ORTAYA KARIŞIK BÖLÜM 11 - 15
Bahara Özel Mektup – Ey Bahar, 23.04.2012
Sen çok gaddarsın, çok acımasızsın,
Adamın ciğeri söküyorsun be kardeşim, farkında mısın
acep?
Nedir bu bee…Bu kaçıncı bahardır canımıza okuyorsun sen
bizim. Yahu bizimde mutsuz olmaya
hakkımız var be kardeşim. Sen kimsin ki her sene bize sormadan
coşturuyorsun bizi ha bire…
Bu ne gaddarlıktır
yahu.
Yok efendim iki günde ağaçları
çiçeklendirmekmiş,
Yok etrafı yem yeşil
etmekmiş,
Yok mimozalarla bulamakmış orayı
burayı,
Yok papatyaları fışkırtmakmış yerli yersiz her
yerimizden,
Yok sarı mor mavi minik kır çiçeklerini serpiştirmekmiş
gelişi güzel neremize denk gelirse
artık,
Yok insanın içini dışını ılık ılık saran güneşi salmakmış
sorgusuz
sualsiz,
Yok laleleri rengarenk delirtmekmiş sanki çok lazımmış
gibi,
Üstüne üstlük yetmezmiş
gibi,
Bir de her yanımızda her köşemizde ayrı sürpriz bir
oradan bir buradan,
Erguvan
ağaçlarınla,
Leylakların.
Yuh be
bahar.
Zaten mor salkım söğütlerinle başımız
belada,
Demeğe kalmaz akasyalarını da salarsın yakında ruhumuzdan
içeri,
Demeğe kalmaz peşinden
de,
Manolyalarını
da.
Pes be birader.
Var ya,
Sen
çok,
Gaddarsın
bahar.
Sen
çok,
Acımasızsın
bahar.
Senin dinin imanın yok be
bahar.
Hadi
bakalım,
Sanki başka işin gücün yokmuş
gibi,
Aşık ol
yeniden.
Sanki mecburmuşuz gibi sev okşa falan
yine.
Ne bu be
bahar…
Şikayet
etsem,
Köle
ticaretinden,
Seni içeri tıkarlar
kardeşim.
Farkında mısın sen ne haltlar
karıştırdığını?
Senin ne hakkın var bize
sormadan,
Bizleri
mutluluktan,
Gebertmeye?
Mecbur muyuz durup dururken mutlu olmaya
kardeşim?
Mecbur muyuz salak salak
sırıtmaya?
Mecbur muyuz ulan varyemez amca gibiymişiz gibi sanki işi
gücü bırakmaya.
Hayallere
dalmaya?
Sen var ya
sen,
Sen,
Çok gaddarsın
çook,
Bahar.
Sen,
Çok acımasızsın, çook
bahar…
Artık haddini bil
bahar.
Bizim kendimize göre minnacık dünyalarımız
varken,
Bizim kendimize göre minnacık mutluluklarımız
varken,
Bizim kendimize göre minnacık hayallerimiz
varken,
Bizim kendimize göre dertlerimiz
varken,
Sıkıntılarımız
varken,
Ne güzel paşa paşa yaşarken kendi minnacık
dünyalarımızda,
Senin ne hakkın
var,
Bize
sormadan,
Bizleri senin o koskocaman rengarenk mis kokulu ılık mı
ılık,
Düşler alemine kulağımızdan tutup da misafir
etmeye?
Ha de bakayım bana
bahar.
Senin derdin ne
kardeşim?
Senin ne hakkın var bizlerin ayaklarını yerden
kesmeye,
Senin ne hakkın var
bizleri,
Muhteşem,
Hayran kalınası yaşamının
içine,
Balıklama
atlatmaya?
Ha de bakalım
bana.
Bana bak
bahar,
Elli seneyi
geçti,
Kaçıncı keredir yapıyorsun bu haltı
bana.
Duyuyorum, okuyorum,
anlatıyorlar,
Bilmem kaç yıldır başkalarına da yapıyormuşsun.
Sen,
Ne
aşklara,
Ne
sevgilere,
Ne
heyecanlara,
Ne
mutluluklara,
Ne
coşkulara,
Ne göz
yaşlarına,
Ne
şiirlere,
Ne
şarkılara,
Ne
müziklere,
Ne
filmlere,
Ne
tiyatrolara,
Ne
resimlere,
Ne
fotoğraflara,
Nelere
nelere,
Mal oldun, konu oldun senin haberin var mı bundan
bahar?
Var ya
bahar,
Sen aşmışsın haddini iyice
arkadaş.
Bana bak
bahar,
Öyle bir severim
ki,
Seni sevgi manyağı ederim sonra
bahar.
Sana öyle bir sarılırım
ki,
Nefesin kesilir kollarımda
bahar.
Ne olduğunu
anlayamazsın,
Amma,
Bizleri ne hale getirdiğini iyi görürsün o zaman
bahar.
Haddini bil
bahar.
Bu sana son
uyarım,
Demedi deme
sonra.
Başlatma senin aşklarından
bahar.
Töbe
töbe,
Ağzımı
bozduracaksın,
Tepemi attıracaksın
bahar.
Sonra,
Gidip o erguvan ağaçlarına sırtımı dayayıp uyuya
kalacağım,
O mor salkımlarının altında kendimden
geçeceğim,
Mimozalarının hepsini evime
dolduracağım,
Leylaklarının kokusundan sarhoş
olacağım,
Akasyalar açarken diye,
Koklamaya kıyamam benim güzel manolyam
diye,
Ahh Leyla diye
diye,
Şarkılar
söyleyeceğim,
Aşktan havalara
uçacağım,
O
zaman,
Göreceksin gününü bir güzel
bahar.
Bak söyle o uç uç
böceklerinle,
Kelebeklerine,
Hiç olmadı bu sene sakın çıkmasınlar karşıma
haa...
Yeter ki
yeter.
Mutluluktan bizi daha
fazla,
Gebertme
bahar.
Hele
aşktan,
Amman
haa,
Haddini bil artık
bahar.
Bizimle daha fazla dalga geçme
bahar.
Bize ne olur acı
bahar.
Ve de,
Çok iyi bil
ki,
Sen iyice azmışsın be
bahar.
Senin yatacak yerin yok be
bahar.
Aşkların kadar
başına taşlar düşsün be bahar.
Ne diyeyim
sana,
Patronundan
bul,
Bahar.
Terbiyesiz,
Bahar.
Ahlaksız
bahar.
Vicdansız,
Bahar.Ortaya Karışık - Kadın devlet başkanı kürsüde, konuşmasını yapıyor. 22.04.2012
Kadın başbakan ve kadın bakanlar hükümetin
koltuklarını,
Millet meclisinin de tamamı kadın milletvekilleri
doldurmuş.
Şirketlerin yönetim
kadroları,
Yönetim ve de icra
kurulları,
Sadece
kadın.
En kritik görevlerde kadınlara ait özel
sektörde.
Ordu
desen,
Genelkurmay başkanı ve kuvvet
komutanları,
Ordu
komutanları,
Tüm general ve de albaylar, binbaşılar
kadın.
Pilotlardan tut da, en tehlikeli silahların kullanımı, en
stratejik pozisyonların karar mekanizmaları hep
kadınlarda.
Her kadın mutlaka askeri gitmek
zorunda.
Eğitim seviyesine göre değişiyor ordu görevi ve de
süresi.
Hafta sonları kocalar, sevgililer kadın askerleri
ziyarete gidiyorlar.
Askere giden kadınların uğurlanması da geleneksel oldu
artık.
Devlet kurumlarının genel
müdürleri,
Müdürleri,
Hep
kadın.
Emniyet müdürleri ve görevlileri de kadınlardan
oluşuyor.
Hastanelerin
başhekimleri,
Üniversitelerin rektör ve dekanları
kadın.
Lise ve ilkokulların müdürleri de
kadın.
Tüm sivil toplum
örgütlerinin,
Vakıfların yöneticileri de kadın
hep.
Belki
belki,
Arada tek tük erkekler
var,
Belki
amma.
Erkek nüfusun yarısına yakını
çalışıyor,
Diğerleri ev
erkeği.
Çoluk çocuk, yemek, çamaşır, ütü,
temizlik,
Çocukların okulları, ödevleri falan derken günleri bitmez
tükenmez çalışmalarla geçiyor baba
erkeklerin.
Kadınlarsa,
Tam gün iş güç para pul peşinde ofislerde, sokaklarda,
yollarda.
Köy kahveleri
kadınlarla
dolu.
Erkekler tarlalarda
çalışıyorlar.
Kalan vakitlerde de ev
işleri.
Kadınlar eğitim konusunda erkeklerle iş birliği yapmış
ve,
‘Haydi oğlanlar okula’ kampanyası
düzenlemişler.
Birçok aile oğullarını okula yollamıyorlar
çünkü.
Oğlanların başlarından bere
var.
Saçlarını kapatıyorlar oğlanların
ebeveynleri.
Yerlere kadar çarşaf giyenleri de
var.
Gömleklerin kolları bileklerden aşağı
taşıyor.
Yakalar boyna kadar
kapalı.
Pantolonların paçaları da ayakkabıların üstüne
düşüyor.
Hatta,
Bazı oğlanların berelerinin altında başı komple saran bir
eşarp var.
Aynı eşarp üstü bereleri bu oğlanların babaları da
takıyor başlarına evden
çıkarken.
Erkeğin saçının, boynunun,
Elleri yüzleri hariç her hangi bir yerlerinin görünmesi
günah.
Kadınlar ve genç kızlarsa istedikleri gibi giyiniyorlar.
Canları ne isterse
artık.
Oğlanların kılık kıyafetlerinin kapalı olmasından en
büyük etken,
Annelerin ve de kadınların baskıları. Çünkü bir çok erkek
kapanıyor amma,
Bu kapanmanın arkasında kadınların baskıları var.
Cuma günleri öğle namazlarında camileri tıklım tıklım
dolduruyor ülkede ki kadınların yarısı en
az.
Erkeklerde geliyorlar camiye
namaza,
Amma çok az sayıları. Onlar camide üst katta oturuyorlar
zaten.
Karısından dayak
yiyen,
Taciz ve şiddet gören erkek eşler için sığınma evleri
var.
Özellikle,
Köylerde çok genç oğlanlara topluca tecavüz ediyor bazı
sapık kadınlar.
Çok genç oğlanların bir kısmı
dertliler,
Ailede ve akrabalarda ki
kadınlardan.
Aile içi şiddetten yakınan, tecavüze uğrayıp korkudan
söyleyemeyen oğlanlarının sayısı tahminlerden
fazla.
Porno
sektöründe,
Erotizmde, sadece
kadınların beğenileri esas
alınıyor.
Erkeklerde idare ediyorlar
arada.
Televizyon ve
radyoların,
Dergilerin
gazetelerin,
Genel yayın
yönetmenleri,
Haber
müdürleri,
Haber, eğlence, eğitim programlarının yönetmenleri hep
kadın.
Sunucular,
spikerlerde.
Tüm ev ofis mobilyaları,
aksesuarları,
Mutfaklar,
banyolar,
Arabalar,
Evler,
Elektrikli, elektronik
aletler,
Hep kadınların zevklerine göre dizayn
edilmişler.
Otelleri, restoranları kadınlar
yönetiyor.
En ünlü şefler, en ünlü modacılar
kadın.
Bazı
erkeklerse,
Zengin kadınların
peşinde.
Çalışmadan lüks hayat yaşamak
istiyorlar.
Metres hayatı yaşayan erkeklerin sayısı gittikçe
artıyor.
Hatta bazı erkekler bazı kadınların kapatması
olmuşlar.
Kadınların çoğu erkekleri seks objesi olarak
görüyor.
Erkekler çok
şikayetçiler,
‘Bizde
insanız,
Bizler seks için yaratılmadık’ diye
isyanlardalar.
Kerhanelerin, randevu evlerinin tamamında erkekler
çalışıyor.
Müşterilerse
kadınlar.
Bir erkek fahişe her gün üst üste en fazla üç dört kez
ilişkiye girebildiğinden çok pahalıymış ücretler, kadınlar
şikayetçi.
Laleli otellerinde yurt dışından gelme erkek fahişler
binlerle adet.
Erkeklerin çoğu gerçekten çok
dertli,
Ya seks objesi olarak
görünmekten,
Ya,
Ev hayatlarında neredeyse hizmetçi gibi
çalıştırıldıklarından,
Ya,
İş müracaatlarında ağırlıklı olarak erkeklerin tercih
edilmesinden,
Ya,
İş yerlerinde kadınların tacizlerine maruz
kalmaktan.
Erkekler gerçekten çok
dertli.
Erkeklerde kadınlarla aynı haklara sahip olduklarını
söylüyorlar,
Ve de,
Kadınlarla eşit olmak adına müthiş mücadeleler
veriyorlar,
Özellikle,
Büyük şehir
varoşlarında,
Küçük taşra kasabalarında,
köylerde.
Futbolcularda
kadın.
Kadın yıldız futbolcular çok büyük rakamlara transfer
oluyorlar takımdan takıma.
Statları her maçta kadınlar
dolduruyor.
Bir futbol takımı seyircisiz oynama cezası
alırsa,
Yeni kural gereği stada sadece erkekleri ve çocukları
alıyorlar.
Kadınlar stadın dışında maç boyunca tezahürat yapıp
erkekleri coşturmaya
çalışıyorlar.
Erkekler basketbol ve voleybol ligleride ilgi çekiyor
nispeten.
Ancak erkekler futbol ligiyle ilgilenen
yok.
Kısaca,
Gezegende kadın hegemonyası hakim
genelde.
Yüz yıl evveline kadar erkeklerin oy hakları bile
yoktu.
Son yüz yılın ikinci yarısında erkeklerde kadınlarla aynı
haklara sahip oldular yeni
yeni.
Amma hala gezegenin bir çok
ülkesinde,
Özellikle laik yönetime sahip olmayan
ülkelerde,
Erkek hakları neredeyse yok denecek kadar az
hala.
Ancak,
Son yıllarda erkeklerin kadınlardan çok daha başarılı
olduğu sonuçları çıkıyor,
Hem kariyer
olarak,
Hem de üniversite sınavları
sonuçlarında.
Erkekler kızlardan daha
başarılı.
Hem çocuk
yaparım,
Hem de kariyer diyen erkeklerin sayıları da her geçen gün
artıyor.
Hatta,
Artık çocuk evlat edinip bir kadınla evlenmeden kendi
düzeni kuran,
Kendi ayakları üzerinde kendi ekonomik gücüyle duran erkeklerin sayıları da gittikçe
artıyor.
Restoranlar, kafeler, barlar,
kulüpler,
Üçlü dörtlü beşli gruplar halinde eğlenen erkeklerle
doldu artık.
Roller yavaş yavaş değişiyor
gezegende.
Erkekler,
Kadınların,
Önlerine geçmeye
başladılar.
Hatta bir çok konuda öne geçtiler
çoktan.
Desem,
Ve de bu dediklerim gerçek
olsa,
Bu
duruma,
Gönülden destek
verecek,
Kaç erkek vardır
acaba,
İslam
aleminde?
Var mıdır
acaba?
Akıllı olanın,Becerikli olanın,
Ruhen güçlü
olanın,
Fiziken dayanıklı
olanın,
Sabırlı
olanın,
Doyuran içiren
olanın,
Düzenin bekçisi
olanın,
Organizatör
olanın,
Yeniliklere açık
olanın,
Gelişimin lideri
olanın,
Doğuran
olanın,
Anne
olanın,
Fedakar
olanın,
Sevginin güzelliğin sembolü
olanın,
Aşk
olanın,
Kadın,
Olduğunu bildiği için
mi,
Korkuyor İslam
erkeği,
Kadından?
Ve de ezmek için can atıyor, yok sayıyor
kadını,
En
medenisinden,
En cahiline
kadar.
Neden?
İslam dünyası kadının öne
çıkmasına izin
vermeden,
Bu gezegene barış
gelemez.
Bu gezegen mutlak medeniyeti
yaşayamaz.
Gezegenin
geleceği,
Mutluluktan yana, refahtan yana, barıştan
yana,
Kadının
ellerinde.
İslam
dünyası,
İslam dinini yeniden
yapılandırmalı.
Bin dört yüz yıl erkeklerle bu kadar
oldu,
Olmadı
yani.
En azından birkaç yüz yılda kadına devir etmeli bayrağı
İslam erkekleri.
Hatta tüm dinlerin erkekleri de katılmalı bu
devrime.
Hatta tüm
erkekler.
De ki oldu bu
devrim,
Bakalım ne sonuç çıkacak
ortaya.
Ben tahmin
ediyorum.
Ve de,
Destekliyorum,
Bu görüşü çok.
Çok,
Gönülden.
Bu gezegende kadınlar devrim
yapacaklar,
Bu
kesin.
Benim ömrüm vefa
edip,
Göremesem
de.
Ki,
Aslında kokusu gelmeye başladı devrimin erkeklerin
burnunun dibine kadar.
İslam erkekleri
direniyor,
Amma,
Sınav sonuçları yıllardır kadın devrimini
yazıyor.
Sevinç
içindeyim.
Hayat her geçen gün kadınlarla daha
güzelleşiyor,
Daha da,Güzelleşecek.
Sevinç
içindeyim,
Yaşasın.
Barış ve mutluluk
kapıda artık…
Ortaya Karışık - Konuşmayı öğretmeye çalışırlar gece gündüz bebeykene. 20.04.2012
Çok sevinirler konuşuncada, kutlarlar seni. Sonra ne
zaman ki başlarsın konuşmaya, vardıkça tadına, ifade etmek istedikçe kendini, bu sefer
de;
'Sus
konuşma'
derler,
Susmayı öğretmeye başlarlar evde de, okulda
da.
Ve
de,
Sus
konuşma,
Diye
büyütünce çocukları, susmayı
iyi öğrenmiş oluyorlar
büyünce.
'Madem
ki susturacaktın,
Neden
öğrettin ki konuşmayı' demek
çok sonraları gelir aklına.
‘Susma konuş’ diye büyütülmediklerinden çocuklar,
konuşmayı bilemediklerinden,
Konuşturulmadıklarından,
Olurlar büyünce
‘suskun’ beyler
bayanlar.
Ki,
Eyy beyler
bayanlar,
Büyüdünüz artık
bilmem farkındamısınız.
Boş veriniz
öğretileri,
Demek geliyor
içimden.
Sussun diye büyütenler ya göçtüler ya da
yaşlandılar.
Fark
etmezler içinizden geldiği
gibi konuştuğunuzu artık,
Haydi,
Ha
diyeyim,
Kutlasanıza artık
yeniden konuşmaya
başladığınızı.
Söyleyiniz bakalım içinizden geçenleri bir
güzel.
Çocukluğunuzdan,
gençliğinizden beri,
Susmaktan, susturulmaktan
söyleyemediklerinizi,
Diyorum.
Artık her nerede
ne zaman neyse o an için
düşünceniz,
Konuşsanız, atmasanız
içinize,
Diyorum.
Ruhunuz peklik
çekeceğine, çeneniz cır cır
olsa da,
Diyorum.
Yutkunmasanız, kendinizi çok özgür hissetseniz
mesela.
Konuşsanız bol
bol.
Sesli
amma.
Sessizce içindeniz değil
amma.
Zırt
diye.
Baktınız
ki,
Yetmiyor,
Zort diye
de.
Kimse
bilemez neden tavır
koyarsınız.
Beden dilinizi falan boş
veriniz,
Kendi dilinizi kullansanız
diyorum.
Gelmedi mi
zamanı?
Kimse zaten dinlemeye
kalkmaz,
Hiç mi
hiç,
İlgilenmez sizin iç
sesinizle,
Beden dilinizle
de.
Sizlerinde sesi
var, bir bilseniz.
Sessizce
dedikleriniz,
Sizin sesiniz, size ait, sizinle kendinizle
konuşmalarınız için.
Yüksek sesle
konuştuklarınsa,
Herkesin.
Herkese ait olanları
herkese,
Size
ait olanları kendinize söylemelisiniz.
Herkese her şeyi
diyebilmelisiniz,
Kendinize de.
Sevdiniz mi?
Seviyorum mu dediniz kendinize, hemen
söyleyeceksiniz sevdiğinize de.
Sevmediniz mi?
Öyle mi diyor içinizin sesi, yine söyleyeceksiniz
sevmediklerinize.
Sinir mi ediyor biri
sizi?
Pat
suratına
suratına.
Kızdınız
mı?
Kıvırtmayın,
yutmayın, sakın ha atmayın
içinize,
Tak,
Söyleyin.
İçiniz dışınız bir
olmalı.
Dışınızı sığdırmaya çalışmayın
içinize.
Her ne kadar sonsuz zannesetseniz
de,
Bir gün
gelir,
İçiniz dar gelir
dışınıza.
Taşıyamaz.
İçiniz bir
lokma.
Bir sen, bir de
sen.
Dışınızsa pek bi
kocaman.
Bir sen, bir de yüzler,
binler.
İçinizle koyarsınız başınızı yastığa.
Dışınızsa,
Kim bilir kimin
koynunda.
Dışınızla kaptırır
gidersiniz ona buna
şuna.
İçinizse,
Genelde,
Şaşa
kalır,
Baka
kalır
olanlara.
Konuşursanız anlatırsınız, anlatmak çok
iyidir.
Hep
anlatmalısınız.
Sevseler de, sevmeseler de
sesinizi.
Beğenseler de,
beğenmeseler de.
Neyseniz o olmalısın, o görünmeli, o
olmalısınız.
Ne
olmalısınız telaşına
düşmeden.
Salın gitsin.
Salın ki, sallayın
gidin ki,
Sen,
sen olasınız.
Ne deseniz ayıp, ne yapsanız ayıp
demişlerdir,
Ayıpsız mı yaşamayı
seversiniz?
İyi.
Ayıpsız mı olmalı telaşınız var
derinlerinizde?
Güzel.
Ayıp etmeyin
sizde, zarif olun o
zaman.
Zarif olmak
iyidir.
Amma,
Kendinize önce.
Kendinize ayıp etmeyeceksiniz
önce.
Duymak istemediklerinizi söyleyenlerle vakitleri kaybetmeye izin vermeyeceksiniz
önce.
Duymak istemediklerini ise, bir güzel
söyleyeceksiniz.
Tane
tane.
Ki,
Ayıp olmasın
kendinize.
Ki,
Zarif olasınız
kendinize.
Düzeni bozmayın demişlerdir
hep.
Sallayınız,
Düzeni bozamazsın
hiç merak etmeyiniz.
Düzeni bozmaya gücünüz hiç yetmez sizin.
Düzeni,
Düzenbazlar kurar, düzenbazlar
bozar.
Siz,
Kendi düzeninize
bakınız hele.
Bol
bol,
Konuşunuz ki,
Düzeniniz bozulmasın hele önce bir
kere.
Çizin
kendi sınırlarınızı. Çekin kendi
çizgilerinizi.
Çizdirmeyin sınırlarınızı. Çektirmeyin başkalarına
kendi çizgilerinizi.
Çizmezsen,
Çizerler canlarım
sizi.
Çekmezseniz,
Çektirirler dostlarım
sizlere.
Hem,
Sınırlarınızı,
Hem de
çekemeyeceklerinizi.
O
yüzden,
Öyle oldu ya memleketin başına
gelenler.
Bu
yüzden,
Böyle oldu ya hanendeki
halleriniz.
Şu
yüzden,
Şöyle oldu ya iş
hayatınız.
Ve de,
Hepsi birden
yüzünden,
Toparlayamamışsınız çok
belli,
Ne,
Aşkı,
Ne
sevgiyi,
Ne de
seksinizi.
Ne olduysa,
hep,
Dillendirmedikleriniz yüzünden.
Gel la
koynuma,
Get la
öteye,
Diyemediğinizden.
Konuşmalısınız.
Sesinizin ayar düğmelerini açmalısınız sonuna
kadar,
Avaz
avaz.
Yedi
cihan duymalı
sesinizi,
Dağları taşları
inletmeli sesiniz.
Size
susmayı
öğrettiler,
Amma,
Konuşma hakkınızda var
doyasıya,
Bunu iyi
bilmelisiniz.
Ağzınıza dilinizin
ucuna geleni demeli,
Bozuk bir
memlekette,
Bozuk bir
hane,
Bozuk bir
iş,
Bozuk bir
yatakta,
Bozuk
yaşayacağınıza,
Ağzınızı bozup,
Arızaya geçmenize
izin
vermemelisiniz.
Konuştukça topuklarınız yere daha sert vurur bir
deneyiniz.
Konuştukça merkezi
olursunuz,
Kendinizin,
Hayatınızın,
Bir
deneyiniz.
O
eskidenmiş,
Hani,
Söz gümüşmüş de sükut altınmış
falan.
Anla
ki,taa o zamandan bebeyken
susturduklarını,
Büyüyünce
bebeler,
Altınla
kandırmışlar,
Sessiz olsun
diye,
Kaderleri.
Siz altını
değil,
Gümüşü
seçiniz.
Altın yastık altında işe
yarar.
Gümüşse güzel süsler
sizleri.
Konuşunuz
canlarım, süsleyin
kendinizi.
Sizleri bileceğimiz tek
bilim,
Senin dilin.
Memleketi anlatın bana
mesela.
Dünyayı
anlatın.
Aşkı
anlatın,
Sevgiyi
de.
Çocukları anlatın
mesela.
Gençleride.
Nasıl gidiyor sevgiliyle durumlar
mesela.
Bahara yeni planlar
nedir?
Boşanma var mı
boşanma?
Veya yeni
evlilik?
Nefret mi geldi kocadan karıdan sevgiliden?
Yoksa yumak mı sarmaş
dolaş?
Göbekler çıkmış mı geçen kış
yine?
Dietin dötüne mi koyayım dediniz?
Duyamadım…Vaay…Cesursunuz haa…
Canınız doyasıya sevişmek mi istiyor? Üç gün mü? Ohh maşallah belinize
kuvvet…
Başbakanın ensesine esaslı bir şaplak mı atmak
istiyorsunuz yoksa?
Yalnızlık başa bela mı? Yoksa iyi mi oluyor tek başınıza
osurmak yatakta?
En son ne zaman mastürbasyon yapmıştınız? Anlatsanıza ne
hayal ettiniz çok merak
ediyoruz…
Şirkette ki o gıcık karının kıçına ne sokmak istiyorsunuz
en çok?
Çocuğunuzu boğmak mı geldi içinizden
geçenlerde?
Tecavüzcü heriflerin
erkeklik organlarını neresinden
kesmek istersiniz? Boydan mı, enden
mi?
Arkadaşlarınızın kaçının nesine gıcık oluyorsunuz en çok?
Harbiden amma…
En son ne zaman aldattınız karınızı kocanızı sevgilinizi?
Ayy hadi dedikodu yapalım
biraz…
Memleketin bu hallere düşmesinde kendinizi ne kadar suçlu
görüyorsunuz? Elinizden geleni yaptınız da, içiniz rahat mı
mesela?
İçinizde kaç tür karakter taşıyorsunuz içinizde? Saydınız
mı hiç?
Yeminle çok merak ediyorum, bir milyar insan açlıktan
ölürken bu dünyada hakikaten hiç mi aklınıza gelmiyorlar lokmaları gönderirken
bütün bütün boğazınızdan aşağı şişkin göbeğinize doğru
mesela?
Hayatınızda bir kez dahi olsa şehit düşmüş bir erin
ailesinin evini ziyaret ettiniz mi
hiç?
Trafik müfettişliği için müracaat etmiş miydiniz ilan
edildiğinde?
Devletten kaç para kaçırdınız bugüne kadar? Hani vergi
olarak…
Herkes namussuz bir tek siz mi namuslu sunuz? Valla
mı?
Bırakın beylik kelamlar etmeyi canlarım
be...
Bırakın onun bunun laflarından alıntılar yapmayı
kardeşlerim be...
Bırakın başkalarının dediklerini tekrar etmeyi dostlarım
be...
Konuşurken susuyorsunuz farkında
mısınız?
Veya,
Susarak konuşuyorsunuz farkında
mısınız?
Bir
de,
Öz be
öz,
Kendiniz
gibi,
Gümbür gümbür, bağırış çağırış, doğru yanlış, eğri büğrü,
eksik fazla, iffetli iffetsiz, ağzınızı boza
boza,
Konuşsanıza
be…
Susmasanıza
be…
Tek geveze ben
miyim
be…
Ortaya Karışık - Dışarıda pıtır pıtır Nisan yağmuru, 18.04.2012
Gökyüzü koyu gri. Ev
loş.
Sessiz.
Kanepeye kaynamışım döşemelik kumaş
gibi.
Hiçbir şey umurumda
değil.
Sadece ben varmışım sanki koskoca
gezegende.
Tek
başıma.
Sanki geçmişim yok
gibi.
Geleceğimde.
Biraz evvel doğmuşum
sanki.
Beceri seviyem olsa olsa üç dört
yaş.
Bardağa uzanıyorum. Sıcacık
çay.
Üstümde her derde deva
örtüm.
Kokuyor bile
olabilirim.
Kime
ne.
Tek başıma takılırken, bana
ne.
Tek derdim şu
an,
Ayaklarım ısınmıyor bir
türlü.
Isıtmak
lazım.
Uyku bastırıyor
yavaştan.
Yağmurun sesi geliyor arada, ninni gibi
namussuz.
Pıt pıt
pıt.
Bir korna
sesi,
Yalnız olmadığımı hatırlatmaya çalışıyor
dünyalılar,
Yemezler.
Yalnızım
evimde.
İyi ki bir ev var kafayı
sokacak.
Ev
iyidir.
Kafalar
için.
Sokabilirsen
eğer.
Arayan soranda yok
bugün.
Dedim
ya,
Bir tek ben varım koskocaman
gezegende.
Çalışmamak
lazım.
Son gün sanki bugün
hayatımda.
Gerindim.
Bir daha
gerindim.
Yatmaktan ağrımış
belim.
Al sana bir dert
daha.
Zaten ısınmadı ayaklarım
hala.
Çay
koymalıyım.
Da,
Çay mutfakta. Yol
uzun.
Kalk şimdi tam da
ısınmışken,
Yürü dur taa
mutfağa,
Demliği al bir
eline,
Bir de
çaydanlığı.
Süzgeci bardağın üstüne
koy.
Bir çay doldur, bir
su.
Şekerde at
içine.
Sonra işin
yoksa,
Karıştırda karıştır çayı
ki,
Şeker
erisin.
Uzun
iş.
Hem sonra bunları yapmak için ayağa da kalkmak
lazım.
Pühüü,
Zor.
Uyumak daha
iyi.
Karnım
aç.
Bir tencere makarna
yesem.
Zencefilli sarımsaklı fesleğenli soslu
falan.
Açım
aç.
Saatlerdir yağmuru dinliyorum
sessizlikte.
Yatıyorum da kanepede tavandan düşmüş deniz anası
gibi.
Çaydan yudum bile aldım kaç
kez.
Hatta elimi uzatıp kaldırdım çay bardağını
mecburen,
Taşıdım dudaklarıma
kadar.
Ehh, yordu tabii
ki.
Zor işler
bunlar.
Biri çay getirse,
Makarnayı da
haşlasa.
Ne güzel
olurdu.
Nerde böylesi bu
devirde.
Herkesin işi gücü vardır
şimdi.
Trafikte
falan.
Ofislerde
de.
Evlerdekiler ne yapıyorlar
acaba?
Boşlarsa,
Çay yapsalar makarna haşlasalar bana
mesela.
Hatta çorap getirseler gelirken
yanıma.
İnsanlık
ölmüş.
Zora gelemiyor
insanlar.
Ara ki bulasın
böylesini.
Uyusam en
iyisi.
Yağmur devam
dışarıda.
Simitçi
geçiyor.
Hep aynı
saatlerde.
Simitler
tazeymiş.
Vaay
bee…
Tam da zamanını
buldu.
Taze simit, içine eski
kaşar,
Çaya bana
bana.
Ulen kaldıracaklar beni zorla
yerimden.
Tahrik had
safhada.
Sesi uzaklaşıyor
simitçinin.
Yırttık.
Sabrettin mi mutluluk geliyor,
heyecanlanmayacaksın.
Gerindim.
Yoruyor bu gerinmeler
beni.
Gerinmeyeceğim bir
daha.
Ne bu
be.
Gerin gerin nereye kadar
yani.
Başımın altındaki yastığı
düzelttim.
Ayağımla perdeyi
araladım.
Ağaçların dalları
göründü.
Yağmur damlaları dans ettiriyorlar baharın taze
yapraklarını.
Rastgele çalınan piyanonun tuşları
gibiler.
İnip
kalkıyorlar.
Serçenin biri dalın altına
sinmiş.
Ulen şişkoya bak
sen.
Makarnaları o götürmüş
gibi.
Top gibi olmuş, şişirmiş
tüylerini.
Bulutlar hızlı hızlı akıp gidiyorlar
gökyüzünde.
Hafifçe aydınlanıyor sanki
gökyüzü.
Serçe tüylerini titretti,
silkelendi.
İki adım attı dalda bir
yana,
Sonra geri döndü eski
yerine.
Aferin.
Doğruyu buldu minik
kuş.
Bende tam kalkacaktım ki
yerimden,
Vazgeçtim örnek alıp şişko
serçeyi.
Boşuna
yorulacaktım.
Kuş kadar aklım yok
galiba.
Kapadım
gözlerimi.
Masmavi
gökyüzü,
Turkuazın rengarenkliğine bezenmiş bir
deniz.
Bembeyaz
kumsal.
Palmiyeler kıyı
boyu.
Kumsala gelip giden
dalgalara,
Tekme atmaca oynuyorum elimde sopamla kıyı
boyunca.
Pembe kabuklu minarenin tekini seyre
koyuldum.
O açığa gitmek
istiyor,
Dalgalar kumsala atıyor
onu.
Sopamın ucuyla ittim çekti
gitti.
Şapşalım
sevinmiştir.
Uzandım
kumlara.
Gözlerimi
kapadım.
Denizi dinliyorum, bir de
martıları.
Muhtemelen bizim boğazın martılarıdır
bunlarda.
Sesleri
aynı…
Yan döndüm, şişirdim yastığı gömdüm başımı, kurarken
hayalleri uyumuşum.
Uyandığımda hava
kararmıştı.
Karanlık
ev.
Hala
sessiz.
Telefonun kırmızı ışığı yanıp sönüyor. Evrenden
haberler.
Birileri aramış, mesaj atmış muhtemelen sanki lazımmışlar
gibi.
Umurum
değil.
Uyandım
ki,
Çişim gelmiş, hem de
feci.
Anasını satayım bir rahat yok be şu
hayatta.
İşin yoksa kalk git tuvalete
şimdi.
Off ki ne
off…
Gitmesem?
Şu tuvalet işini çözemedi
patron.
Adet görür gibi
olaydı.
Günü
belli.
Ne vardı yani saatli gitseydik
tuvalete,
Heeç.
En olmadık yerde gelir, en olmadık
zamanda.
Bundan sonra su falan içmemek
lazım.
Kararım
karar.
Su içmek ayrı, hadi içtin tuvalete gitmek apayrı
yorgunluk.
Çok da
sıkıştırıyor,
Kalktım
mecburen.
Tuvalete giderken telefonu aldım
elime.
Beş kişi
aramış.
Dördü iş, biri
sevgili.
Bir sevgiliye karşı dört
iş.
Dört işi yaparsan bir sevgili mi
oluyor?
Veya bir sevgili için dört iş mi yapmak
lazım?
Salakça
oldu.
Hem çişimi yaptım hem de arayanlarla
konuştum.
İşler boktan. Bir ileri iki
geriye.
Konuşa konuşa mutfağa
geçtim.
Çaydanlık yanmış
gibi.
Kokmamış yanarken azcık
bile.
Teknoloji ilerledi. Azcık yanınca kokmayan çaydanlıkların üretiliyor olması
hoş.
Sevgiliyi
aradım.
Kıkırdadık
karşılıklı.
Özlemiş
beni.
Sanki ben özlemedim
beni.
Merak etmiş
beni.
Ben ne kadardır merak ediyorum
beni.
Seviyormuş
beni.
Bende seviyorum beni, ne var
yani.
Buluşmak istiyormuş
benimle.
Bende buluşmak istiyorum benimle, de kısmet olmuyor bir
türlü.
Ne zamandır yaşamamış güzellikleri
benimle.
Ben de ne zamandır yaşamadım güzellikleri benimle,
istemedim mi sanıyor sanki.
Bir yerlere gitmek istermiş
benimle.
Bende bir yerlere gitmek istiyorum benimle, çıktım yola
da geri mi döndüm ki.
O benden
bekliyor,
Ben
benden,
Hepsini.
İnsanlık
ölmüş.
Karnım
tok,
Ayaklarım
sıcak,
Elimde
çayım,
Kıçımı yayıp
kanepede,
Uyuklayarak,
Mayhoş,
Fırsatını
bulup,
Bir türlü
sevişemedim,
Benimle
yine.
Ya
yağmur,
Ya korna
sesi,
Ya
serçe,
Ya
simitçi,
Ya
açlık,
Ya
telefon,
Ya çiş,
İçine
etti,
Benim bana olan aşkımın
yine.
Aşka saygı
ölmüş,
Valla.
Darısı gelecek
Nisana.
Diye
diye,
Darı ektik
haneye.
Döndük iğne
ipliğe.
Ortaya Karışık - Köylü milletin efendisi falan
değildir. 15.04.2012
Köylü milletin efendisi olmasın amman dikkat edin demek
istemiş aslında. Görmüş o gün, bir gün olacakları.
Köylüden, köyüne efendi olur ancak. Köylüden tarlaya
toprağa efendi olur. Köylüden mahsule efendi olur. Köylüden çifte çubuğa sabana
efendi olur.
Köylüden millete efendi falan
olmaz.
Olursa,
Böyle olur işte. Bu kadar olur
işte.
Memleketi köyü yönettiği gibi yönetmeye
kalkar.
Herkes bildiği işi
yapmalı.
Memleket
yönetmek,
Eğitimden önce, deneyimden
öte,
Kültür birikimi
ister.
Sanatı en tepeye
yazacak,
Entelektüellik
ister.
Sanatın, sanatçının evrensel boyutunu ve gücünü ve de olmazsa
olmalığını ve de sonsuz sınırsızlığının korunmasını iyice çakmış ve hazmetmiş olmak
ister.
Yaparsan köylüyü milletin
efendisi,
Sadece,
Kilim halı
deseniyle,
Halk
şiiriyle,
Sazla
sözle,
Folklorla,
Utla
kanunla,
Kalırsın baş
başa.
Şıkıdım şıkıdım göbek atarsın en
fazla.
Hele köylünün dinle yatan, dinle
kalkanına,
Anlatamazsın sanatın sınırsız
özgün,
Ve de evrensel
boyutunu,
Ve de
gücünü.
Ne bilsin gariban yüzlerce yıl köyünden öte hayatı
tanımamışsa, yaşamamışsa.
Ne operadan anlar
köylü,
Ne klasik batı
müziğinden,
Ne
resimden,
Ne
heykelden,
Ne
tiyatrodan.
Ne
kitaptan.
Ne
sinemadan.
Hem de Nasrettin
Hoca’ya,
Karagözle Hacıvatın topraklarında doğmuş büyümüş
olmalarına rağmen.
Hem de,
İsmail Dümbüllü’nün ömrü boyu çadırıyla kasaba kasaba
gezmesine rağmen.
Gelişmek mi istiyorsun
milletçek,
Kalkınmak mı istiyorsun top
yekün,
Önce sanatçıyı başının tacı edeceksin
devletçek.
Önce sanatçıyı sonsuza kadar özgür
kılacaksın.
Önce sanatçının önünde
ceketinin düğmelerini iliklemeyi öğreneceksin ve öğreteceksin yediden
yetmişe herkeslere.
Varını yoğunu sanata adayacaksın önce devlet
olarak.
2. Dünya savaşından yenik çıkmış Almanlar, savaş bitince
ilk önce tiyatro binalarını imar ettiler
yeniden.
Nazi Almanyası
döneminde,
Hitler nazi tiyatrosu haricinde tüm tiyatroları
kapattığından,
Avrupa’nın diğer ülkelerine kaçan, sığınan tüm özgürlükçü
yazarları, tüm oyuncuları, tüm göçebe tiyatrolarını davet ettiler yeniden
ülkelerine.
Neden?
Halk, insanlar özgürlüğün tadını en çok sanatta
çıkarırlar,
En çok sanatla tadına varırlar özgürlüklerin,
yaşamın,
En çok sanatta yaşarlar ve yaşatırlar
farklılıklarını,
En çok sanatla güçlenir coşar yeniden moral bulur
ruhlar,
En çok sanattan
alırlar insanlar gelişmekten ve de duygularının zenginleşip derinleşmesinden
yana ip uçlarını da,
Ondan.
Farklı seslere, farklı düşüncelere, farklı gelişmelere
kapalıdır köylü aklı.
Aynı hayatı yaşarlar ömürleri boyu
köylüler.
Doğanın sürprizlerinden öte, ölüm ve hastalık
hariç,
Hiçbir sürpriz, hiçbir etken yoktur yaşamlarını, alışkanlıklarını,
akıllarını değiştirecek.
Sürekli aynı hayatı
yaşamak,
Korkak kılar insanı farlılıklarla
karşılaşınca.
Farklılıklar
karşısında,
Şaşkınlaşır sürekli aynı hayatı yaşayan insanlar.
Kuşaklar boyu farklılıklarla, farklı olanlarla birlikte
ahenk içinde yaşam antrenmanın
yoksa,
Aklın, akıl gücün, akıl muhakemen eksik
kalır,
Şaşırırsın ve çaresiz kalırsın kendine ait düzenin dışı hallerle
karşılaşınca.
Akıl gücü ve muhakemesi eksik insanların kendilerini
şaşırtan durumlar karşısında refleksle gelen ilk tepkileri ya
sinmektir,
Ya
da,
Pazu gücüne
sarılmaktır.
Ya kapanır evine, ocağına, ya da taşı alır ekler kafana o
yüzden.
Ki,
Bu nevi insanların arasından bir şekilde sıyrılıp
da,
Devletin yönetimine soyunmuş
insanlarında,
Pazu güçlerinin karşılığı
tepkileri,
Yasaklar olarak yansır biz farklılıklarla iç içe
özgürlüklerden yana insanların yaşamlarına.
Akıl edemediği, aklının ermediği, yaşam şablonuna aykırı
ne var ne yoksa yasaklarlar
korkaklar.
Yasaklayınca, yok ettiklerini
zannederler,
Farklılıkları.
Köylü aklı buraya kadar çalışır verirsen eline makam
mührünü.
Heykelleri söker atar
mesela.
Tiyatrolara kendi bildiğince sınırlar çeken denetimler
getirir mesela.
Resimde, heykelde, fotoğrafta çıplaklık varsa günah ve
ayıp sayar mesela.
Somut olan her şeyi kendi
algılayabileceği,
İnançlarına ve yaşam stiline uygun
gördüğü,
Formların içine çekip
hapsederken,
Soyut olan hiçbir şeyden zerre kadar dahi anlamadığından,
soyutun manasını
keşfedemediğinden,
Tamamını yok
sayıp,
Yasaklar ne var ne
yoksa.
İmha
eder.
Soyuttan çıkardığı somut manalar, kendi köylü aklının
erdiği bildiği ve de görgü ve kültürünün izin verdiği kadardır
ancak.
Köy kökenli aile
fertlerinin,
Gerçek anlamda şehirli olabilmesi için beş kuşak
gerekiyor diyor işi
bilenler.
Köy alışkanlıklarından ve köylülükten
kurtulup,
Entelektüel bir şehirli olabilmek için en az beş kuşak
şehirlerde yaşayıp,
Şehir hayatının
temelini teşkil eden farklılıklarla, sürprizlerle bir arada, araya kaynayarak,
kaynaşarak yaşayabilmek
için,
Beş kuşak çalışmalı çabalamalı okumalı seyretmeli
dinlemeli gözlemlemeli eğitim almalı diyor işi bilen
uzmanlar.
Şehirle gelen değerlere sahip çıkabilmek ve de o
değerleri geliştirmek için aşağı yukarı yüz yıldan daha uzun bir süre şehirde
yaşaması gerekiyormuş bir
sülalenin.
Bu
durumda,
Eli sabana değmiş, süt sağmış ilk bilemedin ikinci
kuşaklardan doğma çocukların
önüne,
Koyarsan tiyatroyu, operayı, heykeli, resmi,
Şaşırır, ürker,
korkar,
Alır taşı eline ekler
kafasına,
Sanatın da,
sanatçılarında.
Hele bu
çocuklara,
Bir de devleti, yüz binlerce yıllık kültür ve sanat
birikimi olan bir şehri yönetme görevi
verirsen,
İyice abandone
olurlar.
Hele hele bir
de,
Babasının dedesinin bilmediği, tanımadığı ekonomik ve
statü ve de makam gücüne de
erişmişse,
Kabadayı yapmış olursun tümünü bu
çocukların.
Köylü ya mazlumdur,
Ezilir ulaşamayacağı ve de erişmeyeceği
kavramlar,
Yaşam
standartları,
Bilgi,
Kültür,
Vizyon,
Eksikliği ile şehirlinin
karşısında,
Ya da,
Buldu mu
fırsatını,
Eksikliğinin acısını baskın bir kabadayılıkla çıkarmaya
çalışır şehirlinin karşısında,
Şehirliğe
karşı.
O yüzden
trafikte,
Sokakta,
Restoranda,
Apartmanlarda,
Sitelerde,
Yazlıklarda,
Spor salonlarında, sahalarında,
meclislerde,
Terör estiriyor köy kökenli birinci, bilemedin ikinci
kuşak ailelerden doğma
kabadayılar.
O
yüzden,
Özgürlükler,
Demokratik
dengeler,
Farklılıklar
üstünde,
Baskılar kılıyor
siyasiler.
Ki,
Özgürlükçü, demokrat, farklılıkları kucaklayan anlayışı
savunduklarını iddia ederlerken hem
de.
Bu iddiaya da inananlarsa, yine o köylüleri o makamlara
taşıyan diğer köylüler.
Kendilerine ait tarlaları nasıl ölümüne korurlarsa
köylüler,
Tek varları yokları o tarlaysa o
insanların,
Nasıl ki umursamazlarsa komşu köyün
tarlasını,
Şehre yerleşmiş birinci bilemedin ikinci kuşak köy
kökenli ailelerin siyasete bulaşmış çocukları
da,
Sadece kendi tarlalarını ekip biçiyorlar, kendi
mahsulleriyle haşır neşirler bir
tek.
Diğer tarlalar kuruyor
mu,
Toprağı verimli mi, bereketli
mi,
Umurlarında
değil.
Köylülükle gelen
bağnazlıkları,
Köylülükle gelen antrenman eksikliğiyle kısır kalmış
akılları,
Kör ediyor
onları.
Yan köyün tarlalarını yok
ettikçe,
Yok ederek kazanmak
alışkanlığının,
Nasılda bulaşıcı bir hastalık gibi dönüp dolaşıp bir gün
onlarında tarlalarını yakıp kül edeceğini
göremiyorlar.
Gücünü kontrol edebilmen
için,
Önce gücüne haddini bildirmen gerekir ki, gücünü
tartabilesin.
Güceyse haddini
bir tek,
Sanat bildirir.
Bir tek sanatçılar tartabilirler gücü kendi engin
güçlerinin mütevazi
terazisinde.
Sanatın, sanatçıların sınırsız özgürlüğünü alırsan
ellerinden,
Sonsuz ve özgün gücün sınırsızlığının önüne yığarsan
engelleri,
Sanatı dahi kontrol ettiğini, biçimlendirdiğini
zannedersen,
Sonsuzluğu, sınırsızlığı kendi gücün zannedersin bir
tek.
Bu hatayı iki tür insan ve de yönetim biçimi yapar
ancak.
Biri,
Faşistler,
Diğeriyse,
Korkaklar.
Ki,
İkisinin de
temelinde,
Eksikliklerini yok saymak adına, yok sayıldığının kabul
görmesi adına,
Fazlalıkları, farklılıkları, bilgiyi, görgüyü,
deneyimleri, evrensek aklı yok etmek
kabadayılığı yatar.
Faşistlerde, korkaklarda sınırsız özgürlükleri,
sürprizleri, bilgiyi,
En önemlisi sanatı,
sanatçıyı,
Yok
ettikçe,
Tek ve mutlak hakimi olduklarına inanırlar dünyanın,
memleketin.
Köyleri gibi, köyleri kadar görürler dünyayı,
memleketi.
Sonsuz gücün temsilciliğine
soyunmak,
Sanatın,
Sanatçının,
Gücünü
algılayamamanın,
Köylülüğüdür.
Tarla ile
heykel,
Sapla samanla
resim,
Çiftle çubukla
kitap,
Ahırla
opera,
Gübre ile
tiyatro,
Arasında tam beş kuşaklık uzun bir yol
var.
Yüz yıldan çok daha
uzun.
Önce bu yüz yıldan uzun zamanı aşacaksın
şehirde,
Sonra,
Sanata olan sevgin
ve saygından imtihana gireceksin medeniyetin
önünde,
Alırsan yıldızlı
onu,
Sonra,
Soyunacaksın milletin
efendiliğine.
Yoksa,
Şehirleri köye
dönüştürmeye,
Şehirliyi köylüleştirmeye çalışırsın köylü
aklınla.
Milletin ruhuna can suyu
veren,
Sanatçıyı, sanatı yok
sanır,
Yok sayarsın köylü
aklınla.
Köylü milletin efendisidir
derken,
Dikkat
edin,
Amman demiş. Dediğiyle kalmış amma. Uyarmış milleti
zamanında amma.
Haklılığının,
İspatıysa
ortada.
İspatı artık yaşamımızın her yerinde, her köşesinde, her
adımında.
En
sonuncusuysa,
Şehir
Tiyatrolarında.
Amma,
Kimin
umurunda?
Şehirli mi
kaldı,
İstanbul’da…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder