Ne kadar doğrudur bunca yaşanmışlıklardan sonra insanların
dedikleri ve bunca yaşanmışlıklardan sonra dediklerim. Yaratılmış, yaratılmaya çalışılmış, dediler diye, olması gerekenler bunlardır diye yaptıklarımız, ettiklerimiz ne kadar gerçek bizleriz?. Bizler için o gün doğru olanların sonuçları bugün bizim yaşamımızın tamamı mı?. Ya bugün? Bugünlerimizin doğrularını neye bakarak belirlemeliyiz?. Çevremizde ki insanların yaptıklarını tekrarlayarak mı?, çevremizde ki insanların dediklerini yaparak mı? Uzmanların bilgiç ögütlerimi?. Kaynağımız, çıkış noktamız ne olmalı?. Bize ait bir yaşamda bizlersek kendimiz için bugünün doğrularına karar verecek olanlar, nelerimize bakacağız adımlarımızı atmadan evvel?. Adımlar değil de belki de akışların içinde ki varlığımızın hallerini belirlerken etken olan ve güvendiğimiz nelerimiz var?.
Aklımız mı?, birikimlerimiz mi?, yüreğimiz mi?, zekamız mı?, özlerimiz mi?. Aklımız, zekamız, birikimlerimiz ve yüreğimiz bizim özümüz değil mi?. O halde özümüzmüdür patron?.
Özümüz. Bütün mesele burada yatıyor bence. Mesele burada yatıyorda, özlerimiz varmı ki?. Kaldımı ki? diye sormak da lazım öncelikle. Zannetmiyorum. Özlerimiz bir yerlerde bir zamanlar eriyip gittiler çoktan. Şimdiler de benim özüm budur diyenlerin neredeyse tamamı yanılıyor bence. Hem de çok fena yanılıyor.
Bizimde özümüz vardı tabiki bir zamanlardaki hayatımızda. Saf, tertemiz, yalın özlerimizdi, gerçek özlerimizdi onlar.
Derken, bir gün baktık ki bizim bu saf, tertemiz, yalın özlerimiz pek de işe yarar bir haltımız değil. Tam güldük, güleceğiz derken hallerimizin hüsranlarla karşılaşması sonuçları bize hüngür kıyametler yaşatmaya başlayınca, vur da vur yaptık özlerimize. Neden güldüğümüzü ve neden ağladığımızı, neyin, neden bizi güldürdüğünü ve neden ağlattığını iyice bir düşünmeden önce, yerden yere çaldık durduk özlerimizi. Öz bu. Onunda bir canı var. Sonunda onunda canını çıkardık. Farkında da olmadan bir dönemde özümüz olmadan, özsüz yaşadık bu yüzden.
Demeye kalmadı, baktık ki, aslında özsüz de olmuyor. Hadi biz kendimize sormasak da ‘özünüz nerede’ diye elalem sorup duruyor, hemen durum değerlendirmeleri yaptık ve sonuç;
‘yeni bir öz acilen buluna ve yaratılana’ diye emir verdik kendimize.
Zorda olmadı. Akıllıyız ya biz. Zekiyiz de üstüne üstlük. Duygu desen, dolu dolu. Ne gerekliyse mevcut. Malzemeler hazır, kabımızda.
Bizde yeniden yarattık, yeni özümüzü. Başıyla, kıçıyla yeniden.
Kendimizi her an, her yerde, her şekilde koruyan, korumacı, çok alıp, az veren, ha bire kendine yontan yeni özlerimizle kırıta kırıta bir kez daha çıktık yaşam sahnelerimize.
‘Yersen’ dedik. ‘Yerse’ dedik. Yiyen yedi, yemiyen yemedi. Yemiş gibiler de oldu aralarda. İşlerimiz, ailemiz, dostlarımız, arkadaşlarımız, sosyal çevremiz, karılarımız, kocalarımız, sevgililerimiz, paralarımız, sekslerimiz, meraklarımızla yeni bizleri yeniden yarattık, yeniden şekillendirdik. Pek de memnun kaldık sonuçlarından. Budur dedik. İşte oldu sonunda dedik.
Haydi eller havaya posizyonlarımızın birinde tamda şıkıdı mıkıdı oynarken, her ne olduysa, her ne nedendense bir gün bir yerinde çuvalladık yaşamın ancak. Nerede derseniz, aşkla, sevgiyle, elele birlikte yaşama sanatında çuvalladık. Aşkın, sevginin bir çeşidi olan; bir kadına duyulan aşkla, sevgiyle ve bir erkeğe duyulan aşkla ve sevgiyle iki ‘insan gibi insan’ olarak hayatın içinde var olmak noktasında feci çuvalladık.
Neden?, kurgu öze saflığı veremedik de ondan.
Saflığın olmadığı yerde özün kontratlarla hareket eden mekanizması, aşkla sevgi karşısında tepe üstü yuvarlandı gittide ondan.
‘Huzur huzur’ diye yırtınmalarımız karşısında şaşırıp, yetersizlik mahcubiyeti içinde son bir çare ‘duygu’ya koştu özümüz bu sefer, acaba mı diye, yine olamadı. Saflıktan uzak duygumuzda beceremedi özümüzü huzura kavuşturmayı.
Hemen anladık (yeniden) durumu, duyguyla falan olacak işler değil bunlar. Çare? Akıl. ‘Akılcığım koşsana, hadi gel huzur şey ettireceğiz’ dedik. Akıl koştu geldi hemen. Gelince bizde aklımızı ha bire güçlendirdik ve huzura aklımızla ve yeni kurgularımızla ulaşmak için bi çaba bi çaba yeni baştan. Ancak, kurgu özümüzde saflık olmadığı gerçeğini çaktığı için akıl, huzuru dışımızda aratmaya başladı bize. Başladığı gibide kaldı. Uğraştı, didindi yıllarca ve sonuç çok fena ve feci derecede sıfır oldu.
Kısaca, boş yere debelendik durduk. Aslında hala debelenmeye de devam ediyoruz. Aşk ve sevgi eşittir huzurlu yaşam formülüne sadık kalmaya yemin etmiş bir alay insan, ağırlıyıp duruyoruz birbirlerimizi. Verilmesi gerekenleri vermeden, veremeden, vermeye de niyetlenmeden kontratlarla bezenmiş sevgileri, aşkları sanki bir mecburiyetmişcesine yaşayıp, yaşattırarak. Yaşattırmayada ısrarla devam ederek en sahtekar hallerimizle. Ki en sahtekar hallerimizi de ‘en saf hallerimiz’ zannederek. Ve de bu durumumuzu şiddetle savunan okumuş, dilide laf yapmayı iyi bilen sayın ve saygı değer aklımız sayesinde de katiyen bir adım daha atmıyoruz geriye.
Bir gün, bende bilemiyorum hangi gün nerede, ama bir gün bir yerde, bir nedenle fark ettim ki yaşadıklarım, yaşattırdıklarım ve bana yaşatılanlar, dayatılanlar benim özüm değil. Başka başka insanların ve yaşamların özleri olabilir, ancak benimle hiç mi hiç ilgisi yok. Benimle ilgisi olmayanlardan kucağıma pat diye düşen sonuçların benim bugün ki gerçeklerim olduğu kesinde, yaşanmışlıkların ve yaşadıklarımın ve yaşattırdıklarımın benim özümle hiç mi hiç alakası yok. Hangi özümle? Hani bir zamanlar doğduğumda var olan en saf, en gerçek özümle. Bunca zamandan sonra tam olarak da tanımlayamadığım özümle.
İnsanlarda ve ben de çok uzaklara düşmüşüz gerçek özlerimizden. Kurulmuş bebekler, programlanmış robotlar gibi yaşamışız ve yaşıyoruz hayatımızı, sevgilerimizi, aşklarımızı. Geleceklerimizi sadece akıllarımızla, zekalarımızla yönlendiriyor ve şekillendiriyoruz. Aşkın, sevginin önce ruh, sonra da yaşamlarımızda ki akışlarına engel oluyoruz en popolarımıza düşkün hallerimizle. ‘Amanın da riske girmesek’, ‘amanın da üç verdi hayatta beş vermem’ diyen güven duygusundan arındırılmış akıl dolu özümden, özlerinizden, özlerimizden bir gün bir yerde aniden feci derece, dikkat edin kelimeye ve lütfen şiddete bakın, aşırı derecede;
‘t i k s i n d i m’.
‘t i k s i n d i m’.
Ne lan bu? oldum. Hadi lan gidin işinize de oldum. Ve kenara çekildim.
Çekildim derken ruhumda, özümde çekildim.
Gerçek yaşamda laf ola, beri gele aslında kenara çekildim kararı. Nereye çekiliyorsun. Öyle kalabalık olmuşuz ki. Gençliğimizde ki ‘sadece ben varım’ hallerimiz yok ki artık. Yok, çünkü hiç bir şekilde tek değiliz ve kalabalıklaşmışız artık.
Yenilmeye doymayan pehlivanlar misali, kalabalıklar içinde olsamda ve kalabalıklara rağmende hala ısrar, kıyamet bende. Özümüz değişse de insanız ya, hala ısrar kıyamet aşk için, sevgi için.
Aşk ve sevgi budalası olmuş hallerimize de yeni moda yaklaşımında marka adı ‘huzur’. Huzura nedense varmak için illa da aşkla, sevgi lazım.
Aşkla, sevgi iyi hoş da, nerede yaşar bu aşkla sevgi? Gönüllerde o malumda, yaşamın içinde nereye kurar yuvasını?.
Bizim kuşağın kırklı yaşamlarında aşkla, sevgi nereye kurar yaşamlarını bilirmisiniz?, ben söyliyeyim.
Sevdiğimiz, aşık olduğumuz kişinin ve bizim, eski karılarımız, eski kocalarımız, bugün var olan karıları, kocaları, eski ve yeni sevgililerimiz, sevgilileri, bizden olmayan çocukları ve bizim çocuklarımız, işlerimiz, sosyal yaşamlarımız, alışkanlıklarımız, korkularımız, paralarımız, pullarımız, inançlarımız arasında kalan dar alanlara kurmaya çalışır yuvasını yeni aşklarımız ve sevgilerimiz (veya şeylerimiz). Şeylerimiz diyorum, bunlar ‘şey’ çünkü, aşk ve sevgi değil. Önceleri aşkdı adı, yıllar sonra ‘şey’ oldu.
O anlarda yakalandığımız, iki tarafında tam da o sırada eksiklikleriyle kırıklıkları karşılığı çakışan beklentilerine uyan, tatminleri karşılığı yaşananlara aşk ve sevgi denmemeli. Ne denmeli bilmiyorum. Bildiğim, inandığım gerçek aşka ve sevgiye olan saygım adına aşk ve sevgi denmemeli. Kontratlar denmeli belki.
Gel gelelim ki, kontratları da hiç sevmez, bir türlü anlaşamaz, gördüğü her yerden kaçar aşk da, sevgide. ‘Şey’se kaçmaz ve hatta bayılır bu duruma.
Gerçek olansa, yaşımız artık ellilere yaklaştı ve yorgunuz hepimiz ve ellerimizde kendimizin ettiği ve kendimizin bulduğu sonuçlar kaldı sadece. Ve de zamanında yenilen hurmaların da çıkış saati ve de zamanı da geldi galiba.
Kaldı geriye ömrümüzün ikinci yarısı.
Öncelikle bugüne kadar ettiklerimiz ve bulduklarımızla barışmalıyız. Barışmalıyız ki sonuçları kabullenerek onlarla yaşamayı öğrene bilelim. Ve devamında tüm çabamız, yarattığımız değil de doğduğumuz gün içimizde var olan özlerimize yeniden ulaşmak olmalı. Yarattığımız değil de, kendi özlerimizle tutmaya çalışmalıyız insanların ellerini. Kıvranmamalıyız ruhumuzda, ruhlarda. Akıllarla, zekalarla, bencilliklerle, vefasızlıklarla çarpışa çarpışa hurdahaş olan yüreklerimizin ve saflığımızın daha da çok yıpranmasına, kırılıp dökülmesine izin vermemeliyiz. Gerçekten yakalandıysak aşka da, sevgiyede izin vermeliyiz akışlara. Aşkı, sevgiyi yaşamalıyız, yaşamalıyız ama doğduğumuz gün var olan özlerimizle. Dolu dolu ve belki de son kez. Ve kalan ömrümüzün tamamındaysa sevginin ve aşkın kendi ‘öz’ özlerimiz içinde yer bulmuş yuvalarında yaşamalarına da izin vermeliyiz.
Yaşadığımız (gerçek) her bir aşk ve sevgi dolu anlarımızıda yaymayı becerebilirsek kalan tüm ömrümüze, saflığımızda belki yeniden taşınıverir gerçek özlerimize. Aşkı ve sevgiyi esir etmemeliyiz hayatımızın bugüne kadar birikmiş olan ve biriktirdiğimiz gerçeklerine. Aklı değil, saflığımızı koymalıyız yeniden yüreğimize. Akıl riskleri, riskler bedelleri, riskler ve bedellerde kontratları getirir peşinden. Aşksa hiç sevmez kontratları. ‘Şey’se bayılır. Bizim kuşağın ‘şey’leride pek bir meşhurdur bu yüzden.
Yaşadığımız (gerçek) her bir aşk ve sevgi dolu anlarımızıda yaymayı becerebilirsek kalan tüm ömrümüze, saflığımızda belki yeniden taşınıverir gerçek özlerimize. Aşkı ve sevgiyi esir etmemeliyiz hayatımızın bugüne kadar birikmiş olan ve biriktirdiğimiz gerçeklerine. Aklı değil, saflığımızı koymalıyız yeniden yüreğimize. Akıl riskleri, riskler bedelleri, riskler ve bedellerde kontratları getirir peşinden. Aşksa hiç sevmez kontratları. ‘Şey’se bayılır. Bizim kuşağın ‘şey’leride pek bir meşhurdur bu yüzden.
Ya da, kontratlarsa anasını satayım, önce kontratların ne kadar gerçek olduğunu kabul etmeli, sonrada düzgün düzgün yazmalı çizmeliyiz bugüne kadar akıttığımız gözyaşlarımızın parametrelerinde. Ya o, ya bu.
Ortası yok. Ortasını bulmak telaşlarıyla geçti son yıllarımız. Sonuç: Sıfır. Hatta eksileri gösteriyor inanmışlık ve ümit göstergelerimiz. Bu telaşları yaymamak gerekir geriye kalan hayatlarımıza. Eğer hep bahsettiğimiz ve bizde var olduğunu ha bire iddia ettiğimiz akla ve zekaya gerçekten sahipsek tabiki.
Ben, sevgiye ve aşka olan inancımı hiç yitirmemişim nedense. Fark ede ede bunu fark ettim ‘farkındalık’ modasının sentetik ruhuna ayak uydurduğum anların birinde. ‘Son nefesime kadar da yitirmek istemiyorum’ diye fısıldadı gerçek özüm bana. Nasıl becerdiysem, özümden uzaklaşmışım, yeniden kurgulamışım da, nasıl olmuşsa olmuş saflığımın bir kısmı kalmış içimde bir yerde demek. Belki tam da yok etmeye kıyamamışım öz be öz özümü. Ve de ne olursa olsun kıydırtmamışım öz be öz hallerimi tüccar ablalara (haydee, geçirmece, biir..).
Sevgiyi ve aşkı, son nefesime kadar kontratsız olarak bana yaşatacak ve benimde ona yaşatacağım bir insanın var olduğuna inancımıysa hiç yitirmemişim (hala). Bu benim tercihim olmuş, kendi özümün tercihi. Çok sevgili, en vefakar dostumun, yıllar sonra o kadar bencilliğime rağmen bana geri dönmek için uğraşıp didinen ve elimi bırakmayan özümün, öz be öz tercihi bu.
Özümle karşılaştığım an sevinçten mi, huzurdan yana kıyıda köşede kalmış bir kaç ip ucum nedeniyle mi, bilemem, dedim ki birden bire kendime;
- Ruhumu çürütmeyeceğim daha fazla. Çürümüş ve çürütmek için çırpınan ruhlardan da uzak duracağım. Kendini hiç fark etmemiş, farkındalığın sentetik ama moda yastığına kıçlarını dayamış, kendi öz be özünü kucaklamaya niyetleri, inançları olmayan, geçmişle ilgili kara kaplılarını kıçında ki cebinde taşıyan insanlara bir dakikamı dahi vermeyeceğim bundan böyle. Bu güne kadar verdiğim tüm zamanları ve anılarıda silip attıyorum yaşamımdan. Bu salakça kandırılmalara ve puştluklara bir gün kızgınlığım geçince (burda çoşuyorum kızgınlıktan), bir yerde, bir nedenle belki tekrar oturur düşünürüm onları, yüzümde (gereksiz) bir tebessümle. Belki bir gün. Bugün değil.
Kaypaklıklarımın, zigzaglarımın, kararlarımın doğrularını ve yanlışlarını elimi tutarak bana anlatan, beni doğruya taşımak için çaba sarf edecekte bir insan varsa ve de bir gün karşıma çıkarsa ve de beni severse ve de ben onu seversem ve de benimle yaşamın içinde elele yer almak isterse o benim en büyük aşkım, en muhteşem sevgilim bundan böyle. Aşkımsın, sevdiğimsin, canımsın, ciğerimsin diyenler ve dediklerim değil. Elimden tutan, tutmak istediğim ellerini kontrat yapmadan bana uzatan her kimse, o benim sonsuza kadar aşkım ve eşim ve yoldaşım ve dostum bundan böyle. Aşkı, sevgiyi alışveriş sanan, almadan vermeyi bilemeyen, ‘vefa’yı boza zanneden, arkasına bile bakmadan fırtan aşk ve sevgi tüccarları ablalarda kayıp zamanlarım, kayıp yaşantılarımdır benim bundan böyle.
Kaypaklıklarımın, zigzaglarımın, kararlarımın doğrularını ve yanlışlarını elimi tutarak bana anlatan, beni doğruya taşımak için çaba sarf edecekte bir insan varsa ve de bir gün karşıma çıkarsa ve de beni severse ve de ben onu seversem ve de benimle yaşamın içinde elele yer almak isterse o benim en büyük aşkım, en muhteşem sevgilim bundan böyle. Aşkımsın, sevdiğimsin, canımsın, ciğerimsin diyenler ve dediklerim değil. Elimden tutan, tutmak istediğim ellerini kontrat yapmadan bana uzatan her kimse, o benim sonsuza kadar aşkım ve eşim ve yoldaşım ve dostum bundan böyle. Aşkı, sevgiyi alışveriş sanan, almadan vermeyi bilemeyen, ‘vefa’yı boza zanneden, arkasına bile bakmadan fırtan aşk ve sevgi tüccarları ablalarda kayıp zamanlarım, kayıp yaşantılarımdır benim bundan böyle.
Kısaca şöyle oldu galiba,
‘takke düştü önüme bir gün bir yerde bir nedenle, kelim de gözüktü’.
Gerçektende kel olmuşum zaten. Saçlarımı uzatmaya başlayınca fark ettim. Saçlarımı bende süpürge etmişim (veya yolmuşlar).
Bu sayfaları doldurmama neden olan,
‘oramı buramı didikleyerek, kemirerek, kendileri için gerekli olanları alıp, sonra da kıçlarına bakmadan giden ve/veya çekip gidecek yüreği ve dötü olmadığı için beni ve kendini çürümeye terk ederek kokuşmamızı seyreden, kendi kıvıramayacağı ayrılık kararlarını gerçekleştirebilmek için benim doğru düğmelerimle oynayarak, beni kendi ayaklarımla (hem de tıpış tıpış) evlerimi ve yuvalarımı ve sevgilerimi ve aşklarımı ve hayallerimi terk etmeye zorlayan ve bu nevi tüm çabalarının sonucu önce gözlerimin, sonrada özümün açılmasına neden olan, bugüne kadar yaşamımda yer almış resmi ve gayri resmi, apaçık ve de çok gizli kalmış ‘tüm kadınlara’ da şükranlarımı sunuyorum bu vesileyle ve allah yollarını da açık etsin diyorum.
Ve de tüm olan bitenlerden sonra ‘ohh iyi ki ayrıldık deyip de mutluluktan (hala) uçanı’ varmıdır bunu da çok merak ediyorum.
Gelen gideni aratır mı?.
Aratmıyorsa, yandık ki ne yandık. Dur durak yok demektir mezara kadar...
Haydi hayırlısı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder