22 Eylül 2011 Perşembe

KARŞILIKLI ÇALIYORUZ BONGOYU

Karşılıklı çalıyoruz bongoyu. Onun vuruşlarındaki ahenksizliği bertaraf etmeye çalışsam da, bıraktım sonunda. Pat küt vuruyor.
Karşılıklı çalıyoruz aynı bongoyu bir ‘ilk yaz’ akşamında. Latin. Gözlerimiz birbirine kitlenmiş. İkimizin de yüzünden gözünden terler akıyor. Bir o vuruyor, bir ben. Çalıyoruz. Etraf kalabalık. Herkes biliyor veda töreninin davullarını çaldığımızı. Gözlerimiz, tenimiz, bedenimiz, ruhumuz, ellerimiz, şıpır şıpır akan terlerimiz, hepsi biliyor. Çalan, biten bir aşkın son nefesini vermeden evvelki veda şarkısı.

Bir kez çalınır. Bir kez. Ve de son kez. Gözlerimden yaşlar geliyor. Ağlıyorum, çalıyorum, çalıyor, gülümsüyoruz bazen, sarhoşuz da, çok hem de. Herkes bizi seyrediyor. Herkes ama. Hiç bitmesin istiyorum çalmamız. Hiç ama. Razıyım, ömür boyu, gece gündüz, yaz kış, hep çalalım. Yeter ki gitmesin. Yeter ki gitmeyeyim.
Ve bitti.
Birden durdu ellerimiz.
Son bir kez bakıştık.
İlk bakışmamızdaki gibi.

Sonraları bir çok kez daha karşılaştık boşanma operasyonu boyunca ama son kez o bongonun başında bakıştık yüreklerimizle.
Helalleştik sanki.

Bir yaz akşamı,
-          Önden buyrun hanımefendi.
-          Lütfen siz önden buyurun beyefendi.
-          Yok olmaz. Önünüze geçmemek için çok çaba sarfettim tüm birlikteliğimizde. Tam gider ayak hiç olmaz hanımefendi.
-          Lütfen, bu sefer önden siz buyrun. İlk defa gerçekten önde görmek isterim sizi.
-          O zaman elele çıksak kapıdan.
-          Yok önce siz. Çünkü benim hayallerim daha çok yıkıldı size nazaran. Benim bir kaç dakika daha durmam gerek burada.
-          Çok sevdim ben seni.
-          Ben de seni.
-          Hani ‘aşk için ölmeli o zaman aşk aşktı’?
-          Ölmedik mi beyefendi?
-          Öldük değil mi hanımefendi?
-          Evet.
-          Size birşey bırakabilir miyim giderken?
-          Tabiki.
-          Size en genç, en deli, en çılgın, en köpürmüş, en çocuk, en saf yıllarımı bıraksam hatıra diye, saklar mısınız?
-          Çok büyük bir mutlulukla beyefendi. Ben size bir hatıra bıraksam siz de saklar mısınız?
-          Büyük bir memnuniyetle hanımefendi.
-          Size kadınlığımı, hayatta elele yürümelerimi, iskelenin resmini, domateslerimi, sabahın ilk saatlerinde pişirmeyi hayal ettiğim ekmeğimin kokusunu ve tüm hayallerimi bıraksam saklar mısınız?
-          Ne büyük bir şeref hanımefendi.
-          Size bir ömür boyu mutluluklar diliyorum beyefendi. Hiç durmayın, inandıklarınız için hep yürüyün. Sizi sevgiyle kucaklıyorum.
-          Ben de size ömür boyu huzur ve dinginlik diliyorum hanımefendi. En güzel uykularınızın en güzel rüyaları gerçek olsun. Elinizi sevgiyle öpüyorum.

Bongodan gelen seslerin konuşma diline dönüşmüş halinin metnidir.

Ben iyi miyim?
İyiyim bee, daha ne olsun bundan güzel.
Artık erkeğim ben.
Eskiden insandım.
Artık o da kadın olmak zorunda.
Eskiden insandı.
Artık kendi hayatlarımızı yaşamamız gerekiyor.
Eskiden yaşadığımız ‘hayatımız’ değil, aşkdı.

Hayatınızla aşkı birbirine karıştırmayın sakın.
Aşkları hayatınız sanmayın sakın.
Aşkı yaşayın.
Sadece aşkı. Aşk bitince de hayatınızı yaşamaya geri dönün.
Ömür boyu aşkı yaşayan ve hayatını aşkı yapan insanlar da vardır mutlaka.
Biz beceremedik.
Becerenlere gıpta ile bakıyorum. Bakmaya da devam edeceğim. İçim buruk.
Aşk öyle ikide bir çalmaz kapıyı.
Artık erkeğim ben.
Eskiden insandım.

Geçenlerde gördüm onu önümden yürüdü gitti. Yürüdüğü her bir saniye seyrettim onu.
Kadın olmuş.
Eskiden insandı.

Eskiden ikimiz de hanımefendi ve beyefendiydik (en azından çok ümit vardı hanımefendi ve beyefendi olmak adına)  birilerinin önünden el ele yürüyüp geçerken.

Umarım birgün yine hanımefendi ve beyefendiler oluruz, birilerinin önünden ‘birileriyle elele’ yürüyüp geçerken.
Ben şimdilik ‘önünden geçilen’lerdenim.
Pek de yürüyüp geçenlerden biri olamayacağım gibi gözüküyor uzun bir süre.
İçim çok kırık.
Güldüğüme, güldürdüğüme falan hiç kanmayın.
İçim çok fena kırık.
Yakışmadı kırklarıma.
Ne kırklarıma, ne gönlüme, ne de ruhuma.
Hiç yakışmadı.

Hiç yorum yok: