- Elde var bir
- Öyle düşünüyorlar değil mi?
- Öyle bence
- Katiyen anlamıyorum. Delirdim ilk duyduğumda. Ağbi düşüne biliyormusun ‘sevgi, aşk, canımsın, aşkımsın’ sonra ‘ben arkadaşlarımla tatile gidiyorum’.
- Bana da tuhaf geliyor.
- İşin garibi durumu savunurken buldum kendimi bir an. Sanki öyle bir şey diyorum ki ona, allah allah durumları yani
- Bırak, ittir et. Takma kafaya.
- Nasıl takmam yaa.. nasıl takmam..Ben hiç bilmedim böyle şeyleri. Ulan biz uzaydamı yaşadık bunca yıldır.
Biz uzayda yaşamadık. Biz bu dünya da salak, saftirik aşkla, sevgiyle yaşadık. Bu güne kadar da aşkı, sevgiyi kendimiz gibi salak ve saftirik insanlarla yaşadık belkide, göremedik, bilemedik durumların ne hallere geldiğini.
Durumların geldiği haller şudur;
‘Elde var bir’.
Seviyor ya, elde var bir.
Aşık ya, elde var bir.
Merak eder, nasılsa arar ya, elde var bir.
Seviliyor ya, elde bir.
Zaten ondan iyisinimi bulacak, elde bir.
İyide seviştiğini zannediyor ya (iyi sevişme diye bir şey yok, neden parametre haline getirilmişdir bunuda ‘bir türlü anlamadığım şeyler’ listeme ilave ettim. İyi sevişme yoktur. Kötü sevişme vardır. Ne dediğimi anlayanlar ‘sizler birer profesyonelsiniz’ ve doğru yoldasınız. Anlamayanlara lafım yok, devam edin labaratuvar çalışmalarınıza).
Güzellikleri beraber paylaşmak da nereden çıktı şimdi, denk gelirse paylaşırız, gelmezse de herkes güzellikleri tek başına veya arkadaş başına yaşar, paylaşır, diğeride nasılsa bekler. ‘Diğeri’ elde var bir ya..
Elde var bir diye diye, aşka, sevgiye, ilişkiye saygıyı yitire yitire gelinen nokta bu. Tatil tüm paket içinde detay.
Yaşamın her bir diliminde, hayatta ve ayakta kalmak için olağanüstü mücadele veren bir kuşağın sonunda ulaştığı ‘bencillik’le, ‘ne var bunda rahatlığı’ sonucunun, aşık, seven kadın erkek ilişkisine tatil başlığı altında yansıması aslında durum.
Bir kadın ve bir erkek neden birlikte olurlar?
Baş tarafı tamam, hepimiz iyicene belledik. Esasdaysa işin içinde duygu harici menfaat yoksa, sevgi ve aşksa birlikteliğin nedeni, bir kadın ve erkek neden birlikte olurlar, birliktelik nedir?.
Birbirlerini fiziksel olarak görmek için. Çünkü aşıksındır, seviyorsundur ve özlüyorsundur ve gözlerin görmek ister.
Birbirlerinin gözlerinde kaybolmak için. Çünkü aşkının, sevgilinin gözünden yaşama mutlulukla bakmana neden ışık dolar içine.
Birbirlerine deymek, dokunmak, sevişmek için. Çünkü tenlerin birbirine dokunuşu, aşkını sevgilini pamuklara sarıp içine almaktır bedeninde, ruhunda.
Birbiri ile sohbet etmek, onlarla yüzlerce konuyu konuşmak, tartışmak için. Çünkü aşkının, sevgilinin sesi, sözü ve aklı, beyinlerin el tutuşarak yaptıkları en uyumlu danstır keyif hanende.
Ayrı ayrı yaşanacak zorlukları birlikte aşmak için. Çünkü aşkının, sevdiğinin zorluklarını onun yanında durarak, ona destek vererek aşmasını sağlamak mutluluk verir insana. Bu mutluluğun gönüllüsü olmaksa, sarılıp bir kez daha öpmektir, aşkla, sevgiyle sevdiğini.
Ve gelelim dünyevi güzellikleri paylaşmaya.
İş dünyevi güzellikleri paylaşmaya gelince, kaypaklıklar ve yan çizmeler başlıyor.
- Çok isterdim sende gelesin.
- Çok isterdim sende orada olasın.
- Çok isterdim sende dinleseydin.
- Çok isterdim….artık her neyse tüm olan ve bitenlerde yanımda olmanı.
O kadar çok duyar oldum ki bu sözü son zamanlarda (duyduğuma göre söylerde olmuşumdur mutlaka). Bu şu demek, ‘ben zaten gidiyorum, keşke olaydın, olaydında madem ki olamıyorsun, bu benim gitmeme engel değil, ben giderim her durumda’. Mecburum. ‘Senden önce’de giderdim zaten.
Hooyyt…lafa bak sen lafa.
Senden önce.
İşte hep beraber tamda halının ortasına mıçtığımız andır ilişkinin, hem ve tamda göbeğinde.
‘Senden önce’.
Doğru. Senden öncesi var. Sen yenisin. Senden önce şööle bir yirmibeş otuz senecik var sensiz yaşanmış. Şimdi diyorsun ki bende varım, varsın ama da…
Ama,
Ama ile başladınmı bitti zaten konuşma.
Ama, biliyorsun gitmek zorundayım. Arkadaşlarımla olmak için, çocuklarımla olmak için, ailemle olmak için, her sene giderim alıştığım için, şu için, bu için. İllaki de bir ‘için’ var. İllaki bir de ‘ama’.
Yani, senden önce.
Peki, anladım.
Anladımda…
Gitmesen benim için. Hiç aklına bile getirmesen bensiz gitmeyi sevgin, aşkın adına. Güzellikleri bensiz paylaşacaksan her ne ‘için’ se neden benimlesin ve sevgimizin bir yerlerine biz nasıl yeni yeni çiçekler, anılar ekeceğiz ‘bizim de adımıza’?.
Güzellikleri birlikte yaşayamayacaksak biz neden birlikteyiz ve neyin adına?.
Sadece ‘senden önce’nin alışkanlıklarından kalan zamanlarmıdır bu ilişkinin yuvasını yaptığı yer?.
Hiç aklım almıyor. Aklımın almadığını gönlüm ve ruhum hele hiç almıyor.
Belki de ‘sevdim, aşık oldum’ dediğim hiç bir insanı bir kez dahi nedeni ne olursa olsun bir şey ‘adına’bırakıp da gitmediğim için. Bir kez, kızlarımla üç günlük bir tatil yapmıştık hepsi budur. Elli seneye yaklaşan ömrümde ilk ve son. Boşanma sonrası hep beraber yaşanan travmanın etkilerini olası bir güzellikle dengeleme gayretimizdi o da. Başımızdan geçenlerin verdiği hasarları ruhumuzda tamir etmek gayreti ve yahut. Hepsi hepsi bu. Benim hiç ‘senden önce’m olmadı bu konuda. Yazık olmuş galiba bana. Becerememişim yeteri derecede bencil olmayı.
Ve kadın karşına geçer (erkek de geçer, sadece kadın değil) şu için, bu için gibi laflarla kıvırtmadan, kesinlikle mantıklı, kesinlikle etik değerlere bağlı, kesinlikle fingirdemek amacıyla planlanmamış, katiyen ve katiyen sevgiliyi, aşkı terk etmek veya zarar vermek adına hareket etmek niyetiyle olmayan bir tatil programını tebliğ eder. Kime? Sevdiğini söylediği ve aşık olduğunu hep dile getirdiği, gösterdiği adama.
- Ne güzel, git yaa...tabi. Hakkın, o kadar çalış, didin, hem arkadaşlarını da yaşa kendince. Hem biraz da yalnız kalalım. Özleriz…
Özleriz. Özle ne güzel. Hatta üç beş sene git, daha çok özler insan bu kadar sürede mutlaka.
Ne yalan. Hem de ne kuyruklu yalandır bu sözler, eğer güzellikler size, aşkınız, sevgiliniz yanınızda olmadan ‘güzellikler’ gibi gelemiyorsa, gözleriniz güzellikleri onsuz göremiyorsa, burnunuz mis gibi kokuları tek başınıza olduğunuzda içinize sindiremeden çekemiyorsa çok büyük kuyruklu bir yalandır bu sözler.
- Ne güzel, git yaa..tabi. Hakkın.
Ne hakkıysa artık. Nereden alıyorsa ve alıyorsak bu hakkı. ‘Hepsi benim olsun’dan aldığımız kesinde, başka yerleden de alıyorsunuzdur mutlaka.
Ve arkadaşlar olarak o kadar benciliz ki. Dostlarımız, arkadaşlarımız o kadar benciller ki.
- Delimisin kızım (oğlum), bırakılıp gidilirmi adam (kadın), hani aşıktın.
Demiyecek, diyemeyecek kadar kırık dökük ve ‘hep bana ve hep bana’ içimizde, dışımızda. Dışımızda içimizde taş gibi olmuş. Taşız taş. Kıçlarımız spordan, yüreklerimizde bu güne kadar yaşadıklarımızdan taş gibi. Ruhumuz zaten kayıp. Ruhumuz, ‘O an’ lara kitlenmiş, ne aşkı tanıyor artık, ne de sevgiyi. Haksızlıkta yapmamak lazım, tanıyor aşkı, sevgiyide kendi kendine geliştirdiği, korumacı ve sadece ‘getirileri’ emmeye yönelik refleksi ile tanıyor o kadar.
Koruduğu ne?, kendi. Neden koruyor? Olası yeni terk etmelerden. Koruyunca ne oluyor?, aşkını, sevgisini karşısındakine tam olarak ifade edemiyor. Edemeyince ne oluyor?, karşısında ki zaten hep tedirgin, ehh bu durumda daha da tırsıp terk ediveriyor. Terk edilince ne oluyor?, daha da sarılıyor kendi tezine ve ‘iyi ki şöyle yapmışım, böyle yapmışım’ diye naralanıyor sevgililer. Ve bu dönme dolap her bir inen ve her bir binenle güvensizlik ışıklarını çoğalta çoğalta (etrafada saça saça) dönüp duruyor kendi içimizde ve her yerimizde.
Bir yerlerde demiştim, nerelerde hatırlamıyorum, bu tezlerin ve davranış biçimlerinin ne kadar doğru olup olmadığı yirmi, otuz (belkide on, onbeş) sene sonra parklarda elele yürüyen tonton çiftlerle, banklarda oturan somurtkanların arasında ki oran ile belli olacak. Bakalım oran ne olacak. Banklar mı dolu olacak, yollar mı…
Geçenlerde (yine geçenlerde mi dedim?, içim kıyılacak benim de bu ‘geçenlerde’lerimden),
Sevgilim bana,
- Kızlarla konuştum, yine adaya gideceğiz bir haftasonu, çocuğuda alacağım, biliyorsun çok eğleniyoruz, çok da iyi geliyor hepimize, keşke sende gelebilsen dedi.
Gelemeyeceğimi bilmesine rağmen. Gelememe nedenimse, öyle derin psikolojik, öyle derin inat falan değil. Ekonomik. Battım da iki üç ay evvel. Nedenim bu. Tuvalate bile gidecek, ne param var, ne de vaktim.
Yine de, sevgilim beni seviyor ya, aşkıyım ya ben onun, canım yaa.., ‘keşke’ diye gönlümüde alıyor mutlaka tebligatın bir yerlerinde.
Bu satırları yazarken, ben ona evlenme teklif etmiştim çoktan, o da kabul etmişti çoktan.
Anlayın nasıl terbiye ediyor hayat insanı. Beni bile. Güzellikleri hayatı boyu aşkı ve sevdiği ile paylaşmak ruhuyla yaşayan bir adamı, hayat nasıl terbiye ediyor bakınız, görünüz. Ve bu durumda bile evlenme teklif edecek kadar da acz içinde bırakabiliyor şartlar insanı. Acz değilsede tam olarak, bu neviden bir nedeni vardır mutlaka (psikolog değilim, diğer nedenler onların işi, benimkisi gözlem, o kadar).
Gitme desem, medeniyet çizgisinden uzaklaşan, düzgün görüntülü ancak hödük kafalı muamelesi göreceğim, sevgilimden de, arkadaşlarından da. Dışlanacağım ve ‘gak guk’ diye diye kendimi anlatmaya çalışacağım ha bire.
Git desem (ki dedim zaten), içim küsüyor aşka da, sevgiye de. Yine de evleneceğim onunla.
Bir ümit.
Belki en yorgun yılında, en ihtiyacı olan anında, en cazip tatil teklifini ve nice güzellikleri, bana olan aşkı için, bana olan sevgisi için, bensiz paylaşmamak için red eder diye.
Bir ümit.
Red etsede karım olacak, etmesede.
Zaten kırık dökük her yanım. Bir eksik, bir fazla ne fark eder.
Kırklarda aşklar akılla oluyor. Akılla olan aşka da aşk denmez ama başkada çaren yok ki, idare edeceksin çaresiz. Çakma aşk bunlar. Hani eşeğin olmadığı yerde keçi misali. İdare edeceksin. İnsanlar aşksız, sevgisiz yaşayamıyorlar ya. Ehh, bu durumda sizde fit olursunuz sonunda böylesine çakma aşkada, sevgiyede.
Neden bu kadar duyarlı doğduğunuza da lanet ede ede hemde. Ve neden sevdiğiniz insanların bu kadar duyarsız olduğunada hayret ede ede hemde. Neden etrafınızda ki duyarsızlara da ha bire davetiye çıkardığınıza (en çok) hayret ede ede hemde.
Ve aklınızda girer lafa, der ki;
‘bir gün bankta tek başına oturmaktan korkmuyormusun yani..’.
Buyrun buradan yakalım.
Aşkınız, sevdiğiniz yanınızda olmadığında onu çok merak eden, onu çok özleyen, onun için çok telaşlanan ve de tüm bu olup bitenleri gönlünüze, aklınıza yansıtan ruhunuzu bir kez daha törpüleyip daha da bön bir kişi olmak iyidir yaşamın içinde.
İnsanca duygularınızı biraz daha yitirmek ve sonuç olarak duyarsız olmak makbul sayılır bu alemde.
Bana kalsa, o dakika giderim o aşkdan. Bana kalamıyor ama. Bana kalmasına izin vermiyor kendi kendimize geliştirdiğimiz abuk ‘illaki biri olsun hayatımda’ istemi ve de sistemi.
Bana kalsa, o saniye giderim o sevgiden.
Ama,
Ama diye başladı mı bir cümle, bilki...
Anlatıyor;
İlk kez evlendiğimde, geceleri ikide bir uyanır, yanımda yatan karımı seyrederdim. Çok heyecanlanırdım. Ne müthiş, ne muhteşem bir duyguydu o. İki seven insanın uykuyu yanyana, aynı yatak da, aynı çatı altında paylaşması. İnsanın içini titreten, sımsıcak bir duygudur bu. Eski karım, yani ilk aşkım, yani sevgilim hiç bir zaman bilmedi bunu. Belki de benim hatam oldu, duygularımı bu kadar içten ve dolu dolu ortaya koymamak. Belkide koyamayacak kadar da toydum. Belki de bir o kadar da geçim derdinde sadece çalışıp duruyordum sabahlara kadar ve de posası çıkmış hallerimde izin vermiyordu duygularımı aktarmama, akıtmama.
Acaba derim bazen kendi kendime, acaba, eğer bu denli sevildiğini ona anlata bilseydim, hissetire bilseydim, yine de aynı hataları yaparmıydı? Veya benim o hataları yapmama bu denli izin verirmiydi?. Ve aynı hataları onun yapmasınada izin verirmiydim bende? Bilemem. O günler, o günler de kaldı artık. Yaşanmışlıklar üstünde varsayımlar üretmekle değiştiremezsiniz tarihinizi.
Bu günlere, bu yaşlara gelindiğindeyse aşkıda, sevgiyide çok ucuzlattık özetle.
Pazara düştü derler ya, Pazar da bile değil artık. Yere serilmiş işporta tezgahlarında ayaklar altında ezilip, büzülüyor aşk da, sevgide.
Saygısız olduk. Kendimizi sevmekten, kendimizi kollamaktan, sevenlerimizi, sevdiklerimizi, bize aşık olanlarımızı, bizim aşık olduklarımızı yok ettik, etmeyede devam ediyoruz son hızla. Bırakın bizi sevenleri, arkadaşlarımızın arasında aşık olanların sevgilerine, aşklarına saygısızlık etmeyide yaşamın gereği ve olağan davranış biçimi haline getirdik son yıllarda. ‘Ben mutsuzum, bir tane herif yok beni seven ya, sende mutsuz ol bakalım arkadaş. Arkadaş, arkadaş dost değilmiyiz, anca beraber, kanca beraber’. Nasıl ki, sigaraya, alkole, ota, boka en yakın arkadaş bulaştırır bizi, mutsuzluğun içine de en yakın dostlarımız çekiyor yakamızdan, paçamızdan.
En yakın dostalarımız bile mutluluklarımızı gönülden paylaşamayacak kadar taş olmuşlar. Koy ortaya mutsuzluğu, boka üşüşen sinekler gibi hepsi toplanıyorlar etrafına. Mutsuzluk uzmanı oldukları için (artık) ne yapacaklarını iyi biliyorlar. Hemen gelsin paylaşımlar.
Mutluluk koyarsan ortaya, o zaman durum farklı, herkes şaşkın. Hemen bir adım geriye çekilip, bekliyorlar mutlu hallerimiz geçsin de, eski mutsuzluklara, yani onlara geri dönelim diye. Onlar o zaman mutlu oluyorlar. Mutsuzların birlikteliğinden doğan mutluluklar. Vay babam vay.
Yüzlerine söylesen alacağın ilk cevap;
- Saçmalama. Nereden çıkardın şimdi?.
‘Gözlerinden çıkardım canım’ diyemezsin. ‘Kıskançlıktan çatladın ve çatlamaktasında, ortadan ikiye yarıldın’ da diyemezsin.
Zaten böyle demiyesin diye, ilk günden en büyük destekci onlar. Nasılsa bitecek ya, veriyor önden desteği ve gazı ki seni ne kadar sevdiğini göstersin, güven tazelesin diye. Ki bitince mutlu hallerin, doğruca kucağına oturasın mutsuz mutsuz diye de. O da bitmez tükenmez geceler boyu içip içip bunalımlarına ortak olsun, olsun ki iyice perçinlesin kendi yapayalnız hayatına senide diye.
Bunların hepsi benim gerçekten zırvalamamsa, en iyi dostunuzun biten en ciddi ve derin ilişkisi sonunda, ayrıldığı adama veya kadına neden bir telefon dahi etmiyorsunuz?. İlişkinin yeniden toparlanması adına neden bir adım atmak lütfunda bulunmuyorsunuz?. Neden sadece ilişkisi bitirileni terapiye alıyorsunuz?. Neden, ‘Ayy kız gel akşam çıkalım, dağıtırsın biraz kafanı’ diyorsunuz?. Kafaları dağıtmadan evvel neden aklınıza gelmiyor arkadaşınızın biten ilişkisine ortak ve bir zamanlar sizinde arkadaşınız olan diğer kişiylede oturup iki laf etmek?. Giden neden en boktan kişi oluyor?. Neden gidenin neden gittiğini sorgulamıyorsunuz?. Giden de arkadaşınız değilmiydi daha iki gün evveline kadar?. Nedir bu kız kıza hep en doğru ve hep en haklı olduğunuza dair yirmidört saat birbirinize verdiğiniz söylemlerde ki akıl almaz inatçılığınızın nedeni?. Yoksa artık çok mu sıkıldınız kız ve erkek arkadaşlarınızın ha bire değişen sevgililerinden de umurunuz mu değil bu saatten sonra her biri?.
Sizleri yaşamınız, yaşınız öyle bir taş yapmış ki, tezinize, masanıza, hayatınıza ortak bulma telaşı ve her an artan (kendinize yönelik korumacı) bencilliğiniz ile insanlığınızdan o kadar uzaklaşmışsınız ki, bu kadar olur yani. Bu kadar olur ve dahası da yoktur. Kadınlığınızdan değil, insanlığınızdan bile kopmuş gitmişsiniz. Farkındasınız bu refleksinizi veya değilsiniz bilemiyorum. Ama bu davranış biçiminizi refleks haline dönüşterecek kadar da dalıp gitmişsiniz taş hallerinizin derinliklerine. Bin farklı çevrede, bin ayrılış sonrası, bin kez karşılaşılmış davranış biçiminin aksi olduğu görüşüne zırnık kadar prim vermem. Eksik ve tam da anlaşılır bir ifade ile yazıya dökememiş olabilirim, ancak ne diyorsam, ne anlatmak istiyorsam durum budur. Aksini iddia edenlerde bizim kuşağın kendi salak, yetmez etrafınıda salak zannedenleridir.
Sonra ver gazı dosta. Ver ‘yeniden adım atacağı yeni yaşam’ (ki aslında eski yaşama geri dönüş, bu yeni yaşam da) ile ilgili ümitleri damardan. Belki de hala bir ümit taşıyan biten ilişkisi adına kılını kıpırdatmadan.
Giden erkektir genelde. Erkekler kötüdür. Seni henüz terk etmeyen kocanla, varsa sevgilin hariç tabiki. Onlarda potansiyel kötülerdir, gitmeye görsünler. Ben onlarla, yüzlerle ne melek adamların ne mene şeytan hale getirildiğine şahitim.
Bütün erkekler kötüdür. Bütün erkekler şöyledir, böyledir. Sen yap zamanında yanlış seçimleri, sen düş abuk sabuk adamın ve adamların sevgi tuzağına saf saf, sen düşür adamları hayallerinin (adamın değil, senin hayallerinin) karşılığı hayatın içine, ihtiraslarının, rekabetlerinin gelir ve getiri kaynağı haline dönüştür adamı, bakma hiç aslında o neler bekliyor yaşamdan yıllar geçtikçe, sonra da bir gün adam gidince bütün adamlar kötüdür.
Adamlar kötü mötü değildir. Kötüde değildir, melek de. Sen de melek falan değilsin zaten. Ne adamlar bir halt, ne de sen. Herkes insan. Kadını erkeği yok bunun. Cesuru korkağı var. Birde akıllısı ve akılsızı. Birde tahammülü olanı olmayanı. Birde safı ve hini. Kadını erkeği yok. Burada gümbürtüye giden tabiki kadın oluyor, bu kesin (nereden baktığına da bağlı bu durum). Bu kesinde, gümbürtüye gitme durumu erkeği kötü yapmayada yetmez ancak. Giden erkeğin neden kendisinden uzaklaştığını fark edemeyen veya fark etsede kabullenmeyen, kabullenemeyen veya kendini her daim en mükemmel insan olarak gören kadın da hiç mi hata yoktur yahu?.
Valla sıkıldım ablalar sizin bu ‘giden herif boktandır’ muhabbetinizden. Ben bile sıkıldım, hemde çok. Kırklı yaşlarımın başlarından itibaren azan, azdıkça sayıları artan dul kalmış kadınların bu muhabbetlerinden bezdim sonunda. Adı farklı, tipi farklı, mesleği, kültürü farklı, ancak yaşları ‘aynı’ onlarla, yüzlerce, binlerce kadın da ‘aynı’ muhabbet her bir ayrılıktan sonra. Allahını seven bir dönsün ve de bir baksın kardeşim kendine de be yahu. Bi dön ve bi bak adam mı kötü, yoksa sen mi yavaş yavaş koydun onu kapının önüne yıllar boyunca sabırla işlediğin kendi menfaatlerin doğrultusunda ki taleplerinle, davranışlarınla. Bak, allahın adını verdim, bi bak yahu.
Kimse kimse için saçını başını süpürge etmedi bizim kuşakta. Yaptıysanda karşılığını mutlaka almışsındır, ya sosyal hayatta, ya masada, ya yatakda ya da nakit. Hiçbir kadın sonsuza kadar saçını başını süpürge etmez sevdiği adam için bizim kuşakta. Yapmaya kalkacak kadar aşık veya saf olanlarıda çevresinde ki ablalar uyarır, dinlemezsede kulağından tutar çıkarıverirler zaten o hayattan.
Bütün herifler boktan. Kocanla, sevgilin hariç. Onlarda potansiyel ‘kötü’. Bütün kadınlarda yürekleri sevgi dolu melekler.
Kargalar bile gülüyor artık bu muhabbete. Bizim ablarsa ha babam de babam aynı nakaratı tekrar edip duruyorlar her bir ayrılıktan sonra. Hadi biz erkekler bir tarafız, hiç olmadı zahmet edip de kargaya sorsana kardeşim ‘ne gülüyon ikide bir’ diye.
Yalnızlığı kaderi zannedenler, ‘kaderi yalnız’ insanlardır. Bu işleri kısmet meselesi yapanlarda, sevgiye emek verme tembelleridir. Ne alakası var kısmetle. Ayağına kadar gelen neler ve neleri sen ya tembelliğin, ya koca kıçın, ya para ya kariyer hırsın, ya alışveriş tutkun, ya rekabet dürtün, ya hep senin istediklerin olsun halin, ya da bir sürü (sadece senle ilgili) başka nedenlerle tep dur, it kak, kal yalnız, ye kazıkları, terk edil, sonra da kendi başına gelenlere ortak ara yaşamda ki tek salağın sen olmadığını ispat etmek adına. Sonrada ‘kader’ koy, ‘kısmet’ koy bu hallerinin adını.
Yerim senin kaderini ben. Hatta yetmez kısmetinide yerim üstüne.
Sonra ‘yok bir tane doğru düzgün adam’ edebiyatı. Doğru düzgün kadın varda, adamı yok sanki. Doğru düzgün diye bir insan olmaz. Ne demek doğru ve düzgün. Neye, nereye, kime göreymiş bu doğru düzgünlük, anlatında bilelim?. Senin dümen suyunda gitmeyen herkes ‘tuu kaka’ gidenlerse ‘doğru düzgün adam’. ‘Doğru düzgün’ hallerinde ömrü seninle ters düşüne kadar.
Ay yapma hakikaten.
Şu sıralarda ‘yok ki doğru düzgün bir adam’ lafını ettiği anda anlıyorum karşımdakinin o sabah ne ümitlerle kalktığını yatağından.
Ümidi var. Hem de nasıl hayalleniyorlar aslında anlatamam. Her bir haltı edip kendisine mutsuz bir yaşam kurgulamış olsada, gizliden gizliye (çakılmasın diye de üstü iyice örtülmüş) ümitler kıpraş kıpraş içerilerde bir yerlerde.
Bizim kuşak alemdir, canı çıkar, ümidi çıkmaz içinden. İster mutsuz, ister mutlu, ister pamuk, ister taş olmuş her bir insanımızın ümide karşı zaafı sonsuzdur bizim kuşakta. Kimi çaktırır, kimi çaktırmaz. Hayatları boyu her bir yanımızdan köpürmüş bu denli zorluklardan öyle veya böyle geçebilmenin, hala ayakta ve hayatta kalabilmenin tek nedeni var zaten bizim kuşakta, yani 58 kuşağında, yüreklerinde ur haline dönüşmüş, söküp almaya kalktığın an ölmelerine bile neden olacak ‘ümit’leri.
Ümitler bize aşkıda taşır, sevgiyide..
Ama,
Ama ile başladımı bir cümle bilki..
Ama, bizler ümitlerle beslene beslene bize gelen aşkıda, sevgiyide içimizde yaşatmayı, sevenimize, aşığımıza hissettirmeyi bilemez, beceremez hale geldik sonunda. Sevenlerin, aşık olanların da birbirlerine hissettirmesi yollarınada taşlar koyuyoruz durmadan bencilliğimiz adına. Bu konuda aptal, saptal davranma üstadı olduk. O sebebten, bu sebebten.
Bu saatten sonra hiç fark etmez nedeni ve nedenleri o kadar.
Aşkıda, sevgiyide ‘artık’ hiç hak etmeyen tek kuşağız bu gezegende. Ve son kuşak da olacağız, olduk bile.
Bakınız geçmişe, annelerimize, babalarımıza, dedelerimize ve ninelerimize ve sonrada yeni kuşak gençlere, hiç biri bizim gibi ucuzlatmadı aşkıda, sevgiyide, hatta sekside.
- Çok isterdim sende gelesin benimle,
Annelerimiz babalarımız, dedelerimiz ninelerimiz, büyükannelerimiz, büyükbabalarımız ve de çocuklarımız, yeğenlerimiz tüm seyahatlere karı koca veya sevgilileriyle çıkıyorlar. Bir tek bizim kuşağa özgü bu davranış biçimi. Ne annemleri babamları gördüm karısız, kocasız, ne de kızlarımı görüyorum sevgilileri olmadan seyahate giderken. Tatil, seyahat sembol. Takılmayın tatil tatil dediğime. Tatil sembolize etmekte bin tane tek başına edilen, yaşanan her bir şeyi.
Bende isterdim. Artık gelebilecek olsam da gelmem zaten. Bana güzellikleri beraberce, elele paylaşan kadın lazım. Bensiz heveslere kapılan kadın değil. Bu hallerinle bedenimin, gönlümün ( o da kısmen), özellikle aklımın (getirisine bağlı) sevgiliside olursun, karısıda. Ruhumun olamazsın ancak. Sınırları sen belirliyorsun ve de çekiyorsun, ben değil. Ruhumun aşkı olamazsın bu kafayla.
O zor.
Bedenim ve gönlüm sana sevgiyle sarılır (dedim ya kısmen o da). Ruhum çok istesede sarılamaz. Hak etmen lazım. Çalışman, çabalaman lazım. Ruhumu tavlaman lazım.
Umurundaysa tabiki. Umurunuzdaysa tabiki.
Yanınızda ki insanın kısmen ve sadece bedeni ve gönlüyle idare edip gidiyorsanız dönün arkanızı gidin tatile, uğraşmaya deymez. Doğru yoldasınız, aksi vakit kaybı olur hayatınızda.
Ruhunuzun aşkıyla yaşamak, elinizi tutanın aşık ruhuyla size sarılmasını istiyorsanız o başka. O zaman bedeninizi ve gönlünüzü değil de ‘yaşamınızı’ paylaşın elinizi tutan insanla. Sevgi ve aşkın ömür boyu yeşerdiği yek yer ruhlardır. Esas olanda ruhlardır ömür boyu sürecek ilişkilerin temelide. Kimsenin sizin bedeninize ve gönlünüze asistan olmaya niyeti yok. Sadece bedeninize ve gönlünüze asistan olanlar yüzünden geldiniz zaten bu günlerede. Bedenler ve gönüllerdir terk edenler ve edilenler. Ruhlarsa terk etmez, edemez. Aşıksa eğer…O yüzden kadın oturmuş yazmış ‘aşk için ölmeli, o zaman aşk’ diye.
Ben ve benim gibiler ruhumuzu ikide bir törpüleyipte size ayak uydurmak adına çırpınacağımıza, belkide sizler ruhlarınızı ve attığınız adımları ve de ‘senden önce’leriniz revize etmelisiniz yeni baştan.
Belkide var olan ve çok derinlere gömdüğünüz ‘güveni’, ‘sevgiyi’, ‘koşulsuz aşkı’ tekrar çıkarmalısınız suyun üstüne.
Belki o zaman etrafa, ezici çoğunluğa değil de, bizim nevi insanlara ayak uydurursunuz geriye kalan yıllarınızda. Belkide o zaman biz daha da kalabalıklaşır ve de çoğalırız bu gezegende. Parklarda elele yürüyüş yapan tonton çiftlerin sayısını da arttırırız hep birlikte.
Geride kalan elli sene bir çırpıda geçiverdi. Önümüzde ki elli senede bize sormadan ve danışmadan yine bir çırpıda geçip gidiverecek pıt diye. Uzatmalardan evvelki son şansınız, son şansımızdayız artık.
Ben yinede bakıyorum, bir etrafa bir de cin ve hin gibi gözüksede aslında gerçekten salak ve saf halime, çok memnunum galiba durumumdan. Kırık dökükde olsa bu çok ‘benim’ çünkü. Sizlerse çok ‘sizler’ gibisiniz. Birbiriniz gibide olmuşsunuz ve olmayada devam etmekdesiniz iyicene. Gazoz kapağı gibisiniz, kola şişesi gibide. Saçınız, kıçınız, dötünüz, memeniz, adınız falan farklı o kadar, gerisi aynı.
Yine de bir ümit bende. Belki bir kaçınız bir kez de olsa farklı bakmaya çalışır kendi içine. Ve de durdurur ve vazgeçer gazoz kapağı olmaktan. Kendi gibi olur yeniden. Doğduğu ilk günden beri var olan özüne geri döner geriye kalan elli senede. Bir ümit çoğalır bizim gibilerin sayısı belkide. Çoğalırız ve gider ayak, ikinci bölümünde hayatın denk geliriz birbirimize ve iki satırda olsa gerçek huzuru ve mutluğu buluruz bir yerlerde.
Finaller önemlidir.
Final muhteşem olursa, eserde muhteşemdir. Son seslerdir, son görüntülerdir salondan çıkarken kulağımızda, gözümüzün önünde kalan, izlerini derinlerde bırakan.
Bir ümit.
Bakarsınız,hatta trend olur, kasıp kavururuz etrafı. Bizim kuşağın zaafı olan ‘trend’ merakı bu sefer işimizede yarayabilir sonunda.
Trend olmaya bile razıyım. Yeter ki biraz daha duyarlı olunuz, o kadar.
Güzellikleri paylaşmak, güzellikleri yaşamak için önce sabırlı, sonrada bönkör olunuz. Bunu becerdiğiniz zaman sevgide de, aşkda da çok ayrıcalıklı oluverirsiniz hemde ruhunuzun bugüne kadar ulaşamadığınız derinliklerinde. Aşkı sadece bedeninizle, gönlünüzle değil de, ruhunuzla da yaşar, bugüne kadar neleri ıskaladığınızı iyicene anlayıp, fark edip sımsıkı sarılırsınız (hiç olmadı bir sonraki) aşkınıza. Ve de bir daha neleri ıskalamayacağınız adına da yeminler ediverirsiniz içinizden de olsa.
Iskaladıklarınız aslında en başından beri hayallerini kurduklarınızdı. İnatla, ısrarlada devam ederseniz bugün ki yaşamınıza, o hayalleride daha çok kurarsınız bu kafayla. Önce kafanızı değiştirmelisiniz ki, ruhunuz adım atacak, kıpırdayacak, kendini ifade edebilecek bir yer bulsun yaşamınızda.
Duyarlı olun, güzellikleri paylaşmak için. İki kişi, aynı anda, aynı yerde, elele.
Ruhlarınızla birlikte.
Gerisi ‘herkesde aynı’, ‘herkesle aynı’.
Sizde ki boncuk farklı değil.
Baktım ben biliyorum diğerlerinkinden hiç bir farkı yok. Rengi, şekli, tadı, kokusu, sesi, aklı, boyu, posu, üstü, başı, saçı, işi falan farklı o kadar.
Boncuksa aynı.
Standart.
Gazoz kapağı gibi…
Not: Bu sayfalar doldurulduğunda evlenmek üzereyim. Bu sayfalar birgün basılırsa ki halimi merak içinde bekliyorum.
Yeni not: Sayfalar henüz basılmadı. Ben evlendim ve de üçüncü kez boşandım. Tezleriniz doğru çıktı, ben erkek olduğum için ‘kötü’yüm kesin ve en ‘kötü’ hallarimle terk ettim yani terk edildi aranızdan bir abla daha. Ha boşanma sebebimi?
Benim tezim doğru çıktı. Ben de ‘tezi doğru kötü bir erkek’ oldum yeniden.
Bir daha evlenirmiyim?.
Ehh, 58 kuşağıyız ya, yakışır, kesin...
Aşık falanda oluruz yakında nasılsa.
En son not: Sayfalar hala basılmadı. Tabiki acilen aşık olundu emme velakin. Evlilik?, aşığız ancak salak değiliz artık. O eskidendi.
Almayayım, alana da mani olmayayım.
Diyorum, diyorum da son sevgilimle aynı eve geçersem şaşırmamaya karar verdim bugünlerde.
Yazdıklarım basılana kadar ben baba bile olurum bir daha.
Bir an evvel basılmalı ve de elimden çıkmalı bu sayfalar, büyük kızım gelin olacak yakında, en dede hallerimle de yazmayayım artık diyorum hani…Yoksa üçbinince sayfaya geleceğim yakında.
Allahım sen bastırt bu sayfaları bir an evvel lütfen.
Amin…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder