22 Eylül 2011 Perşembe

ÖZELLİKLE OĞLAN BAZEN BENİ DELİRTİYOR


-      Özellikle oğlan bazen beni delirtiyor.
-          Takma oğlum sen de.
-          Nasıl takmam yaa, herif bir işiyor o tuvalete girmek mümkün değil sonra.
-          Ööö, o fena işte. Annesine söylesen, konuşsun.
-          Söyledim bin kere, o da konuştu herifle ama takan kim. İki gün iyi, sonra tekrar rezalet.
-          Senle arası nasıl?
-          İyi, fena değil, bazen azıyoruz evde. Annesi olmasa daha iyi olacak aramız. Anne dengesiz. Bir öyle davranıyor, bir böyle.
-          Bende de aynı dert. Oğlan aslında iyi, ama akşamları yatmak bilmiyor kardeşim. Kıçına kazık sokulmuş gibi oturuyor da oturuyor.
-          Kaçta yatıyor ki?
-          Ne bileyim. Aslında onda yatması lazım, bazen on iki hala ortalıkta. Seks hayatımız bitti oğlan yüzünden. Benim de uykum geliyor onun yatma saatine kadar. Evlenmeden evvel daha çok sevişirdik.
-          Bu iş de saatli olmaz ki kardeşim. Bekle ki çocuklar yatsın, bekle ki uyusunlar, sonra sessiz sedasız.
-          Ayyneenn. Bekarken belki daha az görüşüyorduk ama daha çok beraber olurduk. Kapanırdık eve, hatta bazen yatağa, ne günlermiş bee.
-          Haa haaa, o eski yaşamımızdı oğlum, şimdi on günde bir yapayım on tane takla atıyorum. Zaten on günde bir olsun diye de on takla atıyorum ya evde ya yatakta da gerçi. Bazen eski usul hallediyorum.
-          Ben de.
-          Ne lan bu şimdi. Önce sev, hatta aşık ol, sonra deliler gibi seviş, sonra bir dakika ayrı kalama, sonra ne yap et evlen, sonra lise hayatına geri dön.
-          Sorma hocam kafam acayip atık benim de. Sevmesem kızı çoktan ayrılmıştık. Seviyorum ama. O da çaresiz, ne yapsın yani kız. Doğurmuş artık bir kere.
-          Zaten sevmesem ben de bir dakika çekemem bu hayatı. Haklısın ne yapabilirler ki. Çocukları.
-          Ben de düşkünüm çocuklarıma. Allahtan ben bir dengeye soktum her şeyi.
-          O sana öyle geliyor. Geçen gün benimkine dert yanmış. Bir hafta sonunu da çocuksuz geçirmeyi özledim diye.
-          Haydaaa..
-          Evet. Her hafta sonu çoluk çocuk olmaktan sıkıldım demiş. Çok seviyorum çocukları ama arada özgür de kalmamızı istiyorum demiş.
-          Eee, bana hiçbir şey çaktırmıyor ama.
-          Ulan ne desin kız, getirme çocuklarını eve diyecek hali yok ya.
-          Peki, daha ilk başta biz birbirimizle evlenmiş olaydık ve çocuklarımız olaydı haftanın yedi günü çoluk çocuk olmayacak mıydık?
-          Doğru. Ama o çocuklar ikinizden olduğu için akıp gidecekti hayat ve böyle bir mefhumunuz da  olmayacaktı ki, özleyesiniz.
-          Bak takıldım şimdi. Ulan onun oğlunun bir ağzımıza sıçmadığı kaldı, benim çocuklar melek, varlar mı yoklar mı belli değil. Onlara mı takılmış, konu kalmadı sanki. Boku çıkıyor bu işin.
-          Doldurma lan kendini.
-          Ben bilirim hocam bu süreci. Bunlar konuşulmaya başlandıysa, bu iş yavaş yavaş bir yere doğru gidiyordur.
-          Hadiii, uzatma. Bende hata ki sana söyledim.
-          Ne bileyim. Zaten aramız ilk baştaki kadar iyi değil. Eskisi gibi değil sevgimiz, farkındayım. Bazen sanki yabancı biri gibi geliyor.
-          Ben de, bazen uyuya kalıyor kanepede, ona bakıyorum. Karım gibi gelmiyor.
-          Ne oldu böyle bize?
-          Ne oldu?
-          Bilmem. Hadi ilkinde yanıldık. İki farklı insan olduğumuzu anlamadık, yine mi?
-          Bilmiyorum hocam. Düşünmek bile istemiyorum.
-          Neyse boş ver, yarın öğlen unutma bana uğramayı.
-          Okey, geleceğim.
-          Ben kalktım.
-          Tamam, görüşürüz.

Midem kasılmış şekilde oturmaya devam ettim kahvede. Ha bire yeni yeni çocuklarla tanışıyoruz. Ha bire ama. Ve sürekli olarak hepimiz bir diğerine ‘yeni sevgilisinin çocuklarıyla ne kadar hızlı kaynaştığını’ anlatıyor. Hepi topu iki öpüşecen, bir sarılacan, iki laf, bir sinema, konser ve de azıcık kahkaha adına ha bire babalık et veya ağbilik yap bir sürü çocuğa. Veya annelik, ablalık. Hepimiz en iyi pedagoktan daha da uzman kişiler olduk evlene boşana, çıka ayrıla insanlarla.

Kahveye bakıyorum da yarısından fazlasının ne boy kaç çocuğu var ezberimde. Bu çocukların bugüne kadar tanıştırıldıkları karı veya koca adayları veya yeni sevgililerin sayılarıysa benim bile ezberimde değil artık. Biz bile say desen sayamazken, bir lokma çocuk nereden bilsin de hatırlasın. Sonra hedefleri tuttur ve evlen, en iyi ablalardan daha iyi ‘ablalıklar’ yap, sonra tam çocuklar alışsın sana ve eve falan derken  ayrıl git. ‘Hafta sonu özgür kalamıyoruz haa’..
Get laa..
Boşanmasaydın ilk kocadan, hafta sonlarını da özgür özgür geçirseydin. Piyongo bize çarptı.

Neyse, sabah erkenden gelmek hoşuma gidiyor buraya. İlk defa geldiğimde onbeşmi onaltımı yaşımda mıydım tam bilmiyorum, otuz seneyi geçmiş demek. Hep beraber yaşlanmaya başladık buradakilerle. Şu karşımda oturan bandanalı kadını çok iyi tanırım. Şimdilerde küsüz ama o da beni iyi tanır. Şu adamla yanındaki kadını da iyi bilirim. Kadın benim eski bir arkadaşımın eski karısı. Adam da tekstilci. Onun eski karısı da şimdi bizim oradaki mağazalardan birinin müdüresi.

Garsonlar zaten aileden gibi. Biz daha kahveye doğru yürürken onlar anlar hangimizin kafası atık, hangimizin neşesi yerinde. İlerideki gruptan biri uzak bir akrabam. O da küs benimle.
Komik, bak şimdi fark ettim amma çok insan küs benimle. Kahvede onbeş kişi ya var ya yok yüzde onu küs benimle. Bu hesapla, ülkede toplam yedi milyon kişi küs benimle. Çookk beeee, gidip barışsam mı hepsiyle?.

Biraz daha oturdum. Eski sevgililerimden biri hızlı hızlı yürüyerek geçti önümden. İnanılacak gibi  değil, bir başka eski sevgilim daha hızla yürüyerek geçmişti tam kahveye girerken. Ne var ki ileride? Bunlar hep beraber aynı yöne koşturup duruyorlar.

Yanımda laptopuna gömülü adam kalktı gitti. Onun temiz kül tablasını ve bıraktığı gazeteyi arakladım. Üçüncü sayfa haberine bak, tam da muhabbetin üstüne;
‘Avrupa’daki çocukların üçte biri artık evlilik dışıymış’.

Aslımıza rücu ediyoruz, sanki eskiden evlilik vardı da. Hee heee, çok eğleniyorum. Bu haber daha ilerideki yıllarda şu hale dönüşecektir, ‘dünyada ki çocukların onda biri evliliklerdendir’. O evliliklerden doğan çocukların da neredeyse tamamının anne babaları ayrı.

Canım sıkıldı. Hesabı istedim. İçeride Sema arkadaşlarıyla kakada kikidi gülüşüyor. Beni görmedi. Neşesi yerinde. Ulan bu karı daha iki gün evvel hüngür kıyametti ‘sevgilisi zaten var olan sevgilisiyle tekrar sevgili olmaya karar verdi, beni de terk etti’ diye. Derin bir üzüntü içinde olduğu belli oluyor kahkahalarından.

Hesap geldi. Önümdeki kadının göğüs dekoltesini biraz daha uzun seyredebilmek için ayağa kalktım, masanın üstündekileri yavaş yavaş cebime doldururken daldım gerdandan içeri. Kadın güzel, harbi güzel hem de.
Benim karının da memeleri güzeldir allah için yani. Yine de bakıyor insan işte.  Teneşir paklayacak derler ya, bizimkisi bu cins.

Yürümeye başladım. Boğaz bildiğimiz boğaz.
Aklım hala hafta sonu çocuklar meselesinde. Demek sıkılmış, çocuksuz hafta sonu geçirmeyi özlemiş haa…Boşandığından beri her hafta sonu çocuğunu babaya şutladığından hafta sonunu çocukla geçirmek ne demek bir fikri yok. Kimin fikri yok? Bir annenin. Anneye gel anneye. Anne dediğim de benim karım şu sıralar. Babaya da gelebilirsiniz bu arada.
Hazır babalara gelmişken..

Ben de onun çocuğundan sıkılıyorum bazen. Hele hafta içi günlerde alışmışım yıllardır başımı dinlemeye. Bütün hafta oğlanla, yok ders, yok yemek, yok babasının ilgisizlikleri muhabbeti. Ağzımı açıp da bir kelime etmedim bugüne kadar. İyice attı tepem şimdi ben. Salak gibi evlendim mi ben yine.

Ne acayip bir durumdur bu. Hepimiz, herkes bir başka birilerinin çocuklarına bakar oldu. Çiftleş çiftleş sonra da daya başkasının önüne veletleri. Ulen bu kadar meraklıysan alakalı, alakasız  bebelere bakmaya boşanma, bak kendi çocuğuna. Yok, kafa odun olduğu için illa kendi doğurduğuna değil de el alemin çocuğuna bakacaksın ki hayat daha da güzelleşecek.
Neymiş, aşk.
Aşkına koyayım.

-          İyi günler
-          İyi günler
-          Ben size aşık oldum
-          A aa, ne tesadüf ben de size.
-          Bir akşam yemek yesek veya bir kahve akşamüstü?
-          Ayy ne iyi olur.
-          Yemekten hemen sonra olmasa da, bir kaç zamana sevişiriz de
-          Olur valla
-          Siz bekar mısınız?
-          Dulum
-          Ben de
-          Çocuk?
-          Bir oğlan, siz de?
-          Bir oğlan, bir kız
-          Ne hoş, resimleri var mı?
-          Evet, bakınız burada
-          Ayy çok şekerler, bu da benimkinin resmi
-          Çok yakışılıymış
-          Öyledir
-          Sizinle epey bir zaman konuşup, görüşüp, sevişip, sohbet edip, sonrada evlenir miyiz.
-          Ne demek, ne demek, lafımı olur tabi ki.
-          Evlenince daha da mutlu oluruz değil mi?
-          Kesinlikle
-          Çocuklar falan kocaman bir aile oluruz
-          Hep hayalimdir
-          Benim de
-          İtalyan aileler gibi.
-          Öyle valla. İtalyan’ca da öğreniriz, ne güzel
-          Sonra çocuklar baharda bahçede koştururlar değil mi kelebeklerin peşinden?
-          Tabi ki evin içi mutluluk cıvıltılarıyla da dolar
-          Ne şanslıyız
-          Çoooook, hem de çook
-          Sonra çocukların mezuniyetleri, düğünleri olur el ele ağlarız
-          Ben çok ağlarım kesin
-          Sonra da torunlar olur boy boy, bakarsınınız girl girl de olur ama
-          !!!???.... Ben onlara kekler yaparım
-          Ben de oynarım onlarla alt alta üst üste çimenlerde
-          Ben de saçlarını tararım, örerim kızların
-          El ele dünyayı gezeriz
-          Evet, evet şeye de gideriz değil mi, şey zamanı?
-          Gitmez miyiz, ben size şey alırım en şeyinden
-          Demek oluyormuş, biliyordum bir gün karşıma çıkacağınızı
-          Ben de, hep bildim sizinle karşılaşacağımı bir gün
-          Son nefesimize kadar el ele tutuşacağız, ne güzel
-          Elinizi hiç bırakmayacağım
-          ‘Aşk için ölmeli aşk o zaman mı aşk’ sizce de?
-          Aaaa, tabi ki tabi ki. Ölmezseniz ona aşk mı denir ayol, tabi ki.
-          Son bir sorum olacak, müsaade var mı?
-          Ne demek,  buyrunuz
-          Ben dara düşmüştüm ne kadar zamandır, uzun zamandır beklemedeydim de, siz ‘O’ sunuz di mi?
-          Ayy, yakaladınız beni valla. Evet, evet ben ‘O’yum. Sizde ‘O’sunuz değil mi ama
-          Tabiki tabiki, ne demek
-          Ayy...bizler ‘O’ larız
-          Ayy.. evet ‘O’larız biz.
-         
Nah. Nah ki ne nah.

Yerim sizi ben. Ne şekersiniz böyle...Paşa adamla, hanım ablamızın  kıvamlı üsluplarda, yemekler yiye yiye, kadehleri kaldıra kaldıra, birbirlerinin yüzlerine gülücükler ata ata, en yakınlarına birbirlerine methede methede, zariflikten kırıla kırıla, en cicilerini gözler önüne sere sere, kırıta mırıta yaptıkları şeker mi şeker kısmetlerini yoktan yaratma çabaları..Ne hoş, ne hoş..

Nah ki ne nah hem de.

Kaşa, göze dayalı, kıça memeye endeksli, boyun posun kol gezdiği, ekonomik parametrelerin tıkır tıkır listelendiği, sosyal ve kültürel birikimlerin son çerçeveleri çizdiği zamanımızda kendini aşık sanan  iki insanın vıdı vıdıları bunlar. Aşk otuzlarda biter anacım. Aynı aşk kırkların sınırlarında da mayınlara takılıp kalır hep. Hadi geçti diyelim mayınlı alanları, ya topal ya da çolaktır artık aşk.

Kırkların aşkı sabun köpüğüdür. Olmadı şampuan, yine olmadı dalgaların köpüğüdür. Bak bunu sevdim. Dalgaların köpüğü. Grup vakti pek bi güzel olur dalgaları seyretmesi ama altlarında neleri havalandırırlar, neleri sürükleyip getirirler, neleri neleri de alıp açıklara atarlar belli değil.

Niyetler ümitler vardır da, bir de çok kemikleşmiş, kavrulmuş yürekler de vardır kırklarda. Akıl vardır kırklı yaşlardaki aşklarda. Aklın aşkı desek, belki daha da doğru olabilir. Akılla da aşk olmaz, olsa olsa hep diyorum sevgi olur en fazla. Kırklarda ruhun aşkı hiç mi hiç olmaz. Kısaca ne kırklı yaşlar izin verir, ne de kırklı ablalarla ağbilerin ruhları aşık olmaya bu yaşlarda.

Zaten odlumu da kırk yılda bir olur bu işler. Iskaladın mı bir kez, kısmet seksenlere diyelim artık bir dahasında.
Kaypaklık, ayağına basıldığı anda fırtmalarla mücadele edemez kırklarda aşk. ‘Ucundan kıyısından yaşanan günlük hayat tarzı da’  tam karşıtı olduğu için sevilen ve heyecanlanılan diyaloglardan (yaşamdan değil) pek de öteye de gidemez sevgili aşk kırklı yaşlarda.

Hem en mantıklı nedenlerle, hem de her bir tarafın yüzde yüz haklılıklarına sarıldığı yeni tarz bir kadın erkek ilişkisine girilmesine çeyrek kala karşılıklı okkalamanın standartlaştırılmış seranatıdır yukarıdaki diyalog.
Sevmeyi adet edinmişlerin ve sevgiyi kendi yaşam formatlarına oturtmaya çalışanların kuşku dolu yeni yolcululuklarından bir evvelki ‘birbirimizi yağlayalım süsleyip püsleyelim allayıp da pulluyalım’ seranatıdır okuduğunuz bu diyalog.
Bırakın ‘hayatın içindeki yaşamı’yla ‘yaşamın içindeki kendini’, hayatın kendisini fark etmemişlerin, edememişlerin  ikili düzen halinde resmi kıpraşmalarıdır ‘sanki aşkmışcasına yaşanan’ evlilikler de kırklarda.

Nah ki nah.

Adam kadını görür. Kadın adamı görür. O dakika bir sevgi başlar. Demeye kalmaz sevgi güvenle harmanlanıp hoşgörüye dönüşür. El ele tutuşurlar, tüm yaşamı her an, her yerde iki kişi paylaşırlar. Sağlıkları izin verdiği sürece de yürür giderler hayatın içinde. Şartmış, şurtmuş diyerek didiklemeden yorgun ruhlarla, bedenleri.
Esas olan budur. Yapan da neredeyse yoktur.

Gerisi, nah ki ne nah.

Ben böyle diyorsam böyledir.
Tartışmak istemiyorum.

Otuz küsur senenin aşkları ve sevgileri, seksleri, bilmem kaç tane ilişkileri, artı bir gayri resmi üç adet resmi evlilik ve üstüne üstlük de sıkı dolar para pul kaptırdım bu noktaya varana kadar.

Tamam, gerçek bir salak olabilirim bu konuda, öyle diyorsanız da öyleyim, tartışmam, haklısınız da üstüne üstlük. Ancak benden daha salak biri olduğunuzu dökümanlarla ortaya koyarak ispat etmediğiniz ve beni ikna edemediğiniz sürece katiyen tartışmam bile sizlerle.

Ben ne dersem odur.
Hodri meydan…
Otuz seneden daha uzun bir süre içinde en az beş ve üstü evlilik ve bir sürü sıkı aşk ve sevgi ilişkisi yaşamış ve en az birkaç milyon dolar kaptırmış benden daha muazzam bir  salaksanız buyurunuz masaya. Tartışalım.
Buyurun, bekliyorum..

Not: Salak malak, herşey çok güzeldi. Bugün hala her birini sevgiyle hatırlıyorum. Sadece ilişkilerin süreleri ve derinlikleri konusunda kantarın topuzunu kaçırmışım bugün dönüp de geriye baktığımda. Bir de ikide bir evlenmek zorunda da değildim her seferinde.

İyi bir insanım ulen ben. Kıyamamışım, evlenmişim zaar.

Var ya bizim kuşak erkeklerin büyüme döneminde çaktırılmadan içimize işletilmiş en gaddar örfümüz, adetimiz ve geleneğimiz nedir biliyor musunuz?, ‘madem ki yattınız, kız da iyi aile kızıysa o zaman evleniniz’ komutu. Ne yani, demek ki iyi bellemişim ben de örf, adet ve geleneklerimizi, hepsiyle de evlenmişim işte (dört kadınla yattığım sonucu çıkıyor bu gözle bakarsanız hayatıma, ki değil. Ben sadece en çok sevdiklerimle evlendim içlerinden).

Neyse sonuç itibariyle kimseye yaranılmıyor şekerim bu zamanda.
Mahalle baskısı da vardır belki de ha bire evlenme nedenlerim arasında. Veya derinlerde bir yerlerde yatan şiddetli bir psikolojik bozukluk da olabilir, bilemem.

Ha bir de ‘kadınların evlilik meraklardan’ olsa gerek diye de bir laf duydum bir yerlerde. Kesin emin değilim, değilim de yinede böyle bir laf dolaşıyor ortalıkta son dönemlerde.
Yalandır mutlaka değil mi?. Yoktur böyle bir merak.
Hele kırklı yaşlardaki kadınlarda falan hiç mi hiç yoktur böyle bir saplantı, kulaklarınıza gelmedi değil mi?.
Gelmedi mi kulaklarınıza gerçekten?.
E peki, nerelerimize mi geldi diye soruyorsunuz?…
Sapıttınız galiba, laf mı bu şimdi.

Hiç yorum yok: