19 Ocak 2012 Perşembe

- Ana sayfanın sağ tarafında 'KIRıKLAR KIRıKLAR' İLK BÖLÜMLER başlığı altında yayınlanmış diğer  bölümlerini okuyabilirsiniz.

19.01.2012
Ne istediğini çok iyi bilen bir gençlik yetişti, arkası da çok daha güçlü olarak yetişmeye de devam ediyor.
İstekleri, istedikleri, arzuları, hedefleri çok net.
Yeryüzünde  var olan, var edilmiş olan, yaşanmakta ve de kullanılmakta olan, her nevi,
Konforu, anında, hemen, en kısa yolla, eksiksiz isteyen ve tavrını net olarak belirlemiş bir kuşak var artık.
Apolitik. Ve de basın özgürlüğü gibi konulara hiç de takılmayan. Dünyanın gidişatı ile ilgili kaygıları olmayan. Salt, kendi mutluluğu için yaşayan.
İster kabul et,
İster etme. İstersen kıvran, yok öyle değil diye,
Ancak, durum net. Durumları net.
Ve de arzu ettikleri, ısrarcı oldukları konforla buluşabilecekleri her yer memleketleri onların artık.
Atalarımızdan biri gözlemlemiş, bakmış etmiş, demek zamanında da durum pek farklı değilmiş ki,
Bir söz söylemiş,
Demiş ki,
‘Doğduğun yer değil, doyduğun yer memleketindir’.
O zamanlar memleket, bu ülkede hangi şehre, yöreye ait olduğunun ifadesiydi,
-         Memleket nire kardeş…
Gibi.
İnsanlar kuşaklar boyu, doğdukları yerlerde doyamayınca, daha da iyisini arzu ettikçe,
Göçtüler oradan  oraya.
Bu göçler,
Aidiyet duygularını erozyona uğrattı zamanlar içinde.
Her ne kadar, büyük şehirlerde kurdukları kendi yörelerine,
Kendi memleketlerine özgü,
Aynı yörenin, aynı memleketin insanlarını bir araya toplayan,
Derneklerle  varlıklarını çok etken olarak uzun müddet sürdürmüş olsa da,
Dernekleri kuran insanlardan,
Bir sonraki ve de bir sonraki kuşaklar da tüm fonksiyonunu yitirdi bu nevi çalışmalarda,
Ve de yeni kuşaklar doğdukları değil,
Doydukları yeri bildiler, memleketleri diye.
Ki,
Doydukları yerlerin de yaşam biçimlerini kendi alışkanlıkları ve kendi varlıklarını sürdürebilmek adına erozyonlara uğratınca,
Kendileri için kullanışlı yeni memleketler yaratmış oldular,
Ki,
Bu yeni memleketler, o yörede, o şehirde doğmuş insanların da,
Doğdukları yerlere yabancıllaşmasına neden oldular.
Ve de bu nedenle,
 Göçen de, göçülen yerin insanı da,
Doğdukları, doydukları, göçtükleri, göç için yola çıktıkları yörelere,
Şehirlere, kasabalara, köylere,
Karşı,
Aidiyet duygularını topluca ve de hep beraber yitirdiler.
Ve de sınırları belli memleketimiz, sınırları olmayan memleketsiz insanlar tarafından,
Sahipsiz bırakıldı.
Yetmedi,
Globalleşme de öyle bir girdi ki damarlarından,
Yabancı dillerin yaygınlaşmasıyla, yani yabancı lisanla hazırlanmış olan alt yapının da etkisiyle,
Devamında  ulaşımın ucuzlaması ve kolaylaşmasıyla,
Sonrasında iletişimin hızlanması ve çok kullanışlı bir hale gelmesiyle,
Ve de dış pazarların cazibesiyle de,
Göçen de,
Göçülen yerin insanı da,
Memleketin sınırlarını aşıp,
Dünyanın her bir yeriyle direkt ve etken ilişkilere giriverdiler bu akışın içinde.
Bu ilişkiler, bu akışlar,
Ya kökten gelen kültürün erozyona uğramasına neden oldu,
Ya da kökten kültürün memleket tarifinde vatan kavramının  önüne geçmesine.
Bu değişimler ve gelişmeler de zaman içinde sınır kavramının da tartışılır hale gelmesine neden oldu,
Peşinden bayrağın,
Peşinden memleketin yani vatanın tamamının.
İyi de olan bitenlerin tamamı ve,
Bu memleket, bu memlekette bireyin hakları,  ifade özgürlüğü, uygulamada ki politikalar, bu politikalar sonucu gelinecek noktalar yine bu memleket gençlerinin ne kadar umurunda?
Umurunda mı?
Veya onların umursamaktan anladıkları neler?
Bizlere ne kadar ve hangi nedenlerle ihtiyaç duyuyorlar geleceğe doğru atacakları adımlar adına?
Veya  ‘Memleket’e karşı gelişen yeni aidiyet duygularını nasıl tarif ediyor gençlik?
Bunun gibi soruları çoğaltıp, çoğaltılan sorulara,
Gerçekçi cevapları alıp,
Hislere kapılmadan yorumlayıp,
Gençlerin nasıl bir platforma oturduğunu, oturmak istediğini,
Yine onlarla beraber değerlendirip,
Yeniden yazmak, kurgulamak lazım önümüzdeki yüzyılın ulusal stratejilerini.
Hangi parti, hangi siyasi görüş iktidar gelirse gelsin, hiçbir zaman ana ilkelerinin değişmeyeceği  yeni yüz yılın planlanmasıdır bu.
Ki, ulusal stratejiyi yazarken gençleri işin içine hem de tam göbekten katmazsanız,
Bugüne kadar sürdürmeye çalıştığınız davranışlarınızda ısrarcı olmaya devam ederseniz,
Ve de ısrarınız ne kadar keskin olursa olsun,
Bir gün karşımıza çıkacak  sevimsiz sonuçların tarihlerini ileriye kaydırırsınız  bir miktar, o kadar.
Mesela,
Haftalardır uğraştığımız, ‘Atatürk’ ismi marka olmasın çabalarımız,
Gençler için ne gibi bir önem taşıyor,
Bileniniz var mı?
‘Atatürk’ isminin markalaşması, onlar için ne ifade diyor,
Hiç soran var mı etrafındaki gençlere.
De ki, bizler gibi hissedip, düşünüyorlar,
Onların yaşamları içinde var olan değerler listelerinde bu durumun önem sırası ve,
De önemin şiddeti ne oranda?
Onlara bıraksaydık tüm kontrolü, nasıl bir tepki gösterirlerdi?
Nasıl bir kampanya düzenlemek isterlerdi? Ve de hangi kritik değerleri ön plana çıkarmak isterlerdi?
Bir kampanya düzenlemek isterler miydi?
Bunun gibi onlarla, yüzlerle soru hazırlamak lazım memleketle, memleketin değerleriyle ilgili, memleket birey ilişkileri ile ilgili gençler için, diye diye...
Ümitsizliğe değil,
Tam tersi,
Büyük ümitlere kapılarak,
Yeniden,
Bir sonraki yüz yıla hazırlanmak lazım hep beraber.
Doğduğumuz  ve  doyduğumuz yerler diye ayırmadan memleketi (artık),
Hepimiz sanki aynı yerde doğmuş,
Hepimiz sanki aynı yerde doyuyormuşuz gibi,
Yeniden tek bir vücut haline gelerek,
Yeni bir yüzyılın, köklü ama yeniden genç cumhuriyetini, köklü bir milletin gençlerine yeniden emanet etmek gerekiyor benim görüşüm.
Gençlerden alacağımız cevapları yine gençlerle de beraber değerlendirdikten sonra,
Ne gibi sonuçlar çıkar ortaya bilemem.
Ancak çıkacak tek bir sonuç var ki,
Bundan çok eminim,
Bu günlere kadar böyle gelmiş olmamız,
Bundan sonraki günlere de böyle devam edeceğimiz anlamını taşımıyor (artık).
Ki,
Bugünlerden topyekün mutsuzluk duyulması da, değişim ve değişimle gelecek gelişimin de kaçınılmaz olduğunun göstergesi.
Çok severim bir lafı,
‘Dış mihraklar’.
Yok öyle dış mihrak falan.
Ki,
Var tabii ki dış mihraklar, hem de nasıl var.
Var da, onların var olmasına neden yine bizleriz. Var edince de varlıkları gerçek hale dönüşüyor.
Onların varlıklarını  yaşatması, geliştirmesi için çürük bir zemin hazırlamazsan,
Aksine sağlıklı tek bir vücut haline dönüşürsen,
Bireylerin kendilerini mutluluk kıskacına almasına izin verip, bireyleri mutlu bir memleketin içinde bir birleriyle kenetlenmek zorunda bırakırsan,
Var olan dış mihraklar barınacak bir organ, bir çürük zemin bulamazlar,
Sağlıklı bir vücut da.
Ancak, önce gerçekçi olmak ve de sormak lazım gençlere,
Ne istiyorlar diye.
Nasıl bir ülkede yaşamak istiyorlar diye.
Ve yaşamak istedikleri ülke için, nelerini, hangi sınırlar çerçevesinde vermek istiyorlar gönülden diye de.
Ve de her şeyden evvel, önce kabullenmek lazım gençlerin, konforu yani kapitali artık listenin tepesine yazdıklarını.
Ha, sonra,
Oturup,
Gençleri de alıp masanın etrafına,
Kapitalist düzenin içinden sosyalist ama milliyetçi,
Paylaşımcı ve birleştirici sağlam bir zemine oturan ulusa mal olmuş, ne gibi ulusal stratejiler geliştirilir diye,
Oturup ciddi ciddi çalışmalar yapmak ve de,
Ulusal, ulusa yönelik, uluslararası, tüm uluslara da  yönelik yeni yüzyılın yeni stratejilerini belirlemek lazım yeniden.
Taşıma su ile değirmenin dönmediğinin aşikar olduğunu hep beraber kabul etmek lazım artık.
Beş yıllık planlar, yirmi yıllık planlarla olmayacağını,
Doğduğumuz ve doyduğumuz topraklar üstünde  tek vücut olup,
Vakit kaybetmeden, uzayı konuşmak lazım artık.
Memleketi uzaya nasıl taşıyacağız, esas mevzunun bu olması lazım artık.
Güdük,  günlük akıllı siyasetçilerden arınıp, onların önümüze koydukları güdük çalışmalarla oyalanmayıp, güdük kalmayıp, evrene açılmamız lazım artık.
Ülkelerin gelecekleri orada artık.
Orada çizilecek yeni memleketlerin sınırları içinde biz de yer almalıyız artık.
Yeniden ve bir daha dış mihrakların taşeronları olmamak lazım artık.
Vizyonumuzla, aklımızla, gençliğimizle  geleceğin Türkiye’sini yazmak lazım artık.
Bir milletin, bir topluluğun, bir kuşağın  kendi evrimi içindeki gelişmelerine,
Ve de değişimlerine engel olmak, önünü tıkamak,
Mümkün değildir. Engel olduğunu sanırsın, o kadar.
Engel olurken de,
Olmadık ucubeler yaratırsın, dengeleri bozarken.
O ucubeler de gelir yer seni sonunda, bir gün bir yerde. İllaki yer.
Bu böyle midir değil midir diye  tartışmalarla kıymetli vakitleri yitirmek yerine,
İleriye bakmak lazım.
Çok ilerilere.
Sonra bugüne geri dönerek,
Eldeki değerleri iyi tartıp,
Var olan değerleri,
Önce bireylerin kendilerini tatminine, kendi mutluluklarına,
Sonra da memleketin geleceği için kullanmak lazım artık.
Önce memleket, önce devlet,
Sonra birey sistemi çöktü.
Bunun tetikçisi Atatürk’tü zaten. O yüzden kurdu Cumhuriyeti. O yüzden demokrasi dedi.
O yüzden laik bir toplum dedi.
Deneme yanılma metoduyla yaşayan bir millet olduğumuz için, ancak çaktık, çakıyoruz durumu galiba,
Belki de çakamadı bir büyük çoğunluk hala,
Şimdilerde  önce birey,
Sonra memleket hallerimizi.
Yıllar süren, iki kuşaktır süren hazırlıklardan sonra şu an iktidarda olan siyasi oluşumun gücünün beslendiği noktadır ‘birey’ler.
Bireye ulaşırsan, bireyin gencine ulaşmayı başarırsan, bireyin gencini mutlu edersen,
O birey, o genç de senin için çalışır sonuna kadar,
Ki,
Aslında senin için değil,
Kendi mutluluğu için çalışırken, sana, yani devlete hizmet eder aslında farkında olmadan.
Önce memleket, önce devlet diye ısrar edersen, iki kuşak sonra ne memleket kalır ortalıkta, ne de devlet.
Önce bireyin  hakları, önce bireyin talepleri, önce bireyin tatmini diye çıkarsan yola,
Elli kuşak sonra bile,
Memleketin de kalır ayak da, devletin de.
Hem de sapasağlam.
Hem de dış mihrakların kapısının önünden bile geçmeye cesaret edemediği güçte.
Çok ciddiye almak lazım gençleri.
İyi etüt etmek, iyi dinlemek, onların gençliğini, aklını iyi değerlendirmek lazım.
Ve de unutmamak lazım,
Devlet mutlu diye bireyler de bir yolunu bulup, bir şekilde mutlu olmuyor artık.
Bireyler, özellikle gençler net olarak mutluluk satın almak istiyorlar ve gençler mutluysa,
Memleket de mutlu oluyor.
Ve de bundan sonra emin olun ki, en büyük moda, en büyük değer,
‘Mutlu bireylerin mutlu memleketi’ olacaktır  bu dünyada,
En kıymetli olan da.
Çünkü,
Bireylerin her biri doğru ve adil bir yapı içinde kendi mutlulukları için savaşırken,
Memleketleri için de savaşmış olacaklar,
Hem de farkında olmadan aslında,
Hem de büyük bir heves ve iştahla.
Bizlerin de,
Memleketin de geleceği,
Ne istediğini iyi bilen gençlerin elinde (artık).
Masaya oturmak lazım diyorum.
Günlük yazar gibiyiz millet olarak da,
Devlet olarak da.
‘Sevgili günlük’ diye başlıyor benim için her bir yeni haber, her bir yeni gün.
‘Sevgili yeni yüzyıl’  demek lazım ‘sevgili günlük’ demek yerine,
Diye düşünüyorum,
Çünkü,
Babayım,
Kızlarımı çok seviyorum, doğacak torunları kızlardan daha da çok seveceğim muhtemelen.
Memleketimi de en az onlar kadar seviyorum.
Bunlardan iyi nedenler mi olur, mutlu bir gelecek için çabalamak adına.
Çok çaktırarak, bolcana çaktırarak,
Aslında Atatürk’ü taklit ediyorum.
Adamcağız geçen yüzyıl çakmış durumu, oturmuş anlatmış,
Ne kafa yoracağım ki üstüne bir daha.
Ne kesip biçip, ekleyip onu buna yapıştıracağım ki oraya buraya.
Yapılmışı var zaten burada.
Ne olacaksa, ne olmalıları demiş de gitmiş zaten.
Acizane,
Onun dediğine parantez içinde bir ilaveyle,
‘Hakimiyet (hele bundan sonra kesinlikle) göklerdedir’ diyorum.
Gözümü göğe kaldırınca uzayı görüyorum, görünce de,
Hemen gençlere,
Koşuyorum.
Tuzağa düşüp,
Günlükleri okuya okuya,
Güdük kalmayı,
Mutsuzluğu,
Birey olarak geleceğimle ilgili kararların,
Cücük akıllara bırakılmasını,
Temelden,
Şiddetle,
Reddediyorum.

1 yorum:

Yalçın G dedi ki...

Mükemmel ! Neden sanki, insanların beşte biri senin gibi bunları düşünüp + aktarmıyor ki ?!
Döngü ancak o zaman tamamlanırdı ! Şimdilik bunlar boşa gitmeye ve yenilmeye mahkum anlatım ve özlemler. Çünkü anlayan, kabul eden, reddetmeyen, gülüp geçmeyen çok az. Büyük çoğunluk, bu güzellikleri ezip geçen kirli çamurlu bir sel gibi akıyor. (Bütün dünyada.) Başka özelliklerle de olsa her ülkede...