- Sevgi Bodrum’a yerleşmiş
- Aaa..
- Ne zaman?
- Tekrar bir araya gelmişler Cengiz’le. Ne var ne yok satmışlar. Cengiz ofiside devretmiş. Sevgi’de istifa etmiş. Bodrum’a gitmişler. Bir otel açacaklarmış.
- Deli bunlar. Çok şaşırdım. Sevgi nasıl bırakacak şehri. Ölür o iki günde Bodrum’da. Giyecek birşeyi bile yoktur oralara göre. Gucci ayakkabılarla gezer artık Bodrum’da şıkıdım şıkıdım.
- Sende dalga geçe geçe bitiremedin kızı.
- Kusura bakma, üç kuruş para kazanır, sonrada miras yediler gibi gezer tozar. O Cengiz paralandı durdu yetişecek diye buna.
- O memnun demek.
- Bize denk gelmez öylesi. Adamın ne gecesi kaldı ne gündüzü çalışmaktan. Ben biliyorum kızım işin gerçeğini.
- Neymiş gerçeği
- Sevgi’nin sevgilisi vardı
- Seni tanımasam Sevgi’yi kıskanıyorsun da, bok atıyorsun diyeceğim.
- Ne kıskanıyorum ne de bok atıyorum. Sevgi’nin şirketindeki hani o bilmemne müdürü kimdi?
- Hangisi?
- Yaa hani şu İngiliz, geldi ya yurtdışından
- Haa.. evet anladım, her neyse ismi, e ee..
- Evet. O işte. Bir seneden fazla beraber oldular. Cengiz’in ablası yakaladı bunları Antalya’da. O seminerde birlikte olmuşlar. Seminer iki günmüş, bunlar bir gün daha uzatmışlar. Kemer’e mi ne, oraya bir yere gitmişler. Cengiz’in ablasının kayınbiraderide oteldeymiş, görmüş onları. O zaman Nalan beni aradı. Böyle böyle dedi. Ne yapacağını şaşırmış kız. Kaç kez konuştuk, Cengiz’e söylesek mi diye ama söyleyemedik. Çocuk deli gibi aşık. Sevgi ne dese inanıyor. Biz kötü oluruz sonunda dedik, söylemedik.
- Sen ne diyorsun, ciddimisin, allah allah, herkesden beklerdim Sevgi’den beklemezdim.
- Kızım sen asıl öylelerinden kork.
- Aslan gibi kocası var, adam ya ofisde ya evde, pamuklar içinde baktı o kıza, allah allah, herifler diyor ya karılar azdı diye, valla inanasım geliyor. Şimdi anladım. Tevekkeli değil o müdür iki ay evvel apar topar İngiltere’ye geri döndü. Belkide yakalandılar.
- Mümkündür. Cengiz safımda hayallerle Bodrum yollarına. Orada da bulur birini, tekmeyi basar Cengiz’e. Na şuraya yazıyorum.
- Ne diyeyim, dilim tutuldu.
- Tutulur tabiki. Bodrum bahane bence. İş kurduruyordur kendine. Gör bak, otel açılsın önce.
Vallada billada otel açıldı. Hem yazıyorum hem de kahkahalarla gülüyorum. Ağlanacak hallere…
Hikayeye devam.
Sevgi’yle Cengiz ‘Sunnymoney’ otelini açtılar. Ondört odalı otel. Cengiz nesi var nesi yoksa otele harcadı, bir o kadar da borçlanmış bankalara. Sevgi’nin üzerine tabiki otel (uzun yıllara dayalı evliliklerde mülkler kadının üstündedir, bu konuyu ilerleyen bölümlerde kurcalıyacağız). Borçlarda Cengiz ağbimizin üstüne tabiki.
Bir sene sonra Cengiz apar topar İstanbul’a döndü. Sevgi’yi bir ingilizle basmış (Sevgi’nin fantezisi İngiliz galiba). Sevgi ‘seviyorum’ demiş. ‘Sana haksızlık yapamam, sende kal, yine beraber işletelim oteli’ demiş. Cengiz Sevgi’ye tokat atmış. Sevgi Cengiz’i kovmuş.
Cengiz ha bire içiyor şu sıralar İstanbul’da. Bir arkadaşının şirketinde işe girdi. Galiba Nevra diye bir mimar kadınla yaşamaya başlamış. Nevra’da geçen sene boşanmış. Nevra’nın kızı var. Cengiz ile çok iyi anlaşıyorlar. Nevra çok mutlu. Tek problem Cengiz eskisi kadar olmasa da arada çok içiyor.
Demeye kalmadı;
Sevgi ingilizden ayrıldı. Yoga ve meditasyon dersleride vermeye başladı otelde. Şimdi de bir kadınla birlikte diyorlar.
Kadın (Sevgi’nin ‘I love you’su’) yıllarca Hindistan’da kalmış. Ruh tatmini ve orgazmı konusunda uzmanmış. Sevgi’nin ruhu da gelip gelip duruyormuş durmadan şimdilerde.
Cengiz’de geçmişi ile bugünü arasında gidip gidip geliyormuş tabidir ki yine durmadan.
Herkes bir yerlere gidip geliyor kısaca.
Ne güzel.
İç turizm de canlanıyor bu sayede.
Bodrum. Bodrum, Bodrum…
Birileri bir yerlerden ha bire Bodrum’a (Bodrum sembol. Bir sürü Bodrum fonksiyonunda yerler türedi ve türüyorda. Siz istediğiniz yerle anın bu satırları. Evlerin bazıları beyaz olsun veya taş. Renkli kovalarda sardunya falan, anladınız nasıl yerleden bahsettiğimi) gidiyor.
Birileride ha bire Bodrum’dan geri geliyor.
Herhalde bu gezegende bu kadar çok insanın ümitlerle gidip, kırıklıklarla döndüğü bir yer azdır.
Gelen gelene. Giden gidene.
Kurtarma operasyonunun can simidi.
- Ev yaptırıyorlarmış Bodrum’da.
- O kadar çok beyeniyorum ki onları. Ne kadar çok yakışıyorlar birbirlerine.
- Öyle gerçekten. Bunca yıllık evlilikleri var, ikisininde birbirlerinden başka kimseyi görmüyor gözleri.
- Aşıklar birbirlerine.
- Ne güzel
- Ne güzel gerçekten.
- Darısı bizimde başımıza
- İnşallah
Ya çocuk yaparsın kurtarmak için evliliği, ya da Bodrum’da ev. Hem çocuk hem Bodrum’da ev yapıyorsan o ayrı bir durum. İyice azıttın demektir.
Bodrum’un girişine bir kapı yaptırmak lazım. Güvenlik sistemlerinden geçtiğimiz kapılar gibi. Mutlaka geçeceksin girişde eğer çiftsen. Amaç şu;
Kapıdaki bir alet, geçen her bir insanın ruhundaki gerçek mutluluğu ölçecek. Bekar gidenler için değil bu sistem. Evliler ve de hadi şöyle diyelim uzun zamandır birlikte olan çiftler için (‘seviyeli ilişiki’ denir bu nevi birlikteliklere. Diğerleri seviyesiz oluyor bu durumda). Mutluluk ölçüm aleti sadece bir yönde sonuç gösterecek;
‘Çiftler birbirlerine karşı ne kadar ruh ve gönül mutluluğu taşıyorlar, duyuyorlar’. Gerçek aşk, sevgi ve huzur bazında.
Sizce sonuç ne çıkar?
Benim bir tahminim var. Söylemeyeceğim size. Sizde bana söylemeyin.
Biz kimselere de söylemeyelim en iyisi.
Bodrum’da ev yaptırmaya devam. Stil provance veya country. Daha iyi kurtarıyorsun o zaman evliliği veya ilişkiyi. Paylaşıma yeni bir katma değer. Çocuk paylaşmak konusunda yeteri kadar ustalaştığımız için becerilerimize bir yeni açılım daha
Pardon, unuttum. Bir de köpek. Bir de köpeğin koynunda yatan bir kedi(Ulen neden mutsuz çiftlerin ve insanların hayvancıkları barışçıl oluyor acaba?, bu konuyu düşüneceğim ileride bir tarihte).
O kadar masraf, o kadar eziyet, bari en olmayacak birileri kucak kucağa yatsında, iki canlı mutlu olsun. En azından bari.
İnsanlar alıştıkları yaşamdan hangi yaşda uzaklaşmaları gerektiği hususunda bir düşünce yapmadan, yallah yeni hayatlara. Bodrum’da olur. Başka yerlerde. Gelirsin altmışlara. Karın artık senin karındır, kesin eminsindir. Sende kesin onun kocası olmaktasındır, kendinden eminsindir, kim tutar sizi o gün. Gidin ki ki ömrünüze ömürler katılsın. Gerçek sessizlik ve huzur içinde geçsin kalan ömrünüz.
Bu altmış yaş ve üstü için tabiki. Bizim yaşlarda, şehirde bir türlü yerine oturtamadığın veya oturduğu yerde sürekli kıpraşan taşların tekrar yerine oturtulması için seçilmiş en riskli kurtarma operasyonu için seçilmiş mekanlardır bunlar.
Önceleri değilse de, biraz daha ilerleyen zaman içinde gelenlerde kaşınıyor çaktırmadan (can çıkar huy çıkmaz), gelmiş ve yerleşmişlerde. İçler hala kıpır kıpır. Üç karış alan. Beş tane insan. Yapacak, oyalanacak fazlacana bir şeyde yok. Zaten sıcak. Ya da kışın hap kadar alan. Kıç kıça. Antenler uzamış, gizliden arayış içinde ruhlar ve gönüller ve bedenler. Zaten demeye kalmıyor, gelsin kavgalar, dövüşler, surat asmalar, tavırlar. Adam dağa, kadın denize. Adam tekneye, kadın yogaya. Biri bir yana, diğeri öbür. Bodrum’dan öteye gidecek bir yerde olmadığından da kıvranmalar son hadlere geliyor.
İstisnaları iki de bir çıkarmayın karşıma. Onlar dünyanın her yerinde severler ve bırakmazlar birbirlerinin ellerini. Onlar bu kervanın yolcuları değiller. Onlar kendi sevdalarının yollarında koşuşturan insanlar. Onlar gibileri bir satır konu etmem, ne kelimelerle, ne gözümle. Nazarlarımız onlar. Tek ümitlerimiz. Tek örneklerimiz.
İşte böyle de böyle.
Biraz da bu taraflara dokunmak geldi içimden.
Bayramda bir yerlere gitmek lazım (mış).
Sevgilim, şunlarla bunlarla, şuraya buraya diyor.
Ben ikimiz gidelim istiyorum (aslında o istiyor diye diyorum. Bayramda hiç sevmem bir yerler gitmeyi. Zerzavat takımı terk edince şehri, pek bir güzel oluyor her taraf. Ne işim var bayramcılarla aynı yerlerde. Ayrıca konu harici ama ben bayramlarda yaşlıların ellerini öpmeyi seviyorum. Her ne kadar tipimiz göstermesede yaşlanınca çoluk çocukda bana gelsin bayramlarda, elimi öpsün istiyorum).
Ne diyordum, ben ikimiz sessiz sakin küçük bir otele gidelim istiyorum. Aynı mekanda ayaklarım ona deyerek iki satır yazmak istiyorum. Veya en azından vıcıklığın içinde olmak istemiyorum hiç.
Sevgili nereden girdi derseniz şimdi bu konunun içine, anladığım ve de hissettiğim kadar onun Bodrum’a yerleşmek gibi bir niyeti yok (bu çok iyi. Gidenlerden pek haz etmem, dötü ikide bir onu bunu yemeyenlerle işim olmaz bundan kelli). Benim zaten yok. Ben yaptım o işi bir tur çok gençken, yeter de artar bana. Oralarda çok gençken olmak iyi, pörsüğünce dokusunu bozuyorsun doğanın. Dediğim ve diyeceğim o ki, gitmeden, kalarak da huzur içinde yaşamak mümkündür. Yeter ki sevginize ve sevgisine saygı duyarak yaşayın elini tuttuğunuz kişinin. O zaman her yer Bodrum sizlere. Boşuna zengin etmeyin emlakçileri, nakliyecileri ve de ustaları. Boşuna altüst etmeyin hayatınızı.
Mutluluk ve huzur kapısı Bodrum girişinde yer almıyor sadece. Zaten öyle bir kapıda yok. Varsada o kapı ‘içimizde’ bizim. Elinizi göğsünüzün sol tarafına koyun, ‘pıt pıt pıt’ diye atan yerde tam. Pıt pıt pıt atan yerle birlikte gidiyorsunuz her yere. Yani sizi siz yapan duygularınızın kaynağı olan yerle.
Ha birde kafatasınızın için de yer alan ve ‘beyin’ dediğimiz organımızla.
Huzur ve sevgi, gittiğiniz mekanın dekoruna ve ortamına ve konseptine göre açıp kapayamazlar mutluluk düğmelerini. Mutlaka etkisi olur sevdiğiniz bir ortamın ancak esas olarak sizin kendi içinizde yaşattığınız huzur ve sevgidedir mutluluğun anahtarı. Neler gördük biz neler. Köye özenip şehirden gidenlerde, şehre özenip köyünü terk edenlerde. Say say bitmez.
İşin içinde olanlar çakamıyor aslında ne kadar uzağa giderse gitsin içinde ki huzursuzluğuda göğsünün, beyninin içinde gittiği yere taşıdığını (her ne kadar ‘çook huzurluğum ben’i oynasalarda, uyumadan evvel neler geçiyor akıllarından kimbilir). Her ne kadar farklı kostümlerle, dekorlarla, alışkanlıklarla önce kendilerinin sonrada etrafın gözlerini boyamaya kalksalarda varılacak en son nokta aslında başladığın ilk noktadan geçmektedir gerçeğine alışamıyorlar herhalde. Gerisi gereksiz kıpraşmalar. Züğürtlerle, rantiye yaşayanların (yani üretim fukaralarının) etrafa karşı ‘bende’ varım (her zaman yaşadığı alandan kendini uzaklaştırmak ‘bende varım bende varım’ diye ciyak ciyak bağırmaktır ‘aslında’ kabul görmediğin ancak çok da kabul görmek istediğin alemine) showlarıdır aslında tüm bu gelmeler, gitmeler, yerleşmeler.
Kandırmayın kendinizi de, her bir kimseleride.
MFÖ’yü dinleyin bol bol. Şahane bir şarkıdır ‘Bodrum Bodrum’. Orada durun ama. Her bir şeyin mokunu çıkardık son otuz senede el birliğiyle Bodrum dahil, diğer bakir güzellikleri de bozmayın (gerçekten bozmayın, buraları bok ettiniz gittiniz, oraları da etmeyin gerçekten) bari şeyinizin derdine düşüpde.
Neyse sizin şeyinizin derdi beni gerdi nedense bu akşam. Nasıl güzel bir hava bu akşam anlatamam.
Şahane bu Boğaz. Yok böyle güzellik.
Aşığım ulen sana İstanbul…Şu sıralarda ki esas sevgilime mesaj attım, kıza ders çalıştırıyormuş. Kaç yıldır kaç tane sevgilim olduysa hepsinin (ikisi hariç, onlarda çok kısa sürdü nedense, çocuksuz kadınlarla beceremiyormuyum neyim bu işleri) çocukları var ve genelde hepsi haftaiçi çocuklarını ders çalıştırıyorlar. Hayatım boyu nefret ettim bu okul ve ders işlerinden allahın sopası yok al sana. Sonrada diyorlar ki neden birden fazla sevgilin var?. Neden olmasın ki.
Üç sevgilin falan olunca istediğin akşam program yapabiliyorsun birlikte, biri illa müsait oluyor. Okulların aylık ve dönem sonu imtihan dönemlerinde on tanede sevgilin olsa nafile, yalnızsın o kesin. Toplu adet görür gibiler tüm anneler o haftalarda.
Tam geyik oldu, sorry valla.
Birkaç sene evvel ikinci evlilikten de boşandık, battık falan filanda ancak yine de keyfim çok yerinde (nedense).
Öyle de böyle de çok keyifli bu hayat. Keşke onbin sene falan yaşayabilsem.
‘Yerim seni yaşam, hap gibi yutarım hemide’.
‘Yaşasın ben’ ve ‘çok yaşayın sizde’ e mi…
Haydi sağlığınıza ablalarım ve de ağbilerim, rakılayalım birazda, ömrümüze ömürler katılsın.
Canım Mikanos’a gitmek istiyor çok.
Cıbıl cıbıldır yine millet…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder