Patron Hata Yaptı – Bölüm 15
14.03.2012
Herkes gibi olmanın kimliksizlikmodasına kendini kaptıran bu yüzyılın zamane insanoğulları gün gittikçe daha sıkıcı olmaya başladılar.
Ve esas en sıkıcı taraflarıysa, aslında birey olarak kendilerinin çok özel olduklarını zannetmeleri. Çok özel olduklarını zannettikçe ulaşılamaz ve geçinilemez hallere bürünmeleri, ki,
Diğerleriyle aynı olabilmek için saçı başı dağıtmacasına ömür boyu sürecek bir çabalar içinde olmalarına rağmen hem de.
Aynı okullar, aynı diplomalar, aynı işler, aynı sosyal hayatlar, aynı eğlenceler, aynı aşklar, aynı hüsranlar, aynı evlilikler, aynı ebeveynler, aynı harcamalar, aynı diziler, aynı evler, aynı zevkler, aynı mobilyalar, aynı sevmeler, aynı seksler, aynı dertler, aynı hedefler, aynı idealler, aynı politikalar, aynı tatiller, aynı filmler, aynı haberler, aynı sporlar, aynı fallar, aynı kızgınlıklar, aynı borçlar, aynı gazeteler, aynı süslenmeler, aynı giyinmeler, aynı estetikler, aynı sosyal siteler, aynı kitaplar, aynı dinler diye saymaya başla akşam saatinde, sabah olur hala bitemez aynılar listesi.
Renksiz.
Tatsız.
Heyecansız.
Tek düze.
Aynı terbiyelerden geçmeler aslında hepsi. Aksini iddia edip kendi içlerinde o bu dedikleri diğer insanoğullarını beğenmez ve de küçümserlerken hem de.
Özgüvenini yitirdin mi bir kez,
Kendin gibi olmak cesaretini yitirdin mi bir kez,
Hemen kopyalamaya başlarsın diğer insanoğullarını,
Ki,
Yalnız kalma korkunu yenebilesin hemen,
Yalnızlaşmayasın toplum içinde,
Ve de,
Sevsinler senide hem de diye,
Ve de,
Kabul gör diye de herkesler tarafından.
Sürü mantığı.
Ki, sürü halinde yaşayan hayvanların bu yönde tercihlerinin iki nedeni vardır.
Avlanılmamak.
Avlamak.
Yani yaşam mücadelesi.
Yani hayatta ve de ayakta bir günü daha geçirebilme telaşıyla gelişmiş bir iç güdü.
Sürü geniyle doğar hayvanların çoğu.
İnsanoğluysa,
Birey olarak doğar ve başlar yaşamına,
Sonra terbiye edilir,
Hayatın içinde,
Ayakta ve otururken ve de yatarken.
Bir düşünelim,
Kimse neyi nasıl yapman gerektiğini söylemeseydi sana eğer,
Ta ki doğduğun ilk günden beri.
Sen keşfetseydin gözlemleyerek,
Deneyerek,
Kendine, kendi özüne bakarak,
Neyi nasıl ne zaman ne kadar,
Yapacağını yaşamının içinde.
Nasıl beslenmeyi tercih ederdin?
Neleri öğrenmek isterdin?
Neleri sevmek isterdin?
Nelerden uzak dururdun?
Nelere yakın olurdun?
Neleri edinirdin?
Ve hepsini,
Nasıl,
Acaba?
Terbiye edilmeden yani. Saf kendi özün gibi yani.
Toplum kurallarını kim icat etmiş?
İnsanoğlu.
Neye göre?
Kendine göreyse eğer ki cevap,
Büyük yalan.
Kendine göreyse çünkü,
Kimse diğer bir kimse gibi olmadığı için, ancak ortak paydalarda toplaşırsın bir nebze belki.
Ki,
O ortak nebzelerde genelini kapsamazlar yaşamının ve yaşamların.
Bizlerin aldığı ve de bizlerin verdiği terbiyelere baktığınızda,
Ortak paydaların insanoğluna ait yaşamın neredeyse tamamını kapsadığını görmekteyiz.
Diyebilirsiniz ki,
Amma insanoğulları yalnız kaldıklarında kendi öz tercihlerini ön plana çıkarırlar.
Kendi özellerinde, kendi özel mekanlarında, kendi özel anlarında.
Yalan.
Hangi insanoğlunun kapalı kapılar arkasında bile yaşamı özgün ve de özgürce yaşanmakta?
Sevişirken bile, severken bile terbiyeliyiz aslında.
Bitti.
Düşününki en özgün ve en özgür olabileceğiniz en özeliniz bile kodlanmış alt üst sınırlarda.
Sevişmeler bile,
Tarifli,
Tarifeli.
Sevişmenin de özgünü ve de özgürü olur muymuş dersen eğer,
Peki sevmenin özgünü ve de özgürü olur mu sence diye sorarım bende.
Sende sevmenin özgürü ve özgünü mü olur canım,
Dersin muhtemelen.
Olur.
Sevmenin de olur,
Sevişmenin de.
İçinden geldiği gibi sevdin mi hiçbir kimseyi hiç?
İçinde geldiği gibi seviştin mi sen hiçbir kimseyle hiç?
Amma,
İçinden nasıl geliyorsa. Eksiksiz ve fütursuzca.
Düşün bakalım.
Ne der diye,
Ne derler diye düşünmeden.
Sonra ben ne yaparım diye telaşlanmadan.
Yani,
Bedelleri hesap etmeden.
Yani,
Cezaya çarptırılma kuşkusundan uzak.
Mesela, bu sevişme konuları falan terbiyesizce demeden, açık açık ve de gizlenmeden, ama kendin gibi, özgürce falan yani.
Mesela,
Hayatınızda yaptığınız en çılgın şey neydi diye sordum onlarla yıl insanlara. Aşklarınız, sevgileriniz, sevmeleriniz, sevişmeleriniz, sekslerini dahil.
Kimi zaten yapmamış.
Kimi neden bir çılgınlık yapayım ki dedi.
Kimininse çılgınlık diye yaptıklarının aslında herkesin her an her yerde yapabileceklerinden hiçbir farkının olmadığını gördüm.
Çılgınlıklar dediklerini kendilerine kodlanmış yaşamlarıyla sınırlanmış kendi dünyalarındaki çılgınlıklar zannederek yaşamışlar.
Çılgınlıkları bile terbiyeli.
Uslu.
Cici.
Ki,
Yaşadığın gezegene bak bir.
Gezegenin içinde barındığı evrene de.
Var oluş öyküne bak bir.
Hangisine bakarsan bak. Mesela bakterimsi mikroorganizmayken çıktığın yolda bugün geldiğin hallerine bak bir.
Yani,
Tek hücreliymişsin de, sonra üç buçuk milyar yıl içinde evrim geçirip mutasyona uğrayıp adaptasyonları yaşayıp,
Memeli olmuşsun mesela. Hem de sütyenlisinden.
Çok aklı başında, oldu yani. Hiç de çılgınca değil yani.
İstersen inanma bu teze, dön,
Adem’le Havva’ya bak mesela. Yani cennette tek başına yaşarken uyuyakalmış erkeğin kaburga kemiğinden yaratılan ilk kadınla karşılaşan şaşkın ilk erkeğin hikayesine bak bir.
Bu daha da aklı başında oldu. Tam oldu bu sefer yani.
Yetmedi mi?
Yunan mitolojilerindeki tanrıları say önce bakalım. Kesmedi mi?
İnandığın patrona dön bak bir.
Görmediğin duymadığın dokunmadığın amma,
Varlığına çok inandığın bir gücün olduğuna ve de senin kaderinin de onun elinde olduğuna inanıyorsun mesela. Farkında mısın neye inandığını?
Yahu baştan aşağı tam bir delilik tam bir çılgınlık değil mi bunların hepsi?
Hepside duyduğum en çılgınca en özgünce şeyler bunlar.
Hepsinin de senaryosunu yazanda insanoğlu ve senaryolara,
İnananlarda.
Bu denli sürrealist özgün ve çılgın bir ruhla coşarken sen,
Sonra,
Dön,
En aklı başında hallerini takın,
Ve de,
Terbiye etmeye başla kendini ki,
Çılgınlık sınırın bu seviyede kalsın en azından diye.
Neden?
Çünkü hep beraber yaşamın ortak paydalarında birleşmelisin ki,
Herkes birbiriyle uyum içinde yaşasın diye.
Uyum?
Saygıysa eğer bir başkasına,
Senin kimi nasıl sevdiğin ve de kiminle nasıl seviştiğin kimi neden ilgilendirir ki,
Ve de kendi özgün tarzın nedeniyle,
Saygıda nasıl kusur edebilirsin ki ona buna kendi tercihin özgürlüklerinle?
Tarzın varsa tabii ki. Ve de özgürlüğüne inanmışsan tabii ki.
Ve de, de ki var, de ki inanmışsan ve var olan tarzını seviyorsan ve de arkasında durmasını bilebiliyorsan özgürlüklerinin tabii ki.
Tarzın tam olarak sensen ve kendin gibiyse özgürlüklerin tabii ki,
Ayrıca yani.
Sonsuz özgürlük mü olurmuş dersen,
Bende olur derim.
İddia edildiği gibi,
Ben patrondan geliyorsam, patronun yansımasıysam, patron benle ete cana bürünmüşse,
Ve de patron sonsuz özgürse,
Bende sonsuz özgürüm o zaman demektir derim.
Yok öyle, sen patron olarak evrende sonsuz özgürlüklerin içinde çılgınca projeler geliştirirken,
Bizlerbu küçücük gezegende sana ait ve senin yarattığın kölelerin olarak, yani bizleri kullanarak koyduğun sınırlar içinde,
Kıvrana kıvrana tamamlayalım ömrümüzü,
Farklıyız diye senden.
Hani adaletti?
Hani adalet senin dinlerinin temelini oluşturan kavramlar listesinin başında yazan ilk kelimeydi ilk sıradan…
Nerede peki paylaşım hani ikinci sıradan yine aynı listeden...
Adaletse eğer, bende senin kadar özgür olabilmeliyim.
Ve de çılgın yine senin gibi.
Ve de paylaşabilmeliyim tüm çılgınlarımı her bir diğer insanoğluyla canım isterse eğer. Senin bizlerle canın ne zaman isterse paylaştığın gibi.
Ha,
Diyorsan eğer ki,
Ben patronum ben yaparım sen yapamazsın diye,
Bende derim ki sana,
Karanlığı sen yarattın, amma elektriği ben şekerim. Bak sen kararttıkça biz aydınlatıyoruz.
Sevgiyi sen yarattın, amma sevgiyi yok eden eriten hatta kine dönüştüren parayı keşfeden benim şekerim. Sev sevin diyorsun, ben sevgiyi öldürüyorum iki kuruş için bile sana danışmadan hem de.
Sen bana kanat takmadın amma uzay aracını icat edip senin oralarda fink atıyorum şekerim ben. Kalmaz birkaç yüz yıla, galaksinde turlayacağız yakında cayır cayır hem de.
Derim sana,
Ve de demek isterim ki,
Sana sormuyorum artık canımın istediği çılgınlıkları yapmak için şekerim ben.
E o zaman,
Kim engel oluyor bana, benim çılgınlıklarıma?
Yine insanoğlu demek.
Neden?
Sürünün içinde kendine bulduğu güvenin bir yerinden çatlamasına tahammülü yok da ondan.
Aynılarla yükselttikçe yükselen duvarlarınarkasındaki kalelerin içinde saklanmanın tembelliğinden, korkaklığından.
Ve belki de,
İçinde bastırılan, bastırdığı kendi gerçek özünün dediklerini yapamamanın ruhuna saldığı,
Kıskançlıklardan.
Hasetten.
Sen çılgınca bir planla yar denizleri,
Sen kendi yarattığın doğanın, kendin koyduğun kurallarını hiçe sayarak yap çocuğu bakireden,
Sen kırk gün bir mağarada bir insanın aç susuz yaşamasını kurgula özgürce istediğin gibi,
Sonra beni hiçe sayarak,
Emret ki,
Ben senin koyduğun sınırların içine hapsolmuş,
Uslu,
Cici,
Çocuk olayım.
Terbiyeli çocuk olayım.
Yetmedi,
Kendine köle ettiğin insanoğullarını da,
Tepeme jandarma diye yerleştir ki,
Ola ki çılgınlığım tutarsa,
Vursunlar tepeme ki, kesilsin nefesim.
Hadi onlar ıskaladı, kaçırdılar gözlerinden beni,
Ver sen bana cehennem korkusu ve de cennet vaadi gazını alttan ki,
Eritmeye çalış benim ben gibi yaşamak adına tüm heveslerimi, isteklerimi,
Ve de kıvrandır dur beni şu kısacık yaşamımda.
Hem de sen sonsuza kadar da yaşarken, hem de...
E be patron,
Hani sorarsan eğer,
Hata yaptın derim sana.
Aklı insanoğluna vermeden evvel düşünecektin, yani birkaç milyar yıl evvel düşünecektin bir gün bu akıllarla da karşılaşacağın ihtimalini ve de,
Sorgulanacağını.
Hadi yoksun diyelim,
İnsanoğlu icadısın diyelim,
Unutalım cenneti cehennemi,
O zaman benimle eşit şartlarda evrim geçirmiş, mutasyona uğramış, adapte olmuş,
Benimle eşit şartlarda gezegeni paylaşan, paylaşmak zorunda olan,
Hangi insanoğlu karar verecekmiş,
Neyi ne zaman nasıl yapmam gerektiğine?
Neyin özgürce özgünce ve çılgınca olduğuna da,
Ve de terbiye edecekmiş beni ki,
Onlardan biri gibi olayımda, onlar gibi yaşayayım,
Aynı olayım,
Aynılara özenip,
Aynı yaşayayım ki, başlarına dert olup, eski köye yeni adet getirmeyeyim diye hem de.
Ve bu ne büyük,
Ve de ne haddini bilmez bir,
Edepsizliktir,
Ve de,
Terbiyesizliktir,
Hem de,
Saygısızca.
Terbiyesiz ve edepsiz yani haddini bilmez terbiye düşkünü insanoğullarının sayıları,
Kendine, kendi özüne ve özgürlüğüne saygısı olan insanoğullarından çok çok daha fazla demek ki.
Çünkü, aynıların sayısı milyarlarca.
Ayrıların sayıları milyon var mıdır acaba?
Peki,
Bu çoğunluğu temsil eden ve sayıları milyarları geçen ve gezegenin her yerini sarmış terbiye düşkünü terbiyesizler nasıl yaşıyorlar peki?
Fala devam.
Patron Hata Yaptı – Bölüm 14
12.03.2012
Gezegeni baştan yarattılar çılgınca özgür tasarımlarının sonuçları olan ilklerle;
Mezopotamya’da yaşayan Sümerler yazı ve astrolojiyle,
Anadolu ve Ege’nin Yunanlısı tanrılarıyla, Lidyalısı da ilk paralarıyla,
Demeğe kalmadı Doğu Akdeniz ahalisindenpatronun ilk elçileri deilk tek tanrılı dinleriyle,
Çivisini çıkarıverdiler gezegenin birkaç bin yıl içinde.
Ve,
O güne kadar var olan tüm kavramları da altüst ettiler.
Ne enteresandır ki,
Maya medeniyeti hariç,
Ne var ne yoksa ilkler adına,
Hepsi,
Koskoca gezegenin,
Avuç içi kadar bir alanı içine toplanmış binlerle yıllık bir dönemde.
Her ne kadar Çinliler bizde varız demişlerse de,
Yine de,
İnsanlığın gezegende milyonlarca yıldırvar olan düzeni çomakladığı topraklar, Anadolu ve Ege ve Mezopotamya ve Doğu Akdeniz.
Amazon hanımefendiler bile,
Anadolu’da teşrif etmişler insanoğlunun rengarenk yaşam öyküsüne.
Ki,
Aslında,
İnsanlığa doğru var oluşun kaynağı Afrika olmasına rağmen hem de.
Neden?
Bilinmez.
Bu işin içinde kesin uzaylılar var.
Yok diyeni patron çarpar.
Vahimi geldi aynı bölgede yaşayan insanlara birkaç bin yıl içinde de,
Ve de,
En radikal kararlar,
Amma maneviyatla,
Amma maddiyatla ilgili,
Hepsinin kaynağı aynı bölgedeki bir avuç toprak parçasında verilmiş ve de uygulanmış.
Ki,
Ne enteresandır,
Nemasını yiyememiştir bu toprakların insanları verdikleri bu denli majör kararların ve keşiflerinin.
Nemaları,
Avrupa ahalisi toplamış,
Ve de yemiştir sonrasında.
Demek ki,
Keşfetmek,
Akıl etmek pek de bir işine yaramıyor akıl eden ve keşfeden insanoğlunun kendisini bu gezegende.
Keşfedileni, akıl edileni doğru zamanda,
Doğru kullandığınız takdirde,
Alıyorsunuz değerlerin getirisini ancak.
Aşk da öyle.
Sevgide.
Aşık olmak başka bir şey,
Aşkınla yaşamını mutlu kılabilmek başka özgürce.
Sevmek başka bir şey,
Sevginle hayatını şenlendirebilmek başka özgürce.
Patrona inanmak başka bir şey,
Patrona olan inancından aldığın güçle her türlü canlıyla her daim her yerde barış içinde yaşamayı becerebilmek başka özgürce.
Şu sorularakıllarınıçok karıştırıyor bir kısım insanoğullarının.
Neden kötüler her zaman kazanırlarken?
Neden iyiler kaybederler?
Kazançtan mana,
Konforlu yaşam.
Konfordan mana,
Gezegende var olanın en iyilerine,
En mükemmellerine sahip olarak yaşamını daha da zenginleştirmek ve çeşitlendirmek.
Yani kısaca,
Yediğin önünde,
Yemediğin arkadan yaşamak.
Kimsenin hakkını yemeden,
Herkesin hakkını fazlasıyla vererek,
Paylaşarak,
Sevecen,
Dost,
Sıcak ve yumuşak,
İnsanoğulları,
Neden azla yaşarken ve de yetinmeye mahkum edilirlerken,
Herkesin hakkını çalan,
Paylaşmayan,
Sevgiden nasibini alamamış,
Sert ve soğuk ve acımasız,
İnsanoğulları gezegenin konfor adına tadını çıkararak yaşamaktalar?
İyinin ve kötünün bitmez tükenmez savaşı bu.
İyinin ve de kötünün tarifi ne?
Cennet ve cehennemse eğer tarifin referansları,
Cennet ve cehennem,
Nerede?
Bu gezegende sana cehennem hayatı yaşatıyorlarsa,
Ve de sen her şeye rağmen şükrederek geçiriyorsan en sıkıntılı hallerini,
Öldükten sonra,
Varsayalım var olan,
Cennette yerin ayrılmış mıdır kesin?
Ve de ayrılan yerde mutlak mutluluğuyaşayacak mısın gerçekten?
Ve de kötüler ve acımasızlarda,
Cehenneme gidip,
Gerçekten acılar içinde yanıp tutuşacaklar mıdır sonsuza kadar?
İnsanoğlunu sevecen, paylaşımcı, dost, hak yemeyen bir hale getirmek için,
Tehdit mi etmek gerekir illaki,
Veya bir ödül mü koymak lazım sona ki,
İstenilen ve beklenen iyi insanoğlu olma kıvamını koruyabilsin ve bir sonraki kuşaklara da bu kıvamı aşılayarak devam ettirsin yaşamını diye.
Hiç ödülsüz,
Ve de hiç cezasız yaşamayı,
Ve yaşatmayı becerememek ne büyük bir acz aslında.
İllaki bir ödül.
Bu gezegende olmadı ölünce öbür tarafta.
İllaki bir ceza.
Bu gezegende olmadı ölünce öbür tarafta.
Ki,
Öbür tarafta ne olup bittiği de meçhul.
Eldeki tek referans,
Patronun elçileri olduğu kabul görülmek zorunda kalınmış,
İnsanoğullarının anlattıkları,
Patrona vekaleten.
Amma aslında,
İnsanoğluna verince ödülün müjdesini,
Salınca içine cezanın korkularını,
Takıyorsun görünmeyen yuları boynuna.
Yularıda taktın mı bir kez,
İşin kolay.
O yulara neleri programladıysan, o tarafa çekersin hem de hiç zorlanmadan.
Ödülün müjdesi parada olabilir.
Cezanın korkusuna neden parasızlıkta.
Ödülün müjdesi aşk da olabilir.
Cezanın korkusuna neden özlemle, yürek acısı da.
Ödülün müjdesi statüyle gelen güç de olabilir.
Cezanın korkusuna neden sıradanlık da.
Ödül ve ceza yani korku ile yaşamaya başladın mı bir kez,
Artık özgür değilsin demektir.
Özgürlüğünü yaşayamadığın,
Ödüllerin bilindiği,
Korkuların tarif edildiği,
Sınırları çizilmiş ister dar, ister geniş bir alana yayılan,
Hayatlar ne denli kişinin gerçek özünü temsil etmektedirler,
Ve ne denli kendi gibidirler acaba?
Maksat,
Bu gezegende doğup, ödüller ve cezalar ve de korkular arasında zigzaglar çizerek sürdürmek ve de tamamlamak mıdır hayatı?
Maksat buysa,
Kimin menfaatinedir bu sistemin getirisi?
Özgürlükleri sınırlanmışların,
Sınırlı özgürlükler içinde konforlara erişmeleriyse menfaat,
Bilinene ve de yaşanmışa özenerek geçen bir ömür ne derece kıymetlidir o ömrüm sahibi adına?
De ki,
Özleneni yakalamış ve yaşamış olsa bile.
Milyonlarca, belki milyarlarca insanı taklit etmek nasıl bir tatmin duygusudur insanoğlu için?
Ve de,
Doyurucu mudur ve değer mi acaba yaşama hayran olunası bir mana katmak adına?
Sümerler ilk kez yazıyı keşfettiklerinde neler hissetiler?
Yunanlar tanrıları anons edip inanmaya ve tapmaya başladıklarında sevindiler mi?
Lidyalılar ilk parayla ilk alışverişlerini yaptıklarında nasıl bir heyecan duydular?
Doğu Akdeniz’in insanoğulları patronun elçilerini dinledikçe nasıl bir coşku hissetiler?
Bilmiyoruz.
Cennet ve cehennemin olup olmadığı nasıl tahminler üstüne yazılan senaryolardan oluşuyorsa,
Ve de ödüllerin ve de cezaların neler olacağı,
Bundan binlerle yıl evvel olup bitenlerin insanoğlunun ruhuna nasıl yansıdığını da,
Ancak tahminler üstüne yazılmış senaryolarla anlatmak mümkündür,
Ve de,
Kesinlikle,
Kesin değildir senaryolarda yazılanlar.
Kesin olan,
İnsanoğullarının bir arada yaşamlarının temeline,
Terbiye edilmesi gerektiği,
Mecburiyetinin getirilmiş olduğudur.
Önce davranışları,
Sonrada öğretilen davranışlara isyan etmemesi için,
Ruhun bastırılması,
Sesini soluğunu çıkaramaz hale gelmesi,
Şartı vardır gezegende var olan bir arada yaşamın temelinde.
O yüzdendir,
Ki,
Zamanında,
Parayı, tanrıları, yazıyı ve de patronun dinlerini,
Keşfetmiş toprakların insanları,
Yaratıcılık genlerini,
Binlerle yıl içinde yitirmişlerdir önce davranışlarını, sonrada,
Özgür ve özgün ve çılgın ruhlarını yani kendi özlerini terbiye ede ede.
Ve de aslında çılgınlığın adresiyken binlerce yıl evvel,
Keşfetmenin zafer mutluluğuna kaptırıp kendilerini,
Keşfedileni uygulama ve kullanma sürecinde,
Kısır kalmışlardır ve de kendi keşiflerinin kölesi olup,
Keşfetmelerini sağlayan özgür ve de özgün ruhlarıyla da vedalaşmışlardır geçen bin, yüz yıllar içinde.
Esas olanın,
Aşık olma duygusunun değil,
Aşkınla mutlu yaşamak olduğunu ıskaladığı gibi insanoğlunun.
Ve de,
Terbiye edildikçe özlenilen konfora ulaşmanın ve de yakınlaşmanın özgürlük değil,
Donanımlı kölelik olduğu,
Gerçeğini,
Bastırılmış ruhlarıile çakamaması gibi insanoğlunun.
Patronun istediği çok belliydi.
Standart insanoğulları, isyan etmeyen, etmeyi düşünmeyen, ettiği takdirde ceza ile korkutulan, etmediği takdirde ödül ile mükafatlandırılan.
İstediği de oldu.
Milyarlarca standart bir birinin aynı insanoğlu yarattı birkaç kitapla.
Amacı neydi acaba?
Ki,
Sürekli olarak genleşip,
Her an sürprizle dolu evrenin,
Yaşamını sürdürmesine neden,
Özgürlük,
Kuralına aykırı olarak hem de.
Ya evren patrona ait değil,
Ya da patron evrene.
Ya insanoğlunu patron yaratmadı. Bizler bir hatayız.
Ya da patron hata yaptı.
Özgürlüklerle donatılmış ve donatıldıkça renklenip zenginleşen bir sistemin ortakları, insanoğulları dahi olsalar,
Köleliği benimseyemezler.
Ve de yularından kurtuldukça özgürleşen ruhlarsa,
Cenneti ve de cehennemi reddedip,
Terbiyeyi,
Ödül ve ceza ile değil,
Var olanın içinde varlıkları ile mutlu olmanın yollarında ararlar,
Özenmeden.
Özendikçe,
Battığını çok iyi çakan özgür ruhlarıyla hem de.
Ki,
Evren özenmeden gelişir, kendi bildiği gibi özgünce, kopya çekmeden komşusundan ve de,
Özgürce.
Yani terbiyeden uzak,
Yani terbiye edilemez haliyle,
Yani,
Terbiyesizce.
İnsanoğlunun ne kadar bastırırsan bastır,
İçinde taşıdığı ve dışarı vurmasın diye korkutulduğu ve bastırılmış ruhunun özündeki,
Gerçek hali gibi yani.
Özgürce ve,
Terbiyesizce.
Terbiyesizce özgür olmak iyi midir?
Falan devam.
Patron Hata Yaptı – Bölüm 13
10.03.2012
E tabii ki sarkar memelerin. Hatta yetmez kalçaların da düşer yerlere. Sen üç milyar yıl evvel bakterimsi mikroorganizma olarak başlayan yaşamını, yok evrim yok mutasyon yok adaptasyondiye diye, yüz elli milyon yıl önce memelilerin atası sivrimsifareye dönüştürür, sonra yetmiş beş milyon evvel ağaçsivrifaresi olursan, yok o olacağım, yok bu olacağım diye kaşınmaya devam edip, hadi memelide olayım, hatta maymunumsu da, yetmedi beş milyon yıl evvel insanımsıda olsak bari deyip, devamında aman olan oldu battı balık yan gider bari hem tam bir insan olayım, hem de dikileyim iki ayağımın üstüne de dersen üç milyon yıl evvelde, başına gelecek budur.
O memelerle kalçalar sen ayakta durunca havalarda kalsınlar, seninde kırıta kırıta yürürken havan olsundiye oluşmadılar ki milyarlarla ve de milyonlar yıl içinde.
Neyin şikayetidir ki bu?
İkide bir değişime uğramanın ne alemi var yani.
Ne var yani yaşayıp gitsen sivrimsifare olarak ve haddini bilip dursan hiç olmadı o seviyede, tepene taş mı yağardı?
Sonra neden sarktı memeler, sonra kalçam düştü yerlere diye geril dur son birkaç yüz yıl içinde.
E hak ettin ama yani.
Şimdilere gelincede, yakın dur ikide bir patrona, bas gazına modern tıbbın ki estetik hallerin yandan gitmesin diye ömrün boyunca.
Hikayenin aslı şu, anlatayım.
Patron milyarlarca yıl evvel bugün olduğugibi yoğun değildi. Bütün gün iş arıyordu kendine oyalanacak.
Becermiş zamanında büyük patlamayı, bekliyor taşlar biraz yerine otursun diye.
Derken bir gün gözü bizim gezegene takılıyor.
Bakıyor ki güneş fena halde ısıtmaya başlamış, atmosfer şartları falan derken sular sellerde basıyor ortalığı, hadi bir bakterimsi mikroorganizma yaratayım, bakalım ne olacak milyarlarca yıl içinde diyor.
Diyor ve yaratıyor bakterimsi mikroorganizmayı, salıyor gezegenin bir yerlerine.
Sonrasında unutup gidiyor işler yoğunlaştıkça evrende.
Koskoca patron bu.
Onunda sorumlulukları var bağlı olduğu esas büyük evrenin patronuna karşı. Evren dediğin ha bire genleşen bir yapı. Genleştikçe dertleri de artıyor haliylen.
Kolay mı milyonlarca galaksi, milyarlarca gezegen başında. Bir de onunda başında daha büyük bir patron. O da sabah akşam yok o rapor yok bu fizibilite derken, patron dahi olsan, akıl mı kalır patronda.
Sonra bir gün,
-Patron müsait misin?
-Evet şekerim, söyle.
-Patron yaa, şu dünya denilen gezegen var ya,
-???
-Hani dört beş milyar yıl evvel gaz topuydu da, sonra soğuyup katılaşınca sen bir gün içine bir bakterimsi mikroorganizma mı neyse o hani yaratıp koymuştun…
-Yapmışımdır, hatırlamıyorum, e ee…
-Patron senin o bakterimsi mikroorganizma acayip bir hale geldi son üç milyar yıl içinde. Önce bu mikroorganizma değişime uğramaya başladı, derken o oldu, bu oldu, şişirmeyeyim başını, sonra hayvan oldu, hayvan mayvan falan derken insan diye yeni bir canlı türü çıktı ortaya. Hatta aklıda var şimdilerde. Hatta erkek ve dişi diye de iki cinse ayrıldı zamanında.
-Şaka? Yapma yaa..e ee…anlatsana merak ettim şimdi bak. Ne enteresan, film gibi yaa…
-Valla öyle. Bu insan denilen canlı türü dört ayağı üstünde oradan oraya gidip gelirkenbir zaman sonra arka ayaklarının üstüne de dikildi.
-Ne demek pek anlamıyorum, iki cinse ayrılmak, arka ayaklarının üstüne dikilmek, ama gerçekten enteresan geliyor dinlemesi.Devam et bakiim, sonra…
-Bunların memeleri var patron.
-???
-Meme, meme. Hani dedim ya erkek dişi diye iki cinse ayrıldılar, bunlar bedenlerini birbirlerine yaslayıp, sonrada iç içe geçiyorlar, artık ne oluyorsa oluyor orasını bende anlamadım, dişisi hamile kalıyor deniyor, sonrada yeni küçük bir insan çıkıyor bacaklarının arasından dişinin bir zaman sonra. O küçük insanda o memeden beslenip büyüyor.
-Bana bak, senin kafan iyi galiba bugün?
-Valla yaa patron dur dalga geçme, aklın şaşar görsen. Ama sende hiç dönüp bir kez bile bakmadın ki kaç milyar yıldır ne oluyor oralarda diye, kusura bakma ama…
-Oldu. Sanki vakit vardı da ben bakmadım. Sen hiç Samanyolu yarattın mı hayatında canım? Hayır. Milyarlarca gezegenle uğraşıyorum ben, milyarlarca. Ne bileyim ben orada, adı her neyse o gezegende ne olup bittiğini. Hayal meyal hatırlıyorum bir seferinde bir bakterimsi mikroorganizma yarattığımı o kadar. Ki, onu da başka bir yere koyacaktım, güneşler mi patladı bir şeyler oldu tam o sırada, bende bir yere bırakmıştım bir gezegene hatırlıyorum, sonra gelip alırım diye, unuttum gitti o kargaşada.
-Neyse sonuç itibariyle senin o bakterimsi mikroorganizma öyle oldu böyle evrim geçirdi, mutasyona uğradı falankendi kendine, sonunda iki cinsi olan memeli canlılara dönüştüler zamanla. Biride insan oldu bu canlıların.
-E güzel olmuş, aferim bana. Neye benzediler? Güzeller mi bari?
-Bir cinsi ehh sayılır, diğeri çok hoş oldu patron ama yaa... Görsen sende çok beğenirsin. Hele Victoria’s Secret’ın bir Angel ları var ki, tavsiye ederim görmelisin mutlaka. Dersin ki bu nasıl bir evrimdir, bu nasıl bir mutasyondur. Bir şu zamanında yarattığım bakterimsi mikroorganizmaya bak bir de bugün bu Angel lara.
-Kim o be? Bende başka kimse Angel falan yaratamaz kardeşim. Neler oluyor yahu o gezegende.
-Patron kızma ama, senin Angel ları takan yok pek artık, amma bu Victoria’s Secret’ın Angel larının peşinde şimdi gezegenin bütün erkek cinsi ahalisi. Hani dedim ya memeli oldular, bu memelilerden biride insan oldu, insanında dişisi erkeği oldu diye. İşte dişisinin memeleri oldu gerçekten, hani yavrularını beslesinler diye. O memeli dişileremelek diyorlar bunlar. Ama meme durumuna göre bu meleklik rütbeleri değişiyor.
-Yahu sen neler diyorsun böyle. Delirtmeyin beni. Ne rütbesi, ne memesi, Vicoria’s kim be? Ne meleği? Ya bir dakika arkamı dönemeyecek miyim yahu ben bu evrende. Bakterimsi mikroorganizmanın memesi mi olurmuş kardeşim.
-Patron oldu valla. Hani yani güzelde oldu. Ellerine sağlık diyorum, başka bir şey de demiyorum hani. İnsanın erkek cinsi de pek bi memnun bu gidişattan. Diyorlar ki, patron her gezegene senin gibi bir patron nasip eylesin…
-O benim be, gezegenlerde benim zaten.
-Yani lafın gelişi. Pek bir güzel olmuşgerçekten. Ben gidip baktım geçenlerde. Değmiş yani üç milyar yıl beklemeye. Melek bunlar patron, meleeek…
-Gidip görelim bari müsait bir anımızda bende merak ettim şimdi bak. Madem pek bi güzel olmuşlar diyorsun. Ne dersin? Bir hafta sonu kaçsak mı o gezegene? İnceleriz. Nov hav olur elimizde ileriye yönelik hem de. Hatta söyle o neydi adı Victoria’ya, birkaç tanede yanımıza versin meleklerinden dönüşte, yolluk olur.
-Emrin olur patron. Bende senin gibi düşünüyordum açıkçası. Yalnız patron bir sorunları var bu meleklerin ve bu konuda acaba diyorum, hani bir mucize daha yaratsan? Hem havamız olur gezegene vardığımızda.
-Neymiş o?
-Bu meleklerin yaşları ilerleyince memeleri sarkıyor.
-So vat?
- ?
-Yani, ne olmuş anlamında.
-Haa, tamam. Bu insan canlısı memeye kalçaya taktı kafayı patron son birkaç yüz yıldır. İllaki havada duracak, düşmeyecek, sarkmayacaklar.
-Sarkınca ne oluyor ki?
-Emekli melek.
-O ne be? Öyle bir kadromuz yok bizim.
-Bizde yok amma, onlarda var patron. Bu yüzden bu dişi insanlar memelerini kestirip biçtiriphavaya kaldırıyorlar. Hatta memelerinin kalçalarının içlerine sentetik bir maddelerbile yerleştiriyorlar. Sen şunları ömür boyu havada duracak şekilde şey ettirsen diyorum…
-Yok artık saçmaladın kardeşim. Bu talepleri bizim kurallara aykırı değil mi? Biz bir canlı grubunun genetik yapısının zaman içinde mutasyonlar aracılığıyla değişmesi sistemini benimsemedik mi milyarlarca yıl evvel evreni kurarken? Buna evrimde demedik mi? Hatta birden fazla canlının birbirlerini etkileyipevrimleri içinde farklı değişimler göstererek, yaşadıkları ortama daha uygun hale gelmesi tezini de desteklemedik mi?
-Evet. Evet de patron bunlar zaten müdahale ediyorlar evrimlerine. Birbirlerini etkiliyor ama, bak bu doğru, o kurala uydular. O yüzden dişilerbirbirlerinden etkilenip memelerinin şeklini şemalini değiştiriyorlar şimdilerdebu yüzden. Yaşadıkları ortama daha uygun olmak adına bir anlamda. Bak o kurala da uymuşlar.
-Canım kardeşim söyle onlara, hiç gerek yok bu kesip biçmelere. Zaten on yirmi, bilemedin birkaç yüz bin yıl sonra bunlarda meme falan kalmayacak. Değişime baksana, nereden nereye gelmişler şimdiden.
-Öyle de patron, gel sen bunu birde gezegende yaşayan dişiler anlat.
-Olur. Hafta sonu anlatırım gittiğimizde. Bakarsın uzun kalırız, uzun uzun anlatırız. Melek işi benim işim, ciddiye almak lazım her bir meleği tek tek.
Baş melekVictoria’s Secret kataloğunu sehpaya bırakıp çıkarken, patron yan gözle kapağını süzüyordu kataloğun.
-Sanki ben bilmiyordum başından itibaren memeli yaratmayı. Memeleri de havaya kaldırmayı. Hey patron, eski bakterimsi mikroorganizmaya yeni adetler çıkarıyor bu insanoğulları.
Derken,
Kataloğun sayfalarını başlamıştı karıştırmaya çoktan.
Şimdi,
Birde bunun hazırı var.
Ne evrim, ne mutasyon, ne adaptasyon gerekmeden bugünlere ulaşan,
Adem ile,
Havva kardeşlerimiz yani.
Direk memeli yani.
Onlarında işi zormuş düşününce.
Üre dur yüz milyonlarca yıldır aynı aynı, neymiş çoğalacaksın. İlk kuşakta kardeş mardeş idare edeceksin artık bu arada.
Karıştırmayacaksın fazla etik metik.
Mecbursun, bir canlı türünün üreme sorumluluğunu almışsın üstüne.
Sonrası daha kolay,
Kuzen muzen.
Zaten üç beş kuşak sonrasında da rahatsın. Kim kimin nesi meçhul.
Gerisi sabır.
Biri sabretmiş milyarlarca yıl içinde,
Bakterimsi mikroorganizmadan çıkmış yola, gelmiş insanoğluna,
Diğeri,
Yine sabretmiş aynı anne babadan üreye üreye gelmiş bu günlere.
İster bakterimsi mikroorganizmaya inan,
İster Adem ile Havva’ya.
Amaç neydi acaba? Neden evrene katıldık?
Adem ile Havva’ya inanıyorsan amacın belli.
İnsanoğlu yaratayım demişsin en baştan. Yaratmışsın,
Ve de ilk yarattığın formu hep korumuşsun,
Ve de bu formun önümüzde ki tüm zamanlar içinde değişimi de yok programında. Neyse o milyarlarca yıldır süregelen form, milyarlarca yıl boyunca da aynen ilk yarattığın haliyle kalsın istiyorsun.
Peki.
İyi de neden?
Amacın ne?
Eğer ki yaratansan, neyi yaratırsan yarat,
Mutlaka bir amacın olmalı. Ve de vardır mutlaka bir amaç.
Ve de o amacının da,
Bir nedeni olmalı.
Bakterimsi mikroorganizmanın evrimi teorisine inanıyorsan,
O zaman zaten sorgulamanın bir anlamı yok ne o günü ne de geleceği.
Zaten kalıcı değilsin,
Beş on milyon yıl sonra kim bilir neye benzeyeceksin.
Senin için yüz elli milyon yıl evvelkisivrimsifare hallerin bugün sana ne ifade ediyorsa,
O zamanlarda nasıl bir canlısıysan artık, bugünün insanoğlu hallerinde o gün sana aynı şeyi ifade edecek.
Yani,
Hiçbir şey ifade etmeyecek.
Yani,
Bir gün varacağın her bir yeni nokta için,
Bir evvelin,
Hiçlik aslında.
Ki, diğer yönde,
Adem ile Havva,
Patronla özdeşleşerek,
Hiçliği değil,
Varlığı temsil ediyorlar dolu dolu hem de.
Hiçlikle,
Varlık,
İkilemde bırakıyor insanoğlunun zihnini.
Veya,
Bilinmeyen amaca yönelik bilinmeyen nedenle,
Evrim arasında kalıyor insanoğlu.
İbadethaneler yani dinler, varlığı savunuyorlar kutsal kitaplarda,
Havva ve Adem’i anlatırken.
Yani,
Dinler, meme hep vardı ve hep var olacak diyerek, mutlak varlığı savunuyorlar.
Varlıktan geldik, varlığa gidiyoruz diyorlar.
Bilim insanlarıysa,
Bakterimsi mikroorganizmadan geldiğimizi iddia ederken bilimi kullanıp,
Hiçliği temsil ediyorlar bir anlamda.
Bilim, memeli halimizevrimdeki duraklarımızdan biridir diyerek, hiçlikten geldik, hiçliğe gidiyoruz diyor.
Ve de,
Ne gariptir ki,
Hiçliği temsil eden bilim insanları ve de onlara inanlarda,
İbadethanelere gidip,
Varlığa ediyorlar dualarını.
Hiçlik,
Varlıktan alıyor manevi gücünü,
Diğer yönde bilim yoluyla,yani aklıylavarlık kavramınıyok sayarken.
İşte insanoğlu.
Tam bir yumak.
Ki,
Birileride bilimden ve de dinlerden çok daha ötelerde başka çabalar içindeler ve,
Çözülsün istiyorlar, çözmek istiyorlar bu yumağı.
Ve de çözülmeden bu yumak,
Mutlak mutluluk yoktur diyorlar.
Ve de sadece geriye doğru ulaşabildiğin en fazla beş altı bin yıl evvelin kayıtları kadar biliyorsan yazılı insanoğlu tarihini.
Hepsi kesinlikle doğru,
Hepsi kesinlikle yanlış.
Peki neye doğru demek lazım?
Neye de yanlış?
Fala devam.
Patron Hata Yaptı – Bölüm 12
07.03.2012
Patron hiç olmayaydı veya patron olaydı da biz gariban insanoğullarına el atmayaydı,gezegenin daha dayaşanılası bir yer olacağı ihtimali yüksek olabilirdi.
Çünkü o zaman, insanoğlunun bir diğer insanoğlundan daha üstün olmak adına verdiği çabanın içindeşu an sistemin en güçlü öğesi olan ve hepsinin tek patronlu olmasına rağmen insanoğlunu üç ayrı kampa bölen, ayıran dinler kavramı bu denli güçlü yer alamayacaktı.
Yerel ve yöresel dinler hiçbir zaman bu denli büyük taraftar toplayamayacağı için,
Dinler arası düşmanlıklarbu denli güçlenip, birbirlerine karşı bu denli kinlenemeyecekti insanoğulları.
Dur ve düşün.
Doğru bir iş yapmak için çabalıyorsun,
Evrenin tek hakimisin, hatta yaratansın,
Milyarlarca yıl geçmişi olan gezegende,
Milyonlarca yıl geçmişi olan insanoğluna, milyonlarca yıl bekleyip sonrada,
Bin sekiz yüz yıl içinde üç kitap yolluyorsun peşpeşe.
Neden?
Düşünüyorsun ki çivisi çıkmış yaşamın gezegende o yıllarda,
Gezegen derken,
Arap yarımadasının sadece bir bölgesinde ve hadi diyelimAfrika’nın da kuzey doğusunda.
Yani nedense düşünüyorsun ve gözlemliyorsun ki, koskocaman gezegenin sadece küçük bir noktasında çıkıyor bu çivi yerinden nedense,
Mayalar, Kızılderililer, Hintliler, Afrikalılar, Çinliler, Aborijinler…
Ve diğer tüm bölgelerdeki insanoğulları gerçekten mutlu mesut yaşarken hem de.
Sadece Arap yarımadasında birkaç yüz bin, bilemedin birkaç milyon kişi arasında tüm dertler, tüm problemler.
Amma,
Sen genelin gidişatına bakmayacaksın,
Sadece o genelin içinde yer almış bir avuç insanoğlunu hedefleyeceksin çivilerini yerine oturtmak adına,
Hem de o güne kadar,
Yani birkaç milyon yıldır umurun bile değilken,
Sonra,
Bin sekiz yüz yıl içinde üç elçi ve üç kitap.
Neden?
Orada ki bir avuç insanoğlunu yenidendüzene sokmak adına mı?
Neden?
Patron hata yapmadı.
İnsanoğlu yaptı hatayı.
Çünkü,
Patron kavramını yarattı insanoğlu.
Yok öyle patron falan. Kim görmüş, kim dinlemiş, üç beş adet gördüğünü ve de dinlediğini iddia eden insanoğlu haricinde. Onlarda, patronla değil, elçileriyle muhatap olmuşlar sadece.
Her bir canlının kendi öz yaşamı ve o günü ve geleceği adına,
Kader var o kesin.
Tesadüfler var o da kesin.
Ve de o kaderlerin ve tesadüflerin doğru veya eğri kullanılması akılları hayatının devamını etkiliyor insanoğlunun o da kesin.
Ha, insanoğullarının ve tüm canlıların ruhları var diyebilirsin, o olabilir belki.
O ruhların da içinde organize olarak hareket ettikleri bir sistem de olabilir diyebilirsin belki.
Ancak bu organizasyonun sorumluluğunu üstlenen bir patron yok ki ortalıkta,
Bir de sanki varmış gibi hata yapmış olsun diyebilelim.
Bu iş üç beş insanoğlunun icadı olabilir bir başka bakış açısından değerlendirirsen.
İnsanoğlu hele bir de cahilse,
Olağanüstü hallere, masallara, hikayelere inanmaya can atar hep.
Bu bir zaaf.
Bilinmeyene, ispat edilemeyene inanmak, peşinden koşmak hele bir de serde cehalet varsa,
İnsanoğlunun en büyük zafiyetlerinden biridir.
Ki,
Zaten biri tetikledi mi bir kez bir olağanüstü hali,
Yaratıcı tarafı güçlü diğer insanoğulları da bu olağanüstü halleri kendi üsluplarınca geliştirerekoturunca merkeze,
Hem güç odağı olabilirler,
Hem de ruhsal olarak kendilerini tatmin edebilirler hayalleri doğrultusunda.
Patronun yanına varsak ve sorsak,
Şu soruları;
-Neden milyonlarca yıl bekledin tek patronlu dinleri ilan etmek için?
-Neden üç dinde tek bir din değil?
-Neden bir seferde en doğruyu en doğru şekilde anlatamadın veya anlatmak istemedin?
-Neden aynı düşünceleri farklı zamanlarda, farklı üsluplarla anlatmak ihtiyacı duydun?
-Neden bu işi yaz boz tahtasına çevirdin?
-Neden bir kez yapıp, tam yapmadın?
-Neden üç farklı dinin yaratıcısı oldun ve de madem ki her şeyi bilensin ve de madem ki seviyorsun insanoğlunu yani yarattıklarını, eserlerini, neden onların bölünmesine neden oldun? Ve de neden akıl edemedin bu sonuca varılacağını taa en baştan?
-Neden üç dinin temsilcisi de bu koskocaman gezegenin aynı küçük bir alan içine topladın ve o bölgeden yaptın tüm anonslarını?
-Neden bu üç temsilcinin yaşadıkları küçük alanın dışında kalan gezegenin diğer bölgelerinde yaşayan diğer sakinleri önemsizlerdio an senin için?
-Neden gezegenin kendi içlerinde mutlu mesut yaşayan insanoğullarını,yani koskoca gezegenin tamamını din düşmanlığıateşine attın bile bile?
Ve,
Bile bile atmadıysan, bilmeden olduysa, bilemediysen o gün ve de senin kontrolün dışında gelişti ve hareket ettiyse insanoğlu, sen her şeyi yaratan olarak,
-Neleri nereye kadar biliyorsun, bildiklerin nelerdir?
Daha onlarla soru varda,
Sormuyorum.
Bu soruların cevaplarını alamazken,
Nerede diğer sorunların cevapları.
Dikkatlice okuyunca üç büyük dinin kitaplarını,
Ki, her biri bir diğerinin devamıyken neredeyse,
Görüyorsun ki ilahi bir oyunu yazmak şansının var olduğunu anlamış insanoğlu binlerle yıl evvel sanki.
Sonrada bu ilahi oyunu kutsallaştırarak,
Canlıları var eden ruhlara dokunup, çaresizliği ve de cehaleti alet edip amacına,
Kurgulamışlar sanki sistemi,
Sistemin başınada elle tutulmaz, gözle görülmez patron geçirmişler ve de,
Demişler etraflarına. Dediklerine inananlarda çıkınca ve de sayılarıda çığ gibi arttıkça da,
Bitirmişler işi.
Ne zaman demişler?
Binlerle yıl evvel.
Kime demişler?
Binlerle, on binlerle cahil ve sıradan insanoğluna.
Yemişler mi?
Yemişler, bal gibi hem de.
Zaten o gün yemeseler,
Bu ilahi durumun her geçen gün daha da kutsallaştırılarak bugünlere kadar ulaşabilmeihtimali sıfır.
Çünkü bugün hiç yediremezsin okumuş, bilimi keşfetmiş insanoğluna,
Kim yer ki bugün.
Denizlerin yarılmasını,
Kırk gün aç ve susuz mağarada yaşamı,
Bakireden doğumu.
Kimse yemez.
Amma,
O günlerde yaşayan o insanoğulları bal gibi yer. Ve de yiyince,
Başlarlar mı kulaktan kulağa efsaneleştirmeyi bir insanoğlunun anlattıklarını,
İşi bitirdin zaten o gün.
Sen anlat birilerine,
Birileri atlasınlardevelerine git baba git çölde günlerle, haftalarla,
Vardıkları her birnoktada artık akıllarında neler kaldıysa, eksiklerini de kendi hayal güçleriyle destekleyip tamamladıkça,
Seyreyle sen beş on sene sonra efsanenin şiddetini insanoğullarının ruhlarında.
Bu denli basit.
Şimdi neden yok patron ortalarda?
Yani varsa eğer,
Neden çıkmaz ortalığa son bin dört yüz yıldır?
Hem de kendi icadı dinleryüzünden insanoğulları büyük din savaşlarına girmiş ve de hep girmek üzerelerken?
Neden çıkmıyor ortalığa ve de toparlamıyor durumu,
Ki,
Koskoca gezegenin sadece bir küçük bölgesinde yaşayan bir avuç insanoğlu için binlerle yıl evvel bu denli telaşlanmışken,
Neden şimdi,
Milyarlarca insanoğlu adına en küçük bir telaşı yok gezegenin tamamında?
Patron nerede?
Yok.
Çıkarda ortalığa, yollar yine bir elçi ve de millet yer yemez telaşından dolayı mı yok?
Yoksa patron mu yok?
Öyle bir güç, öyle bir yaratan mı yok, yoksa…
Ki,
Amma,
Cehennemlik oldun sen, sorduğun tüm soruların cevapları aslında mevcut diyorsanız ve de,
Sen bilmiyorsun da diyorsanız,
Bende getirin üç kitabı,
De ki kitaplarda gerçekten patrondan geliyor olsunlar farz edelim ve de,
Tek tek bulun bakalım cevapları diyorum. Amma dolandırmadan lafı, net olarak verin bulun cevapları.
Amma,
Öyle, o onu demiş bu şunu demiş diye dedikodu mekanizmasına yaslanarak değil, direk kitaplarda yazanlardan yola çıkarak verin cevapları, diyorum da,
Çıt yok. Çıkan çıtlarsa soruların gerçek cevapları değil.
E e sonuç itibariyle,
Bin dört yıldır patrondan ses yok,
Kitaplarda soruların cevapları yok,
Bu arada binlerle yıl içinde patronun kendi yarattığı üç din yüzünden milyarlarca insan bir birlerine düşman olmuş, kin besliyorlar ki, kitaplar amman kin tutma, amman düşmanlık etme günahtır derken hem de,
Yetmiyor günah münah dinlemeden gırtlaklıyorlar önlerine geleni hem de,
Bu arada patron katiyen müdahale etmiyor bu gaddarca bir kinle gelen ölümlerine kendi yarattığı canlıların,
Kendisinin yaptığı hatalar yüzünden bir birilerini gırtlaklamalarını seyrediyor insanoğullarının,
Ve de patron var öyle mi?
Yapmayın,
Patron yok demek mümkün rahatlıkla.
Siz ve ruhunuz var o kadar.
Ne ekerseniz onu biçiyorsunuz o kadar.
Ne kadar bir insanoğluysanız o kadar yaşıyorsunuz o kadar.
Yaşadığınız hayatlayık olduğunuzdur o kadar.
Ki, ruh var mı? Meçhul hala. İspatı bilimsel olarak yapılamadı.
De ki var,
Ruhlar gelip gidiyor mu her bir doğum ve ölümde o da meçhul hala.
De ki gelip gidiyor ruhlar, bunun nedeni gelişim midir? Bilinmiyor o da meçhul.
Esas soru şu,
Darwin’e mi inanmalı insanoğulları?
Yoksa,
Adem’le Havva’ya mı.
Veya ikisi de doğrusu değil,
Evrenin boşluğunda bizlere gözüken ve bizlere bu güne yaşatan bir yansıma mıyız yoksa?
Veya,
Al sana bir tez daha, ne başı belli ne sonu, karından uydurmaca,
Tüm bunları uzaylılar mı organize ediyor yoksa?
Peki uzaylılar nereden olmalar ve gelmeler?
On dört buçuk milyar yıllık geçmişi olduğu hesap edilmiş bizim evrenin içinde yer aldığı daha büyük bir evren var ve de,
Uzaylıları da o daha da büyük evrenin içinde yer alan başka başka olağanüstü güçler organize ediyor,
Desem,
Kim inanır bana?
Kimse inanmaz.
Amma,
Ben bu tezlerimi beş bin yıl evvel ikna edici bir üslupla,
Ve de o gün insanoğullarını şaşırtan bir dekor ve de ilahi sayılacak bir ortamda anlatsaydım,
Binlerle müritim olurdu kesin.
Ver kulaktan kulağa haberi, yay tezini gezegene,
Bugün yüz milyonlarca da inanan insanoğlu olurdu peşimde koşan o da kesin.
Ki,
O günlerde dinlerin yayılmasına neden olan sistemde bu zaten.
Kırk beş, elli bin yıl evvel Asya’dan Amerika’ya göçmüş ve Kızılderili dediğimiz ırkı oluşturmuş insanoğullarının ne işi olurdu acaba tek patronlu bir dinle,
Eğer ki,
Avrupalılar Amerika’ya ulaşmasaydı beş yüz yıl evvel tek patronlu dinleriyle? Çok mu ihtiyaçları vardı tek patronlu bir dine mutlu mesut yaşarlarken binlerce yıldır?
Milyonlarca yıl kendi düzenleri içinde evrimlerden geçe geçe yaşayan Afrikalı hangi insanoğlu akıl edecekti eğer ki,
Afrika’yı işgal etmeseydi Araplar ve de Avrupalılar tek patronlu bir dini? Ve onlarında mı çok ihtiyacı vardı aslında tek patronlu bir dine?
Veya,
Hindistan’da, Çin’de, Pasifik adalarında hangimilletin insanoğlu yaratacaktı kendi başına tek patronlu bir dini eğer ki işgallerle gelen baskı olmasaydı?
Ve de tek patronlu dinler yaratılmasaydı ve de,
İnsanoğlu bir başka insanoğullarının binlerle yıldır yaşadıkları kara topraklarını işgal etmeseydi ve de,
Sadece kendi topraklarında yaşayarak devam ettirseydi yaşamını Avrupalılar ve de Araplar,
O gün bugün dur durak dinlemeyen din savaşları olur muydu acaba?
Yoksa, o da aç kalırsa ancak, kurtlar gibi aslanlar gibi sadece komşusuna mı saldırırdı karnını doyurmak için insanoğlu?
Yaz yazabildiğin kadar senaryoları.
Hepsi doğru,
Hepsi yanlış.
Niyete göre.
Amma,
Hangi senaryonun doğru olduğuna değil de,
Bugün insanoğlunun geldiği noktaya bakacak olursan,
Beş bin yıl evvel yazılamaya başlayan ve de insanoğlunu üç büyük kola ayıran senaryonun tamamı kullanışsız çıktı, o kesin.
Çünkü,
İnsanoğlu bir birini gırtlaklıyor binlerle yıldır yazılan bu senaryolar yüzünden, bu da kesin.
Ve de madem ki patron var,
O zaman çıksın ortalığa,
Hadi kendi çıkmadı,
Yollasın elçilerini,
İkna etsin insanoğullarını yeniden,
Ve de düzeltsin hatalarını ve de kursun mutlu mesut düzeni sil baştan edip yeniden.
Ve de engel olsun insanoğlunun din için bir birlerine düşman olmuş hallerine.
Hodri meydan.
Ses yok.
Çık yok.
Neden?
Kimse yemez de o yüzden bu yüzyılda.
Bilim var artık da ondan.
İspat lazım.
Gözle görülen, elle tutulan bir ispat.
Ki,
Cahilliğin kol gezdiği yerlerde kendine mekan tutan üfürükçüler aslında gayet güzel anlatıyor cahil insanoğullarının ne mene inançlara kapılabileceğini de aslında,
Hem de bu yüz yılda.
Demek,
İnanmayı kafaya koydun mu bir kez, benim tezlerime de inanırsın istersen.
Ki,
İnanmazsın, çünkü saçma bulursun, çünkü ispat istersin eğer ki aklın varsa yeteri kadar.
Ki,
Aklı olduğunu iddia eden insanoğulları,
Aklın ispat edemediği güçlere, senaryolara inanarak ve o güçlerden destek alarak katlediyorlar diğer insanoğullarını bugün bile.
İş bilime gelince akıldan bahsederken,
İş nemalanmaya gelince,
İş güçlere güçler katmaya gelince, iş keyiflerine keyifler katmaya gelince, gidip sarılıyorlar binlerle yıl evvel yazılmış senaryolara.
Ve de o senaryoların senaristti,
Nasıl bir senarist patron ki göz yumuyor milyarlarla canlının acı çektirilerek ölüme terk edilmesine, hem de bir başka insanoğlu tarafından, hem de kendi evreninde, hem de kendi gezegeninde.
Hangisi doğru?
Hangisi doğru oyunu değil bu.
Hangisi doğru oyunu oynamak mı istersiniz?
İyi, oynayalım bakalım o zaman.
Fala devam.
Patron Hata Yaptı – Bölüm 11
06.03.2012
Acıkmasa da nefsine hakim olamadan yiyip içen tek canlı insanoğlu.
Keyif için yiyip içmek insanoğlunu diğer tüm canlılardan ayıran bir özellik.
Tüm diğer canlılar da ağız tadı keyiflerine düşkündürler mutlaka. Yerken içerken hep ağızlarına layık olanları tercih ederler mutlaka, ederler de ancak sadece acıkınca.
İnsanoğluysa acıkmasa da mutlaka bulur yer içer ağzına layık olanı.
Keyif önemli.
Keyif çıkarmak, keyif içinde yaşamak adına verilir tüm mücadeleler.
Tabii ki,
Sadece gezegende yaşayanların yarısından çok az bir kısmı için geçerli bu mücadele.
Esas çoğunluğun tek keyfi,
Bir günü daha açlıktan ölmeden geçirebilmek.
Adaletten nasibini alamamış, gezegende var olan yaşamın içinde adil olamamış tek canlı yine insanoğlu.
O yüzden patronun karizması her geçen gün fena halde çizilmekte.
Dine düşkün en önde yürüyen fanatikler bile,
Bu adaletsizliğin liderliğine soyunmuş durumdalar.
Adaleti savunan dinler bir başka bakış açısından,
Adaletsizliğin de kaynakları aslında.
Bir tarafta altınlara yaldızlara bürünmüş din merkezleri,
Din merkezlerinin yanaklarından sağlık fışkıran ziyaretçileri ve de temsilcileri, görevlileri,
Diğer yanda çöllerde açlıktan ölüp giden aynı dinlerin çaresiz kalmış zavallı kulları.
E oldu mu şimdi desen çıkıp patronun karşısına,
-Ben bilmem, ben doğrusunu söyledim ve de anlattım sizler beceremediniz
Diyecek.
Çıkıp din liderlerinin karşısına,
-Yahu sen adaleti temsil eden kitapları hiç mi okumadın, nasıl izin veriyorsun yüz milyonlarca insanoğlunun ölümle pençeleşmesine açlıktan desen,
-Biz bilmeyiz, devlete git, onlar yönetiyor gezegeni,
Diyecekler.
Çık devletleri yönetenlere,
-Patron söylemiş anlatmış, din liderleri biz çaresiziz diyorlar, meğerse sizlerin elindeymiş bu insanoğullarının kaderleri de,
-Yok uluslar arası hukuk var, yok uluslar arası kanunlar var müdahale edemeyiz,
Diyecekler.
Herkes topu başkasına atarken,
Sonuç itibariyle yüz milyonlarca, milyarlarca insanoğlu açlık çeke çeke ölüp gidiyor,
Patronda karizmayı çizdiriyor her bir ölümün peşinden.
Gelişmiş ülkelerde yaşayanların sofralarına bak bi,
Restoranlarında yiyip içenlerin masalarının üstlerine de bak bi,
Git çölde kalmışların hallerine de bak sonra,
Sonrada otur afiyetle ye önünde ki,
Çeşit çeşit yemekleri ağız tadıyla,
İç doyasıya çeşit çeşit içecekleri keyfini çıkara çıkara,
Sonrada için rahat,
Yüzünde gülümse,
Uyu git sıcacık yatağında.
Al sana, insanoğlu, al sana din, al sana adalet, al sana patron.
Patron dahil,
Herkes topu başkasına atıyor.
Sınır işi,
Sinir işi.
Sınır işi,
İnsanlığın bittiği yer,
Özeti bu aslında.
Koydun mu insanoğullarının arasına sınırları,
Devletleri de o sınırların bekçileri yaptın mı,
Bekçiliği tam yapabilsinler diye,
Girdin mi silahların da üretimine,
Harcadın mı paraları mermilere, füzelere,
Orada bittin zaten.
İnsanlığın da bitti demek zaten.
Kendi keyfini, kendi keyfinin sınırlarını korumak adına, doyurma aç bırak ve ölmelerine izin ver diğer insanoğullarının,
Durumun,
Özeti bu aslında.
Sonra istediğin kadar git istediğin dinlerin ibadethanelerine,
Yakar dur patrona,
Temizlesin diye ruhunda ki,
Adaletsizliğin izlerini.
Sınır işi olduğu müddetçe daha çok gider insanoğulları patronun kapısına,
Temizlensin arınsınlar diye.
Gelişmiş bir ülke vatandaşı,
Geri kalmış bir ülkenin vatandaşından daha ayrıcalıklı ve üstün,
Gördükçe kendini,
Ayrıcalığını ve de üstünlüğünü,
Korumak için çekince sınırları, geçince sınırları boyu savunmaya,
Sonuç,
Yüz milyonlarca, milyarlarca insanoğlu çırpına çırpına yok olup gitmekte.
Sonra,
İnsanoğlu hakları.
Hangi insanoğullarının?
Mutlu azınlığın, hayatın keyfini çıkarmaya ant içmişinsanoğullarının hakları.
Nerede ölümle yaşam arasında her gün mutlaka bir kez gidip gelen büyük çoğunluğun hakları?
Yok.
Neden?
Öyle, onlar geri kalmış ülkelerin vatandaşları.
Amma,
Onlarda insanoğlu,
Evet, öyle görünüyorlar amma,
Değiller.
Amma,
Aynı gezegende hep beraberce geldik bu günlere milyonlarca yılda,
Olsun,
O günler binlerle yıl geride kaldı artık.
Amma,
Bu büyük kalabalığın tamamı ayaklanırsa eğer bir gün ölüp gitmeden o bir gün gelene kadar,
Ve o gün geldiğindeyaşama şansları olduğuna inanıyorlarsa hala,
Eğer ki mutlu azınlığın elindekileri alarak hem de,
İşte o gün,
Ne sınır dinler,
Ne devlet,
Ne din,
Ne patron,
Açlıktan ölmek üzere olan insanoğulları.
Açlığa, ölüme mahkum olduğunu anladı mı insanoğlu,
Gezegenin en yırtıcı, en acımasız, en inatçı canlısı olur bir anda.
Ve de ne adalet dinler,
Ne de hak hukuk.
Ki,
Zaten ağzının tadı bozulmasın diye,
Keyiflerine keyifler katılsın diye,
Var olan keyfi kaçmasın diye,
Ne adalet bildi,
Ne de hakkı, ne de hukuku insanoğlu son beş bin yılda bu gezegende.
Patron kendi yarattığı insanoğlunda varlığını sürdürüyor tezi doğruysa eğer,
Demek ki,
Patronda da,
Ne adalet var,
Ne hak, ne hukuk.
Cebir problemi bile olamayacak kadar basit sonuca ulaşmana neden denklem.
Ve de,
Demek ki,
Patron da ağzının tadına,
Demek ki,
Patron da keyfine düşkün.
Demek ki,
Patron da nefsine hakim olamıyor.
İşin matrak tarafı,
Keyifleri gıcır mutlu azınlık da,
Açlıkla mücadele eden sefil büyük çoğunluk da,
Patronsuz yapamıyor sonuç itibariyle.
Biri keyifleri devam etsin ve de artsın diye dualarda,
Diğeri bir gün daha karnı doysun, hayatta kalsın diye illaki.
Yani yazı da gelse,
Patrona,
Tura da gelse.
Tüm dualar patrona.
Patronun amacı dualarla beslenip, almaksa enerjiyi gezegenden,
Bence doğru strateji ile,
Amacına ulaşmış durumda.
Akıllıca.
Bir o kadar da,
Hince ve,
Gaddarca.
Eğer ki,
Patronun kontrolünden çıkmışsa insanoğlu aklı sayesinde,
Ve de patron adalet ve hak ve hukuk savaşçısıysa,
O zaman demek ki,
Patronun yansıması değil,
İnsanoğlu.
Demek ki,
Kontrol edilemiyor aslında evrenin, yani gezegenin, yani canlıların ne değişimi ne de gelişimi.
Demek ki,
Zaten hiçbir şey kontrol altında değildi ve de hiçbir zaman kontrol altında olamayacak o zaman.
Demek ki,
Ne gelen patrondan,
Ne de giden o zaman bu durumda.
Değişe gelişe giden bir yaşamın kontrol dışı bölüm pörçük parçaları her şey demek o zaman.
Güçlünün ayakta ve hayatta kaldığı,
Zayıfın ölüp gittiği bir yaşam demek bu aslında. Yani hayvanlar aleminde olduğu gibi.
Güçlülerin koydukları kurallarla var olan bir hayat demek bu o zaman, hayvanlar aleminde olduğu gibi yani.
Ki o zaman,
Patron hata falan yapmadı çünkü,
Ortada inanç adına inanılacak bir patron bile yok demek o zaman, hayvanlar aleminde olduğu gibi yani.
Ki eğer,
Varsa patron,
Patronda adalet, hak ve hukuk kavramları yok demek o zaman, hayvanlar aleminin aksine hem de.
Yani insanoğlu için pek de işe yarar bir patron değil demek o zaman bizim patron.
Adaletehakka hukuka düşkün olsa bile,
Kontrol edemiyorsa kendi yarattığı evrende ki, kendi yarattığı gezegende olan biten değişimleri ve de gelişmeleri,
Ve de bu yüzden acı çekiyorsa insanoğulları,
Pek de işe yarar bir patron değil demek o zaman.
Ya patron işe yaramıyor,
Ya da insanoğlu patronun çok işine yarıyor,
Çektiği ve,
Çektirdiği acılarla.
Öyle veya böyle,
Varsa da patron eğer ki,
Karizmayı zaten çizdirdi çoktan ve,
Toparlayamaz bundan böyle.
Varsa da, önce kendi akıllı olup,
Vermeseydi aklı insanoğluna demek de mümkün diğer yönde.
Ki,
Acaba,
Kendi gelişimi içinde ona buna ateşe toprağa suya havaya taparken,
Ve de milyonlarca yıldır süren düzeninde var olmuş ve var ettiği,
Adaletlehakla hukukla yaşarken,
Hata mı etti insanoğlu,
Ve de,
Patronun varlığına inandı,
Ve de,
İnandırdı kendini.
İnanmasa ve de inandırmasaydı kendini patrona,
Olmasaydı yani patron kavramı,
Nasıl bir hata yapmış olurdu insanoğlu?
Hata mı yapmış olurdu acaba insanoğlu?
Fala devam.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder