını iddia eden, tanıttığı kendinin ne kadar kendi ‘öz kendi’ olduğunu dahi bilemeyen, ama (artık) bilmekte isteyen, kendine yakıştırdıklarından ve  üstüne yapışıp kalmışlardan silkinerek kurtulmaya çalışan sıradan bir insan.
Bir fark var o da artık ‘yavaş yavaş gözü açılmaya’ (üçüncü gözü falan değil, var olan iki gözden bahsediyorum. İki gözü bırak açılmayı, aralanmadan üçüncü gözle, şakralara geçenler pek bir komik oluyor) başlamış sıradan bir insan.

Evet gözüm açılmaya başladı. Kendim ettim kendim buldum hallerimde bugün için geldiğim noktaya ‘ben buyum’, ‘bu kadarım’ diyebilmek ve kabullenmek adına ruhuyla barışmaya çalışan bir insanım ben. Bir öteye varabilmek için günde yirmidört saat haftada yedi gün  didinip duran da bir insan ayrıca.
Sıradan olmamak adına ömrü boyunca çabalamışken şimdilerdeyse sıradan olmak için çırpınan bir insan.

Ruhu meddi cezirlerle (bilerek yazdım, gençler lügata baksın) lime lime (abartmadım, bazen öyle hissediyorum) olmuş bir insan.
Herkesin bildiği ancak hiçbir kimsenin de ‘tam’ olarak bilemediği bir insan. Kendinin bile bilemediklerini başkasının bilmesini ümit etmek gerzekliğine nokta koymak adına beyninde ki aklını, zekasını tüm kapasite ile kullanmaya çalışan bir insan.

Gör. Düşün. Niyet. Karar. Hareket. Beceri. Ve yola devam.
Dedim ya,
Ya olduğun gibi görün
Ya da göründüğün gibi ol.
Bu yazdıklarımın içinde bir yerlerdeyseniz lütfen tekrar en başa dönün kitap bitince.
Bu yazdıklarım aklınızı biraz karıştırdıysa, hatta aklınız fazlacana karışırsa ileride ki sayfaların birinde, dönebildiğiniz kadar en başa dönmeye çalışın yaşamınızda.

Yitirdiklerinize ağlayacağınıza  kazandıklarınıza gülümseyerek, kahkahalar atarak dönmeye çalışın en başa.
Ve tekrar başlayın (dötünüz yiyorsa, benim yiyor, o yüzden yapıyorum her neler yapıyorsam).
Ruhunuzla barışık. Kendinize severek. Kendi merkezinizden kıpırdamadan herkese açık, herkese dönük.

Bana kalsa hayatta bastırmamda, bastırtmamda bu yazdıklarımı. Yani gerçek bana kalsa. Diğer bense bastır anasını satayım, madem çıktın bu yola her ne olacaksa içinde ve dışında paylaş bakalım herkeslerle diyor sırıtarak. Korkum, ya gevezeliğim kağıtlar üstünde devam ederse diye. Başladım mı nerede duracağımı bilemem (a aa, ne acaip, gözüm açıldıkça neler görür oldum kendimde bile, faydalı bir şey bu zaar).

Ta ki olduğum gibi görünene, ya da göründüğüm gibi olana kadar konumuz hep bunlar olacak. Yani konumuz ‘ben’. Yani konumuz ‘sen’. Yani konumuz ‘biz’. Yani konumuz ‘siz’. Yani yüzyılın iflah olmaz tetikçileri ‘bizim kuşak’.
Kadın erkek ilişkilerimi?
Yahu geçiniz. Bu sadece bir satır koskoca yaşamın içinde.
Satırlardan sadece biri (ama baba satırladan biri).

Not: Çok da abartmamak lazım hani sadece bir satır falan diye de gerçekten. Diğer yanda, fazlacana da takılmayın, yaşamın özünü ıskalamadığınız müddetce, ne halt ederseniz de edin ayrıca…
Bana ne.
Bu akşam migrenimde feci tuttu, gözlerimi bile açamıyorum artık. Şimdi doğru uykuya.
Dönünce soracağım, dalga geçmeyin ben yokken, oturun çalışın.
Boşuna yazıp, çizip durmuyoruz burada.
Ciddiye alın.

Hiç yorum yok: