Biz erkekler nerede, ne zaman, ne kadar iğrenç olabiliriz valla biz bile kestiremeyiz durumumuzu. Bunun kişisel karakter yapısıyla çok da ilgili olduğunu düşünmüyorum. Bence bu durum milyonlarca yıldır genlerimizle bugünlere taşınmış bir özellik (ya siz, ya genler biriniz vurun beni artık.Bir kez daha milyonlarca yıl ve genler yazarsam kendimi vuracağım galiba.Bi zahmet vurun beni ve hep beraber kurtulalım benden).
Bütün kaosun medeni kanunla başladığına inanıyorum. Neden derseniz? ki, deyin lütfen, başka türlü anlatamam devamını, milyonlarca yıldır tek eşli yaşamayan (ve de yaşayamayan ve de yaşamaya da niyeti olmayan) insan hayvanının erkek olan cinsine çok kısa bir süre evvel, en fazla yüz, bilemediniz iki yüz, hadi daha da abartalım ikibin, hadi beşbin sene evvel dinin de katkılarıyla tek eşli yaşamalısın denmiş. Milyonlarca yıldır istediği dişiyle istediği yerde ister tavlayarak, ister zorla beraber olmuş insan hayvanın erkeğine önce beşbin küsur sene evvel ‘hop arkadaş dur bakalım, allah var, din var, günah var’ denmiş. İnsan hayvanının erkek olanı ilk defa bunu duyduğunda herhalde boş boş bakmıştır o günün peygamberine de, elçilerine de.
- Hayda nereden çıktı bu şimdi?
- Bilmiyorum kardeşim, bu din işi iyi de galiba mokunu çıkarmaya başladılar. Ulan canın çekti hadi şu karıdan bir üreyeyim desen, bir sürü mevzuat. Yok sinagoga git. Yok hahamı bul. Ulan insanda heves, heyecan mı kalır.
-
Haa, haaa. Safım benim. Beşbin küsur sene evvel geçen bu konuşmada insan hayvanının erkek cinsi henüz daha nelerle karşılaşacağı ve olacaklarla ilgili hiç bir şeyden haberi yok. Safım benim, safım.
Neyse, bir kısım insanın erkek cinsi üç bin sene kadar tek eşli yaşamak için mücadele ederkene, anaaa bir adam daha çıkıyor başka bir üslupla aynı konuyu tekrar oturtuyor gündemin göbeğine. Hadii, bu sefer sinagogun yanına bir de kilise geliyor. Hahamın yanına da papazla, rahip geliyor. Demeye kalmıyor bir peygamber daha bu sefer cami ve hoca. Pes ediyor insanın erkek cinsi. O yana dönse biri, bu yana dönse öbürü, diğer yana dönse diğeri.
Herşey de benim abarttığım kadar pat küt de olmuyor tabii ki. Mutlaka sevgi ve aşk da var o dönemlerde de, olmaz mı?. O milyonlarca yıldır var da, etik olarak sadık kalmak gibi bir mefhum yok. Hele şartlar sadık kalmaya hiç müsait değilken. Sen mis gibi karını ve karılarını bırak üç sene beş sene savaşa git, sonrada sadık kal. Gittiğin yerlerde o güne kadar görmediğin nevi bir alay çeşit çeşit kadın. Zaten azmışsın, canın burnunda çıkmış aylardır yürü allah yürü, ya da atın üstünde ya da devenin üstünde. Sinirler de zaten gergin, en küçük hatanda gitti kolun, bacağın. Ne yapacaksın da şööle bir deşarj ve dahi relax olacaksın? Cevap; kadın. Çare yok. Herkes de şair, besteci değil ya içini sanata boşaltasın. Zapdet köyleri, kasabaları, yumul karılara.
Bu arada evde bıraktığın mis gibi kadın ve kadınlar da bir beklerler, iki beklerler demeye kalmazlar, ortalıkta mutlaka savaşa gitmekten de bir şekilde yırtmış bir iki erkek de kesin vardır, o senin bu benim ve ucundan kıyısından derken pat küt bir gün bitiverirler işleri. Koca eve döndüğünde, gideli üç sene olmuştur ama bir yaşında çocuğu var mesela. Derin ve uzun gebelikler, tıbbın mucizeleri bebeler dizim dizim. İster inanırsın büyütürsün çocuğu, istersen de kesersin kıtır kıtır bütün karılarını. Zaten kıtır kıtır kesmeden geliyorsun, kolayı da o işin. Bir karı eksik, bir karı fazla ne fark eder. Karı bol nasılsa.
Amma velakin, kazın ayağı pek de öyle olmuyor bazen. İşin içine gönül, gurur, hepsi benim, kıskançlık gibi duygular girince kazın ayağı ‘elleşmeyin lan karıyı’ hallerine bürünüyor aniden.
Ve büyük keşif; bekaret kemeri. Güvensizliğin ve şartların ağırlığına bakınız ki, biri biliyor ki o yokken diğeri illa yapacak, diğeri de biliyor ki giden de bir yerlerde mutlaka yapacak. Ha, başka bir toplumda da yapan kadını göm kuma, taşla dur. Taşla ki, diğerlerine iyicene bir ders olsun ve kimse orada burada fingirdemesin bir daha. Daha da enteresanı taşı atanın da haltları diz boyu ancak henüz enselenmediğinden temiz sayılmaktadır o an için doğal olarak. Herkes bir yerlerde birşeyler yapıyor ama evdeki melek. Yemezler anam. Ben yesem, kimse yemez bu durumu. Bekaret kemeri de laf, taşlamada, kafasını koparmaca da. Sen milyonlarca senedir orada burada onunla bununla çiftleş dur, sonrasında küt diye durduramazsın bu kökü ta en derinlere yerleşmiş arzuları ve istekleri. Olmaz, olamaz da.
Bütün kadınlar bakire, ama her erkeğin hayatından geçen kadın sayısı, on, yüz falan. Ya tüm erkekler sadece bir grup kadınla beraber, ya da tüm kadınlar bütün erkeklerle beraber.
Duramaz, durdurulamaz. Bir kısım radikal din fanatikleri hariç olay devam eder, ancak gizli olur.
Demeye kalmıyor, insan hakları falan, kadın erkek eşit falan, miras hakları falan, aile falan derken ve sanki din yetmiyormuş gibi büyük bombayı patlatıyor insanoğlu.
Medeni kanun.
Fıkra gibi. Bir kadınla evleneceksin ‘e ee’ ve sadık kalacaksın ‘e ee’ ve çocuğunun annesi olacak ‘e ee’ ve eşitsin.
Oldu.
Yani olamadı.
Olamazdı da zaten. Bu devirde hala kadın erkek eşitliği için mücadele veriyorsa kadınlar (erkekler vermez bu mücadeleyi. Neden versinler ki...) olamadığı da apaçık ortada. Pardon, bu mücadeleye ortak erkekler de mevcut tabi ki. Kesin bir hinlik vardır ancak altında. Ya evdeki karı yüzündendir, ya da sokaktaki, ya yataktaki, ya para veya statü kaynaklıdır. Bunların hiç birinden dolayı değilse, o adam ne yaptığını bilmiyordur, takılmayın ağbiye. Geçsin diye dua edin, o kadar.
Ayrıca o günlerde, yani beşbin yıl öncesinde bir dezavantaj da vardı. Dünya bu kadar kalabalık değil. Bazen kadın arıyorsun, yok. Hadi git herifin birini öldür veya bir köyü zapdet ki karılar sana kalsın. Eziyet eziyet üstüne erkeklerde. Zor, zooor...
Gelelim bu günlere. Nüfus olmuş altı milyar. Toplumuna göre ama genelde kadınlar ve erkekler zaten yarı çıplak. Ya iklimden, ya parasızlıktan, ya da modadan. Bu işin fotoğrafı var, filmi var, iş yerinde kıç kıça çalışması var, sosyal ortamların çeşit zenginliği var, turizm var esas, var oğlu var. Bir yanda milyonlarca senedir genlerle gelmiş istediği kadınla çiftleşme alışkanlığı var, diğer yanda din ve medeni kanun ve etik değerler ve sevgi ve aşk ve saygı ve ahlaki değerler, bir diğer yanda her nevi pornografik düzen.
Buyrun buradan yiyelim. Derler ya olacaktan konuşalım, kurtarsa valla dükkan senin abla yaa...
Kadınla erkek tanışır. Sever, anlaşır evlenir. İster dinen, ister kanunen, ister ruhen, ister hepsi birden.
Sonra bu iki insan hayvanı cinsi başlarlar birlikte yaşamaya. Bir parçası da seks di mi bunun?. Aynen. İlk yüz: ‘şahane’. İkinci yüz: ‘iyi yaa’ gibi.. Üçüncü yüz: ‘seviyorum ama onu, olsun, karımdır kocamdır’ yaklaşımı. Dördüncü yüz: ‘bitse de uyusak’. Arada bir, bir tane yine şahane, zaten o arada ki birlerle yürüyor araba dört yüz beş yüzüncüden sonra.
Gelelim binlere falan. aynı kadın, aynı erkek bin kez sevişiyor ve ne safcana bir iddia ki ikisi de hala çok zevk aldığını iddia ediyorlar birbirlerinden. Olmaz hocam, yeminle olmaz. Gerçekten olacaktan konuşalım.
Ancak, şu durumu da bir parantez açmak lazım. Bizim annelerimiz, babalarımız ve büyükannelerimiz ve büyükbabalarımız da bu durum sanki yok gibi. Veya var da çok cana, iyi saklamışlar ortalığa yayılmamışlar. Onlar dinen de, vicdanen de, ehh birde yeni bir kanun çıkmış, bir heves bir heves oldukça sadık kalmışlar yeni kurallara. Soyadı kanunu bile bin dokuz yüzlerin başı arkadaşlar. Yani yüz sene daha geçmemiş üstünden. Bir yanda milyonlarca sene, diğer yanda yüz sene bile değil.
Sonra sıra gelmiş bizim kuşağa. Bizim kuşak taklitçilikte bir numaradır. Bizler de evlenmişiz. Evlendik yani (yani, ha bire evlendik yani). Neyse, aynen anneler, babalar ne yapmışsa taklit etmeye başlamışız. Deerken, hoop genler. Boşanan boşanana. O onunla, bu bununla. Dine de uydurmuşuz durumu, kanuna da. Dul kadınları allah huzurunda evlendirecek bir sistem bile mevcut bir yerlerde. Dullar kanun önünde zaten evlenebiliyorlar. Hatta kendi kurallarıyla yaşayan tüm dullar istedikleri yerde istedikleriyle beraber de oluyorlar. İlla din ve kanun olmalı gibi bir durum da yok. Sen koy bakayım otellere evli olmayanlar giremez kuralını, tamamı iflas etmezse namerttim. Veya de ki, bekara ev kiralarım ve satarım ama evlenmeden kimseyle ilişkiye giremez bu hanede. Bitirdin, yok ettin inşaat sektörünü ve emlak piyasasını. Ülke bitti be.
Şimdi kısaca özetlemeye çalıştığım bu durum karşısında bir kadın ve bir erkek neler yapmalı ki uzun uzun zamanlar, yaşamları boyu mutlu mesut yaşasınlar?..
Aç parantez homoseksüelliğe girmiyorum. Zaten milyonca yıldır var olan ve biyolojik yapımıza uymasa bile aslında her zaman normal karşılanan bu duruma şimdilik girmeyeceğim (hayatım boyu hiç girmeyeceğim değil, şimdilik girmeyeceğim).
Ama diğer tarafa yani kadın erkek ilişkisine feci şekilde gireceğim ve girmiş de durumdayım zaten. Yazdıklarım sizlersiniz. Hiç saklanmayın birşeylerin arkasına. İster ruhen, ister bedenen, ister aklen zaten bire bir işin içindesiniz. Ve insanlık aslına rücu ediyor. Na buraya yazıyorum, bin sene sonra bu dünyada iki tür insan hayvanı olacak. İsteyenin istediği ile istediği yerde hem de ap açık sevişenleri bir yanda, içine kapanmış sadece kendiyle yani ruhuyla yaşayanlar diğer yanda. Ortası yok. Zaten milyonlarca da senedir yoktu. Bugün yaşananlar yeni icatlar. Ama tutmadı. Tutmaz da. Ya dışarıya açılacaksın, ya içine. Dışında ister, içinde. Esas olan senin özünün, gerçek özünün ne istediği, gerisi hikaye.
Özellikle gözlerini kapatıp eşiyle sevişirken başkalarını düşünenlere ithaf olunur bu satırlar. Dürüstlerse, ya orospu karı ya da bilmem ne delisi olmuş oluyorlar. Yani büyük yüzdeye giriyorlar bu seferde.
Hepiniz hoşgeldiniz öncelikle hayatıma sonrada bu sayfalara, biraz geç oldu galiba bu ‘hoşgeldiniz’. Okuduklarınız sizleri kızdırıyor, güldürüyor, ağlatıyor olabillir. Hatta benden nefret edeniniz bile olmuştur belki de. Çok hoşuna gidenlerde olmuştur belki de, bilemem. Bildiğim bu satırlara kadar gelmişseniz eğer, benim ve 58 kuşağı çok sevgili dostlarımın, arkadaşlarımın, karılarımın (sorry ama üç kez evlenince böyle deniyor. Bu arada ben ‘karım’ demeyi seviyorum. Eğer karımsa ‘karı’ oluyor çünkü. ‘Eşim, hayat arkadaşım’ gibi kelimeleri sevmiyorum. Bir kere ‘eş’ değiliz, yanı ‘aynı’ değiliz ki ‘eş’im olsunlar. Hayat arkadaşı lafını doğru bulmuyorum. Hayat içinde arkadaşa değil, erkek olduğum için kadına ihtiyacım var. Yeteri kadar arkadaşım var zaten. Hepsi sağolsunlar dünya kıymetlileri benim için. Kadın yok ama kadııııın. Ayı değilim…Bu ‘karı’ lafı sevgiyle deniyor. Öküzlükle değil. – Bir paragraf parantez içine de ilk defa burada rastladım şimdi. Daha neler göreceğiz bakalım bitene kadar sayfalar, hayırlısı.), sırdaşlarımın ve dullarımın hayatına girdiniz demektir. Bu nedenle, kocaman bir ‘Hoşgeldiniz’ daha sizlere.
Dötü yiyen yazar benim gibi ama eğri ama doğru, yemeyen okur eleştirir. Veya okumaz, bana ne. Kimi de zaten biliyordum der. Kimide ‘çık çık, allah düşürmesin neler oluyormuş meğersem hayatta’ der.
Siz hangi guruptansınız?.
Veya bilmediğim bir başka gruptan mısınız?.
Onsekiz yaşının altında kimse okumamalı bu kitabı. Kaka bu yazdıklarım. Cız.
İlk sözümde son lafım, ‘tanrım birgün hepimize her ne olursa olsun yaşamımız içinde, gerçekten çook sevdiğimizle, çook aşık olduğumuzla bir kez dahi sevişme lüksünü tanısın lütfen’. Bir ötesi, milyonlarca yıldır gelen genler. Milyonlarca yıldır da genlerimizle bugüne kadar gelen ve milyarlarca yılda hiç bir zaman yok olmayacak tek bir gerçek var bu gezegende; aşk ve sevgi. Gerisini ciddiye bile almayın. Sevişin yeter.
Ben mi? Ben bu sayfalardaki insanlardan biriyim. Hatta en şeylerden biri, belki de her insanın ta kendisiyim.
Ve ilk aşık olduğum, ilk sevdiğim, ilk kokusunu aldığım, ilk okşadığım kadının yaşamım boyu son kadınım olmasını dilemişken ha bire evlenmiş boşanmış adamın biriyim ben.
Genlerimin şiddetli gayretine rağmen ben de çok direndim. Aşkta da direndim, sevgide de, genlerime de. Ve gördüm ki;
Bir sonrakinin boncuğunda hiçbir fark yok. Ben baktım, yok. ‘Vardır ağbi, sen iyi bakamamışsın’ diyenler için tekrar ediyorum, gerçekten bir sonrasındakinin de ‘boncuğu aynı’. Aaa, valla yok ya, ısrar etmeyin. Yok anacım, yok hepsi aynı.
Aslında ‘boncuk var’, ‘boncuk var’. Esas olan boncuk için nereye baktığın ve de bakmakta olduğun. Boncuğu nerede aradığın çok önemli.
Boncuk ruhda, yürekde, gönülde, akılda veya boncuk bildiğimiz yerde. Özünün gözü nereye bakıyorsa orada arayacaksın boncuğu. Şeyinin gözüyle değil...
Benim şanssızlığım, aradığım boncuğu bir türlü bulamamak oldu bu güne kadar.
Belki de boncuğu özümden çok uzak başka başka yerlerde aradım bu güne kadar. Doğru yerlere baksaydım ne boncuklar bulacaktım kim bilir. Belki de bu boncuk işini pek de önemsemedim. Belki de gerçek özümün kararlarına, taleplerine saygısızlık ettim. Kimbilir ne boncukları da ıskaladım bu yüzden.
Ahh şu özüm ahhh..
Ahh şu şeyim ahhh…
Allah açlıkla terbiye ettirmesin derler ya, bizler toklukla terbiye olacağız galiba.
Çok istiyorum ama.
Son kadınım olsun biri diye.
Biri son kadınım olsun. Bir türlü bir kadın ‘son kadınım’ olamadı. Ulan bu ne iştir yahu. Son kadınım olsun diye diye, yeni kadın istemiyorum diye çırpına çırpına geçir sen ömrünü, becereme, kıvırama ilişkileri, sonra da bitmez tükenmez bir ümit ve enerji ile yırtmaya devam et bir yerini hala ve hala ‘son kadın da son kadın’ diye. İster yaz, ister çiz, ister boz. Uğraş, didin. Yıllarını, biriktirdiğin ne var ne yoksa döktür ortalığa yine tık yok. Ne yapsan nafile.
Ya bende iş yok, ya da bende iş çok.
Bilemedim.
Konu neydi?.
Genler mi?
Hadiii...yemezler anam, içim geçmiş ayaklarında olsa olsa yeni bir açılım bu laflar.
Aşka, sevgiye saygısızlık ettim diyeceğine, özümüm sözünü dinlemeden seçimler yaptım diyeceğine, armut piş ağzıma düş diye ömrümü geçirdim diyeceğime, kendimi tanımadan insanlara masallar anlattım diyeceğime, masallara inananların ortağı olmak için can attım diyeceğime, yok genler, yok şu, yok bu.
Ayy, valla ben bile çok sıkıldım kendimden. Zavallı sevenlerim, sevmişlerim ne baygınlıklar geçiriyorlardır ve geçirmişlerdir kimbilir.
- Biri ile tanıştım, mucize gibi. O kadar hızlı gelişti ki herşey. Aşık oldum. O da bana. ‘O’ galiba. Galiba da değil, yok yok ‘O’. Eminim. Kesin.
- Bir buçuk feriye. Sarımsaklı olsun.
- Sen beni dinlemiyor musun?
- Hayır.
Dinlenecek bir şeyler anlat ki dinleyelim.
Bir yandan mantıya gömülmüşüm, anlattıkları umurum değil. Böyle bir buçuk feriyenin hazı varken damağımda, çok da umurum değil zaten karşımdakinin anlatıkları.
İyi yapılmış sarımsaklı yoğurtlu mantınızın önüne sizin veya bir başkasına ait aşkların geçmesine ne kadar tahammül edebilirsiniz ki zaten?.
Ben katiyen edemem.
Aşk ve de kadın erkek ilişkileri ile ilgili muhabbetler her zaman, her yerde bulunur. Hele bizim kuşakta. Kıvamında bir sarımsaklı feriyeyse, asla.
Özünüze iyi bakın. Özünüze bakın da, bakarken midenizi de ihmal etmeyin.
Kaldıysa hala mideniz tabi ki.
Altımıza üstümüze aldıklarımıza ve skorlara bakarsanız ne kadar midesiz olduğumuzu daha da iyi anlamış olursunuz. Hikayeleriniz ve hikayelerimle kalkan miğdemi sarmısaklı mantım feriye ile bastırmaya çalışıyorum.
Tekrar ediyorum, benden size tavsiye, demedi demeyin sonra.
Siz siz olun, bir buçuk sarmısaklı feriyenin ve de hatta yanında bol soğanlı piyazın verdiği zevki hiçbir şeyle karşılaştırmayın. Hele hele aşkla meşkle hiç. En baba, en muhteşem, en aşklarla bile karşılaştırmayın sakın.
Mantıcıda görüşürüz akşamları. Etrafı kesen biri varya, o benim o…
Mantıcıda aşk.
Oleey…
1 yorum:
Yazılarındaki içtenlik harika. Sosyolojik yorumlarımız seninle örtüşüyor. Buna şaşırdım. Çünkü: seninle oturup konuştuğumuzda daha umutlusun, benim lacivert gözlüğüme karşın senin koyu da olsa pembe bir gözlüğün var gündelik... oysa yazıların benim tarafımı tutuyor. (Ne dersen de, insan anormalliklerinin açtığı derinlik loştur ve ben bunu görüyorum cümlelerinde.) Yıllar önce düşünüp de yapmadığımı sen yaptın. Yazılarını yayınladın. Bu gidişle bana da blog açtıracaksın bir gün. SEVGİLER Yalçın Günalp
Yorum Gönder