PATRON HATA YAPTI BÖLÜM 6 - 10
Patron Hata Yaptı – Bölüm 10
Gezegende para ile satın alınacak hiçbir şey olmadığını
düşünün. Kabul gören değerlerin sadece
yiyecek ve su ve yanıcı her hangi bir
madde olduğunu.
Elinde yiyecek ve su ve yanıcı bir madde varsa, ancak takas edebiliyorsun bir ihtiyacına
karşılık, ki başka ihtiyaçlarında kalmamış yaşamını sürdürebilmek
adına.
Ne bir mağaza var, ne bir alışveriş sitesi. Ne bakkal, ne
market, ne pazar var.
Her yer yağmalanmış, bomboş raflar, dolaplar, tezgahlar,
dükkanlar, marketler, restoranlar, mağazalar,
oteller.
Tek başınıza veya ailenizle
berabersiniz,
Barınacak bir eviniz var. Ancak ısıtamıyorsunuz. İçi bomboş,
yakmışsınız her şeyi ısınmak ve sıcak yemek ihtiyacınız
için.
Elektrik yok.
Hiçbir aletiniz çalışmıyor.
Su da yok. Duş yapmak, yıkanmak, temizlemek, temiz giysi
giymek mümkün değil.
Sokağa çıkmak
tehlikeli.
Her yerde binlerle canavarlaşmış insanoğlu giysileriniz
dahil sizi soymak için bekliyor.
Aç ve susuzsunuz.
Aileniz, akrabalarınız,
arkadaşlarınızda.
Varsa eğer hala güvenlik güçleri, bazen yiyecek ve su
dağıtıyorlar insanoğullarına.
İş yerleri kapalı.
Çalışan tek birim ordu ve güvenlik güçleri. Ve az sayıda
sağlık görevlileri.
Oralarda çalışanlarında çoğu görevlerini tam yapmıyorlar,
yapamıyorlar.
Eğitim sistemi yok olalı aylar olmuş. Belki
yıl.
Hastanelerin tamamı kapalı. Ne doktor var, ne
ilaç.
Hastalananlar ölüyorlar genelde, kaderlerine kalmış
artık.
Ölenleri boş buldukları her yere gömüyor
insanoğulları.
Sokaklarda yaşayanlar zaten öldükleri yerde kalıyor ve
çürüyorlar.
İyice yırtıcılaşmış
birkaç hayvana yiyecek oluyorlar
bazen.
Kesif acı ve ağır bir koku var
şehirlerde.
Parklarda bahçelerde ne tür bitki olursa olsun toplayıp
yemiş insanoğulları. Ağaçların dalları, yaprakları
dahil.
Çimen çok kıymetli. Kendi kendine biten tüm bitkileri
anında toplayıp yiyorlar.
Sokak hayvanlarını, kuşları, böcekleri bile yakalamış ve
yemiş henüz ısıtıcılar çalışırken, ateş yakacak malzemeleri varken.
İnsanoğlu ölülerini bile yiyenler var
açlıktan.
Zaten tüm binalar kabuk gibi kalmış. Ne kapı ne pencere
ne bir eşya.
Yakılacak her şey
yağmalanmış, yakılmış bitmiş aylar öncesi.
Zamanında büyük paralara aldığınız ne evlerin, ne
arabaların, ne teknolojik makinelerin hiçbir değeri yok.
Hepsi çürümeye terk edilmiş
durumda.
Giysilerin ne kalitesi önemli, ne
markası.
Isıtsın yeter.
Temiz olsun yeter.
Aradığınız tek standart, sıcak tutması ve temiz olması
giydiklerinizin.
Bildiğiniz ve profesyonel olduğunuz işler var, ama sizi
talep eden işyerleri yok.
Eğitimin diplomanın değeri sıfır
olmuş.
Ve kapanmışsınız
evinize.
Durumunuz bu.
Şehirlerde ve büyük kasabalarda yaşıyorsanız tabii
ki.
Köylerin, köyde yaşayanların durumu daha
iyi.
Hele şehirlere, kasabalara uzak mesafede olanlar kendi
ekip biçtiklerini yiyorlar,
Suları var, çok az sayıda kalmış birkaç kuyudan,
derelerden gelen.
Gezegende olup bitenleri bilmiyorlar oralarda
yaşayanlar.
Kulaktan kulağa alıyorlar
haberleri.
İletişim, telefon, televizyon, internet olmadığı
için,
Bazen uzaklardan gelen birkaç kişinin verdiği bilgilerle
yetiniyorlar insanoğulları.
Şehir dışına büyük bir göç
var.
Herkes köylere akın
ediyor.
Köy sakinleri güvenlik bantları oluşturmuşlar köylerinin
çevresinde.
Kimseyi yaklaştırmıyorlar, gerekirse vurup öldürüyorlar
sınırları geçmeye çalışanları.
Çatışmalar çıkıyor
sürekli.
Çok yükseklerde, yeri izi bilinmeyen köyler
keşfedilemediği için,
Oralar oldukça sakin
şimdilik.
İki yüz yıldır süren kuraklıklar ve de aniden gelen dondurucu
soğuklar doğanın dengesini alt üst etmiş
durumda.
Yüz yıllarca yağmur almamış zamanın en verimli topraklarının tamamı çöle
dönüşmüş.
Yaz sıcaklıklar
yetmiş seksen dereceleri buluyor gezegenin
genelinde.
Tarım arazisi hiç kalmadı
gibi.
Kışlar bazen uzun bazense çok kısa ama dondurucu geçiyor.
Eksi otuz kırklar elliler alışılmış soğuklar olmuş
artık.
Uzun süren ve defalarca tekrarlanan nükleer ve biyolojik savaşlar yüzünden zaten
gezegenin büyük bir kısmında hiçbir canlının yaşaması mümkün
değil.
Yüz milyonlarca insanın ölümüne neden olan savaşlar ve doğa
şartlarının değişimi sonrasında,
Milyarlarca insanoğlu
oradan oraya göçerken çoğu yollarda
öldü.
Kalanlar doğa şartlarına, açlığa, susuzluğa, hastalıklara
yeniliyorlar,
Her gün milyonlarca insanoğlu ölüyor,
Ve sonlarının geldiğini biliyorlar.
Gezegen sessiz.
Hayatta kalan bazı hayvanların çıkardıkları sesler
haricinde gezegenin neredeyse tamamı sessizliğe bürünmüş
durumda.
Çok nadir çok yükseklerden bir iki uçak geçiyor, çoğunun
motor sesi ulaşamıyor bile yeryüzüne.
Eski barajların ve kalan az sayıda gölün etrafları en
kıymetli yerler.
İçinde bakteriler ve mikroplar dahi olsa su kenarlarında
toplaşıyor insanoğulları,
Ki,
Zamanında oralara yerleşmiş olanlar izin vermiyorlar yeni
gelenlerin yerleşimine.
Genelde kurumuş ırmak yataklarından yukarılara doğru
göçler.
Su kaynaklarına, dağlara doğru ümitle yönelmiş
insanlar.
Çok sıcak yaz mevsimlerinde eriyen ve geride kalmış son
buzullar ve arada yağan karlar yaşam
damarları dağlarda insanoğlunun.
Nükleer ve biyolojik savaşlarda kirlenmemiş ve temiz
kalmış topraklarsa çok
değerli.
Sırtlarındaki çuvallarda taşıyorlar temiz toprağı
göçerlerken.
Suya erişecek kadar gücü olanlar, hemen ekiyorlar
tohumları bir avuç toprağın içine.
Tohum savaşları çok kanlı sonuçlanmış yüz yıl
evvel.
Devletler tarım alanlarının yok olmasıyla birlikte
stoklarında tahıl, kuru bakliyat ve tohum
olan diğer devletlere saldırmışlar.
O kaosta eline biraz tohum geçirenler için en kıymetli
değerleri tohumları.
Sayı ile saklıyorlar ceplerinde, küçücük paketlerin
içinde.
Hep bir efsane gibi
anlatılıyor,
Yüz yıllar evvel şehirleri kendi istekleri ile terk etmiş
insanoğullarının yaşadıkları yerlerde var olan hayatların
güzelliği.
Ki,
Nerelerde yaşamaktalar
bilinmiyor.
Tek bilinen, çok
yükseklerde oldukları.
Yüksek ovaların, yüksek platoların kıyı köşe bir
yerlerinde saklanarak yaşadıkları.
Bilinen, tahmin edilen bazı yerler var, ancak aç susuz yürüyerek
oralara varamıyorlar göçe
katılanlar.
Binlerle kilometre uzaklara göçenler, geçen yüz yıllarca
süre içinde unutturdular yerlerini yurtlarını gerilerinde kalanlara.
Hem gerçek hem
efsane gibi anılıyorlar.
Sayıları çok az.
Tüm gezegendekileri toplasan bir kaç bin insanoğlu bile
değil belki.
Yıllar yıllar evvel bir gazeteci çok özel izinlerle
karıştı aralarına ve bir ay o köylerden birinde
yaşadı.
Döndü haber yaptı. Hiçbir makinenin girişine izin
verilmediği için,
Sadece bin sene evvelin yöntemi kağıt ve kalemle
yazdıklarını anlattı.
İnternette hemen fanları oluştu o
köyün.
Gazetecinin adını verdiler köye şehirdekiler, çünkü köyün
sakinleri bir ad bile koymamışlar köylerine.
Olay olmuştu, hatta o köyün yerini bildiğini iddia
edenler yollara çıkmışlardı, küçük uçan araçları ile dağ tepe aramışlardı köyün
yerini.
Bir internet yayıncısı çok büyük bir ödül koymuştu köyün
yerini bulana verilmek üzere,
Ama kimse bulamadı. Bu arada bir çete köyle ilgili haberi
yapan gazeteciyi yakalayıp işkence ile öldürdüler köyün yerini öğrenmek
için.
Sonuç,
Zaman içinde unutuldu gitti o
olayda.
Ta ki,
Yüzyıllar süren kuraklık ve dondurucu soğuklardan sonra
on milyarlarca insanoğlunun öldüğü büyük kıtlık başlayana ve kahredici büyük
savaşlara kadar.
Neredeyse tüm hayvanların ve bitkilerin soyları tükenene
kadar,
Tüm denizler kirlenene ve içlerinde hiçbir canlıyı
barındıramaz hale gelene kadar,
Buzulların erimesiyle yüzlerle metre yükselen denizlerin
büyük kara parçalarını yok etmesine kadar,
Kısa ama çok yoğun yağan ani yağmurlarla gelen büyük
sellerin verimli ne kadar toprak varsa silip süpürmesine
kadar,
Aşırı sıcaklar sonucu çıkan ve ormanların tamamı ile yok olmasına neden olan devasa yangınlara
kadar,
Tüm göller kuruyup, tüm yer altı suları tükenene
kadar,
Hatırlamadılar yüz
yıllar evvel göç edenleri.
Artık bir efsane gibiydi geride kalanlar için yüz yıllar
evvel göçenlerin hikayeleri ve yaşamları.
Aynı efsane uzaya gideceklerin nerede toplandıkları
yönünde de anlatılıyor.
Bir yerlerde var o gemiler biliniyor ama nerelerde
bilinmiyor.
Uzaylılarda gezinmeden gezegenin etrafında direk o
alanlara gittiklerinden,
Uzaylıları da göremez oldu insanoğlu son birkaç yüz
yıldır.
Efsane olmayan,
Çok gerçek, en gerçek olan tek
durumsa,
Her gün milyonlarla insanın ölmeye devam ettiği hala.
Küskün bir gezegen,
Bezmiş insanlar,
Ve büyük bir
ümitsizlik.
Ve koku,
Acı ve ağır.
Kavurucu sıcaklar.
Anında donduran soğuklar.
Bazen yakıcı aşırı parlak bir güneş ama genelde kopkoyu
gri bir gökyüzü.
Bulutsuz.
Ve büyük bir
sessizlik.
Büyük ve çok acı veren bir matem
gibi.
Ve matemin
yaratıcısı,
Çoğu isterken elinde kalan aza
razı,
Büyük bir sessizlik
içinde.
Bekliyor.
Aynı hatayı bir kez daha yapmamaya yemin
ederek,
Gelişimin,
Bedeli değişiminden dersler çıkarıyor
ve,
Bir daha yapmaması gerekenlerin notlarını alıyor elindeki
defterine,
Gelişimi adına
yarattığı naif ve saf insanoğluna
çektirdiği acılara
bakarak.
Kendi güzelliğini
yansıttığı,
Doğanın, bitkilerin,
hayvanların,
ve tüm gezegenin
solan renklerine,
Biten renklerine
bakıp,
Değdi mi acaba?
Diye soruyor kendine.
Ve çok iyi biliyor
ki,
İnsanoğlunun ruhuyla maddeden arınmak ve aklıyla bilime sarılarak daha da gelişmek istemesiyle birlikte başlayan
süreçte,
O güzel bedenini dahi terk etme vaktinin yavaş yavaş yaklaştığını
artık.
Ruhların zenginleşmesi
ve gelişimi adına,
Sevgi adına,
Bir daha yerine kendinin bile geri
koyamayacağı,
Hiçe sayılan ve yok olmuş tüm güzellikleri ve
ahengi,
Anarak kapatıyor kapağını
elindeki,
Not defterinin,
Hiçliğe ve,
Yeni bir dört buçuk milyar yıla girerken
gezegen.
Sevinçle ve coşkuyla başlayan ilk yarıdaki
yaşam,
Acı ve kederle,
Bitiyor ikinci yarının
başlarında.
Homosapiens görev
süresini dolduruyor.
Sıradan bir maymundan olma
insanoğlunun,
Belki de,
Topraktan yaratılmış
güzel bir kadınla
erkeğin,
Gelişimi ve yaşamına ait,
Öyküsüde bitiyor
burada.
Patron da bitiyor aynı anda ve kendi sonuna doğru adım
adım ilerlerken.
Yaptığı büyük hatanın
sonucu,
Ne kendini ifade edeceği bir kul
kalıyor,
Ne de kendini yansıttığı güzellikler
etrafında.
Ve,
Yanında ekmek
yiyenlere, çalışanlarına görevlerini daha
iyi yerine getirsinler
diye,
Acı çektiren her bir patron
gibi,
Terk ediliyor büyük patron
da.
Evrenin karanlık sonsuzluğunda tekrar ve
yeniden,
Yalnızlığına gömülürken,
Bir gün uzayın boşluğunda kaybolup
gidecek,
İleri teknoloji ile donatılmış
gemiler,
Ve,
Evrenin tek ve mutlak değeri
olan,
Sevgiyi,
İnatla ve büyük bir sabırla o günlere kadar
taşınmış,
Taşınması için binlerle
yıldır mücadele eden bir avuç
insanoğlu,
Kalıyor geriye elinde,
Dört buçuk milyar yıllık serüvenden
sadece.
Yetecek mi yaşanacak ikinci ve kalan dört buçuk milyar
yıla?
Göreceğiz.
Fala
devam.
Patron Hata Yaptı – Bölüm
9
01.03.2012
Bilinen ve yaşanılan
normalize edildikçe, bilinmeyenin
esrarengizliği cazibesini arttırır. Aşk
gibi.
Bilimin ispat edemediği
konularda ne kadar çok karıştırırsanız kafaları o kadar çok insanoğlu toplarsınız etrafınıza.
İnsanoğlunun
bilinenden çok bilinmeyenedir inancı.
Hipotezin sahibi kişinin insafına kalırsınız ispat
edilemeyenin peşinde koşarken.
Koşanların arasına karıştıkça da, artar inancınız.
Bildiğimiz toplum psikolojisi.
Patron bu açığını
iyi kullandı insanoğlunun, dinleri peş peşe gönderirken
gezegene.
Kendi yarattığı insanoğlunun, kendisi gibi olduğunu
bildiği için, nereden yakalayacak iyi biliyordu, tek patronlu dinlerin kapısını
açarken aleme.
Ki,
Onun kullandığı bu yöntemi kullanarak bir çok insanoğlu
nemalanmaya başladı patronun peşinden sistemin zaafına sırtını
dayayıp.
Kimi, insanoğlunun ruhunu çözdüğünü iddia etti, kimi
yaşamın sırrını, kimi dinide işin içine katıp kendi tarikatını
kurdu.
Sattığı kadar sattı, ikna ettiği kadar ikna etti, refah
içinde yaşayıp ölüp gitti hipotezlerin
sahipleri.
Ölünce bilinmeyenin cazibesi iyice
artınca,
Daha da çok taraftarı oluştu, ölüp gidenin bir işine
yaramasa da.
Yalan önce kendini ikna etme
sanatıdır.
Sanatınızı geliştirdikçe o kadar güzel ikna edersiniz ki
kendinizi yalanınıza,
Verdiğiniz enerjinin büyüsüne kapılan insanoğulları bir
zaman sonra sizden daha çok inanmaya başlarlar
yalanlarınıza.
Hatta sizin yalanlarınızı
geliştirip,
Başkalarının da inanmasına neden
olurlar.
Bilimin ispat edemediği her
iddia,
Yalandır aslında.
Amma,
Aksini ispat edemediğin sürece, yalanı doğruda saymak
mümkündür.
Bilim akıldan alırken
gücünü, ruhani inançlarsa bilimin
dışında kalırlar.
Dinler gibi.
Bilim akıldan gelen boşluğu
doldururken,
İnsanoğlu ruhani hallerin güçlerine inanmıştır, inanmak
istemiştir hep, ruhundaki boşluğu doldurabilmek
adına.
Ki,
En zayıf yeri
ruhudur insanoğlunun.
Yönetemediği, kontrol edemediği sahip olduğu tek değer
ruhtur.
Uzaya doğru yönelenlerin bilimle gelen bilgilerin
haricinde ellerindeki tek
kaynak,
Bazı insanoğullarının ruhlarında açtıkları kanalları kullanarak uzaylılarla
kurdukları ilişkilerden edindiklerini iddia ettikleri
bilgilerdir.
Ve bu ilişkilerle edindikleri bilgiler
sonucunda,
Yaşamı ve insanoğlunun ruhunu ve evreni ve patronu
biçimlendirerek, sistemi kağıda indirgemekte mümkün onlar
için.
İndirgedikleri sistemi analiz ettiğinizde, aksini iddia
etmeniz mümkün değil,
Çünkü aksinin ispatı bilimle olamıyor. Çünkü hipotezlerle
tezlerin arasında ki fark, ispat gerçeğinde
yatıyor.
Çünkü, bilim ruhla gelen bilgilerle ilgilenmiyor, çünkü
bilimin kaynağı ruh değil, akıl.
Uzay büyük bir bilinmezlik, bilimle gelen veriler
haricinde.
O yüzden ne
dersen, ne yazarsan, ne konuşursan doğruyu söylediğini iddia edebilirsin
rahatlıkla. Söylediklerinin tamamının doğru
ve,
Bir o kadarda yalan olduğunu iddia etmekse
mümkündür.
Ancak,
Bilimi kullanarak yani aklını kullanarak varacak insanoğlu uzayda hayal ettiği yaşama bir gün.
Hem de uzaylıların yardımlarıyla. Ki, bu yardımlar bire
bir karşılıklı bilgi akışıyla olacak. Matematik, fizik ve kimyayı esas alacak,
mühendislik ve tasarımla desteklenecek.
Ki,
Zaten o yüzden fırıl fırıl geziniyorlar
üstümüzde.
Hatta arada bir arıza yapıp düştükleri bile oluyor
gezegene.
Gezegenin bir gün yaşanamayacak bir yer olacağını hesap
edenler ve kaşifler ve de maceraperestler bilimi de alıp yanlarına, gidecekler
bir gün uzayda yaşamaya.
Binlerle metre eninden boyunda gemileri inşa
edecekler.
Atomu parçaladıkça elde ettikleri enerjiyi kullanarak,
Dalacaklar evrenin karanlıklarına.
Işık hızıyla.
Işıktan öte hızlara erişerek belki
de.
Ne için?
Keşfetmek için.
Neyi?
Evrenin sırlarını.
Neden?
Merak.
Neyi hayal edecekler?
Daha da konforlu bir
yaşamı.
Neyin adına?
Egoları.
Neler var egolarının
içinde?
Her nevi konforun standartlarını arttırma iç güdüsü ve de
arzusu.
Ne sonuç alacaklar?
Meçhul.
İnsanoğlunun gelişimi adına olumluda olsa, olumsuzda olsa
geri dönüp gezegende kalanlara ulaştıramayacaklar edindikleri
bilgileri.
Ki,
Dönseler de geriye,
İlgilenmeyecek gezegende kalanlar bu bilgilerle. Belki
yerin altında kurulacak şehirlerde yaşayanlar ilgilenecekler, onlarda hala yaşamın içindelerse o gün tabii
ki.
Ovalara ve dağlara
göçenler, yaşamlarını orada yeniden kurmuş olanlarsa umursamayacaklar
hiç,
Çünkü,
Ovalara ve dağlara
göçenler egolarından kurtulmak için verdikleri yüzlerle belki binlerle yıllık
emeklerini,
Hiçe saymak istemeyecekler ve önemsemeyecekler bu
verileri.
Uzaya gidenler uzay
boşluğunda,
Ovalara ve dağlara göçenler ruhlarında
,
Arayacaklar,
Hiçliği.
Varılması gereken son noktada iki tarafta hem
fikirken,
Yöntemler farklı olacak o
kadar.
Bir taraf yaşadığı her bir anın uzayın aynı anda bir başka yerinde yaşanan bir başka
yansımasının peşine düşerken,
Diğer taraf sadece yaşadığı anın değeri üzerinde
yoğunlaşacak sadece.
Bir taraf paralel yaşam teorisinin ispatı için
uğraşırken,
Diğer taraf ruhunu sadeleştirmek ve arındırmak adına
verecek uğraşlarını.
Bir taraf matematiğe,
Diğer taraf maneviyatın gücüne yaslayacak
deneyimlerini.
İki tarafta insanoğlunun bir sonraki gelişimine hizmet
edecekler aynı anda.
Bir taraf evrenin merkezinde görüp kendini gezegenden
dışarı adım atmaya ihtiyaç duymazken,
Diğer taraf evrenin merkezine doğru yönlendirecek
gemilerini.
Bir taraf ölümü
kabullenmişken,
Diğer taraf ölümsüzleşmek için verecek
çabaları.
Uzaya gidecekler sonsuz özgürlüğün içinde birkaç bin metre ile kısıtlanmış bir alana hapsederken
yaşamlarını,
Ovalar ve dağlara göçenler yaşadıkları hayatın fiziksel
sınırlarına fit olup ruhlarında arayacaklar
özgürlüğü.
Tam bir ayrım yaşayacak insanoğlu. Ayrışacak iki ayrı
gruba.
İkiye bölünecek net
olarak.
Uzayda
ilerliyorsunuz.
Karanlık bazen aydınlanıyor, bazen yine
karanlık.
Gezegenlerin yanlarından geçiyorsunuz. Galaksiden
galaksiye yönleniyorsunuz.
Uzayda yaşayan diğer canlılar da eşlik ediyorlar
size.
Bazen ürkütüyorsunuz onları saldırıyorlar
haliyle.
Bazen misafir gidiyorsunuz onların gemilerine, bazen
uzaylı misafirlerinizi ağırlıyorsunuz
geminizde.
Size olağanüstü bilgiler
aktarıyorlar.
İşinize çok yarayacak veya bir gün işe yarama ihtimali
olan.
Yemeniz içmeniz hareket alanınız, gününüz milim milim
saniye saniye programlanmış.
Klonlayarak kendinize hizmet ettirdiğiniz az yiyen az
dinlenen az uyuyan çok çalışan köle insanoğulları her an görevleri başında, hizmet ediyorlar
sizlere.
Hep gidiyorsunuz.
Hep ama.
Durmak yok.
Bazen bir gezegene indiğiniz de oluyor. İndiğiniz gezegende kalmaya karar verip
kaçanlarda oluyor gemiden. Belki aşık bile olunuyor bir uzaylıya. Veya bir
uzaylı aşık oluyor insanoğluna.
Nedense aşk hep var sanki gibi, aşkı katmadan işin içine
pek kıvamında da olmuyor galiba uzaylılarla ilişkiler bile. İllaki bir aşk
hikayesi olacak işin içinde, sanki.
Hep onarıyorsunuz
geminizi.
Hep yenilikler ilave ediyorsunuz
geminize.
Ve, hep gidiyorsunuz, hep ileri, daha da
ileri.
Ne kadar yol ve süre?
Bilimsel verilere
göre,
Bir ışık yılı 9.460.530.000.000 kilometredir.
Yani ışık saniyede 300.000 kilometreden birazcık az yol alır.
Bizim dahil olduğumuz Samanyolu galaksisi güneşimizden
26.000 ışık yılı uzaklıktadır.
Samanyolu galaksisinin çapıysa yaklaşık 100.000 ışık yılı
uzunlukta.
Ve,
Samanyolu’nda aşağı yukarı 200 milyar gezegen var diyor
bilim adamları.
Hadi diyelim ışık hızıyla giden bir uzay gemimiz
var,
Hadi geçtim diğer galaksileri, sadece bizim dahil
olduğumuz kendi galaksimize ulaşmak için 26.000 dünya yılına, şöyle bir gezmeye kalksak içinde galaksinin,
yüz bin yıl yaşayan bir gemiye ve de o gemide yüz bin yıl kuşaktan kuşağa
yaşamını devam ettiren insanoğullarına ihtiyaç
var.
Ki, her saniye uzaklaşıyoruz da komşu gezegenlerden ve de
galaksimizden genişledikçe evren.
Yani olası değil eldeki teknoloji ile. Ne bugün ne de bin
yıl sonra.
Bin yıl sonra bile ancak turlar durursun güneş sisteminin
içlerinde o kadar.
Amma, ışınlanırsın bak, o
ayrı.
Ayrışır atomların önce, sonra birleşir bir
yerlerde.
Bildiğimiz uzay yolu dizisi yöntemi ki, zaten bizim kuşak
çocukken bile hayal edilmişti çoktan. Bir
klasik o.
Ve de, bir küçük hata yaptın mı, kalırsın kuş gibi
alakasız bir yerlerde tek başına, olursun fıkra çoluk çocuğun ağzına, o da
ayrı.
Yani ya atlayıp gideceksin gemiye, ya
ışınlanacaksın,
Ya da ruhen çıkıp gideceksin uzayın
derinliklerine.
Ki,
Onun için gemiler yapıp yola çıkmaya gerek
yok,
Varsa eğer ruhen bedenden çıkıp, uçabilmek
evrende,
Ki var,
Beden ruhun kabı esasına
inanıyorsan,
Ki istersen
inanmazsında,
O zaman gezegende yaşayarak da ulaşmak mümkün evrenin
derinliklerine.
Ancak,
Bilim ruha bakmaz, bilim elle tutulur, gözle görülür,
matematikle fizikle kimya ile hesap edilebilinir gerçekler üstüne kurar
tezlerini ve alır sonuçlarını,
Ve o sonuçlara yasladıkları gelişmiş teknoloji ile
gidecekler uzaya insanoğulları.
Ki,
Geldiklerine göre gezegene uzaylılar, demek ki yakınlarda
bir yerlerde zaten yaşamda var demektir.
Ki,
Paralel yaşamlar tezine inanıyorsan, aslında bizden ne
ileri zamandalar ne de yakın,
Aynı anda aynı zaman diliminde başka boyutlar yaşanıyorsa
evrende,
O zaman hepimiz birer yansımayız bir başka gezegendeki
yaşamlar için.
Ki,
Bu tezlerin somut delilleri de yok elde
henüz.
Hepsi birer hipotez.
O yüzden iş uzaya
gelince ya karşımıza ruhlarında açtıkları kanallar sayesinde uzaylılarla
iletişim kuranlar çıkıyor, ki bilimsel tarafları delik deşik
hipotezlerinin,
İster inan, ister
inanma,
Ya da,
Bilimsel gerçekler var
elinde,
Ki,
İnanmak zorundasın, çünkü matematikle ispatı
mevcut.
Patron arkasına
kaykılmış,
Keyif içinde seyrediyordur şaheserinin
gelişimini.
Ki,
Biliyor artık insanoğlunun geçirdiği evrim içinde nerelerden geçeceğini milim
milim.
Kendi evrimini tamamladı aslında insanoğlu, ancak
sonuçları almak bize göre zaman alırken,
Patrona göreyse, kısacık bir süre geçen ve geçecek
binlerle yıl.
Bu kısacık sürede,
Egoyu öğrendi patron insanoğluyla
beraber.
Egonun ne denli sonsuz ve doyumsuz
olduğunu.
Egonun ne denli acımasız olduğunu öğrendi
patron.
Patron hata yaptı
ancak.
Kendi yarattığı canlıların acı çekmesine neden oldu kendi
egoyu öğrenirken.
Koskoca evrende,
Biz insanoğlunun küçücük yaşamlarını hiçe saydı kendi
gelişimi adına.
Ve bizim gelişimiz adına
da.
Ve,
O egoyu öğrenirken,
İnsanoğlu acıyı öğrendi aynı
zamanda,
Acıyı tattı.
Gelişim adına hiç önemi yok
diyebiliriz,
Hiçliğe giden yolda,
Önemsiz kalır evrensel anlamda belki çekilen acılar da
diyebiliriz.
Ancak,
Kazın ayağı hiç de öyle
değil.
Biz sıradan insanoğulları her bir günü tek tek yaşayarak
geçiriyoruz hayatımızı.
Günün içinde acı varsa üzülüyoruz, acı
çekiyoruz.
Günün içinde mutluluk varsa neşeleniyoruz, kahkaha
atıyoruz.
Bir yandan da,
Gelişmeye çalışıyoruz her bir değişimin peşinden ve
ayakta ve hayatta kalmaya çalışıyoruz.
Patron hata yaptı.
İşin hamallığını bize
çektirdi.
Yakışmadı patrona.
Egosuna kurban etti
insanoğlunu.
Gezegende kalanlarla işi
kolay,
Onlar sevginin kölesi
olacaklar.
Amma,
Uzaya gideceklerden çok çekecek patron,
çook.
Kendisi egoyu
öğrenirken,
İnsanoğlunun ne mene çılgın olduğunu kaçırdı
gözünden.
Çılgınlar neler yapacaklar kim bilir evrenin içinde fırıl
fırıl dönerken.
İnsanoğlu bu, hele bir dalsın
evrene,
Hele bir çaksın iyice ne nasıl işliyor, sen o gün gör
bak.
Ne uzaylı bırakır ortada, ne galaksi, ne de evrende
düzen.
Patronu bile akşamcı yapar iki
günde.
İnsanoğlunun egosu patronunkine
benzemez,
O kesin.
Patron hinliği öğrenecek zaman
içinde,
Bu da kesin.
Fala
devam
Patron Hata Yaptı – Bölüm 8
29.02.2012
Müthiş bir vahşet patlaması yaşanıyor olacak o günlerde.
Barbarlaşmış çok sayıda insanoğulları önlerine gelenleri öldürecek, kesecek, tecavüz
edecekler ve sıradan, önemsiz
insanoğullarının nesi var nesi yoksa alacaklar ellerinden ve gasp edecekler
yaşamak için ihtiyaçları
olanları.
Aslında gezegenin jandarmalığına soyunmuş ülkelerin son birkaç yüz yılda organize olarak
yaptıkları barbarlıkları, bireyler ve çeteler tek
başlarına yapacaklar o günlerde,
Bugün olduğu gibi
aynen.
Ovalara dağlara sığınanlara dokunamayacaklar
çok.
Oralara kaçanlardan, sığınanlardan edinecekleri ve
işlerine yarayacak hiçbir şey olmayacak
çünkü.
Ve varamayacaklar da zaten onların yaşadıkları yerlere
kolay kolay.
Oralarda yaşayanların ellerinde kalan son değerleri sevgi
olacak.
Ki,
İşlerine yaramayacaklar listesin en başında,
Sevgi yazıyor olacak
barbarların.
Bugün olduğu gibi
aynen.
Yer altına kurulmuş şehirlerde yaşayanlara da
ulaşamayacaklar.
Yerin yüzlerle metre
altı,
Çok korumalı
olacak.
Barbarlar ellerinde var olan teknoloji
ile,
Kıramayacaklar
güvenlik sistemlerini
ve,
İnemeyecekler yerin
altlarına.
Uzaya gideceklerin yaşadıkları
ve,
Gemilerini inşa ettikleri yükseklerdeki dağların arasına kurulmuş platolara
da,
Ulaşamayacak barbarlar.
Amma,
Esas kalabalığı
oluşturan,
Büyük savaşlara, doğal afetlere, acımasız salgın
hastalıklara rağmen hala hayatta kalmayı
başaranlar,
Yaşamak adına direnenler
yani,
Gezegenin en büyük nüfusunu teşkil eden sıradan ve
önemsiz diğer insanoğulları,
Barbaların ellerine düşecekler
ancak.
Korumasız,
Naif,
Şaşkın
ve,
En çaresiz kalmış
halleriyle.
Bugün olduğu gibi
aynen.
Maddiyattan uzaklaşmış, kendilerini maneviyata teslim
edenler ve,
Sevginin kölesi olmuşlar
ve,
Ekonomik güçleriyle
yaşam kalitelerini koruma altına
alma şansı olanlar,
Yaşamlarını devam ettirebilmek
adına,
İster uzaya, ister yerin altına talip
olmuş,
Çok az sayıda önemli
insanoğullarıysa,Yaşamlarını o günün keyifleriyle sürdürmeye devam edecekler,
Her
şeye,
Her türlü tehlike ve riske
rağmen,
O günlerde
de.
Bugün olduğu gibi
aynen.
Ve geriye kalan sıradan ve önemsiz büyük çoğunluğun
yaşamlarıysa,
Barbarların ellerinde oyuncak
olacak,
Ve,
Kaderlerini,
Barbarlar belirleyecekler
yine,
Bugün olduğu gibi
aynen.
Tükendikçe ellerindeki değerleri büyük sıradan
çoğunluğun,
Ve tükettikçe var olan değerleri
barbarlar,
Önce sıradan büyük çoğunluk ölüp
gidecek,
Sonrasında barbarlar bir birlerine karşı girdikleri
savaşlarda yok olacaklar tek
tek,
Üç beş yüz yıl
sonra.
On milyarlarca insan toprak
olacak.
Denizlere
karışacak.
Yok olup, eriyip gidecekler gezegenin katmanları
arasında.
Patron hata
yaptı.
Kendi gelişimine, kendi deneyimine kurban etti ve edecek
on milyarla insanoğlunu,
Yüz milyarlarca ağacı, çiçeği, hayvanı,
güzelliği.
Öğrenmenin,
Bedelini,
Ödeyecek insanoğulları, ağaçlar, çiçekler, hayvanlar,
güzellikler.
Ve,
İki bin yıl
sonra,
Gezegende yaşamını sürdüren ve kendi rızasıyla, aklıyla,
ruhuyla,
Teknolojiyi
reddetmiş,
Geçmişe ait kayıtları yok
etmiş,
Sevgi aşıklısı
insanoğullarıysa,
Kulaktan kulağa geçen mitolojik bir efsane kadar
bilecekler,
Bin yıl, iki bin yıl evvel olmuş bitmişleri
gezegende.
Bizlerin binlerle yıl önce olmuş
bitmişleri,
Mitolojik birer efsane gibi biliyor olmamız
gibi.
Bugün olduğu gibi
aynen.
Uzaya
gidenlerse,
Gezegene ait tüm tarihi, tüm geçmişe ait bilgileri
saklayacaklar ta
ki,
Gemileriyle birlikte bir gün yok olup gidene kadar uzayın sonsuz
boşluğunda.
Gemileri yok
olmadan evvel,
İnsanoğlu için gerekli olan yaşam şartlarına
sahip,
Birkaç gezegene
sığınmış,
Az sayıda insanoğluysa,
Bilecekler nereden
geldiklerini.
Belki arada bir uzun uzun bakacaklar gökyüzüne
ve,
Belki yanıp sönen bir yıldızın atalarının yaşadığı
gezegen olduğunu hayal
edecekler,
Bilinmezler diyarında sürdürürlerken yaşamlarını.
Patron,
On bin yıl
süren,
Deneyiminin sonlarında,
Bir sonraki evrime geçmeden
evvel,
Geriye kalan ömrü hala dört buçuk milyar yıl olan
gezegende,
Baş başa kalacak sevgi aşıklıları
ile.
Sevgi aşıklıları hayatlarını o gün nasıl yaşıyorlarsa ve mitolojik
efsanelerden neler kalmışsa akıllarında o kadar zannederlerken günü ve
geçmişlerini,
Patron iyi bilecek son on bin yıl içinde olan biteni
gezegende,
Ve
de,
O günlere varana
kadar,
İnsanoğlunun nerelerden geçip nerelere
geldiğini.
Bugün olduğu gibi
aynen.
Patron,
Gezegen,
Ve
insanoğlu,
Yine kalacaklar baş
başa.
Bugün olduğu gibi aynen.
Olmayan tek şey,
O gün gezegende patronla baş başa kalacak
insanoğullarının,
Ne genlerinde, ne de
ruhlarında,
Bir gıdımcık
dahi,
Barbarlık olmayacak. Ne vahşeti bilecekler, ne dehşeti,
ne yalanı,
Ne de
korkuyu.
O
gün,
Homo sapiensin adı değişecek. Ve de yeni nesil bir
insanoğlu,
Çoğalarak,
Yeniden,
İnmeye başlayacak yavaş
yavaş,
Yüksek dağlardan
ovalara ve suların kenarlarına
tekrar.
Kendini tamir
etmiş,
Temizlenmiş
gökyüzünde,
Yeniden gösteren yüzünü güneş
ve,
Bereketi yeniden taşıyacak
insanoğullarına.
Bundan on binlerle yıl evvel olduğu gibi
aynen.
Yeniden eşitlenecek
insanoğulları.
Egolardan
arınmış,
Paylaşarak,
Sevgiyle yaşamak ve yaşatmaktan başka hiçbir kavrama sahip
olmayan,
Akıllarını
ve,
Yüreklerini,
Ruhlarına teslim
edip,
Sakin,
Yavaş ve
telaşsız,
Yeniden yayılmaya başlayacak gezegene
insanoğulları.
Bundan kırk bin, elli bin yıl evvel olduğu gibi
aynen.
Okları, yayları,
mızraklarıyla.
Avlanıp karınlarını doyuracak, toprağı ekip biçecek
araçlarıyla.
Sadece yiyebileceklerini avlamaktan öteye geçmeyecekler.
Sadece yiyecekleri kadarını ekip
biçecekler.
Usulca basacaklar
toprağa.
İncitmeden
toprağı.
Süzülerek girecekler
sulara.
Ürkütmeden
suları.
Sevgiyle ve
saygıyla.
Usulca ve süzülerek yaşadıkları o anlara gelene
kadar,
On binlerle yıllar boyu, on milyarlarca insanoğlunun,
doğanın, hayvanların çektiği acıları bilmeden,
Yalanı ve korkuyu
tatmamış,
Her birinin kendi
patron,
Evrenin gerçek saf ilk ruhlarını taşıyarak
bedenlerinde,
Evrene sevgiyi anlatacaklar farkında
olmadan.
Evren,
Saf ve
karşılıksız,
Sevgiyi
öğrenecek,
İnsanoğlundan.
Ve evrenin var oluşuyla başlayan görevin bu
kısmı,
Başarılmış
olacak.
Ve bizler
bugün,
Patron hata
yaptı,
Zannederken,
Patron sevgi adına çıktığı
yolda,
Evrimini
tamamlayarak,
Başarısının keyfini çıkaracak insanoğlunda kendini var
ederek kalan dört buçuk milyar yıl
boyu,
Gezegende. Ve evrene taşıyacak bu saf ve karşılıksız
sevgiyi ve evrenin saf ve karşılıksız
sevgisine,
Kaynak olacak
gezegenimiz.
Alamadıklarınız vardır elinden
insanoğlunun.
İşkencede
yapsanız,
Zindanlara da
atsanız,
Acılar içinde yaşatsanız
dahi,
Bilgiyi ve sevgiyi ve yaşama olan inancını, yani
ümidi.
Bildiğini hatırlamasa da
akıllar,
Genlerine işler insanoğlunun eğer
ki,
O bilgi sevgiyi yüceltiyorsa. Ve evrenin yaşamına saygı
duyuyorsa.
Ve,
Sevgiyi alamazsınız ruhundan
insanoğullarının.
Eğer ki o
sevgi,
Evrene ve evreni oluşturan her şeye açıksa ve
açılmışsa.
Ve,
Yaşama olan
inancını yani ümidi alamazsınız elinden
insanoğlunun,
Eğer hala çarpan bir yüreği
varsa.
Patron olmak kolay
değil.
Bunu,
En iyi patron
bilir.
Yarattığına düşkünse ve yarattığını
seviyorsa,
Ve
yarattığında,
Kendini buluyor ve biliyorsa ve hissediyorsa ve varlığını
sürdürüyorsa eğer.
Patronun gemisi yok. O yüzden binip gelmiyor, gelemiyor
gezegene.
Patronun gemisi
sevgi.
O da,
Ancak ruhlarda yaşabiliyor ve yaşatabiliyor kendini.
Uzaya gideceklerse, uzaydan gelenler ve geleceklerle hep
beraber,
Bilginin sonsuzluğunu temsil edecekler evrende.
Hırsın ve aklın gücünü
ve,
Korkuyu ve korkuyla
gelen,
Korumacılığı ve
sahiplenmeyi,
Yani,
Egoyu.
Nereye mi
varacaklar?
Bakacağız,
Fala
devam.Patron Hata Yaptı – Bölüm 7
28.02.2012
Sevişmeyle seks tarafındaki itiş kakış kalkacak o kesin. Evliliğin adı bile
geçmeyecek o da kesin.
Neye sevişme denmeli, ne sekse giriyor, az oldu çok oldu
ve evlilik gibi kavramlardan kurtulunca
insanoğlu,
Yeniden salt çiftleşmeye dönecek
muhtemelen.
Patronun gönderdiği üç kitapta da sevişmekle, seksle
ilgili detay veren bir bölüm
yok.
Demek ki
diyoruz,
Patron çok fazla üstünde durmamış sevişmeymiş, seksmiş
diye.
Hoş latif bir durumun varlığı kabul görmüşse
de,
Din sayesinde gelen yeni yapılanmada yaşamın içinde keyif
adına en üst sıralara yerleştirilmemiş
sevişme ve seks demek.
Ki,
Ateşin bulunmasıyla beraber başlamış sevişme zanaatı
muhtemelen.
Olmaz
mı.
Sen on binlerce yıl titre soğuklardan, bekle ki bir gün
çekilsin buzlar diye,
Sonra ısınınca mağaranın içi bir güzel gürül gürül yanan
ateşle,
Gevşeğince biraz ruhlar, aklına ilk gelen, içine ilk
doğan seks ve sanat oldu insanoğlunun.
Resmetti,
Şekiller verdi ağaca, toprağa, madene, posta, kemiğe,
taşa.
Süslendi,
Süsledi, taktı takıştırdı, boyadı, giyindi kuşandı,
donattı,
Hem yaşadığı
mekanı,
Hem
kendini,
Hem
sevdiğini.
Süsleyince ve
süslenince, tavlanmanın ve tavlamanın cazibesine yönelik parametreler de
değişti.
Gücün karşılığı fiziksel
kuvvetle, en sağlıklı olanın önüne geçmeye başladı en
süslüler.
Süsün kalitesi, gücüde temsil eder oldu zaman
geçtikçe.
Süsün çokluğu, süsün deseni, büyüklüğü, rengi, şekli,
malzemesi,
İnsanlara kimlikler verir
oldu.
Kimlikler belirlenince süslerle, kimlikler
sınıflandırılmaya başlanınca,
Sınıfların standartlarına göre gelişmeye ve çeşitlenmeye başladı mimarisi
yapılarında.
Mimari yapılar o binaların içlerinde yaşayan insanlara
ait yaşam kalitelerinin karşılığı
olunca,
Varmak istenen, özenilen hedefler belirlenmiş oldu
ve,
Hedefler kondu
hemen,
Varılacak en üst seviyedeki konfora sahip olmak,
Sahip olamasan
da,
Hiç olmadı ortak olmak
adına.
Gücü temsil eden cins erkekler olunca binlerce yıl
boyunca,
Kadınlar erkeğin zafiyetlerini çakıp, o gücün karşılığı konfora ulaşabilmek için zaten
var olan rekabetin içinde iyice coştular
ve,
Bu rekabetin en önemli vurucu ve etkili silahı da,
Seks oldu.
Ve
seks,
Tavlananla, tavlanılan arasında ki en eğlenceli
oyuna
dönüştü.
Eğlencenin
kıvamlarıda,
Rekabette kızıştırmaya başladı
pazarı.
O günlerden bu
günlere kadar da böyle devam edip
gitmekte.
Bu zamanlara gelindiğinde,
Her ne kadar bir
grup kadın bu rekabetin içinde yer almıyor ve de bu rekabete karşıysa
da,
Büyük bir çoğunluğu temsil eden kadınlar
hala,
Süsle desteklenmiş güzelliğini seksle ön plana
çıkarıp,
Elde edebileceği
en üst seviye konfora erişmek adına veriyor
savaşını.
Sev
sevme,
Beğen
beğenme,
Amma ateşin keşfiyle başlayan süreçte gelinen nokta aynen
budur bugün
için.
Devamında ne
olur?
Daha da tavan yapar bu
rekabet.
Ve
de,
Net olarak ikiye de ayrılır kadın cinsi önümüzdeki yüz
yıllar içinde.
Ki, çoktan ayrıldı
bile.
Rekabetin parçası
olanlarla,
Kendi yaşamlarını kendi güçleri üstüne inşa edenler
diye.
Rekabet içinde olanların sevgiyle tanışma ihtimali zor.
Tanışsa bile sevgi onları hedeflerinden
uzaklaştırdığı için çok da izin
vermezler sevginin öne
çıkmasına.
Çünkü hedefe giden yolda sevgiye ihtiyaç
yok.
Kendi yaşamlarını kendi güçleri üstüne kuran
kadınlarınsa,
Sevgiye çok ihtiyaçları var her insanoğlu
gibi,
Ve sevgi çok
önemli.
Önemli
de,
Kendi yaşamlarını kendi güçleri üstüne inşa eden
kadınlarda,
Kadınsı özelliklerini yitirmeye başlayınca bu mücadelenin
girdabında,
Erkeklerden yana pek de açık olamıyor
bahtları.
Ki,
Zıttı oldukları ve de karşı
durdurdukları,
Ayıpladıkları,
Aşağıladıkları rekabet içinde olan kadınlarla
da,
İster istemez çakışıyor yolları yaşamlarının bir
yerlerinde.
Ya bir erkekle başlayan
ilişkilerinin ilk
zamanlarında,
Ya da
sonlarında.
Bu devrin erkeğiyse zaten şimdiden ikiye bölünmüş
durumda.
Ailesine bağlı tek
eşli yaşayanlarla,
Çok eşli yaşayanlar
diye.
Erkek tarafında yüzdenin büyük dilimi çok eşli yaşamın
içinde yer alanlar.
Kadın cephesindeyse büyük dilim, süsle güzellikle seksle
rekabetin içinde yer alanlar.
Yani gezegende yaşayan insanoğlu nüfusunun büyük bir dilimi çok eşli
erkeklerden ve rekabet içinde olan
kadınlardan oluşuyor.
Bu büyük çoğunluğun dindi, örftü, adetti, gelenekti nevi kavramları
taktığı da yok artık.
Demek
ki,
Yaşam tarzlarını bundan sonra değiştirmelerine neden
olacak ve baskı oluşturacak her hangi bir başka engelde çıkmıyor
karşılarına.
Ki,
Unutmamak lazım gezegende yaşamda gittikçe zorlaşıyor
ekonomik şartların kıskaçları
arasında.
Yani ekonomik parametreler hedeflere doğru konulmuş hırsları gittikçe daha da
körüklüyor.
Demek
ki,
Yüz yıl sonra, üç yüz yıl sonra rekabet içinde yer alan kadınlarla,
çok eşli erkekler çok daha etken olacak gezegendeki kadın erkek ilişkilerinin
yeniden yapılanacak şeklinin belirlenmesi
adına.
E o
zaman,
Önce aile kavramı değişecek
demektir.
Aile diye tanımladığımız topluluğun kimlerden oluştuğu yeniden
biçimlenecek,
Ve
de,
Evlilikler azalacak
önceleri,
Ve,
Belki bir gün de yok olup gidecek çok küçük fanatik bir
grup insanoğlunun çabalarının
haricinde.
Kendi gücüyle yaşam içinde yer almaya başlamış genç kuşak
kadınların küçükte olsa bir
kısmı,
Bugün bile evlenmeden ve bir erkeğe
bağlanmadan,
Bir erkekle çift olmanın sorumluluğunu
almadan,
Çocuk sahibi olmak ve de kendi başlarına büyütmek
istiyorlar
çocuklarını.
Erkeğe güven,
erkekle birlikte yaşam arzusu sıfır
seviyesine indi bile küçükte olsa bir
grup kadında.
Ki,
Kadına olan güveni de kaybetmiş erkeklerinde var
olduğunu düşünecek
olursak,
Üstüne
üstlük,
Bir çok erkeğin beğenilme nedeninin altında ya ekonomik
gücünün ya da seks talebinin olduğunu da çakmasıyla,
Ve,
Bir çok kadının bir erkek ona yaklaştığında sevgiden
değil de, acaba seks için mi yanaştı korkusu da işin içine
girince,
Ve,
Bir de çok eşli erkeklerin sayıları gittikçe
arttıkça,
Ve,
Bir de bu hızla artan çok eşli erkek modeline çok fazla
sayıdaki rekabetçi kadında destek
verdikçe,
Demek
ki,
Evlilik kurumu çöküş yolunda hızla ilerliyor
ve,
Son demlerini
yaşamakta.
Evlilik kurumu
ancak,
Azınlık bir grup içinde devam ettirebilecektir yaşamını
gelecek yüz yıllarda.
Ki,
Zaten,
Etrafınızda birden fazla sayıda evlenmiş ve boşanmış
olmasına rağmen,
Bugün itibariyle bekar olarak yaşamını sürdürenlerinde
çokluğuna bakarsak,
Ve
de,
Yaşı ilerlemiş olmasına rağmen henüz hiç
evlenmemişlerinde sayılarına gidişatın nereye ve ne yöne olduğu aşikar
zaten.
Dinle gelen evlilik kavramı
yine,
Dine olan bağlılığın azalmasıyla eridi gitti aslında.
Özeti
budur.
Bir daha nasıl ki geri gelmezse din kavramı eski gücüyle
ve etken,
Bir daha tekrar geri gelmez evlilik kurumuna sadakat
anlayışı da.
Geçen yüzyılın
sonlarından itibaren herkesin istediği
herkesle sevişmesi dönemine girdi
insanoğulları.
Ve
herkes,
Herkesle sevişebildiği kadar daha da sevişecek,
Seks yapmaya devam edecek birkaç yüz yıl
boyunca.
Sonrasında,
Cazibesi yitirecek seks alınan hazlardan yana.
Çünkü insanoğlu her şeyi hızla tükettiği gibi, sevişmenin
seksin hazzını da tüketecek gelecek yüz
yıllarda.
Değişimin getireceği gelişimin yansıdığı daha da gelişmiş
ruhlar,
Hazları çok daha derin hissetmek isteyecekler ve de sevişme ve seks sırasını savmış olacak
çoktan.
Sevişmenin yerini gönülden gelen derin sevgi
alacak.
Seksin yeriniyse
dokunmak.
En
önemlisi,
Ruhların sarmaş dolaş olması alacak sevişmenin ve seksin
yerini.
Sevgi bedenlerden çıkıp insanların çok gelişmiş ruhlarına
bırakacak yerini.
Cinsellikse,
Çiftleşme boyunda
ki,
Eski formatına geri dönecek yeniden.
Evlilik müzeye
kalkarken,
Aile kavramı bir çok reformlardan
geçecek.
Bu yüz yılların evlenmiş boşanmış kadınlarının
erkeklerinin çocukları,
Tetikleyecekler bu
değişimi.
İlk onlar kaldırmaya başlayacaklar evlilik kavramını
müzeye.
İlk reformistlerde onlar olacaklar yeni aile kavramının
değişiminde.
Bin yılı
beklemeden,
Birkaç yüz yıl
sonra,
Ne evlilik kalacak, ne de bugünün aile kavramı
gezegende.
Patron hata
yaptı.
İnsanoğlunun genlerine uygun olmayan sistemi taşıdı din
kavramıyla.
Diretmeyle ve
dayatmayla,
Bu kadar zaman yürüyebildi sistem
ancak.
Kadınlar
erkekleşirken,
Erkeklerse kadınlaşıyorlar aynı
zamanda.
İnsanoğlu,
Tek bir cinse doğru
gidiyor.
Bin yıl
sonrayı,
Hayal edin bu
gün.
Etmeden evvel
önce,
Dedelerinizle
ninelerinizle,
Annelerinizi babalarınızı,
Sonra,
Kendinizle annelerinizi
babalarınızı,
Sonra,
Çocuklarınızla kendinizi
karşılaştırın.
Sonra bu
değişimi,
Onla yüzle
çarpın.
Sonra,
Dönün
başa,
Evliliği düşünün
tekrar,
Sevişmeyi
ve,
Seksi.
Sonuç nereye varır sizce bin yıl
sonra?
Fala
devam.
Patron Hata Yaptı – Bölüm 6
25.02.2012
Arkaya ve yanlara kocaman yazmışlar ismini geminin.
‘Nuhun
gemisi’.
Yine mi? E valla yine. Ne gemiymiş bu yahu. Doldu
boşaldı, inşa edildi, yok oldu, bulundu dendi, bitmedi efsane. Her tufandan
evvel yine doluyor, yine açılıyor enginlere. Bu sefer enginler bittiği için,
yolculuk uzaya.
Bitemez bu efsane, çünkü doğru. O yüzden hep Nuhun Gemisi olacak
adı. Nuhun işi bu zaten. Hep bir Nuh çıkacaktır. Soyu sopu koruma
refleksiyle.
Dev gibi
gemi.
Ne kadar dev? Çok dev. Bir uçtan diğer uca üç bin
metreden fazla boyu. Eni daha dar iki bin
metre.
Elips şeklinde bir can simidi gibi diyeyim şekline, ancak
iç tarafına doğru kavisle inceliyor. Ortası
boş.
Bir kenarında şemsiye gibi bir uzantı var yukarı
doğru.
Kaptan
köşkü.
Silindirin kenarları
çepeçevre pencere.
Koskoca gemi altı büyük ayağın üstünde. Ayaklar bugünün
ifadesiyle roketler bir anlamda. İlk kalkış için
hazırlanıyorlar.
Atom çekirdeğinin parçalanması ve parçaların birbirleriyle serbestçe
çarpışmasıyla elde edilen bir tür
enerjiyle çalışıyor.
Gemiyi dağ
sıralarının arasında çok büyük bir platoya
yerleştirmişler.
Üç kuşaktır çalışılıyor
üstünde.
Kendilerini bu geminin inşasına adadı binlerce insanoğlu
ve klonlanmış insanoğlu
işçiler.
Gemi personelinin tamamı klonlanmış insanoğulları zaten.
Uzaylılarla işbirliğine girileli yüz yılı geçmiş
durumda.
Aslında uzaylılarla temasın başlangıcı bin dokuz yüzlü
yıllara dayanıyor. O zamanlarda gizli yürütülen ilişkiler iki bin yüzlü yıllarda
ilan edildi insanoğluna.
İlk günlerde tam bir panik havası oldu. Borsalar patladı.
İnsanlar kendilerine sığınaklar bile yaptılar. Korku girdi içlerine
insanoğlunun.
Devamında alışıldı bu duruma.
İlk defa insanoğlunun içine karıştı uzaylılar. Büyük bir
parka getirildiler uzaylılarI özel
araçlarla.
Karşılıklı bakışıldı. Bizim gibi olmasa da, gülümsediler
sanki bizlere.
Bizden daha uzun boyları. Yüzlerinin ana şekli bizim
yüzlerimize çok benziyor. Sanki milyon yıl içinde mutasyona uğramış insanoğlu
gibi.
Tüm uzuvlarımız aynı. Şekilleri farklı bir
tek.
Kuyrukları yok ama. Sivri kulaklar da yok. Küçük bir
burun, küçük bir ağız,
İnce narin bir beden. Az giysi. İnce uzun kollar ve
bacaklar, incecik parmaklar. Kaslar yok denecek kadar incelmiş.
Kalçaları erimiş gibi. Göğüs kafesleri çok dar ve düz.
Ayaklar çok küçük. Ayak parmakları
uzun.Göz bebekleri yeşil sarı arası ve gözleri büyük mü, büyük. Gözlerinin tamamı göz bebeği neredeyse. Kafada büyük.
Hiç kıl yok bedenlerinde.
Dalgalanan ve de alçalan yükselen seslerle anlaşıyorlar.
Neredeyse hiç konuşmuyorlar.
Her şeyi bilgisayar sistemleri ile yapıyor, çözüyor ve de
geliştiriyorlar.
Duyuları yok gibi. Duygulu değiller. Sadece arada bir
gülümseme nevi bir yüz ifadesi oluyor. Hep memnunlar her şeyden hissi
veriyorlar.
Olağanüstü zekiler.
İnce bir cam bilgisayar dediğimiz. Ne kablo var ne her
hangi bir başka gövdesi camın. Tek bir cam. Sesle ve de dokunarak çalışıyor.
Bilgisayarları birbiriyle ilişki
kurabiliyor.
Hiç yemiyorlar. Küçük bardak gibi bir kaptan konsantre
sıvı içiyorlar belirli
zamanlarda.
Bizim yirmi dört saat sistemimize göre değil yaşam
biçimleri.
Onların bir günü bizim bir buçuk günümüz gibi. Her on
saatte bir, birkaç saat
uyuyorlar.
Karanlıkta hareket edebiliyorlar. Çok az ışık yeterli
oluyor tüm yaşamlarına.
Soğuklar. Vücut ısıları çok
düşük.
Birbirlerine temas etmiyorlar hiç. Neredeyse
dokunmuyorlar.
Dişimi erkek mi anlamak mümkün değil.
Aynılar.
Ten renkleri açık tonda bir lacivert gibi.
Belirli zamanlarda bir makineye bağlanıyorlar. Makine
vücutlarında eksikliği olan besinleri belirliyor, hemen orada parmaklarından
ince bir iğneyle eksiğini tamamlıyorlar
bedenlerinin.
Bizim zaman dilimimizle bakarsanız, iki yüz yıldan uzun
yaşıyorlar.
Ölümleri çok hızlı oluyor. Yaşlılık süreleri çok
kısa.
Zaten hangisi genç, hangisi yaşlı anlamak mümkün
değil.
Tenlerinin rengi koyuluyor yaşlandıkça, tek ip ucu
o.
Yumurta ve sperm sistemi ile ürüyorlar, ancak yumurta ve
spermler çoğaltılıyorlar bir
makinede.
Karakter farklılıkları yok. Her şeye aynı tepkiyi
veriyorlar.
Ancak akıl ve beceri farklılıkları
var.
Müzik dinliyorlar işin enteresan tarafı. Hafif ve alçak
seslerin iniş çıkışları ve de tonlama farklılıklarından oluşuyor müzikleri. Ve
de her yerinde sürekli çalıyor yaşadıkları
alanlarının.Gezegene ilk geldikleri andan itibaren hep kendi gemilerinde yaşıyorlar.
Oksijene karşı çok duyarlılar. Uzun süre bizim atmosfer
şartlarımızda hareket
edemiyorlar.
Ve de çok önemli olmadıkça gemilerinden dışarı
çıkmıyorlar.
İnsanoğlu ile ilk günden beri birbiriyle haberleşen
bilgisayar sistemiyle yürüttüler ortak
çalışmaları.
Yanlarında getirdikleri bir element ile gezegende var
olanların karışımı yeni bir maddeyi tanıttılar bizlere.
Geminin malzemesi bu
maddeden.
Çok hafif. Çok esnek. Darbeleri savuşturan, darbeyi
aldığı anda esneyerek gücü sıfır noktasına indirgeyen bir madde
bu.
İnsanoğlunun atomu parçalanmasıyla başlayan yeni sürecine
müthiş bilgiler eklediler.
Protonların çarpışması esasıyla üretilen enerjide çok yol
almışlar.
İhtiyaçları olan her tür enerjiyi bu nevi bir yöntemle
elde diyorlar.
Yerçekimine alışamadılar. Yürüme ve hareket etme
kabiliyetleri gemiden dışarı çıktıkları an çok yavaşlıyor ve kontrol edemiyorlar
vücut hareketlerini gezegene indikleri an.
Barışçıllar. Agresifliği temsil eden hiçbir kavramları
yok. Tartışmıyorlar.
Her şey bilinen veya yeni katılan.
Netler.
Az şey biliyorlar. Bildiklerine çok detaylı ve derin
hakimler ancak.
Gezegendeki bilim adamlarından oluşan üst kurulla uzun
yıllar temas içindeydiler inmeden evvel
gemileri.
Alt yapıyı hazırladılar
önce.
Gezegene indiklerinde bilinendiler. Bir sürpriz olmadı,
ancak insanoğlunu paniğe sokan ilk şok yaşandı yine
de.
Sonrasında bizden birileri
oldular.
Ellerinde çok veri var, insanoğlunun evrimi ve yaşamıyla
ilgili.
Olgun ebeveynler gibi davranıyorlar
bizlere.
Olgunlarda zaten.
Geminin bittiği dönemde gezegenin hali hiç de alıştığımız
gibi değil.
Geminin inşa edildiği kıtalardan birinin bir kısmı çok
yüksek güvenlik sistemi ile korunuyor. Gezegenin diğer yerlerinde güvenlik yok
denilecek kadar az. Bazı şehirler veya kasabalar kendi güvenlik sistemlerini
kurmuş durumdalar ve son anlarını yaşıyorlar, yaşam bitmiş
oralarda.
Tarım arazisi neredeyse kalmamış durumda. Gerçek
yiyecekler çok pahalı, ancak zengin insanlar topraktan gelen yiyeceklerle
besleniyorlar.
Su denizlerden üretiliyor genelde. Kaynak suyu en değerli
şey.
Şehirlerde sokaklar genelde boş. Bir tek eğlence veya
sağlık nedenleriyle çıkıyorlar insanlar sokaklara. O da çok gerekirse. Vahşet,
gasp her yerde.
Yiyecek içeceklerini özel korumalı arabalarla özel
güvenlik güçleri evlere teslim
ediyor.
Hiç mağaza kalmamış. Mağaza diye bir kavram bile yok. Her
şey siparişle geliyor.
Şehrin üstünden tüp şeklinde silindirler geçiyor. O
silindirlerden bazı evlere daha ince tüpler döşenmiş. Biraz fazla ödeme yaparsan
tüm siparişler bu tüplerle direk evine
gönderiliyor.
Zaten uzun yıllar evvel araçlarla şehirler kıtalar arası
mal nakliyatı bitti. Çapı üç metrelik borular döşediler tüm gezegene. O tüplerin
içine yine silindir şeklinde konteynırlar yerleşiyor. Havanın emme ve itme
gücüyle binlerle kilometre ötelerden yapılıyor tüm
nakliyeler.
Çünkü karayolu, deniz ve hava yolu nakliyesi çok pahalı
ve güvenlik riski çok
yüksek.
Ki, karayollarını sadece çapulcular, eşkıyalar
kullanıyorlar çok uzun
yıllardır.
Birde malı mülkü olmayan, komin hayatına geçmiş ve
dağlarda ovalarda yaşayan
insanoğulları.
Onlarda eski zamanlardan kalma üç tekerlekli hibrid
arabalar kullanıyorlar, çok nadir o
da.
Yerin altında kurulan şehirler var birde. En güvenli
yerler buraları.
Tarım toprağı çok kıymetli. Zaten güneş yılın en fazla üç
dört ayında var ve çok zayıf verdiği ısı. Gökyüzünü kaplayan karbondioksit gazı
yaşamı yüz yıllarla evvel felç etmiş. Gerisi dondurucu
soğuklar.
Uzayı değil gezegeni tercih edenlerden büyük bir kısım
insanoğlu topluluğu yer altında şehirler kuruyorlar yüz
yıllardır.
Genelde ovaların altlarını seçtiler. Üstte tarım
yapılıyor, altta yaşanıyor.
Yerin altına bin metreye yakın
indiler.
Hem doğa şartlarından korunuyorlar, hem güvenli, hem
de sahip oldukları topraklardan verim
alıyorlar.
Yerin altında çiftlikler bile kuruldu. Suni güneş
ışığıyla her türlü tarım ve hayvancılık yapıyorlar. Maliyetler çok yüksek tabii
ki. O yüzden yer üstünü de çok verimli kullanmak
zorundalar.
Tüm şehrin enerji ihtiyaçlarını yerin çok altından elde
ettikleri doğal gazlarla ve de depoladıkları güneş enerjisi ve rüzgarla elde
ediyorlar.
Bu nevi şehirlerde yaşayan biri olmak veya bu nevi
şehirlerde çalışan bir kişi bile olmak çok büyük ayrıcalık. Önemli ve zengin
biri olmalısın mutlaka.
Şehirlerin küçüğü yirmi
otuz bin kişilik, birkaç şehrin nüfusu yüz bine
yaklaşıyor.
Geçen yüzyılda üç büyük şehir yüzlerle metre yerin
altından açılan tünellerle birbirlerine
bağlandılar.
Hava vakumlu tüpler sayesinde insanoğulları şehirden
şehre geçebiliyorlar.
Hatta mal nakliyatları bile
başladı.
Toplasan tüm dünyada yerin altında yaşayan insan sayısı
üç beş milyonu geçmez.
Ve de her bir şehirle iletişim
içindeler.
Her birinde on, on beş milyon insanoğlunun öldüğü onlarla
depremden sonra gezegenin kilometrelerce altına binlerce adet sismik araştırma
cihazları yerleştirildi. En az deprem riski olan yerler seçildi bu şehirler
için.
Genelde de yüksek ovalar tercih edildi. Ki, ovaların
etrafı da çepeçevre özel alışımla çelik kuşaklarla çevrildi. Bir nevi leğen
yaptılar boyu eni binlerle metre olan. Ve yerin binlerle metre
altında.
İki kat leğenlerin arası su havuzu. Deprem olduğunda ilk kat leğen
alıyor ilk darbeyi, su depremin gücünü azaltıyor, ikinci kat leğen çok az
hissediyor depremi çünkü altta ki leğen katı ikinci kattan bağımsız hareket
edebiliyor.
Şehirler üstteki
leğen katının üstüne kurulu.
İki kat arasında ki suyu arıtıyorlar ve şehrin su
ihtiyacını karşılıyorlar.
Yapıların tamamı yine çok hafif ve esnek çelikten. Ara
duvarlarsa kırılmayan, patlamayan esnek camlar. Camlar aynı zamanda
bilgisayarların kontrolünde yürüyen bir sistemle gündüz ve geceyi yaşatıyorlar
insanoğullarına. Isıtma soğutma sistemleri de camların
görevi.
Tüm iletişimde bu camlarla. Tüm yayınlar bu camlardan
seyrediliyor. Görüntülü telefon ihtiyaçları
dahil.
Tavanlar yani taban alanlar sentetik bir malzeme. Elde
kalan son petrol artıklarıyla yaptılar bu
malzemeyi.
O yüzden yeni şehir kurmak gittikçe daha da yüksek
maliyetler çıkarıyor
insanoğullarına.Yeni bir malzeme üstünde çalışıyorlar.
Onun içinde denizlerden kum çekiliyor sürekli hem cam
üretimi için hem de yeni inşaat malzemeleri
adına.
Sıkıştırılmış kumla, yeni keşfedilen ve de magma
tabakasına yakın birkaç madenden çıkarılanların karışımı üstünde araştırmalar
var.
Denizlerden çok uzak ve yükseklere kurulduğu için
şehirlere kumun nakliyesi
zor.
Yine tüplerle çekiyorlar denizlerden kumu yerin yüzlerle
metre altından.
Oksijende sorun. Atmosfer şartlarından oksijen elde etmek
kolay değil. Oksijen üretiliyor. Ve sadece kapalı alanlara veriliyor oksijen.
Yaşam hep kapalı alanlarda. Ve bitişik düzen. Açık alan hiç yok gibi. Kapalı
alanlarda bitki üretimi
yasak.
Çiçek yok. Bir kısım fanatikler sentetik çiçekler ürettiler, bilgisayarlar
vasıtasıyla büyüyor çiçekler.
Çocuklar kendi sentetik çiçeklerini yaratıyorlar
programlar aracılığı ile. Yarışmalar düzenleniyor çocuklar arası, çok eğlenceli
oluyor yarışmalar.
Soyu tükenmiş hayvanları da yarattılar yeniden. Aslında
tamamı makine ama çok sahici gibi. Müzelerde yaşatıyorlar bu hayvanları.
Gezegenin geçmişini öğrenmek için önemli.
Aile kavramını yaşatıyorlar yerin altına inmiş
insanoğulları.
Evler yirmi otuz metrekare. Her şeyi var içinde. Mimarlar
ve mühendisler sürekli çalışıyorlar evleri nasıl daha da küçültürler
diye.
Okul, hastane, yönetim binaları yok. Eğitimler camlar
vasıtasıyla evlerden
veriliyor.
Hastalık zaten yok denecek kadar az. Genlerle oynadılar
ve deri altına yerleştirilen ciplerle herkes yirmi dört saat kontrol altında.
Doktorla hasta neredeyse hiçbir zaman karşılaşmıyor, ameliyatlar hariç. Pek de
ameliyatlık bir durumlada
karşılaşılmıyor.
Gıda üretimi en büyük problem. Şehirlerde yaşayan tüm
insanoğullarına eşit dağıtılıyor gıda ihtiyaçları. Gıdalar hep konsantre. Tamamı
ile beslenme amacına yönelik. Yılda bir kez yapılan şölenlerde kurulan açık
mutfaklardan istedikleri kadar yemek yiyebiliyor insanlar, ki o yemeklerinde
çeşitleri çok kısıtlı.
Alkollü içeceklerin üretimi yüz yıllar evvel
sonlandırıldı. Duymuşlar ancak hiç tatmamışlar alkollü içecekleri. Mantığını
bile bilmiyorlar neden içildiğine dair yüzyıllar
evvel.
Ne kabak kalye var, ne karnıyarık, ne yaprak sarma, ne
sucuklu yumurta, ne demli bir çay, ne kahve, ne lahmacun, ne pide, ne döner, ne
balık, ne fındık fıstık, ne beyaz peynir, ne rakı, ne viski, ne parklarda
gezinmek, ne sokaklarda öpüşmek, ne şömineni ateşi, ne kuş sesleri, ne minik
kedi, ne yaramaz köpek, ne papatya, ne gelincik, ne kumsalda sere serpe yatmak,
ne günbatımı, ne mehtap, ne yakamozlar
var…
Amma,
Uzaylılar
var.
Amma,
Yerin altına kurulmuş şehirler
var,
Amma,
Nuhun Gemisi var ileri
teknoloji.
Patron insanoğluna alıştığını aratmasın
derler.
Oldu mu ya
şimdi…
Bizler basit
yaratıklarız.
Mutlu oluruz bir küçücük kedi yavrunu koynumuza soktuğumuzda.
Mutlu oluruz sevdiğimizin dudağından bir öpücük
aldığımızda sokakta.
Mutlu oluruz bebeler salıncakta
sallanırken.
Günü yaşamayı bilmek
lazım.
Bilmekle kalmayıp yaşamak
lazım.
Hayatın bugün bize verdiği nimetlere şükretmek
lazım.
Kazanması
zorken,
Kaybetmesi çok
daha zordur.
Koyar.
Deneyimde desen
adına,
Geleni kabul etmekte
desen.
Koyar.
Basit
insanoğlunun,
Basit
keyiflerini,
Yaşamak lazım hazır elimizdeyken, eldeyken her
şey.
Koymadan
evvel.
Boş ver işin felsefesini, salla gitsin
şimdi,
Bizler basit
canlılarız,
Özleriz o
yüzden.
Sonuca bak
sen.
Patron hata
yaptı.
Fala
devam.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder