- Nerelerdesin kızım bunca zamandır?
- Ne bileyim. İşlerden başımı kaldıramıyorum ki. Sen nerelerdesin asıl?
- Bilmem. Bir yerlerdeyimdir herhalde, ben de bilmiyorum artık.
- Ne var? Aranız mı bozuk?
- Boş ver, neler yapıyorsun sen anlat. Gezen tozan sensin.
- Valla bir şey yaptığım yok. Ayşe’lerle beraberim genelde. Bilirsin onları. Kız kıza takılıyoruz orada burada.
- Nerelere gidiyorsunuz, anlatsana biraz.
Garson gelir.
- Ben bir espresso, bir browny.
- Bende bir papatya çayı alayım.
Garson gider.
- Tatlıya bir düştüm ki şu sıralar.
- Kilona dikkat et.
- Boşver yaa.. Ona dikkat et, buna dikkat et. Geçen sene bütün kış spora gittim. Ne fark etti.
- Neden epey bi zayıflamıştın.
- Neye yaradı. Vır vır söyleniyordu, yok kıçın, yok göbeğin. Özeneyim dedim azıcık, umuru olmadı. Düzeni bozuldu ya beyefendinin akşamları spora gidiyorum diye, bir karış surat. Çok sıkıldım. Bir şeyler yapmak istiyorum. Bir şey olsun hayatımda. Değişik bir şeyler.
- Mutlu gözüküyorsunuz..
- Mutlu muyuz? Mutlu değiliz. Bütün gün iş ve para peşinde. Elinde telefon konuşarak giriyor eve her akşam, sabah da yine telefonla konuşarak çıkıp gidiyor. Üç kişi yatıyoruz, o ben ve cebi.
- Ne yapsın adam ya, bu devirde iş kurmuş. Kolay mı.
- Değil tabi ki. Birbirimize de zaman kalmadı. Kavga dövüş geçiyor günler. Haftaiçi iş, haftasonu çocuklar.
- Nasıl çocuklarla aran?
- İyi aslında. İyiler de. Bende tuhaflık var kızım. Kendimi kapana sıkışmış gibi hissediyorum.
- Herkes öyle yaşıyor.
- Sen özgürsün ama.
- Nerem özgür allah aşkına. Sabahtan akşama kadar iş. Genelde evde de devam. Şu laptopu icat edeni bir yakalasam...
- Hasan nasıl?
- Bir var, bir yok. Seyahatte şimdi. Boşandı daha az görüşür olduk.
- İyi mi aranız?
- Bilmiyorum. Ya onun işi yoğun ya benim. İki ay evvel güneye gittik iki gün, onun haricinde bazı geceler geliyor bana. İki laf, sonra yatak.
- Aynı eve geçsenize.
- Ne bileyim, bir yerde istiyorum, bir yerde de...çok zaman oldu birisiyle aynı evi paylaşmayalı. Bir kere ev tutmak lazım, yeni bir ev.
- Neden geçsene ona.
- Haa haa, güldürme. Kapatayım evi geçeyim ona, sonra koysun kapının önüne, kalıvereyim kaldırımın üstünde. Yok kızım yemezler. O bir kez olur hayatta.
- Eee, o taşınsın sana.
- Olur, ben köşkte oturuyorum ya, bir katı ona tahsis ederim. Benim üstüm başım sığmıyor be eve. Adamın herhalde elli tane takımı, ceketi vardır. Deli misin sen.
- Ne bileyim. Sende artık biriyle ol istiyorum. İki çift çıksak, birbirimize gelip gitsek.
- Olur. Sen lise hayallerinde kaldın galiba. Pikniğe de gideriz, örtüler benden. İstersen çocuk da yapalım.
- Sen yap kızım. Ben zaten yaptım. Sana şart bir tane. Bak Nilgün yaptı. Olmaz olmaz dediler, oldu bu yaşta.
- Bul doğru düzgün baba adayı yapayım.
- Hasan’dan yap.
- Yaa.. bayılır bu fikre mutlaka..
Garsonu çağırır.
- Bana bir somonlu salata, bir de bir kadeh beyaz şarap, soğuk olsun lütfen. Sen de yesene bir şeyler.
- Yok ben rejimdeyim gerçekten. Başka bitki çayı neyiniz var?
Garson sayar.
- Tamam, sen bana bir adaçayı ver.
- Bugün ne kadar ot varsa içeceksin galiba. Şu ilerideki Aylin değil mi?
Döner bakar.
- Dur bakma öyle.
- O, yanındaki kim?
- Kim olacak Robert.
- Hangi Robert?
- Kaç tane Robert var?
- Yok yaa. Bu karı da yani.. Helal olsun ama, bizim yapamadığımızı yaptı. Cemil’den de çocuğu.. Adam gül gibi de bakıyormuş hala kıza.
- Bize denk gelmez. Biz de eski kocaların kıçlarını toplarız hala.
- Oğlanın ödemelerini yapıyor mu?
- Ne yapacak, sadece okulu ödüyor. Gerisi bende. Servis, üst baş. Şimdi kurs da başladı. Seneye yarısını öderim demiş okulun. O karıya yağdırıyor ama..
- Bir de bana çocuk yap diyorsun. Zengin işi kızım çocuk zengin. Ben tuvalete gideceğim, baksana arkadan, bu etek çok mu çıkarmış kıçımı benim?
Tuvalete gider. Kocaman kıçıyla. Şalvara soksan yine de ortadan kaldıramayacağın kocaman kıçıyla. Etek çok hoş, dünyanın parası. Etek de kusur yok.
- Nasıl?
- Yok be kızım, yok bir şey.
- Çıkmıyor di mi kıçım.
- Yok, yok. Bir iki kilo verdin mi, tamamdır. Kaça aldın eteği?
- Sorma.
- Hadii..söyle söyle?
- Dörtyüzelli kağıt.
- TL?
- Yok artık, dolar. TL tabi ki.
- Çok para.
- Geçenlerde delirdim. Girdim Marcelliye, ne var ne yok aldım. Kesin delirdim galiba ben. Bu ay da dünyanın ödemesi var. Daha son seyahati ödemeden. Senin neyin var?
- Boşver.
- Neyin var? Söyler misin lütfen?
- Ben iyi değilim Gülin.
- Neyin var gerçekten söylesene, Aa..?
- Bilmiyorum. Peçeteyi versene.
Gözlerinin altına hafifçe değdirir peçeteyi.
- Kalkalım mı buradan.
- Kalkalım.
- Beni bir sergiye falan götürsene.
- Olur ama, şimdi ofise uğramam lazım. Haftaya Cumartesi ayarlarım.
- Sevinirim.
İkisi de arabalarına yürüdü. Cumartesi. Saat dört. Yağmur hafiften yağıyor. Ne yapsam, ne yapsam diye düşündü. Kimsesi yok etrafında. Mustafa işte. Akşam bir yerlere gitsek diye düşündü. Güldü, akşam çocuklar var. Belki bir sinema. İçi sıkılıyor. Birşey olsun hayatta, birşey. Dönerken bir araba önünü kesti. Az daha çarpışıyorlardı. Açtı camı bağırdı adama.
Cevap,
- Siktir git orospu.
Sinirden gözleri doldu. Birden ağlamaya başladı. Yağmur camdan, gözyaşları da yanaklarından aka aka sokağa döndü. İçi sıkılıyordu. Kek mi yapsam acaba? Yarın yeriz. Tekrar çıktı sokaktan. Marketin otoparkında biraz daha iyiydi. Kek yapacak yarına. Doğru karar.
Yaptı.
Uzun zaman ya kek yaptı, ya mutfağı sildi durup dururken, ya dolaplarını yerleştirdi.
Sonunda yapa yapa yapacak kek çeşidi de kalmadı. Mutfak yemek kitaplarıyla doldu ve siline siline eskidi. Dolaplar da yerleşe yerleşe sinir hastası oldular.
Mustafa bir gün evi terk etti.
Yaşamı alt üst oldu uzun zaman.
Sonrasında alıştı yeni hayatına.
Şimdilerde, bir fotoğrafçı çocukla, çocuk dedim bilerek, küçük kendinden. Bir zamandır beraberler. Ota bile başladı. Başladı dediğim içmiş iki üç kez.
Ottu, boktu derken yıllar geçti, geçiyor.
Annesiyle arası daha iyi.
Oğlan büyüdü.
Fotoğrafçıdan ayrıldı. Herif sürekli aldatmaya başlamıştı onu.
Sivil toplum örgütlerinde, sergi açılışlarında, akşamları kızlar yemeklerinde, gündüzleri ufak kendi işinde bazen tam, bazen yarım porsiyon çalışarak dolduruyor yaşamını.
Bir adam var, sevgilisi mi değil mi belli değil. Adam bazen var, bazen yok.
Geliyor ona. Yemek yiyip, sevişiyorlar, üstüne uyku. Birkaç haftada bir.
Geçenlerde,
- Okudun mu o kitabı?
- Yoo, ne diyor?
- Farkındalık üzerine.
- Neyin farkında olacak mışız?
- Kendini.
Anlamadı, yine de aldı okudu kitabı.
Sonuç çıkardı.
Demeye kalmadı, ansızın bir adamla evlendi ve yok oldular bizim buralardan.
Şimdi sahilde bir yerde içi ‘çook hoooş, çoook şeekeer’ dekore edilmiş bir butik otel işletiyor.
Mutluymuş.
Bir arkadaşımız kaldı bir haftasonu otelinde. Anlata anlata bitiremiyor.
- Hele bir kekleri var, muhteşem. Sadece kekleri için bile gidilir oteline dedi. Mutfağını görseniz, inanamazsınız. Ben böyle mutfak görmedim hayatımda.
Anlatıyor;
Sevgilimle o haftasonu küçük bir otelde kalmak istedik. Tesadüfen gittik o otele de. Yaşına göre oldukça güzel bir kadın sahibi. Sıcacık, ev gibi döşenmiş bir oteldi. Samimi. Ofis masası bile lobby gibi bir yer yapmış, orada ortalıkta duruyor.
Kadınla arkadaş olduk o gün. Bir de dört kadınlık bir grupla, bir çift daha vardı. Kendi hallerinde. Onlarla da tanıştık. Akşam yemek yedik bahçede. Uzun da bir sohbet ettik birlikte.
Ne kadar enteresan insanlar var. Hayatını özetledi neler neler yapmış. Kadın grubundan biri,
- Ben de çok istiyorum böyle bir otelim olsa, küçük bir kafe bile olur. Dedi.
Çok sıkılmış şehir hayatından. Ne kadar şanslısınız burada, huzur içinde yaşıyorsunuz dedi.
Kadın da,
- Öyle. Çok memnunum. Yaşanmışlıklardan sonra..
- Bilseniz, şehir hayatı nasıl bezdiriyor insanı canından.
- Bilmez miyim.
- Siz kaç sene oldu buraya geleli?
- Üç. Şehirden ayrılalı dört. Arada uzun bir seyahatim var.
- Şimdi daha de beter şehir. Son bir yıldır bile çok değişti.
- Doğrudur. Arkadaşlar da öyle diyorlar. Ben memnunum burada yaşamaktan.
- Bizim de umarım sonumuz böyle olur.
Sonumuzu belirlemek, sonumuzu şekillendirmek için, başını yaşadığımız hayatın içinde günlerimizi neler yaparak, neler yapmayarak, kimlerle, nasıl, nerede geçiriyoruz? Diye düşündüm kadının ardından.
Sonunu belirlemek mi lazım yaşamın?.
Her bir günü eziyetle geçirip, sonrada istediğimiz, arzu ettiğimiz, hayallerini kurduğumuz sonu yakalamak çabası mıdır yaşam?.
Yoksa, sonu başa alıp da, her bir günü eziyetsiz geçirmek midir yaşam?.
Aklım çok karışık son sıralarda.
Sevgilimle ilgisi yok. Sevgilim dünden hevesli şehirden kaçmaya. Ben de hevesliyim de, çoluğu çocuğu, parayı pulu organize etmeden mümkün değil.
Kadının masasının etrafında dolanıyordum ertesi öğlen. Bir fotoğraf gördüm, bir adama sarılmış, adam da kadına.
O sırada kadın geldi yanıma. Gördü fotoğrafa baktığımı, güldü, masasına oturdu, bir şeyler yazmaya başladı.
- Siz misiniz bu resimdeki?
- Benim. Güldü. Yaşlanmışım değil mi?
- Yok, katiyen, aynısınız, saçlarınız uzun da burada, tanıyamadım.
- Benim o.
- ......
- Kocamdı. Öldü.
- Allah rahmet eylesin, üzüldüm.
- Hayat böyle.
- Kusura bakmayın, üzdüm sizi.
- Yok, alıştım artık. İkimiz birlikte hayal kurardık, böyle bir otel için. İkinci evliliğimdi.
- .....
- Ansızın bir kalp krizi..
- Gerçekten üzüldüm.
Gerçekten üzüldüm. Tatilin havasından da çıktım. Ertesi gün otelden ayrılırken, sanki bin yıllık dostlar gibi gibiydik. Öpüşmeler, sarılmalar.
Dikiz aynasından içeri girişine baktım. Tek başına yürüdü gitti.
Nedense, içimi de bir hüzün kapladı.
Bir yerde umarım bir hata yapmıyoruzdur. Şu projeyi bir bitireyim, takkemi önüme koyup düşüneceğim. Sonu beklemeden hemen yaşamaya başlamak lazım sanki.
- Senle buralara yerleşsek, bir otel veya kafe falan açsak.
- Dün geceki kadın gibi konuştun.
- Bilmem, bir proje lafı daha duymak istemiyorum artık
- Ben yapamam, çocukların daha okulu var. En az altı, yedi sene.
- Doğru, benim çocukların da.. Yine de çok zor dönüyorum şehre.
Çok zor da döndük. Trafik feciydi otobanda. Gişelerde iki saat bekledik. Sevgilim sinir oldu bana otomatik geçiş almıyorum diye.
‘Hiç alışkın değilim dedi’, böyle beklemeye.
Altı aydır beraberiz. Kışın başladı ilişkimiz. Bu ilk arabalı seyahat. Yola çıktığımızdan beri bir sürü şey söyledi, alışık olmadığı. Onu yemem, bunu içmem, orada durma, otomatik geçiş niye almıyorsun diye diye geçtik yolları.
Alışık değil.
Nereden bileyim ben onun nelere alışık olduğunu altı ayda.
Benim alışık olduğum bir çok şeye de o alışık değil. Otelde de, evde de perdeleri kapatıyor yatmadan evvel, ben de buna alışık değilim mesela.
Bir kaç arkadaşı ile görüşüyoruz arada, o tarz insanlara da alışık değilim. Sutyen takmıyor, bir yeri gözükmüyor ama yine de alışık değilim bu duruma. O da benim külotlarıma taktı kafayı. Hiç alışık değilmiş.
Umarım alışırız birbirimize. Ben bu duruma ‘alışamadım’ henüz. Alışkın olmadığım birini sevmeye, onunla aynı evde bir kaç gün geçirmeye, uyumaya, yemek yemeğe. Henüz alışmadığım biriyle seyahat etmeye.
Üçüncü sevgilim. Boşandıktan sonra, üçüncü kadın. Ben onun dördüncü ciddi ilişkisiymişim. Ciddi olmayanlar da var herhalde.
Benim ciddisi, gayri ciddisi üç tane oldu. Bu üçüncüsü.
O benden iki sene evvel boşanmış ya, bu yüzden daha çok ciddi ve gayri ciddi ilişkisi olmak durumunda. Erken kalkmış, çok yol almış ve de alışmış.
Ben de alışacağım herhalde. Alışana kadar biten ciddi ilişkilere, alışmaya dahi gerek olunmayan gayri ciddi ilişkilere. Alışmam da lazım. Yoksa ona buna taka takıla keyfini çıkaramam ki sevgimin de, sevgilimin de.
İlk iki sevgilimden geriye pek de bir şey hatırlamıyorum. Alışacak, bunları düşünecek vaktim olmadı onlarla. Vakitten de öte, ne beraber olduğumuz ne de ayrıldığımız anları hatırlıyorum. Çok hızlı oldu herşey. Tavlamak için vakit olmadı. Ben ne oluyor demeye kalmadı, bir baktım beraberiz, bir baktım ayrılmışız.
Alışmak lazım.
Sevgilinin, sevdiğin kadının senin bir çok yönüne alışamadığına alışmak lazım. Sevgilinin bir çok yönüne de alışmaya çalışmak lazım. Alışa alışa, sonunda ikimiz de birbirimizle ahenk içinde yaşarız sonunda herhalde.
Boşandığım karıma ne zaman alışmıştım hatırlamıyorum. O da bana. Alışmak için çabaladık mı, yoksa kendiliğinden mi alıştık birbirimize? Hatırlamıyorum. Hatırlayabildiğim kadar çabasız alışmıştık birbirimize. İlk karıma da öyle. Kavgalar da oldu, tartışmalar da ama alıştık o zamanlar. Alışkanlık edinmek gibi bir kavramın olduğuna dair ‘bir alışkanlığa’ sahip değilmişiz zaar.
Sevgi bitiyor, evlilikler bitiyor, onca yıllık birliktelikler bitiyor. Geriye bir tek alışkanlıklar kalıyor. Kalıyor ki, alışamıyoruz yenilere bir türlü.
Alışacağım sonunda.
Bu kadar ablamız alıştığına göre, ben de alışırım. Ağbiler de alışmışlar baksana. Alışkın alışkın takılıyorlar kadınlar, erkekler birbirlerine.
‘Külotlarıma alışamadığı’ lafınaysa hiç bir zaman alışamayacağım.
Neye ve nasıl külot modellerine alıştırdılarsa onu..
Alışacağım. Kararım kesin. Millet kırkından sonra neler yapıyor beceriyor, ben bunu mu yapamayacağım.
Ancak alışmayacağım, kendimi alıştırmayacaklarım da var.
Seni seviyorum dediğim kadının kendine saygısızlığına alışmayacağım. Ev ev, otel otel ha bire başka başka erkeklerin külotlara alışmaya çalışan kadınlara ne alışacağım, ne de alışmaya niyetim olacak.
Keşke boşanmasaydım.
Hır gür, kavga dövüş ne ki, şu an yaşadıklarımın yanında sayılmazlar bile.
Keşke hır ve güre alışsaydım. Keşke.
Bazen eskiyi çok özlüyorum.
Yeniler eskileri özletiyorlar.
Buna da alışırım zamanla herhalde.
‘Kör ölünce badem gözlü olurmuş’, bu tuzağa da düşmemek lazım diye de tekrarlar yapıyorum içimden.
Sustu. Gözleri dolu dolu. Hiç sesimi çıkarmadım sonuna kadar.
Öylecene dinledim onu.
Sonra kalktı gitti alasmaldık bile demeden.
Kafası atık. Biliyorum.
Çok eski bir dostum benim kalkıp giden. Bin yıldır beraberiz.
Çok kırık şu sıralar.
Alışamadı henüz. Ne demek alışamamak iyi bilirim. Saatlerdir döküyor içini. Bu ne demek bunu da iyi bilirim.
Herkes neredeyse aynı durumda. Bu herkes lafına da bayılırım. Benim herkesim benim bildiğim insanlar kadar. Bilmediklerim de durum nedir acaba?.
Benim de bir sevgilim var. Akşama buluşacağız. Kesin geç kalır yine. Saat verir sıkı sıkı sonra da mutlaka geç gelir. Alışmaya çalışıyorum, çünkü boşandığım karım hiç geç kalmazdı. Çok alışmışım meğersem ben ona. Özlüyorum onunla yaşadığımız alışkanlıklarımızı. O kadar ama.
Sadece özlüyorum. Yeni sevgilim de bilir nelerime alışmaya çalışıyordur çaresiz.
Çaresiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder