22 Eylül 2011 Perşembe

SEX AND THE CITY

‘Sex and the City’ bize göre sanal. Orası New York bir kere, burası İstanbul. Orada karılar istedikleri kadar erkeği eve atar, burada bunu bizi ablalardan biri beş kez üstüste yapsın, önce mahalleli üstünden geçmeye kalkar.
Ancak ablaların çoğu Sex and the City’deki kadınlardan en azından birine acayip özenirlerken, bizim ağbilerin neredeyse tamamı da oradaki erkeklerin yerinde olmak ister. Nedeni de oradaki kadınların bizim ablalara nazaran daha sorgusuz sualsiz ‘veriyor’ olması.

Vermek.
‘Vermek’ aslında  zavallı, sıradan bir fiil iken, son yüzyılın ikinci yarısının sonuna doğru bir erkekle bir kadının aralarında iş seks fiiliyatının karşılığı bir kelime olarak anılmaya başladı.

Önce erkekler başlattı bunu.
İlk önceleri bu fiiliyatın adı ‘birliktelik’ falandı. Devamında ‘götürmek’ denmeye başlanmıştı. Erkekler karıları götürürdü. Ne komik değil mi?. Bir erkek bir başka kadına;
-          Akşam götürdüm o kadını dediğinde,
Kadın sorar,
-          Nereye?
Yani merak eder kadın, nereye götürdün diye.
Aynı soruyu bir erkek, bir erkeğe sorduğunda,
-          Akşam götürdüm karıyı (erkek erkeğe muhabbette karı denir, erkek kadın muhabbette kadın, hırbolar için de tavsiye edilen ‘baayan’dır)
-          Nasıldı?
Sormaz. Nereye olacak, yatağa. O kadar bellidir ki.

Sonraları götürmek yerini vermeye bıraktı.
Demeye kalmadı, çoğunluk olmasa bile kadınların da bir kısmı benimsemeye başladı vermek lafını. O kadar çok kadının, o kadar çok erkek arkadaşı oldu ki sohbetlerde erkekler ‘verdi karı’, ‘vermedi karı’ diye anlata anlata kadınların da bir kısmına benimsettiler bu kelimeyi.
-          Verdin mi?
-          Verdim.
-          Verdin mi kız?
-          Verdim valla.
Veren veriyor, alan alıyor.
Alan çok mutlu. Çünkü alan o. Veren de çok mutlu, istediği zaman veriyor çünkü. ‘Veren alana’ durum.

Aslında ortada var olan ancak pek önemsenmeyen bir tehdit var ki saman altından ilerlemekte olan aman aman yani erkekler adına.
Birgün veren vermemeye karar verirse, alanın ve almaya alışmış olanın hali perişan. Ha, diyeceksin ki hep bir veren bulunur, evet de o da verip vermemeye karar veren. Aman ha, ne sakat şeyler yazdım böyle. Yazarken bile tuhaf oldu içim. Umarım tetiklemedim bir hareketi.
Herşey vermeye mi endeksli?
Evet.
Kesinlikle evet.
Çünkü veren kaynak, alan tüketen.
Arz taleple dalga vaziyetinde.

’Talep var arz yoksa’ işlem de yok demektir. Arz varsa, illaki talep olur. Arz edenin demek ki talepler arasından seçme şansı da oluyor bu durumda.
Kime denk gelirse değil. ‘Kime’nin de tarifi belli, kim daha iyi donanımlı (donanımların uzuun bir listesi vardır), aksesuarlı ve de öndeyse ona geliyor denk durumu.

Burada talep eden biraz gariban konumuna konulsa da, esas garibanlar kendi aralarında bitmez tükenmez bir azimle yarışanlardır (verenler) bence.
Gerçek olan şu ki, birgün kadınlar süslenmeyi, yani kendi aralarında yarışmayı bırakırlarsa (kadınlar ya kendileri için ya da diğer kadınlar önlerine geçmesin diye süslenirler) bu durumda erkekler kimi nasıl tavlayacaklarını bilemez hale geleceklerdir.  Erkeklerin kadınlar arasındaki farkı algılama yeteneklerinin gelişmesine neden olan tüm standart ve parametreleri oluşturan değerler birden bir çöküverir bu durum karşısında.  Bu çöküşün devamında gelecek tsunami dalgalarıysa tüm davranış ve karar mekanizmalarının yerle bir olmasına neden olur erkeklerin. En önemlisi karınlarının en yumuşak yerleri ortadan kalkar ki, bu durumu da hiç kaldıramaz erkek milleti (Bunu da yazdım ya, iyice ‘halt ettim’ ben. Güya duruma ‘erkek erkek’ yaklaşaktık. Bi mok olmaz benden, olsa bugüne kadar olurdu zaten).

Neden kadınların özgüvenleri bu kadar zayıftır?
Veya neden bazı kadınlar sanki özgüvenlerine pek bi sahip insanlarmışcasına hareket etmektedirler?
Neden kadınlar özgüven işine bu kadar takıktırlar?.
Ve de karman çorman ettikleri dünyalarında ‘anlaşılamayan’ neden hep kadınlar olmuşlardır?
Neden anlaşılmayanın kendileri olduklarına inanarak dertleşirler kadınlar da, erkekleri anlamaya çalışmazlar? Aslında çok mu önemlidir kadınlar için erkeklerin en derinlikleri ve ruhları?
Öyleyse eğer, erkekler için sıralama neden at, avrat ve silahtır? Atın avrattan önce gelmesinin nedeni yine kadınlar mıdır?.

Bu sıralama erkeklerin tercihi ile mi oluşmuştur yoksa kadınlar binlerce yıldır erkeğin kendisinden önce atına mı tav olmaktadırlar?
Bir tane kadının bir tane adamın gerçek dünyasıyla ilgili olduğunu zannetmiyorum. ’İlgin yoksa bilgin de olmaz zaten’ lafı çok mu cuk oturmaktadır bu durumlarına kadınların.
De ki uğraştılar ve didindiler, ne anlayacaklar, neyi fark edecekler ve bu yüzden nelerini değiştirecekler kendi dünyalarında acaba?
Bence hiçbiri olmayacak bu dediklerimin. Olsaydı olurdu bugüne değin.
Aynı teraneler yürür gider bu gezegende. Hele bizim kuşakta.
Her ayrılıkta suçlanan erkektir mesela. Her yeni başlayan ilişkide de kadının eli sıkılır öncelikle.

Ve her kadın kendini herkese karşı mükemmel gösterir hep.
Ne kadar çok mükemmel olduğunu iddia ederse etsin yine de yılmadan, bıkmadan, usanmadan diğer kadınlarla yarışmaya da devam eder hayatı boyu.
Bu kadar mükemmel bir insan cinsiyse kadın, neden erkek gibi ilkel (erkeğin ilkelliğini ha bire tekrar eder kadınlar) bir cinsi sever durur ikide bir? Annecilik oyunu mudur bu? Yoksa yılların getirdiği eziklik kompleksi ile ‘olmazsa olmaz’ sığınma arzusu mu ilkelliği temsil eden ‘pazuya’?
Seks midir sadece bir erkek?
Sadece sarılıp uyunacak bir canlı mıdır?
Sadece para kazanan bir makine mıdır erkek?
Sadece çocuğa bir baba mıdır?
Kimdir bu erkek denen canlı ve ne işe yarar kadınlar almeninde? Ki kadınlar sabah akşam kendimize yeteriz diye bayraklar açmalarına rağmen ve bu denli yerden yere vurdukları erkek canlısından neden bir türlü vazgeçemezler?

Kadınlar her ayrılıktan sonra erkekleri suçluyorlarsa, neden yeniden bir erkek ile beraber olmak arzusu da taşırlar aynı zamanda ruhlarında?. Her bir yeni erkek bir diğerinden çok mu farklıdır diye mi düşlemekteler acaba?. Düşlerle gerçeklerin karmakarışık olduğu bir ilişkiden huzurlu bir yaşam çıkıverir mi ortaya?
Neden bir yandan doğru dürüst bir erkek kalmadı muhabbeti yapılırken, diğer yanda doğru mu, dürüst mü ne olduğu hakkında en küçük fikrin olmadığı yan masadaki yakışıklı adama atılır kesikler?
Veren, malından emin olarak, talepleri mi değerlendiriyordur düşlerinin aleminde?
Yoksa talep, arzların içinden seçimini mi yapıyordur kendi gerçekleriyle?
‘O’nu bir gün bulmak, ona ulaşmak için midir tüm bu çabalar?.

Deneye deneye bir gün ‘O’na ulaşılır mı? Denene denene bulanabilinir mi ‘O’?
Bir erkek, kendisinden evvel onlarla erkeğin okşadığı bir tene ne kadar aşık olabilir tüm benliğiyle? Veya bir kadın. Bu, deneye deneye birbirlerini eskitmiş ablaların ve de ağbilerin içler acısı yaşamı ve de hala ‘O’ illa da gelecek ümidi daha neleri alıp götürecektir yaşamlardan acaba?
Kendi içimizde yok olmuş gitmiş olan ‘güven’ mi aranmaktadır köşe bucak her yerde?
Güveni nerede arayacağız ve aramamız gerekir peki? Her birimizin her birimize ‘ayrılmayacağız ömür boyu’ diye diye verdiği sözlerden sonra geldiğimiz noktaların neresinde ‘bir başkası’ güven duyabilir ağzımızdan çıkan sözlere. Ağızdan çıkan ve yerine (nedeni ne olursa olsun) sözler artık canımıza tak etmedi hep beraber? Her tutulmayan ve tutulamayan söz bir yeni deneyimin kapısına tekrar getiriyorsa bizleri çok mu yalnızız ruhumuzun derinliklerinde?  Ve ha bire ikinizi bulduğunu zanneden ruhlarımız çok mu salak veya arsız artık geldiğimiz bu yaşlarda?.

Dünya renklendikçe, bizlerin renkleri solmakta ve artmakta mı  yalnızlığımız?
Bu yaşlarda başlayan ilişkiler ve verilen sözler bir kadınla bir erkeğin birlikte (bir türlü) yaşlanamamak kaygısını mı taşımaktadır derinlerde bir yerlerde?
Hepimiz gerçeklerden uzak düşlerimiz nedeniyle sevginin de, aşkın da beter mi beter yalancılar mı olduk sonunda?
Bizleri daldan dala uçuran nedenleri (yüksek sesle) tam ve dürüstçe sayabilen var mı aramızda geldiğimiz bu yaşlarda?
Neden her birimizin bir, iki, üç eski karısı ve kocası oldu?
Biz erkekler bu kadar boktan varlıklarsak, neden ha bire birileri bizimle evlenip duruyor iki de bir?.

Bir çok erkeğin sevgilisi olmuş bir kadın neden kendini sadakatin yılmaz bekçisi olarak görüyor ve biz erkekler her şeyi pek de bir farkındaysak neden hala aşık oluyor, seviyor (üstüne üstlük) ve de evleniyoruz da ısrarla attıkları her bir adımı tek tek tenkit ettiğimiz bu ablalarla?
Bekaret kavramı ile büyütülmüş ve bekareti namusa endekslenmiş bizim kuşakdaki  bu yüzseksen derece ve de radikal değişikliğin nedeni ne? Bakir ve bakire bir toplumdan jet hızıyla geçilen bu yeni durumun bizim ruhlarımızdaki etkileri ne boyutta?.

Bir kuşak içinde  namus kavramı nasıl oluyor da değişebiliyor bu denli?
Namus ‘artık’ ne? Ve bizim bugün geldiğimiz noktada neye namus dememiz gerekiyor? Bizim kuşağa yirmili ve otuzlu yaşlarda gösterilenler, öğretilenlerle, yaşatılanlarla bugün gelinen noktanın bu çapta zıtlaşması hiç mi etkilemedi bizleri?.

Yepyeni bir sevgi ve ilişkide bir evvelki ve daha da evvelki ilişkilerin etkileri ne kadar güçlü ve etken?
Yepyeni bir sevginin ilk öpüşmesinde kadınların ve erkeklerin aşkla bakan gözlerinin önlerinden neler geçiyor? Veya bir şeyler geçiyor mu?
Yepyeni bir sevgide, heyecanla sarılan bedenlerin, tenlerin üzerinde bir evvelki sekslerinin ne gibi etkisi ve dahi tepkisi oluyor?.

Çok mu çaresiz kaldık?
Yoksa,
Çok mu yalnızız?
Yoksa,
Çok mu kalabalığız?
Çok mu kalabalık etrafımız?
‘Sütten çıkmış ak kaşık’ ayaklarını (ha bire) karşılıklı çekmek hiç mi bıktırmıyor sizi, bizi, hepimizi?
Talihsiz ve kaderin elinde çaresiz kalmış kadınların ve mazlum boynu bükük, kısmetsiz erkeklerin hikayelerinden ‘ööö’ gelmedi mi size de? Ve karısını, sevgilisini terk edip giden erkeklerin öküzlüklerini ne derece ciddiye alıyor artık kadınlar bile?.

Ya da ağbilerin skora koşan hallerini bile bile, son durak kadın olmak iddiası ve çabası ile yatağa balıklama dalan ablaların pişmiş kelle gibi sırıtan halleri çok mu çekici ve cana yakın geliyor biz erkeklere?
Seksten gelen doyum ile yola çıkmamış, çıksa da etiğini dötüğünü iyi kollamış, doyumu seksten öte yerlerde de aramış koskoca bir kuşağa geldiğimiz bu noktada ne oldu?
Ve ne oldu bizim midemize?
Nasıl kaldırabiliyoruz bu durumları?
Hepiniz çok memnun ve mesut alıp veriyorsunuz da, tek cins ben mi çıktım içinizden ve de aranızdan?
Bir tane daha benim gibi ‘cins’ olan var mı aranızda?
Nerede? Ne zaman, neyle doyacağız biz?
Esas soru, doyacak mıyız biz?.

Kaçınız son yirmi senedir, otuz senedir sadece tek bir insanla seviştiniz? Azınlık bir grup midesi sağlam çoğunluğun arasında nasıl bu denli eriyip kayboldu gitti?

Skor mudur esas olan?.

Yoksa yaşadıklarınızın kaderinizin bir oyunu olduğuna mı inanıyorsunuz ‘cidden’?.

Bir yeni bedene alışmak bu kadar kolay mıdır sizin için? Ve aşk ve sevgi biz ruhuna girmeden ‘içine’ girmek hadisesi midir biz erkekler için? Ve içine girilecek ruhları var mıdır veya kalmış mıdır bizim ablaların?
Sizler çok uzaklarındasınız bu soruların, sorgulamaların da bir salak ben, abuk sabuk şeylere mi taktım kafayı ve de ciddi psikologluk muyum?
Şimdilik son sorumu da sorarak ayrılmak istiyorum yanınızdan müsaade buyurursanız,
Memnun musunuz? Yürekten cevap verin lütfen, olan biten ve yaşanan ve yaşadıklarınızdan ve yaşayacaklarınızdan gerçekten memnun musunuz?.
Evet mi?
Yalancıyı...

Hiç yorum yok: