28 Nisan 2012 Cumartesi

ORTAYA KARIŞIK - BÖLÜM 11 - 15

ORTAYA KARIŞIK BÖLÜM 11 - 15




Bahara Özel Mektup – Ey Bahar, 23.04.2012

Sen çok gaddarsın, çok acımasızsın,
Adamın ciğeri söküyorsun be kardeşim, farkında mısın acep?

Nedir bu bee…Bu kaçıncı bahardır canımıza okuyorsun sen bizim. Yahu bizimde mutsuz olmaya hakkımız var be kardeşim. Sen kimsin ki her sene bize sormadan coşturuyorsun bizi ha bire…
Bu ne gaddarlıktır yahu.

Yok efendim iki günde ağaçları çiçeklendirmekmiş,
Yok etrafı yem yeşil etmekmiş,

Yok mimozalarla bulamakmış orayı burayı,
Yok papatyaları fışkırtmakmış yerli yersiz her yerimizden,

Yok sarı mor mavi minik kır çiçeklerini serpiştirmekmiş gelişi güzel neremize denk gelirse artık,
Yok insanın içini dışını ılık ılık saran güneşi salmakmış sorgusuz sualsiz,

Yok laleleri rengarenk delirtmekmiş sanki çok lazımmış gibi,
Üstüne üstlük yetmezmiş gibi,

Bir de her yanımızda her köşemizde ayrı sürpriz bir oradan bir buradan,
Erguvan ağaçlarınla,

Leylakların.
Yuh be bahar.

Zaten mor salkım söğütlerinle başımız belada,
Demeğe kalmaz akasyalarını da salarsın yakında ruhumuzdan içeri,

Demeğe kalmaz peşinden de,
Manolyalarını da.

Pes be birader.
Var ya,

Sen çok,
Gaddarsın bahar.

Sen çok,
Acımasızsın bahar.

Senin dinin imanın yok be bahar.
Hadi bakalım,

Sanki başka işin gücün yokmuş gibi,
Aşık ol yeniden.

Sanki mecburmuşuz gibi sev okşa falan yine.
Ne bu be bahar…

Şikayet etsem,
Köle ticaretinden,

Seni içeri tıkarlar kardeşim.
Farkında mısın sen ne haltlar karıştırdığını?

Senin ne hakkın var bize sormadan,
Bizleri mutluluktan,

Gebertmeye?
Mecbur muyuz durup dururken mutlu olmaya kardeşim?

Mecbur muyuz salak salak sırıtmaya?
Mecbur muyuz ulan varyemez amca gibiymişiz gibi sanki işi gücü bırakmaya.

Hayallere dalmaya?
Sen var ya sen,

Sen,
Çok gaddarsın çook,

Bahar.
Sen,

Çok acımasızsın, çook bahar…
Artık haddini bil bahar.

Bizim kendimize göre minnacık dünyalarımız varken,
Bizim kendimize göre minnacık mutluluklarımız varken,

Bizim kendimize göre minnacık hayallerimiz varken,
Bizim kendimize göre dertlerimiz varken,

Sıkıntılarımız varken,
Ne güzel paşa paşa yaşarken kendi minnacık dünyalarımızda,

Senin ne hakkın var,
Bize sormadan,

Bizleri senin o koskocaman rengarenk mis kokulu ılık mı ılık,
Düşler alemine kulağımızdan tutup da misafir etmeye?

Ha de bakayım bana bahar.
Senin derdin ne kardeşim?

Senin ne hakkın var bizlerin ayaklarını yerden kesmeye,
Senin ne hakkın var bizleri,

Muhteşem,
Hayran kalınası yaşamının içine,

Balıklama atlatmaya?
Ha de bakalım bana.

Bana bak bahar,
Elli seneyi geçti,

Kaçıncı keredir yapıyorsun bu haltı bana.
Duyuyorum, okuyorum, anlatıyorlar,

Bilmem kaç yıldır başkalarına da yapıyormuşsun.
Sen,

Ne aşklara,
Ne sevgilere,

Ne heyecanlara,
Ne mutluluklara,

Ne coşkulara,
Ne göz yaşlarına,

Ne şiirlere,
Ne şarkılara,

Ne müziklere,
Ne filmlere,

Ne tiyatrolara,
Ne resimlere,

Ne fotoğraflara,
Nelere nelere,

Mal oldun, konu oldun senin haberin var mı bundan bahar?
Var ya bahar,

Sen aşmışsın haddini iyice arkadaş.
Bana bak bahar,

Öyle bir severim ki,
Seni sevgi manyağı ederim sonra bahar.

Sana öyle bir sarılırım ki,
Nefesin kesilir kollarımda bahar.

Ne olduğunu anlayamazsın,
Amma,

Bizleri ne hale getirdiğini iyi görürsün o zaman bahar.
Haddini bil bahar.

Bu sana son uyarım,
Demedi deme sonra.

Başlatma senin aşklarından bahar.
Töbe töbe,

Ağzımı bozduracaksın,
Tepemi attıracaksın bahar.

Sonra,
Gidip o erguvan ağaçlarına sırtımı dayayıp uyuya kalacağım,

O mor salkımlarının altında kendimden geçeceğim,
Mimozalarının hepsini evime dolduracağım,

Leylaklarının kokusundan sarhoş olacağım,
Akasyalar açarken diye,

Koklamaya kıyamam benim güzel manolyam diye,
Ahh Leyla diye diye,

Şarkılar söyleyeceğim,
Aşktan havalara uçacağım,

O zaman,
Göreceksin gününü bir güzel bahar.

Bak söyle o uç uç böceklerinle,
Kelebeklerine,

Hiç olmadı bu sene sakın çıkmasınlar karşıma haa...
Yeter ki yeter.

Mutluluktan bizi daha fazla,
Gebertme bahar.

Hele aşktan,
Amman haa,

Haddini bil artık bahar.
Bizimle daha fazla dalga geçme bahar.

Bize ne olur acı bahar.
Ve de,

Çok iyi bil ki,
Sen iyice azmışsın be bahar.

Senin yatacak yerin yok be bahar.
Aşkların kadar başına taşlar düşsün be bahar.

Ne diyeyim sana,
Patronundan bul,

Bahar.
Terbiyesiz,

Bahar.
Ahlaksız bahar.

Vicdansız,
Bahar.


Ortaya Karışık - Kadın devlet başkanı kürsüde, konuşmasını yapıyor. 22.04.2012

Kadın başbakan ve kadın bakanlar hükümetin koltuklarını,
Millet meclisinin de tamamı kadın milletvekilleri doldurmuş.

Şirketlerin yönetim kadroları,
Yönetim ve de icra kurulları,

Sadece kadın.
En kritik görevlerde kadınlara ait özel sektörde.

Ordu desen,
Genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanları,

Ordu komutanları,
Tüm general ve de albaylar, binbaşılar kadın.

Pilotlardan tut da, en tehlikeli silahların kullanımı, en stratejik pozisyonların karar mekanizmaları hep kadınlarda.
Her kadın mutlaka askeri gitmek zorunda.

Eğitim seviyesine göre değişiyor ordu görevi ve de süresi.
Hafta sonları kocalar, sevgililer kadın askerleri ziyarete gidiyorlar.

Askere giden kadınların uğurlanması da geleneksel oldu artık.
Devlet kurumlarının genel müdürleri,

Müdürleri,
Hep kadın.

Emniyet müdürleri ve görevlileri de kadınlardan oluşuyor.
Hastanelerin başhekimleri,

Üniversitelerin rektör ve dekanları kadın.
Lise ve ilkokulların müdürleri de kadın.

Tüm sivil toplum örgütlerinin,
Vakıfların yöneticileri de kadın hep.

Belki belki,
Arada tek tük erkekler var,

Belki amma.
Erkek nüfusun yarısına yakını çalışıyor,

Diğerleri ev erkeği.
Çoluk çocuk, yemek, çamaşır, ütü, temizlik,

Çocukların okulları, ödevleri falan derken günleri bitmez tükenmez çalışmalarla geçiyor baba erkeklerin.
Kadınlarsa,

Tam gün iş güç para pul peşinde ofislerde, sokaklarda, yollarda.
Köy kahveleri kadınlarla dolu.

Erkekler tarlalarda çalışıyorlar.
Kalan vakitlerde de ev işleri.

Kadınlar eğitim konusunda erkeklerle iş birliği yapmış ve,
‘Haydi oğlanlar okula’ kampanyası düzenlemişler.

Birçok aile oğullarını okula yollamıyorlar çünkü.
Oğlanların başlarından bere var.

Saçlarını kapatıyorlar oğlanların ebeveynleri.
Yerlere kadar çarşaf giyenleri de var.

Gömleklerin kolları bileklerden aşağı taşıyor.
Yakalar boyna kadar kapalı.

Pantolonların paçaları da ayakkabıların üstüne düşüyor.
Hatta,

Bazı oğlanların berelerinin altında başı komple saran bir eşarp var.
Aynı eşarp üstü bereleri bu oğlanların babaları da takıyor başlarına evden çıkarken.

Erkeğin saçının, boynunun,
Elleri yüzleri hariç her hangi bir yerlerinin görünmesi günah.

Kadınlar ve genç kızlarsa istedikleri gibi giyiniyorlar.
Canları ne isterse artık.

Oğlanların kılık kıyafetlerinin kapalı olmasından en büyük etken,
Annelerin ve de kadınların baskıları. Çünkü bir çok erkek kapanıyor amma,

Bu kapanmanın arkasında kadınların baskıları var.
Cuma günleri öğle namazlarında camileri tıklım tıklım dolduruyor ülkede ki kadınların yarısı en az.

Erkeklerde geliyorlar camiye namaza,
Amma çok az sayıları. Onlar camide üst katta oturuyorlar zaten.

Karısından dayak yiyen,
Taciz ve şiddet gören erkek eşler için sığınma evleri var.

Özellikle,
Köylerde çok genç oğlanlara topluca tecavüz ediyor bazı sapık kadınlar.

Çok genç oğlanların bir kısmı dertliler,
Ailede ve akrabalarda ki kadınlardan.

Aile içi şiddetten yakınan, tecavüze uğrayıp korkudan söyleyemeyen oğlanlarının sayısı tahminlerden fazla.
Porno sektöründe,

Erotizmde, sadece kadınların beğenileri esas alınıyor.
Erkeklerde idare ediyorlar arada.

Televizyon ve radyoların,
Dergilerin gazetelerin,

Genel yayın yönetmenleri,
Haber müdürleri,

Haber, eğlence, eğitim programlarının yönetmenleri hep kadın.
Sunucular, spikerlerde.

Tüm ev ofis mobilyaları, aksesuarları,
Mutfaklar, banyolar,

Arabalar,
Evler,

Elektrikli, elektronik aletler,
Hep kadınların zevklerine göre dizayn edilmişler.

Otelleri, restoranları kadınlar yönetiyor.
En ünlü şefler, en ünlü modacılar kadın.

Bazı erkeklerse,
Zengin kadınların peşinde.

Çalışmadan lüks hayat yaşamak istiyorlar.
Metres hayatı yaşayan erkeklerin sayısı gittikçe artıyor.

Hatta bazı erkekler bazı kadınların kapatması olmuşlar.
Kadınların çoğu erkekleri seks objesi olarak görüyor.

Erkekler çok şikayetçiler,
‘Bizde insanız,

Bizler seks için yaratılmadık’ diye isyanlardalar.
Kerhanelerin, randevu evlerinin tamamında erkekler çalışıyor.

Müşterilerse kadınlar.
Bir erkek fahişe her gün üst üste en fazla üç dört kez ilişkiye girebildiğinden çok pahalıymış ücretler, kadınlar şikayetçi.

Laleli otellerinde yurt dışından gelme erkek fahişler binlerle adet.
Erkeklerin çoğu gerçekten çok dertli,

Ya seks objesi olarak görünmekten,
Ya,

Ev hayatlarında neredeyse hizmetçi gibi çalıştırıldıklarından,
Ya,

İş müracaatlarında ağırlıklı olarak erkeklerin tercih edilmesinden,
Ya,

İş yerlerinde kadınların tacizlerine maruz kalmaktan.
Erkekler gerçekten çok dertli.

Erkeklerde kadınlarla aynı haklara sahip olduklarını söylüyorlar,
Ve de,

Kadınlarla eşit olmak adına müthiş mücadeleler veriyorlar,
Özellikle,

Büyük şehir varoşlarında,
Küçük taşra kasabalarında, köylerde.

Futbolcularda kadın.
Kadın yıldız futbolcular çok büyük rakamlara transfer oluyorlar takımdan takıma.

Statları her maçta kadınlar dolduruyor.
Bir futbol takımı seyircisiz oynama cezası alırsa,

Yeni kural gereği stada sadece erkekleri ve çocukları alıyorlar.
Kadınlar stadın dışında maç boyunca tezahürat yapıp erkekleri coşturmaya çalışıyorlar.

Erkekler basketbol ve voleybol ligleride ilgi çekiyor nispeten.
Ancak erkekler futbol ligiyle ilgilenen yok.

Kısaca,
Gezegende kadın hegemonyası hakim genelde.

Yüz yıl evveline kadar erkeklerin oy hakları bile yoktu.
Son yüz yılın ikinci yarısında erkeklerde kadınlarla aynı haklara sahip oldular yeni yeni.

Amma hala gezegenin bir çok ülkesinde,
Özellikle laik yönetime sahip olmayan ülkelerde,

Erkek hakları neredeyse yok denecek kadar az hala.
Ancak,

Son yıllarda erkeklerin kadınlardan çok daha başarılı olduğu sonuçları çıkıyor,
Hem kariyer olarak,

Hem de üniversite sınavları sonuçlarında.
Erkekler kızlardan daha başarılı.

Hem çocuk yaparım,
Hem de kariyer diyen erkeklerin sayıları da her geçen gün artıyor.

Hatta,
Artık çocuk evlat edinip bir kadınla evlenmeden kendi düzeni kuran,

Kendi ayakları üzerinde kendi ekonomik gücüyle duran erkeklerin sayıları da gittikçe artıyor.
Restoranlar, kafeler, barlar, kulüpler,

Üçlü dörtlü beşli gruplar halinde eğlenen erkeklerle doldu artık.
Roller yavaş yavaş değişiyor gezegende.

Erkekler,
Kadınların,

Önlerine geçmeye başladılar.
Hatta bir çok konuda öne geçtiler çoktan.

Desem,
Ve de bu dediklerim gerçek olsa,

Bu duruma,
Gönülden destek verecek,

Kaç erkek vardır acaba,
İslam aleminde?

Var mıdır acaba?
Akıllı olanın,

Becerikli olanın,

Ruhen güçlü olanın,
Fiziken dayanıklı olanın,

Sabırlı olanın,
Doyuran içiren olanın,

Düzenin bekçisi olanın,
Organizatör olanın,

Yeniliklere açık olanın,
Gelişimin lideri olanın,

Doğuran olanın,
Anne olanın,

Fedakar olanın,
Sevginin güzelliğin sembolü olanın,

Aşk olanın,
Kadın,

Olduğunu bildiği için mi,
Korkuyor İslam erkeği,

Kadından?
Ve de ezmek için can atıyor, yok sayıyor kadını,

En medenisinden,
En cahiline kadar.

Neden?
İslam dünyası kadının öne çıkmasına izin vermeden,

Bu gezegene barış gelemez.
Bu gezegen mutlak medeniyeti yaşayamaz.

Gezegenin geleceği,
Mutluluktan yana, refahtan yana, barıştan yana,

Kadının ellerinde.
İslam dünyası,

İslam dinini yeniden yapılandırmalı.
Bin dört yüz yıl erkeklerle bu kadar oldu,

Olmadı yani.
En azından birkaç yüz yılda kadına devir etmeli bayrağı İslam erkekleri.

Hatta tüm dinlerin erkekleri de katılmalı bu devrime.
Hatta tüm erkekler.

De ki oldu bu devrim,
Bakalım ne sonuç çıkacak ortaya.

Ben tahmin ediyorum.
Ve de,

Destekliyorum,
Bu görüşü çok.

Çok,
Gönülden.

Bu gezegende kadınlar devrim yapacaklar,
Bu kesin.

Benim ömrüm vefa edip,
Göremesem de.

Ki,
Aslında kokusu gelmeye başladı devrimin erkeklerin burnunun dibine kadar.

İslam erkekleri direniyor,
Amma,

Sınav sonuçları yıllardır kadın devrimini yazıyor.
Sevinç içindeyim.

Hayat her geçen gün kadınlarla daha güzelleşiyor,
Daha da,

Güzelleşecek.

Sevinç içindeyim,
Yaşasın.

Barış ve mutluluk kapıda artık…

Ortaya Karışık - Konuşmayı öğretmeye çalışırlar gece gündüz bebeykene. 20.04.2012
Çok sevinirler konuşuncada, kutlarlar seni. Sonra ne zaman ki başlarsın konuşmaya, vardıkça tadına, ifade etmek istedikçe kendini, bu sefer de;

'Sus konuşma' derler,
Susmayı öğretmeye başlarlar evde de, okulda da.

Ve de,
Sus konuşma,

Diye büyütünce çocukları, susmayı iyi öğrenmiş oluyorlar büyünce.
'Madem ki susturacaktın,

Neden öğrettin ki konuşmayı' demek çok sonraları gelir aklına.
‘Susma konuş’ diye büyütülmediklerinden çocuklar, konuşmayı bilemediklerinden,

Konuşturulmadıklarından,
Olurlar büyünce ‘suskun’ beyler bayanlar.

Ki,
Eyy beyler bayanlar,

Büyüdünüz artık bilmem farkındamısınız.
Boş veriniz öğretileri,

Demek geliyor içimden.
Sussun diye büyütenler ya göçtüler ya da yaşlandılar.

Fark etmezler içinizden geldiği gibi konuştuğunuzu artık,
Haydi,

Ha diyeyim,
Kutlasanıza artık yeniden konuşmaya başladığınızı.

Söyleyiniz bakalım içinizden geçenleri bir güzel.
Çocukluğunuzdan, gençliğinizden beri,

Susmaktan, susturulmaktan söyleyemediklerinizi,
Diyorum.

Artık her nerede ne zaman neyse o an için düşünceniz,
Konuşsanız, atmasanız içinize,

Diyorum.
Ruhunuz peklik çekeceğine, çeneniz cır cır olsa da,

Diyorum.
Yutkunmasanız, kendinizi çok özgür hissetseniz mesela.

Konuşsanız bol bol.
Sesli amma.

Sessizce içindeniz değil amma.
Zırt diye.

Baktınız ki,
Yetmiyor,

Zort diye de.
Kimse bilemez neden tavır koyarsınız.

Beden dilinizi falan boş veriniz,
Kendi dilinizi kullansanız diyorum.

Gelmedi mi zamanı?
Kimse zaten dinlemeye kalkmaz,

Hiç mi hiç,
İlgilenmez sizin iç sesinizle,

Beden dilinizle de.
Sizlerinde sesi var, bir bilseniz.

Sessizce dedikleriniz,
Sizin sesiniz, size ait, sizinle kendinizle konuşmalarınız için.

Yüksek sesle konuştuklarınsa,
Herkesin.

Herkese ait olanları herkese,
Size ait olanları kendinize söylemelisiniz.

Herkese her şeyi diyebilmelisiniz,
Kendinize de.

Sevdiniz mi? Seviyorum mu dediniz kendinize, hemen söyleyeceksiniz sevdiğinize de.
Sevmediniz mi? Öyle mi diyor içinizin sesi, yine söyleyeceksiniz sevmediklerinize.

Sinir mi ediyor biri sizi?
Pat suratına suratına.

Kızdınız mı?
Kıvırtmayın, yutmayın, sakın ha atmayın içinize,

Tak,
Söyleyin.

İçiniz dışınız bir olmalı.
Dışınızı sığdırmaya çalışmayın içinize.

Her ne kadar sonsuz zannesetseniz de,
Bir gün gelir,

İçiniz dar gelir dışınıza.
Taşıyamaz.

İçiniz bir lokma.
Bir sen, bir de sen.

Dışınızsa pek bi kocaman.
Bir sen, bir de yüzler, binler.

İçinizle koyarsınız başınızı yastığa.
Dışınızsa,

Kim bilir kimin koynunda.
Dışınızla kaptırır gidersiniz ona buna şuna.

İçinizse,
Genelde,

Şaşa kalır,
Baka kalır olanlara.

Konuşursanız anlatırsınız, anlatmak çok iyidir.
Hep anlatmalısınız.

Sevseler de, sevmeseler de sesinizi.
Beğenseler de, beğenmeseler de.

Neyseniz o olmalısın, o görünmeli, o olmalısınız.
Ne olmalısınız telaşına düşmeden.

Salın gitsin.
Salın ki, sallayın gidin ki,

Sen, sen olasınız.
Ne deseniz ayıp, ne yapsanız ayıp demişlerdir,

Ayıpsız mı yaşamayı seversiniz?
İyi.

Ayıpsız mı olmalı telaşınız var derinlerinizde?
Güzel.

Ayıp etmeyin sizde, zarif olun o zaman.
Zarif olmak iyidir.

Amma,
Kendinize önce.

Kendinize ayıp etmeyeceksiniz önce.
Duymak istemediklerinizi söyleyenlerle vakitleri kaybetmeye izin vermeyeceksiniz önce.

Duymak istemediklerini ise, bir güzel söyleyeceksiniz.
Tane tane.

Ki,
Ayıp olmasın kendinize.

Ki,
Zarif olasınız kendinize.

Düzeni bozmayın demişlerdir hep.
Sallayınız,

Düzeni bozamazsın hiç merak etmeyiniz.
Düzeni bozmaya gücünüz hiç yetmez sizin. Düzeni,

Düzenbazlar kurar, düzenbazlar bozar.
Siz,

Kendi düzeninize bakınız hele.
Bol bol,

Konuşunuz ki,
Düzeniniz bozulmasın hele önce bir kere.

Çizin kendi sınırlarınızı. Çekin kendi çizgilerinizi.
Çizdirmeyin sınırlarınızı. Çektirmeyin başkalarına kendi çizgilerinizi.

Çizmezsen,
Çizerler canlarım sizi.

Çekmezseniz,
Çektirirler dostlarım sizlere.

Hem,
Sınırlarınızı,

Hem de çekemeyeceklerinizi.
O yüzden,

Öyle oldu ya memleketin başına gelenler.
Bu yüzden,

Böyle oldu ya hanendeki halleriniz.
Şu yüzden,

Şöyle oldu ya iş hayatınız.
Ve de,

Hepsi birden yüzünden,
Toparlayamamışsınız çok belli,

Ne,
Aşkı,

Ne sevgiyi,
Ne de seksinizi.

Ne olduysa, hep,
Dillendirmedikleriniz yüzünden.

Gel la koynuma,
Get la öteye,

Diyemediğinizden.
Konuşmalısınız.

Sesinizin ayar düğmelerini açmalısınız sonuna kadar,
Avaz avaz.

Yedi cihan duymalı sesinizi,
Dağları taşları inletmeli sesiniz.

Size susmayı öğrettiler,
Amma,

Konuşma hakkınızda var doyasıya,
Bunu iyi bilmelisiniz.

Ağzınıza dilinizin ucuna geleni demeli,
Bozuk bir memlekette,

Bozuk bir hane,
Bozuk bir iş,

Bozuk bir yatakta,
Bozuk yaşayacağınıza,

Ağzınızı bozup,
Arızaya geçmenize izin vermemelisiniz.

Konuştukça topuklarınız yere daha sert vurur bir deneyiniz.
Konuştukça merkezi olursunuz,

Kendinizin,
Hayatınızın,

Bir deneyiniz.
O eskidenmiş,

Hani,
Söz gümüşmüş de sükut altınmış falan.

Anla ki,taa o zamandan bebeyken susturduklarını,
Büyüyünce bebeler,

Altınla kandırmışlar,
Sessiz olsun diye,

Kaderleri.
Siz altını değil,

Gümüşü seçiniz.
Altın yastık altında işe yarar.

Gümüşse güzel süsler sizleri.
Konuşunuz canlarım, süsleyin kendinizi.

Sizleri bileceğimiz tek bilim,
Senin dilin.

Memleketi anlatın bana mesela.
Dünyayı anlatın.

Aşkı anlatın,
Sevgiyi de.

Çocukları anlatın mesela.
Gençleride.

Nasıl gidiyor sevgiliyle durumlar mesela.
Bahara yeni planlar nedir?

Boşanma var mı boşanma?
Veya yeni evlilik?

Nefret mi geldi kocadan karıdan sevgiliden?
Yoksa yumak mı sarmaş dolaş?

Göbekler çıkmış mı geçen kış yine?
Dietin dötüne mi koyayım dediniz? Duyamadım…Vaay…Cesursunuz haa…

Canınız doyasıya sevişmek mi istiyor? Üç gün mü? Ohh maşallah belinize kuvvet…
Başbakanın ensesine esaslı bir şaplak mı atmak istiyorsunuz yoksa?

Yalnızlık başa bela mı? Yoksa iyi mi oluyor tek başınıza osurmak yatakta?
En son ne zaman mastürbasyon yapmıştınız? Anlatsanıza ne hayal ettiniz çok merak ediyoruz…

Şirkette ki o gıcık karının kıçına ne sokmak istiyorsunuz en çok?
Çocuğunuzu boğmak mı geldi içinizden geçenlerde?

Tecavüzcü heriflerin erkeklik organlarını neresinden kesmek istersiniz? Boydan mı, enden mi?
Arkadaşlarınızın kaçının nesine gıcık oluyorsunuz en çok? Harbiden amma…

En son ne zaman aldattınız karınızı kocanızı sevgilinizi? Ayy hadi dedikodu yapalım biraz…
Memleketin bu hallere düşmesinde kendinizi ne kadar suçlu görüyorsunuz? Elinizden geleni yaptınız da, içiniz rahat mı mesela?

İçinizde kaç tür karakter taşıyorsunuz içinizde? Saydınız mı hiç?
Yeminle çok merak ediyorum, bir milyar insan açlıktan ölürken bu dünyada hakikaten hiç mi aklınıza gelmiyorlar lokmaları gönderirken bütün bütün boğazınızdan aşağı şişkin göbeğinize doğru mesela?

Hayatınızda bir kez dahi olsa şehit düşmüş bir erin ailesinin evini ziyaret ettiniz mi hiç?
Trafik müfettişliği için müracaat etmiş miydiniz ilan edildiğinde?

Devletten kaç para kaçırdınız bugüne kadar? Hani vergi olarak…
Herkes namussuz bir tek siz mi namuslu sunuz? Valla mı?

Bırakın beylik kelamlar etmeyi canlarım be...
Bırakın onun bunun laflarından alıntılar yapmayı kardeşlerim be...

Bırakın başkalarının dediklerini tekrar etmeyi dostlarım be...
Konuşurken susuyorsunuz farkında mısınız?

Veya,
Susarak konuşuyorsunuz farkında mısınız?

Bir de,
Öz be öz,

Kendiniz gibi,
Gümbür gümbür, bağırış çağırış, doğru yanlış, eğri büğrü, eksik fazla, iffetli iffetsiz, ağzınızı boza boza,

Konuşsanıza be…
Susmasanıza be…

Tek geveze ben miyim be…

Ortaya Karışık - Dışarıda pıtır pıtır Nisan yağmuru, 18.04.2012

Gökyüzü koyu gri. Ev loş.
Sessiz.

Kanepeye kaynamışım döşemelik kumaş gibi.
Hiçbir şey umurumda değil.

Sadece ben varmışım sanki koskoca gezegende.
Tek başıma.

Sanki geçmişim yok gibi.
Geleceğimde.

Biraz evvel doğmuşum sanki.
Beceri seviyem olsa olsa üç dört yaş.

Bardağa uzanıyorum. Sıcacık çay.
Üstümde her derde deva örtüm.

Kokuyor bile olabilirim.
Kime ne.

Tek başıma takılırken, bana ne.
Tek derdim şu an,

Ayaklarım ısınmıyor bir türlü.
Isıtmak lazım.

Uyku bastırıyor yavaştan.
Yağmurun sesi geliyor arada, ninni gibi namussuz.

Pıt pıt pıt.
Bir korna sesi,

Yalnız olmadığımı hatırlatmaya çalışıyor dünyalılar,
Yemezler.

Yalnızım evimde.
İyi ki bir ev var kafayı sokacak.

Ev iyidir.
Kafalar için.

Sokabilirsen eğer.
Arayan soranda yok bugün.

Dedim ya,
Bir tek ben varım koskocaman gezegende.

Çalışmamak lazım.
Son gün sanki bugün hayatımda.

Gerindim.
Bir daha gerindim.

Yatmaktan ağrımış belim.
Al sana bir dert daha.

Zaten ısınmadı ayaklarım hala.
Çay koymalıyım.

Da,
Çay mutfakta. Yol uzun.

Kalk şimdi tam da ısınmışken,
Yürü dur taa mutfağa,

Demliği al bir eline,
Bir de çaydanlığı.

Süzgeci bardağın üstüne koy.
Bir çay doldur, bir su.

Şekerde at içine.
Sonra işin yoksa,

Karıştırda karıştır çayı ki,
Şeker erisin.

Uzun iş.
Hem sonra bunları yapmak için ayağa da kalkmak lazım.

Pühüü,
Zor.

Uyumak daha iyi.
Karnım aç.

Bir tencere makarna yesem.
Zencefilli sarımsaklı fesleğenli soslu falan.

Açım aç.
Saatlerdir yağmuru dinliyorum sessizlikte.

Yatıyorum da kanepede tavandan düşmüş deniz anası gibi.
Çaydan yudum bile aldım kaç kez.

Hatta elimi uzatıp kaldırdım çay bardağını mecburen,
Taşıdım dudaklarıma kadar.

Ehh, yordu tabii ki.
Zor işler bunlar.

Biri çay getirse,
Makarnayı da haşlasa.

Ne güzel olurdu.
Nerde böylesi bu devirde.

Herkesin işi gücü vardır şimdi.
Trafikte falan.

Ofislerde de.
Evlerdekiler ne yapıyorlar acaba?

Boşlarsa,
Çay yapsalar makarna haşlasalar bana mesela.

Hatta çorap getirseler gelirken yanıma.
İnsanlık ölmüş.

Zora gelemiyor insanlar.
Ara ki bulasın böylesini.

Uyusam en iyisi.
Yağmur devam dışarıda.

Simitçi geçiyor.
Hep aynı saatlerde.

Simitler tazeymiş.
Vaay bee…

Tam da zamanını buldu.
Taze simit, içine eski kaşar,

Çaya bana bana.
Ulen kaldıracaklar beni zorla yerimden.

Tahrik had safhada.
Sesi uzaklaşıyor simitçinin.

Yırttık.
Sabrettin mi mutluluk geliyor, heyecanlanmayacaksın.

Gerindim.
Yoruyor bu gerinmeler beni.

Gerinmeyeceğim bir daha.
Ne bu be.

Gerin gerin nereye kadar yani.
Başımın altındaki yastığı düzelttim.

Ayağımla perdeyi araladım.
Ağaçların dalları göründü.

Yağmur damlaları dans ettiriyorlar baharın taze yapraklarını.
Rastgele çalınan piyanonun tuşları gibiler.

İnip kalkıyorlar.
Serçenin biri dalın altına sinmiş.

Ulen şişkoya bak sen.
Makarnaları o götürmüş gibi.

Top gibi olmuş, şişirmiş tüylerini.
Bulutlar hızlı hızlı akıp gidiyorlar gökyüzünde.

Hafifçe aydınlanıyor sanki gökyüzü.
Serçe tüylerini titretti, silkelendi.

İki adım attı dalda bir yana,
Sonra geri döndü eski yerine.

Aferin.
Doğruyu buldu minik kuş.

Bende tam kalkacaktım ki yerimden,
Vazgeçtim örnek alıp şişko serçeyi.

Boşuna yorulacaktım.
Kuş kadar aklım yok galiba.

Kapadım gözlerimi.
Masmavi gökyüzü,

Turkuazın rengarenkliğine bezenmiş bir deniz.
Bembeyaz kumsal.

Palmiyeler kıyı boyu.
Kumsala gelip giden dalgalara,

Tekme atmaca oynuyorum elimde sopamla kıyı boyunca.
Pembe kabuklu minarenin tekini seyre koyuldum.

O açığa gitmek istiyor,
Dalgalar kumsala atıyor onu.

Sopamın ucuyla ittim çekti gitti.
Şapşalım sevinmiştir.

Uzandım kumlara.
Gözlerimi kapadım.

Denizi dinliyorum, bir de martıları.
Muhtemelen bizim boğazın martılarıdır bunlarda.

Sesleri aynı…
Yan döndüm, şişirdim yastığı gömdüm başımı, kurarken hayalleri uyumuşum.

Uyandığımda hava kararmıştı.
Karanlık ev.

Hala sessiz.
Telefonun kırmızı ışığı yanıp sönüyor. Evrenden haberler.

Birileri aramış, mesaj atmış muhtemelen sanki lazımmışlar gibi.
Umurum değil.

Uyandım ki,
Çişim gelmiş, hem de feci.

Anasını satayım bir rahat yok be şu hayatta.
İşin yoksa kalk git tuvalete şimdi.

Off ki ne off…
Gitmesem?

Şu tuvalet işini çözemedi patron.
Adet görür gibi olaydı.

Günü belli.
Ne vardı yani saatli gitseydik tuvalete,

Heeç.
En olmadık yerde gelir, en olmadık zamanda.

Bundan sonra su falan içmemek lazım.
Kararım karar.

Su içmek ayrı, hadi içtin tuvalete gitmek apayrı yorgunluk.
Çok da sıkıştırıyor,

Kalktım mecburen.
Tuvalete giderken telefonu aldım elime.

Beş kişi aramış.
Dördü iş, biri sevgili.

Bir sevgiliye karşı dört iş.
Dört işi yaparsan bir sevgili mi oluyor?

Veya bir sevgili için dört iş mi yapmak lazım?
Salakça oldu.

Hem çişimi yaptım hem de arayanlarla konuştum.
İşler boktan. Bir ileri iki geriye.

Konuşa konuşa mutfağa geçtim.
Çaydanlık yanmış gibi.

Kokmamış yanarken azcık bile.
Teknoloji ilerledi. Azcık yanınca kokmayan çaydanlıkların üretiliyor olması hoş.

Sevgiliyi aradım.
Kıkırdadık karşılıklı.

Özlemiş beni.
Sanki ben özlemedim beni.

Merak etmiş beni.
Ben ne kadardır merak ediyorum beni.

Seviyormuş beni.
Bende seviyorum beni, ne var yani.

Buluşmak istiyormuş benimle.
Bende buluşmak istiyorum benimle, de kısmet olmuyor bir türlü.

Ne zamandır yaşamamış güzellikleri benimle.
Ben de ne zamandır yaşamadım güzellikleri benimle, istemedim mi sanıyor sanki.

Bir yerlere gitmek istermiş benimle.
Bende bir yerlere gitmek istiyorum benimle, çıktım yola da geri mi döndüm ki.

O benden bekliyor,
Ben benden,

Hepsini.
İnsanlık ölmüş.

Karnım tok,
Ayaklarım sıcak,

Elimde çayım,
Kıçımı yayıp kanepede,

Uyuklayarak,
Mayhoş,

Fırsatını bulup,
Bir türlü sevişemedim,

Benimle yine.
Ya yağmur,

Ya korna sesi,
Ya serçe,

Ya simitçi,
Ya açlık,

Ya telefon,
Ya çiş,

İçine etti,
Benim bana olan aşkımın yine.

Aşka saygı ölmüş,
Valla.

Darısı gelecek Nisana.
Diye diye,

Darı ektik haneye.
Döndük iğne ipliğe.

Ortaya Karışık - Köylü milletin efendisi falan değildir. 15.04.2012
Köylü milletin efendisi olmasın amman dikkat edin demek istemiş aslında. Görmüş o gün, bir gün olacakları.

Köylüden, köyüne efendi olur ancak. Köylüden tarlaya toprağa efendi olur. Köylüden mahsule efendi olur. Köylüden çifte çubuğa sabana efendi olur.
Köylüden millete efendi falan olmaz.

Olursa,
Böyle olur işte. Bu kadar olur işte.

Memleketi köyü yönettiği gibi yönetmeye kalkar.
Herkes bildiği işi yapmalı.

Memleket yönetmek,
Eğitimden önce, deneyimden öte,

Kültür birikimi ister.
Sanatı en tepeye yazacak,

Entelektüellik ister.
Sanatın, sanatçının evrensel boyutunu ve gücünü ve de olmazsa olmalığını ve de sonsuz sınırsızlığının korunmasını iyice çakmış ve hazmetmiş olmak ister.

Yaparsan köylüyü milletin efendisi,
Sadece,

Kilim halı deseniyle,
Halk şiiriyle,

Sazla sözle,
Folklorla,

Utla kanunla,
Kalırsın baş başa.

Şıkıdım şıkıdım göbek atarsın en fazla.
Hele köylünün dinle yatan, dinle kalkanına,

Anlatamazsın sanatın sınırsız özgün,
Ve de evrensel boyutunu,

Ve de gücünü.
Ne bilsin gariban yüzlerce yıl köyünden öte hayatı tanımamışsa, yaşamamışsa.

Ne operadan anlar köylü,
Ne klasik batı müziğinden,

Ne resimden,
Ne heykelden,

Ne tiyatrodan.
Ne kitaptan.

Ne sinemadan.
Hem de Nasrettin Hoca’ya,

Karagözle Hacıvatın topraklarında doğmuş büyümüş olmalarına rağmen.
Hem de,

İsmail Dümbüllü’nün ömrü boyu çadırıyla kasaba kasaba gezmesine rağmen.
Gelişmek mi istiyorsun milletçek,

Kalkınmak mı istiyorsun top yekün,
Önce sanatçıyı başının tacı edeceksin devletçek.

Önce sanatçıyı sonsuza kadar özgür kılacaksın.
Önce sanatçının önünde ceketinin düğmelerini iliklemeyi öğreneceksin ve öğreteceksin yediden yetmişe herkeslere.

Varını yoğunu sanata adayacaksın önce devlet olarak.
2. Dünya savaşından yenik çıkmış Almanlar, savaş bitince ilk önce tiyatro binalarını imar ettiler yeniden.

Nazi Almanyası döneminde,
Hitler nazi tiyatrosu haricinde tüm tiyatroları kapattığından,

Avrupa’nın diğer ülkelerine kaçan, sığınan tüm özgürlükçü yazarları, tüm oyuncuları, tüm göçebe tiyatrolarını davet ettiler yeniden ülkelerine.
Neden?

Halk, insanlar özgürlüğün tadını en çok sanatta çıkarırlar,
En çok sanatla tadına varırlar özgürlüklerin, yaşamın,

En çok sanatta yaşarlar ve yaşatırlar farklılıklarını,
En çok sanatla güçlenir coşar yeniden moral bulur ruhlar,

En çok sanattan alırlar insanlar gelişmekten ve de duygularının zenginleşip derinleşmesinden yana ip uçlarını da,
Ondan.

Farklı seslere, farklı düşüncelere, farklı gelişmelere kapalıdır köylü aklı.
Aynı hayatı yaşarlar ömürleri boyu köylüler.

Doğanın sürprizlerinden öte, ölüm ve hastalık hariç,
Hiçbir sürpriz, hiçbir etken yoktur yaşamlarını, alışkanlıklarını, akıllarını değiştirecek.

Sürekli aynı hayatı yaşamak,
Korkak kılar insanı farlılıklarla karşılaşınca.

Farklılıklar karşısında,
Şaşkınlaşır sürekli aynı hayatı yaşayan insanlar.

Kuşaklar boyu farklılıklarla, farklı olanlarla birlikte ahenk içinde yaşam antrenmanın yoksa,
Aklın, akıl gücün, akıl muhakemen eksik kalır,

Şaşırırsın ve çaresiz kalırsın kendine ait düzenin dışı hallerle karşılaşınca.
Akıl gücü ve muhakemesi eksik insanların kendilerini şaşırtan durumlar karşısında refleksle gelen ilk tepkileri ya sinmektir,

Ya da,
Pazu gücüne sarılmaktır.

Ya kapanır evine, ocağına, ya da taşı alır ekler kafana o yüzden.
Ki,

Bu nevi insanların arasından bir şekilde sıyrılıp da,
Devletin yönetimine soyunmuş insanlarında,

Pazu güçlerinin karşılığı tepkileri,
Yasaklar olarak yansır biz farklılıklarla iç içe özgürlüklerden yana insanların yaşamlarına.

Akıl edemediği, aklının ermediği, yaşam şablonuna aykırı ne var ne yoksa yasaklarlar korkaklar.
Yasaklayınca, yok ettiklerini zannederler,

Farklılıkları.
Köylü aklı buraya kadar çalışır verirsen eline makam mührünü.

Heykelleri söker atar mesela.
Tiyatrolara kendi bildiğince sınırlar çeken denetimler getirir mesela.

Resimde, heykelde, fotoğrafta çıplaklık varsa günah ve ayıp sayar mesela.
Somut olan her şeyi kendi algılayabileceği,

İnançlarına ve yaşam stiline uygun gördüğü,
Formların içine çekip hapsederken,

Soyut olan hiçbir şeyden zerre kadar dahi anlamadığından, soyutun manasını keşfedemediğinden,
Tamamını yok sayıp,

Yasaklar ne var ne yoksa.
İmha eder.

Soyuttan çıkardığı somut manalar, kendi köylü aklının erdiği bildiği ve de görgü ve kültürünün izin verdiği kadardır ancak.
Köy kökenli aile fertlerinin,

Gerçek anlamda şehirli olabilmesi için beş kuşak gerekiyor diyor işi bilenler.
Köy alışkanlıklarından ve köylülükten kurtulup,

Entelektüel bir şehirli olabilmek için en az beş kuşak şehirlerde yaşayıp,
Şehir hayatının temelini teşkil eden farklılıklarla, sürprizlerle bir arada, araya kaynayarak, kaynaşarak yaşayabilmek için,

Beş kuşak çalışmalı çabalamalı okumalı seyretmeli dinlemeli gözlemlemeli eğitim almalı diyor işi bilen uzmanlar.
Şehirle gelen değerlere sahip çıkabilmek ve de o değerleri geliştirmek için aşağı yukarı yüz yıldan daha uzun bir süre şehirde yaşaması gerekiyormuş bir sülalenin.

Bu durumda,
Eli sabana değmiş, süt sağmış ilk bilemedin ikinci kuşaklardan doğma çocukların önüne,

Koyarsan tiyatroyu, operayı, heykeli, resmi,
Şaşırır, ürker, korkar,

Alır taşı eline ekler kafasına,
Sanatın da, sanatçılarında.

Hele bu çocuklara,
Bir de devleti, yüz binlerce yıllık kültür ve sanat birikimi olan bir şehri yönetme görevi verirsen,

İyice abandone olurlar.
Hele hele bir de,

Babasının dedesinin bilmediği, tanımadığı ekonomik ve statü ve de makam gücüne de erişmişse,
Kabadayı yapmış olursun tümünü bu çocukların.

Köylü ya mazlumdur,
Ezilir ulaşamayacağı ve de erişmeyeceği kavramlar,

Yaşam standartları,
Bilgi,

Kültür,
Vizyon,

Eksikliği ile şehirlinin karşısında,
Ya da,

Buldu mu fırsatını,
Eksikliğinin acısını baskın bir kabadayılıkla çıkarmaya çalışır şehirlinin karşısında,

Şehirliğe karşı.
O yüzden trafikte,

Sokakta,
Restoranda,

Apartmanlarda,
Sitelerde,

Yazlıklarda,
Spor salonlarında, sahalarında, meclislerde,

Terör estiriyor köy kökenli birinci, bilemedin ikinci kuşak ailelerden doğma kabadayılar.
O yüzden,

Özgürlükler,
Demokratik dengeler,

Farklılıklar üstünde,
Baskılar kılıyor siyasiler.

Ki,
Özgürlükçü, demokrat, farklılıkları kucaklayan anlayışı savunduklarını iddia ederlerken hem de.

Bu iddiaya da inananlarsa, yine o köylüleri o makamlara taşıyan diğer köylüler.
Kendilerine ait tarlaları nasıl ölümüne korurlarsa köylüler,

Tek varları yokları o tarlaysa o insanların,
Nasıl ki umursamazlarsa komşu köyün tarlasını,

Şehre yerleşmiş birinci bilemedin ikinci kuşak köy kökenli ailelerin siyasete bulaşmış çocukları da,
Sadece kendi tarlalarını ekip biçiyorlar, kendi mahsulleriyle haşır neşirler bir tek.

Diğer tarlalar kuruyor mu,
Toprağı verimli mi, bereketli mi,

Umurlarında değil.
Köylülükle gelen bağnazlıkları,

Köylülükle gelen antrenman eksikliğiyle kısır kalmış akılları,
Kör ediyor onları.

Yan köyün tarlalarını yok ettikçe,
Yok ederek kazanmak alışkanlığının,

Nasılda bulaşıcı bir hastalık gibi dönüp dolaşıp bir gün onlarında tarlalarını yakıp kül edeceğini göremiyorlar.
Gücünü kontrol edebilmen için,

Önce gücüne haddini bildirmen gerekir ki, gücünü tartabilesin.
Güceyse haddini bir tek,

Sanat bildirir.
Bir tek sanatçılar tartabilirler gücü kendi engin güçlerinin mütevazi terazisinde.

Sanatın, sanatçıların sınırsız özgürlüğünü alırsan ellerinden,
Sonsuz ve özgün gücün sınırsızlığının önüne yığarsan engelleri,

Sanatı dahi kontrol ettiğini, biçimlendirdiğini zannedersen,
Sonsuzluğu, sınırsızlığı kendi gücün zannedersin bir tek.

Bu hatayı iki tür insan ve de yönetim biçimi yapar ancak.
Biri,

Faşistler,
Diğeriyse,

Korkaklar.
Ki,

İkisinin de temelinde,
Eksikliklerini yok saymak adına, yok sayıldığının kabul görmesi adına,

Fazlalıkları, farklılıkları, bilgiyi, görgüyü, deneyimleri, evrensek aklı yok etmek kabadayılığı yatar.
Faşistlerde, korkaklarda sınırsız özgürlükleri, sürprizleri, bilgiyi,

En önemlisi sanatı, sanatçıyı,
Yok ettikçe,

Tek ve mutlak hakimi olduklarına inanırlar dünyanın, memleketin.
Köyleri gibi, köyleri kadar görürler dünyayı, memleketi.

Sonsuz gücün temsilciliğine soyunmak,
Sanatın,

Sanatçının,
Gücünü algılayamamanın,

Köylülüğüdür.
Tarla ile heykel,

Sapla samanla resim,
Çiftle çubukla kitap,

Ahırla opera,
Gübre ile tiyatro,

Arasında tam beş kuşaklık uzun bir yol var.
Yüz yıldan çok daha uzun.

Önce bu yüz yıldan uzun zamanı aşacaksın şehirde,
Sonra,

Sanata olan sevgin ve saygından imtihana gireceksin medeniyetin önünde,
Alırsan yıldızlı onu,

Sonra,
Soyunacaksın milletin efendiliğine.

Yoksa,
Şehirleri köye dönüştürmeye,

Şehirliyi köylüleştirmeye çalışırsın köylü aklınla.
Milletin ruhuna can suyu veren,

Sanatçıyı, sanatı yok sanır,
Yok sayarsın köylü aklınla.

Köylü milletin efendisidir derken,
Dikkat edin,

Amman demiş. Dediğiyle kalmış amma. Uyarmış milleti zamanında amma. Haklılığının,
İspatıysa ortada.

İspatı artık yaşamımızın her yerinde, her köşesinde, her adımında.
En sonuncusuysa,

Şehir Tiyatrolarında.
Amma,

Kimin umurunda?
Şehirli mi kaldı,

İstanbul’da…

Hiç yorum yok: