20 Ocak 2012 Cuma

- Ana sayfanın sağ tarafında 'KIRıKLAR KIRıKLAR' İLK BÖLÜMLER başlığı altında yayınlanmış diğer  bölümlerini okuyabilirsiniz.

20.01.2012
Okula muz götürülmezdi,
Beslenme saatinde yemek için. Kokmasın, evlerine muz alamayan ailelerin çocuklarının canı çekmesin, çok ayıp diye…vay…
Bizim sınıftaki çocuklardan birinin ailesi meğerse çok çok zenginmiş,
30 yaşlarıma geldiğimde, gazeteden öğrendim tesadüfen.
Biz onun zengin olduğunu hiç bilemedik okulda…vay…
Ankara Mebus Evleri’nde, Fen Fakültesi durağı vardı,
Ben yolu uzatır o duraktan geçerdim okula yürürken.
Milletvekilleri olurdu durakta bazen, otobüs bekleyen.
Merak ederdim Milletvekili neye benziyor diye…vay…
Okulu asacağız,
Asacağız da para yok.
Herkes çıkarır cebinde ne var ne yoksa.
Koyarız masanın üstüne.
Hepimizden aşağı yukarı aynı paralar çıkardı ki,
Çoğumuzun annesi ev hanımı,
Kimimizin babası memur, kimimizin tüccar, kimimizin doktor, avukat olmasına rağmen…vay…
Kaşar peyniri kıymetliydi her halde.
Veya savaş görmüş anne babalar nedeniyle belki de,
Küçük küçük kesilirdi kaşar.
Biz de küçük küçük yerdik kaşarı, iyi hatırlıyorum.
Oralet vardı mesela.
Pazar akşamüstü Oralet yapardı babam, toplanırız oturma odasına, ailecek Oralet içerdik.
Hep yürürdük.
Okula, okuldan eve, nerede toplanacaksak arkadaşlarla, hep yürünürdü.
Akşam yemekleri saat yedide.
Ailecek yenecek.
Eksik olmayacak kimse sofrada,
En azından her yirmi dört saatte bir mutlaka hep beraber bir araya gelinecek…vay…
Yedi haberlerinden evvel,
Orhan Boran ve Yuki dinlenir.
Bir de Bizimkiler.
Arap Bacıları vardı meşhur, Tevfik Gelenbe seslendirirdi galiba.
Müşfik Kenter de vardı o skeçlerde. Skeçlerde derken,
Arkası yarın sabahları. Radyo tiyatrosu da Perşembe akşamlarıydı yanılmıyorsam,
Dokuzu beş gece gibi başlar, ona doğru biter.
Ne korkutucuydu bazen, gıcırt diye açılan kapı sesleri.
Sonra uyuklamazsan akşam,
Saat on ikide, fm de gece ve müzik. Sezen Cumhur Önal.
Çikolata renkli şarkıcılar, kadife sesli yorumcular, Fecri Ebcioğlu…
Pazar günleri doğru mu yanlış mı yarışması.
Okullar arası bilgi yarışması da vardı, öğretilen bilgiler aynıydı…vay…
Pazar günü maça zaten.
Basket maçına.
Heyecan, eğlence, gır gır, kavga  gürültü, hep beraber,
Sımsıkı taş gibi, dal gibi dal gibi dal, dimdik geliyor şimdik dediğimizde bıyıklarımız yoktu o kesin.
Ne erotikmiş bee…vay…
Kesişirdik. Kızlarla. Ne hoştur kesişmek. Ne heyecan.
Bakacak diye, dolan dur okulda, sokakta. Eve kadar takip et. Göz göze geleceksin. Geleceksin,
De, beğendireceksin kendini de, çıkacak seninle de, elini tutacaksın…vay…
Moda?
Ne modası, herkes kendi modasının peşinde. Sevdiğini giyersin. Yok moda.
Olsa olsa hippy modası falan. Çiçek çocuklar falan.
Jeanlerin üstüne flomaster kalemle kalpler, çiçekler, peace işaretleri.
Jean de Kot marka. Yerli, taş gibi kumaşı. Dalar bacak arasına fena halde.
Arada biri gider yurtdışına,
Lee gelir, Wrangler da bazen. Beden tutmaz, doğru Amerikan pazarına.
Al takke ver külah pazarlık, değiştirirsin biriyle.
İlk Converse geldiğinde, beyaz boğazlı klasik, bir hafta yastığımın üstünde yattım.
Kıyamadım bırak giyip basket oynamayı, yere koyamadım.
Kokarca Raf spor ayakkabılardan sonra hele…vay…
Sıkı dostlardık kızlarla erkekler. Kardeş halt etmiş yanında, öyle sıkı.
Çok sıkı.
Birinin evinde toplanırdık, bazen okulu asıp, bazen okul sonrası.
Anne baba evde yoksa.
Öpüşeceğiz ya…vay…
Tek cinstik.
Çıktığın kız hariç, herkes kendi cinsindendi.
Yok öyle, kızmış erkekmiş.
Kız, kadın hakları falan, herkes aynı.
Hatta kızlar önde, çok kıymetliydi kızlar…vay…
Cin tonik, cin fiz demeye kalmadı Martini.
Akşamüstü bir yerde.
Hava kararır, evlere doğru. El ele sevgilinle. Hava buz. Umurumda mı.
İçin sımsıcak…vay…
Apple açılınca, İstanbul’dan Klüp 33 tayfası bile Ankara’ya taşınırlardı hafta sonları, ne yerdi Apple ama.
Anfinin altında öpüşülür iki büklüm.
Amma öpüşürmüşüz o zamanlar…vay…
Mustang, Corvette ne mühim arabalardı.
Her büyük şehirde olsa olsa üç beş tane, herkes tanır onları.
Havalı çocuklar, ama rağbet görmezlerdi çok.
Seyredilirdi arabalar o kadar, hiç de özenilmezdi…vay…
Arkadaşının anne babası, senin annen baban gibi.
O orada, bu burada yer içer,
Bütün evler aynı.
Üç aşağı, beş yukarı.
Yemeklerde aynı, sofralarda, sofralarda adap da aynı…vay…
İlk televizyon dayımların bir komşusuna gelmişti.
Biz almamışız daha.
Küçük dayım alır ablamla beni, komşuya gideriz.
Çaylar yapılır.
Salonun ışıkları kapatılır.
Seyredilir hep beraber, artık ne varsa programda.
İsterse bakır leğen içinde ibrik resmi olsun.
Var mı bundan büyük eğlence, ne büyük mutluluk…vay…
Mektup yazılır.
Mektuplar gelir gider karşılıklı.
Sayfalarca. Resimler çiziler, kalpler de.
Sevgili için, içinden ok geçer, aşk sözcükleri, sayfaların kenarlarında süsler,
Bir de fotoğraf yollamışsa hele…vay…
Longplay önemli.
33’lük.
Makaralı tepylerle, 45’liklerden sonra.
Olaydır, 33’lük.
Toplaşılır evlerin birinde, kapağı kolon olan pikaplar.
Şu an yazarken bunları, bana bakıyor karşımda sırıtarak, saklamışım…vay…
Altında  makara teyp de duruyor…bir daha vay…
Doğum günleri partileri.
Plağını kap gel.
Zavallı doğum günü evi.
Pino Silvestre, Old Spice gelir bol bol hediye. Çam ağacı şişe, kozalak şekil kapak. Diğerinde silindir şapka adam, beyaz şişe üstünde.
Kızlara altın kolye ucu alınırdı para toplanır herkeslerden. Bazen isminin baş harfi, bazen doğum günü işaretli takvim ama bir ay sadece.
Ne halı kalır, ne kanepelerin döşemeleri.
Slow dans. Sarılırsın sımsıkı, sallan baba sallan, bir o yana, bir bu yana.
Titrersin heyecandan, sevgi akardı içimizden…vay…
Özlersen, sesini duymak istersen, işin zor.
Bekleyeceksin evde telefonun başı boş kalacak.
Bir türlü düşmez düt sesi.
Bekle, bekle, bekle.
Düşer, çevirirsin meşgul.
Zaten korkarsın, ya babası açarsa diye.
Annelerden  çok korkulmazmış demek.
Bir daha, bir daha denenir, açılır telefon, sevgilinin sesi alo der.
Ne heyecan, ne heyecan, yüreğin ağzına gelirdi…vay…
Yazlıktaki çocuk vardır kızlar için hep.
Hep bir çocuk vardır, her yaz daha da aşık olurdu kızlar, çocuk pek ilgilenmez.
O çocuğun çıktığı kızlar vardı,
Her yaz daha da aşık olursun o kıza, o kız da senle çıkmaz.
Ama vazgeçilmez de, beklenirdi  bir küçük ümit için, beklersin bir sonraki yazı…vay…
Mahallede de vardır, illaki o çocuktan bir tane. Kızdan da.
Mahalle önemli, taşındın mı bir kez, taşınmazsın ki bir daha başka yere.
Gerek yok ki taşınmaya,
Daha da zenginleşmiş olsa bile aile…vay…
23 Nisan’da gösteriler stadda, ront yaparsın, yağmur yağar, rengi akar şortun, gömleğin.
Arı vız vız vız ile çıkılır koşar adım çimlere.
Tribünler hınca hınç dolu.
Anneannem hacca gitmişti, şal gibi dolar uzun bir eşarbı, bir ucunu havalı bir şekilde arkaya atardı, o gün çok şaşırmıştım, tribünlerin o kısmında tek eşarplı,
Anneannemdi…vay…
Sadeydi yaşam.
Sıcaktı yaşam.
Hiçbir şeyimiz yoktu bugünlerle kıyaslarsan.
Ama biz çoktuk.
Cep telefonu, internet, chat falan yoktu.
Ama biz çoktuk.
Arabalar, tekneler, bol bol yurtdışı seyahatler yoktu.
Ama biz çoktuk.
Plazmalar, dvdler, cdler, mp3 ler, yanarlı  dönerli cep telefonları yoktu.
Ama biz çoktuk.
Yokluk sayılır o günler, bu günlere  kıyasla.
Yokluksa, yokluk ne fark ederdi ki,
Bizler  çoktuk.
Şimdilerdeyse,
Çok renkli yaşam, ışıltılı, bol oyuncaklı, bol renkli, bol aksesuarlı,
Giysiler, ayakkabılar marka marka yerlisi, yabancısı,
Ne istersen yiyecek içecek hepsi var, istediğini istediğin yerde ye iç,
Kokuta  kokuta  etrafına hem de.
Her şey var,
Her şey çok,
Her şey çeşit çeşit,
Her şey bolluk,
Her şey çokluk.
Amma,
Dışarıda ki bolluğa,
Rağmen,
İnsanlar,
Mutluluk da,
Çekiyor,
Yokluk…vay…
Duruyduk karıştık,
Sadeydik süslendik,
Yalındık bezendik,
Aldıkça aldık, kattıkça kattık,
Mala mülke, süse püse bulandıkça,
Kendimizi yok saydık…vay…
Çok zenginken hayatımız,
Çok mutluyken yaşantımız,
Eğlendik güldük, aldık sattık, döndük dolandık, enginken,
Kuruduk, büzüştük,
Cep telefonunda ki bir  mesaja,
Muhtaç  kaldık…vay…
Dönmek için tekrar başa,
İçimizi dışımızı,
Mıncıklaya  yoğura,
Yeniden,
İnsan olalım diye,
Hep beraber filozof olduk…vay…
Vay ki ne vay…

Hiç yorum yok: