- Ana sayfanın sağ tarafında 'KIRıKLAR KIRıKLAR' İLK BÖLÜMLER başlığı altında yayınlanmış diğer bölümlerini okuyabilirsiniz.
23.01.2012
Ankara’yı çirkinleştirme komitesi falan var da, bizim haberimiz mi yok acaba?
Özensiz, demode, çağın gerisine düşmüş, komünist bir ülkenin asık suratlı şehrine dönüşme yolunda hızla ilerliyor başkent.
İnsanın içini açan, yüzünü güldüren hiçbir iz kalmamış neredeyse eski çağdaş, şık, güzel, güler yüzlü, şıkırtılı Ankara’dan.
Tatlı bir keyif veren anılarla bile yaşamak zorlaşıyor her geçen gün Ankara’da.
Ki,
Kimseler diyemez ki iktidarın desteğini almıyor, sanki muhalefete ait bir belediye gibi.
Bal gibi alıyor.
Ayrıca yapılanların ucuzluğu, fonksiyonlarda değil.
Yapmış metrosunu, yapmış raylı sistemini, yapmış alt üst geçitleri, koymuş şehir mobilyalarını,
Yapmış etmiş koymuş da,
Zevksizlik had safhada.
Özensizlik de öyle.
Bir şehrin suratına bakınca, o şehrin yöneticilerinin yüzlerini de pat diye görürsün.
O şehrin insanlarına bakınca da yaşadıkları şehirde ne kadar mutlular yine görürsün.
Demeyin ki biz bu yönetime oy vermedik. Verenlerin suçu.
Demek sizler azınlıksınız, o yüzden şehrin yüzünü de temsil edemezsiniz demek ki genel anlamda.
Ki,
İstanbul’da da oy vermedi aynı azınlık şu anki şehir yöneticilerine,
Ama müthiş, şahane diyemesek de,
İnsanın gözünü tırmalamıyor, hatta bazen okşuyor bile kullanıma açılan fonksiyonların estetik çizgileri.
İstanbul başkadır da diyebilirsiniz, ki demeyin,
Gidin Kayseri’ye bakın mesela. Bir oradaki şehirleşmeye bakın, bir de Ankara’ya.
İkisi de iktidarın yönetiminde hem de.
Evet Kayseri Cumhurbaşkanının memleketi, yağmış paralar Kayseri’ye,
Evet de, paralar harcanırken estetik kaygılara düşülmüş belli,
Ve o paranın alabileceği en özenli raylılar, kaldırımlar, yollar, elektrik direkleri, vs. edinilmiş sonuç olarak.
Muhalefetin yönetiminde olan Eskişehir’e de bakın bu arada. Müthiş son beş on yılda şehrin kat ettiği mesafe estetik ve de insanları mutlu etmek adına.
Ankara ise bir felaket.
Nedir o metronun çirkinliği,
Nedir o raylı vagonlarının beterliği,
Nedir o kaldırımların yamuk yumukluğu, bakımsızlığı,
Nedir o parkların sevimsizliği.
Aynı Ankara, İstanbul’a örnek olurdu otuz kırk sene evvel.
İstanbul’dan Ankara’ya gelenler hayran kalırlardı yolları, kaldırımları, parkları görünce,
Şimdi durum tersine döndü.
Ve ara öyle bir açılmış ki, insan üzülüyor Ankara’da oturan ama zevk sahibi insanlar adına.
Azınlıkta kalmış olsalar da,
Estetik güzelliğin insanın ruhunu okşayan coşkusundan mahrum olmak çok ağır bir işkence,
Hiç fark etmeden zaman içinde yavaş yavaş acısını hissedeceğiniz.
Ariskotrasiden mahrum kalmış ülkelerin makus kaderidir bu.
Kaliteli, şık, estetik yönü güçlü yaşamın köklerine sahip en az beş on semt, en az birkaç bin aile ile harmanlanmazsa bir ülke,
Estetikte üst sınırı tayin edecek parametrelere de sahip değil demektir estetik kalitesi yüksek yaşam adına..
Aristokrasinin ve aristokrasiye hizmet eden dizaynırların olmadığı toplumlarda ölçü, ölçüsüzlük olur ki,
Ölçüsüzlüğün idaresini ele geçiren kitlenin insafına ve zevkine ve kültürüne teslim olur toplumun tamamı.
Arsitokrasi derken sosyeteyi kastetmiyorum.
Sosyete başka bir şey, aristokrat olmak başka.
Ki,
Bizde sosyete tabirinin karşılığı aile sayısı yüzü geçmezken, kime sorsan sosyete.
Para çokluğu üstüne yakıştırma değildir ve yapışmaz gerçek sosyete.
O da ayrı bir kültür birikimi gerektirir, en az üç beş kuşaklık.
Bu ülkede aristokrasi yüz yıl evvel silinip gidince,
Yani aritokrasiyi temsil eden saray ve saraya bağlı aileler, yapılar, kurumlar, muhalefette kalanlar,
Ve de aristokratlara hizmet eden insanlar,
Ve de aristokrotlara üretim yapan ustalar, kalfalar, çıraklar,
Kalite ve estetik yönünden geriye dönüşü olmayan bir noktaya doğru da adım atmış olduk milletçek.
Her ne kadar Atatürk aradaki açığı kendi olağanüstü zevki ile örnek teşkil ederek kapamaya çalışmışsa da,
Tek başına ve o kadar kökten kalite ve zevk mahrumlarıyla bu kadar olabildik, buralara gelebildik ancak.
Aristokrasiyi ortadan yok etmenin sonuçlarını yüzyıl sonra alıyor toplumlar.
O yüzden batılı, sarayları koruyor.
Üst sınırlara semboldür saraylar o memleketlerde.
Ki,
Korurken de sembolik yapıya ait getirinin keyfini yaşıyorlar bugün bile çünkü sarayla dinin arasında bir ilgi yok bizim halifelik zırvalığı gibi.
Ayrıca saray, memleket idaresinde sadece bir sembol çünkü,
Orada halk kendi birey haklarını, kendi demokrasisinin sınırlarını verdikleri ülke içi mücadelelerle kendileri belirlemişler zamanında.
Kendilerine gerekli olan fonksiyonlar için korumuşlar sadece sarayı.
Bu fonksiyonlardan birinin adı da aristokrasidir.
Aristokrasiyi aşiret, ağadan oğula, başkandan yeğenine diye algılayanların yaptıklarıyla ilgili sonuçları da, Ankara’yı ziyaret ettiğiniz an çıkıveriyor karşınıza.
Ankara şehrini yönetenlerin fonksiyon dizayn ilişkisindeki geçmişten gelen ve de geleceğe yönelik kök kültür, kök estetik, kök çağdaşlık ve vizyon seviyeleri nedir mesela?
Hangi eğitimlerden geçmişlerdir bir metro vagonunun seçimini yapacak cesareti kendilerinde bulmadan evvel?
Kime sormuşlardır neleri? Sormuşlar mıdır acaba?
Bir şehre insanların uzun vadeli kullanılacakları bir fonksiyonu yerleştirmek hem teknoloji, hem vizyon, hem de dizayn anlamında çok büyük bir sorumluluktur.
Milyonların mutluluğu bir renkte saklanır bazen.
Bazen bir minik desende.
Bazen bir küçük ışıkta.
Ağır sorumluluktur bu görevleri yerine getirmeye talip olmak.
Ancak,
Cahiller cüretkar oldukları için, ben yaparım, biz yaparız diye atlarlar her işin üstüne,
Sonrasında, ortaya Ankara gibi gittikçe zevksizleşip, insanı bir an evvel terk etmek arzusuyla yaşatan bir şehir çıkartırlar ortaya.
Ki,
Aynı şehrin parklarında, yollarında yürümeye doyamazken otur kırk sene evveline kadar.
Ki,
O günde aristokratlar yoktu bu ülkede.
Ancak insana, bireye saygı vardı.
Ki,
O saygının yerinde yeller eserdi o yıllar içinde İstanbul’da ve o yüzden canım köşkler bile Karadenizli müteahhitlerin ellerinde heba olup gittiler.
Şimdi rüzgar tam tersinden esiyor.
İstanbul’da ve bir çok kentte saygı başladı insana karşı.
Az olabilir, başında olabilir ama bu saygıyı şehirleri gezerken hissediyor insan.
Eğer ki, iktidarla yerel yönetimlerin arasında duygusal bağ kurmuyorsan, yapılanları beğenmemek için çok bağnaz olmak gerekir, hele İstanbul’da.
Ankara’daysa insana saygı kalmamış.
Birey Ankara’da gürüha dönüştürülmüş.
Ve de güruhun güdülmeye karşı duyarsızlığı da meydanı boş bırakmış zevksiz cahillere.
İstanbul’un geçmişine aşığım o kesin,
Amma yeniden yapılanan yeni İstanbul’u da beğeniyorum.
Kolaylaşıyor yaşam her geçen gün istanbul’da. Bireye saygı seviyesi artıyor her geçen gün.
Trafik beter diyenlere de, haklısınız, saatlerce o arabanın içinde tıkılı kalmak hoş değil mutlaka,
O yüzden metroya binin, raylıya binin, otobüse de binin diyorum hep.
Hem çok pratik, hem estetik, hem ucuz, hem hızlı, hem konforlu, hem de insanlarla iç içe, omuz omuza çok keyifli oradan oraya gitmek artık İstanbul’da.
Bedava tiyatro gibi de.
Ankara’dan dönerken otobüsün penceresinden bembeyaz ovalara, dağlara bakıyorum saatlerdir.
Müthiş manzaralar.
Hani durdursan da otobüsü, yuvarlansak içinde karların azıcık diyesim geliyor şöföre.
Bu denli güzelliğe rağmen,
Siyah gri, yaşam ışığını yitirmiş zevksizliğin izleriyse hala gözlerimin önünde, ruhumun içinde.
Gerede dağlarında üzerine güneş vurmuş pırıl pırıl karın güzelliği bile,
Silip süpüremedi siyah gri renklerle kirlenmiş içimi hala.
Ankara’da yaşayanlara Patron yardım etsin diyorum.
İşleri çok zor.
Eğer ki farkındaysalar şehrin halini. Ki, farkında olanlar fırtmışlar merkezden, gitmişler şehrin dışındaki sitelere.
Ki, o sitelerde yaşamak Ankara’da yaşamak değil benim görüşüm. İstanbul’un civarında yaşayanlar da İstanbul’da yaşıyoruz diyorlar, ama oraları da İstanbul değil.
Çekirdeğine bakacaksın şehrin, banliyölerine değil.
İstanbul kopuyor bu ülkeden deniyor. Ne İstanbul, ne de diğer kentler değil,
Ankara kopuyor bu ülkeden.
Her şehir güzelleşme yolunda kocaman devasa adımlar atarken Anadolu’da,
Başkentse yıkılıp tekrar yapılmayı bekleyen,
Bahtsız, metruk, sahipsiz bir bina gibi.
Kapısı var, bacası var, penceresi var,
Var amma,
Yaşanılası değil,
İnsana saygıya ve sevgiye önem veren bir insansan.
Başkent insana saygı duymuyor. Hiç de sevmiyor insanlarını.
Galiba bu memleketin insanları da çaktılar artık bu durumu iyice,
İnsanlar da başkente saygı duymuyorlar artık sanki.
Zamanında başkent iplemedi kendinden gayri bu ülkede yaşayan insanların tümünü ve yaşadıkları şehirleri, kasabaları ve köyleri,
Ehh normal, geçince üstünden bir iki kuşak şimdi de o devrin insanları da iplemiyorlar,
Başkentlerini.
İplemeyenlerin arasında, şimdilerde şehri yöneten yani,
Zamanında iplenmeyenlerin arasına doğmuş, büyümüş, okula gitmişler de dahil.
Ekerken biçemezsin zor olur,
Ama,
Biçerken ekebilirsin bazı durumlarda.
Şimdi ekerken,
Biçiyorlar yöneticiler Ankara’yı.
Sevimsiz,
Ayrık otu kıvamında ekiyorlar,
Zamanının güzelim başkentini de bir güzel biçiyorlar göz göre göre.
Üst sınır olmayınca,
Alttakiler kendileri belirliyorlar,
Üstü temsil etmesi gereken üste ait kaliteli yaşamın sınırlarını.
Yaptıkları çalışmalar da,
Çirkinlikleri sevimli gösterme çabasından öteye,
Geçemiyor.
Ülke zaten yandan giderken,
Ankara’da kaderine doğru iyice yanlıyor.
Kalmış geriye bir tek devletin kurumları.
Onları da çekersen,
Bozkırdaki yuvalarla, yuvalarda yaşayanlar,
İyice öksüzleşecekler.
Kalacak geriye yüzlerle şahane anı, benim de içimde çok yer etmiş olan, o kadar.
Bütün ülke kendi kapısının önünü süpürürken,
Ankara, birileri gelsin de kapısının önü süpürülsün diye bekliyor.
Bence daha çok bekleyecek gibi.
Devlet ana, devlet baba bir yüzyıla yakın inletince Anadolu’yu, Anadolu insanını,
Bürokratların efelenmeleri ve devletin gücüyle gelen böbürlenmelerle,
Anadolu’da, Anadolu insanı da çok kızmış, hiç sevmemiş belli ki Ankara’yı.
Ne zaman ki devlete muhtaç olmadan var olunca yaşamları içinde, gelmiş, almış bile intikamını.
Ki,
Taşı toprağı altın dedikleri İstanbul’a bile sahip çıkarken, onlara ekmek kazandıran şehre başka şehirlerden göçmelerine rağmen sahiplenirken,
Ankara’ya sırtını çoktan dönmüş Anadolu’nun insanları.
İnsanlar güzel şeylere layıktır.
İnsanlar güzeli sever.
Ankara’da yaşam bundan sonra zor.
Ankaralılarınsa işi çok daha zor.
O yüzden,
İstanbul’da yaşıyor Ankaralılar, Ankara’yı sevenler.
İçleri kaldırmıyor her halde ve de güzele koşuyorlar her insan gibi.
Güzel Ankara’lılar,
Çirkinleşen Ankara’yı kaderine terk etmişler, etmeye de devam ediyorlar.
İçleri burulsa bile…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder