16 Nisan 2012 Pazartesi

PATRON HATA YAPTI BÖLÜM 6 - 10


PATRON HATA YAPTI BÖLÜM 6 - 10


Patron Hata Yaptı – Bölüm 10
03.03.2012

Gezegende para ile satın alınacak hiçbir şey olmadığını düşünün. Kabul gören değerlerin sadece yiyecek ve su ve yanıcı her hangi bir madde olduğunu.
Elinde yiyecek ve su ve yanıcı bir madde varsa, ancak takas edebiliyorsun bir ihtiyacına karşılık, ki başka ihtiyaçlarında kalmamış yaşamını sürdürebilmek adına.
Ne bir mağaza var, ne bir alışveriş sitesi. Ne bakkal, ne market, ne pazar var.
Her yer yağmalanmış, bomboş raflar, dolaplar, tezgahlar, dükkanlar, marketler, restoranlar, mağazalar, oteller.
Tek başınıza veya ailenizle berabersiniz,
Barınacak bir eviniz var. Ancak ısıtamıyorsunuz. İçi bomboş, yakmışsınız her şeyi ısınmak ve sıcak yemek ihtiyacınız için.
Elektrik yok.
Hiçbir aletiniz çalışmıyor.
Su da yok. Duş yapmak, yıkanmak, temizlemek, temiz giysi giymek mümkün değil.
Sokağa çıkmak tehlikeli.
Her yerde binlerle canavarlaşmış insanoğlu giysileriniz dahil sizi soymak için bekliyor.
Aç ve susuzsunuz.
Aileniz, akrabalarınız, arkadaşlarınızda.
Varsa eğer hala güvenlik güçleri, bazen yiyecek ve su dağıtıyorlar insanoğullarına.
İş yerleri kapalı.
Çalışan tek birim ordu ve güvenlik güçleri. Ve az sayıda sağlık görevlileri.
Oralarda çalışanlarında çoğu görevlerini tam yapmıyorlar, yapamıyorlar.
Eğitim sistemi yok olalı aylar olmuş. Belki yıl.
Hastanelerin tamamı kapalı. Ne doktor var, ne ilaç.
Hastalananlar ölüyorlar genelde, kaderlerine kalmış artık.
Ölenleri boş buldukları her yere gömüyor insanoğulları.
Sokaklarda yaşayanlar zaten öldükleri yerde kalıyor ve çürüyorlar.
İyice yırtıcılaşmış birkaç hayvana yiyecek oluyorlar bazen.
Kesif acı ve ağır bir koku var şehirlerde.
Parklarda bahçelerde ne tür bitki olursa olsun toplayıp yemiş insanoğulları. Ağaçların dalları, yaprakları dahil.
Çimen çok kıymetli. Kendi kendine biten tüm bitkileri anında toplayıp yiyorlar.
Sokak hayvanlarını, kuşları, böcekleri bile yakalamış ve yemiş henüz ısıtıcılar çalışırken, ateş yakacak malzemeleri varken.
İnsanoğlu ölülerini bile yiyenler var açlıktan.
Zaten tüm binalar kabuk gibi kalmış. Ne kapı ne pencere ne bir eşya.
Yakılacak her şey yağmalanmış, yakılmış bitmiş aylar öncesi.
Zamanında büyük paralara aldığınız ne evlerin, ne arabaların, ne teknolojik makinelerin hiçbir değeri yok.
Hepsi çürümeye terk edilmiş durumda.
Giysilerin ne kalitesi önemli, ne markası.
Isıtsın yeter.
Temiz olsun yeter.
Aradığınız tek standart, sıcak tutması ve temiz olması giydiklerinizin.
Bildiğiniz ve profesyonel olduğunuz işler var, ama sizi talep eden işyerleri yok.
Eğitimin diplomanın değeri sıfır olmuş.
Ve kapanmışsınız evinize.
Durumunuz bu.
Şehirlerde ve büyük kasabalarda yaşıyorsanız tabii ki.
Köylerin, köyde yaşayanların durumu daha iyi.
Hele şehirlere, kasabalara uzak mesafede olanlar kendi ekip biçtiklerini yiyorlar,
Suları var, çok az sayıda kalmış birkaç kuyudan, derelerden gelen.
Gezegende olup bitenleri bilmiyorlar oralarda yaşayanlar.
Kulaktan kulağa alıyorlar haberleri.
İletişim, telefon, televizyon, internet olmadığı için,
Bazen uzaklardan gelen birkaç kişinin verdiği bilgilerle yetiniyorlar insanoğulları.
Şehir dışına büyük bir göç var.
Herkes köylere akın ediyor.
Köy sakinleri güvenlik bantları oluşturmuşlar köylerinin çevresinde.
Kimseyi yaklaştırmıyorlar, gerekirse vurup öldürüyorlar sınırları geçmeye çalışanları.
Çatışmalar çıkıyor sürekli.
Çok yükseklerde, yeri izi bilinmeyen köyler keşfedilemediği için,
Oralar oldukça sakin şimdilik.
İki yüz yıldır süren kuraklıklar ve de aniden gelen dondurucu soğuklar doğanın dengesini alt üst etmiş durumda.
Yüz yıllarca yağmur almamış zamanın en verimli topraklarının tamamı çöle dönüşmüş.
Yaz sıcaklıklar yetmiş seksen dereceleri buluyor gezegenin genelinde.
Tarım arazisi hiç kalmadı gibi.
Kışlar bazen uzun bazense çok kısa ama dondurucu geçiyor. Eksi otuz kırklar elliler alışılmış soğuklar olmuş artık.
Uzun süren ve defalarca tekrarlanan nükleer ve biyolojik savaşlar yüzünden zaten gezegenin büyük bir kısmında hiçbir canlının yaşaması mümkün değil.
Yüz milyonlarca insanın ölümüne neden olan savaşlar ve doğa şartlarının değişimi sonrasında,
Milyarlarca insanoğlu oradan oraya göçerken çoğu yollarda öldü.
Kalanlar doğa şartlarına, açlığa, susuzluğa, hastalıklara yeniliyorlar,
Her gün milyonlarca insanoğlu ölüyor,
Ve sonlarının geldiğini biliyorlar.
Gezegen sessiz.
Hayatta kalan bazı hayvanların çıkardıkları sesler haricinde gezegenin neredeyse tamamı sessizliğe bürünmüş durumda.
Çok nadir çok yükseklerden bir iki uçak geçiyor, çoğunun motor sesi ulaşamıyor bile yeryüzüne.
Eski barajların ve kalan az sayıda gölün etrafları en kıymetli yerler.
İçinde bakteriler ve mikroplar dahi olsa su kenarlarında toplaşıyor insanoğulları,
Ki,
Zamanında oralara yerleşmiş olanlar izin vermiyorlar yeni gelenlerin yerleşimine.
Genelde kurumuş ırmak yataklarından yukarılara doğru göçler.
Su kaynaklarına, dağlara doğru ümitle yönelmiş insanlar.
Çok sıcak yaz mevsimlerinde eriyen ve geride kalmış son buzullar ve arada yağan karlar yaşam damarları dağlarda insanoğlunun.
Nükleer ve biyolojik savaşlarda kirlenmemiş ve temiz kalmış topraklarsa çok değerli.
Sırtlarındaki çuvallarda taşıyorlar temiz toprağı göçerlerken.
Suya erişecek kadar gücü olanlar, hemen ekiyorlar tohumları bir avuç toprağın içine.
Tohum savaşları çok kanlı sonuçlanmış yüz yıl evvel.
Devletler tarım alanlarının yok olmasıyla birlikte stoklarında tahıl, kuru bakliyat ve tohum olan diğer devletlere saldırmışlar.
O kaosta eline biraz tohum geçirenler için en kıymetli değerleri tohumları.
Sayı ile saklıyorlar ceplerinde, küçücük paketlerin içinde.
Hep bir efsane gibi anlatılıyor,
Yüz yıllar evvel şehirleri kendi istekleri ile terk etmiş insanoğullarının yaşadıkları yerlerde var olan hayatların güzelliği.
Ki,
Nerelerde yaşamaktalar bilinmiyor.
Tek bilinen, çok yükseklerde oldukları.
Yüksek ovaların, yüksek platoların kıyı köşe bir yerlerinde saklanarak yaşadıkları.
Bilinen, tahmin edilen bazı yerler var, ancak aç susuz yürüyerek oralara varamıyorlar göçe katılanlar.
Binlerle kilometre uzaklara göçenler, geçen yüz yıllarca süre içinde unutturdular yerlerini yurtlarını gerilerinde kalanlara.
Hem gerçek hem efsane gibi anılıyorlar.
Sayıları çok az.
Tüm gezegendekileri toplasan bir kaç bin insanoğlu bile değil belki.
Yıllar yıllar evvel bir gazeteci çok özel izinlerle karıştı aralarına ve bir ay o köylerden birinde yaşadı.
Döndü haber yaptı. Hiçbir makinenin girişine izin verilmediği için,
Sadece bin sene evvelin yöntemi kağıt ve kalemle yazdıklarını anlattı.
İnternette hemen fanları oluştu o köyün.
Gazetecinin adını verdiler köye şehirdekiler, çünkü köyün sakinleri bir ad bile koymamışlar köylerine.
Olay olmuştu, hatta o köyün yerini bildiğini iddia edenler yollara çıkmışlardı, küçük uçan araçları ile dağ tepe aramışlardı köyün yerini.
Bir internet yayıncısı çok büyük bir ödül koymuştu köyün yerini bulana verilmek üzere,
Ama kimse bulamadı. Bu arada bir çete köyle ilgili haberi yapan gazeteciyi yakalayıp işkence ile öldürdüler köyün yerini öğrenmek için.
Sonuç,
Zaman içinde unutuldu gitti o olayda.
Ta ki,
Yüzyıllar süren kuraklık ve dondurucu soğuklardan sonra on milyarlarca insanoğlunun öldüğü büyük kıtlık başlayana ve kahredici büyük savaşlara kadar.
Neredeyse tüm hayvanların ve bitkilerin soyları tükenene kadar,
Tüm denizler kirlenene ve içlerinde hiçbir canlıyı barındıramaz hale gelene kadar,
Buzulların erimesiyle yüzlerle metre yükselen denizlerin büyük kara parçalarını yok etmesine kadar,
Kısa ama çok yoğun yağan ani yağmurlarla gelen büyük sellerin verimli ne kadar toprak varsa silip süpürmesine kadar,
Aşırı sıcaklar sonucu çıkan ve ormanların tamamı ile yok olmasına neden olan devasa yangınlara kadar,
Tüm göller kuruyup, tüm yer altı suları tükenene kadar,
Hatırlamadılar yüz yıllar evvel göç edenleri.
Artık bir efsane gibiydi geride kalanlar için yüz yıllar evvel göçenlerin hikayeleri ve yaşamları.
Aynı efsane uzaya gideceklerin nerede toplandıkları yönünde de anlatılıyor.
Bir yerlerde var o gemiler biliniyor ama nerelerde bilinmiyor.
Uzaylılarda gezinmeden gezegenin etrafında direk o alanlara gittiklerinden,
Uzaylıları da göremez oldu insanoğlu son birkaç yüz yıldır.
Efsane olmayan,
Çok gerçek, en gerçek olan tek durumsa,
Her gün milyonlarla insanın ölmeye devam ettiği hala.
Küskün bir gezegen,
Bezmiş insanlar,
Ve büyük bir ümitsizlik.
Ve koku,
Acı ve ağır.
Kavurucu sıcaklar. Anında donduran soğuklar.
Bazen yakıcı aşırı parlak bir güneş ama genelde kopkoyu gri bir gökyüzü.
Bulutsuz.
Ve büyük bir sessizlik.
Büyük ve çok acı veren bir matem gibi.
Ve matemin yaratıcısı,
Çoğu isterken elinde kalan aza razı,
Büyük bir sessizlik içinde.
Bekliyor.
Aynı hatayı bir kez daha yapmamaya yemin ederek,
Gelişimin,
Bedeli değişiminden dersler çıkarıyor ve,
Bir daha yapmaması gerekenlerin notlarını alıyor elindeki defterine,
Gelişimi adına yarattığı naif ve saf insanoğluna çektirdiği acılara bakarak.
Kendi güzelliğini yansıttığı,
Doğanın, bitkilerin, hayvanların,
ve tüm gezegenin solan renklerine,
Biten renklerine bakıp,
Değdi mi acaba?
Diye soruyor kendine.
Ve çok iyi biliyor ki,
İnsanoğlunun ruhuyla maddeden arınmak ve aklıyla bilime sarılarak daha da gelişmek istemesiyle birlikte başlayan süreçte,
O güzel bedenini dahi terk etme vaktinin yavaş yavaş yaklaştığını artık.
Ruhların zenginleşmesi ve gelişimi adına,
Sevgi adına,
Bir daha yerine kendinin bile geri koyamayacağı,
Hiçe sayılan ve yok olmuş tüm güzellikleri ve ahengi,
Anarak kapatıyor kapağını elindeki,
Not defterinin,
Hiçliğe ve,
Yeni bir dört buçuk milyar yıla girerken gezegen.
Sevinçle ve coşkuyla başlayan ilk yarıdaki yaşam,
Acı ve kederle,
Bitiyor ikinci yarının başlarında.
Homosapiens görev süresini dolduruyor.
Sıradan bir maymundan olma insanoğlunun,
Belki de,
Topraktan yaratılmış güzel bir kadınla erkeğin,
Gelişimi ve yaşamına ait,
Öyküsüde bitiyor burada.
Patron da bitiyor aynı anda ve kendi sonuna doğru adım adım ilerlerken.
Yaptığı büyük hatanın sonucu,
Ne kendini ifade edeceği bir kul kalıyor,
Ne de kendini yansıttığı güzellikler etrafında.
Ve,
Yanında ekmek yiyenlere, çalışanlarına görevlerini daha iyi yerine getirsinler diye,
Acı çektiren her bir patron gibi,
Terk ediliyor büyük patron da.
Evrenin karanlık sonsuzluğunda tekrar ve yeniden,
Yalnızlığına gömülürken,
Bir gün uzayın boşluğunda kaybolup gidecek,
İleri teknoloji ile donatılmış gemiler,
Ve,
Evrenin tek ve mutlak değeri olan,
Sevgiyi,
İnatla ve büyük bir sabırla o günlere kadar taşınmış,
Taşınması için binlerle yıldır mücadele eden bir avuç insanoğlu,
Kalıyor geriye elinde,
Dört buçuk milyar yıllık serüvenden sadece.
Yetecek mi yaşanacak ikinci ve kalan dört buçuk milyar yıla?
Göreceğiz.
Fala devam.



Patron Hata Yaptı – Bölüm 9
01.03.2012
Bilinen ve yaşanılan normalize edildikçe, bilinmeyenin esrarengizliği cazibesini arttırır. Aşk gibi.
Bilimin ispat edemediği konularda ne kadar çok karıştırırsanız kafaları o kadar çok insanoğlu toplarsınız etrafınıza.
İnsanoğlunun bilinenden çok bilinmeyenedir inancı.
Hipotezin sahibi kişinin insafına kalırsınız ispat edilemeyenin peşinde koşarken.
Koşanların arasına karıştıkça da, artar inancınız. Bildiğimiz toplum psikolojisi.
Patron bu açığını iyi kullandı insanoğlunun, dinleri peş peşe gönderirken gezegene.
Kendi yarattığı insanoğlunun, kendisi gibi olduğunu bildiği için, nereden yakalayacak iyi biliyordu, tek patronlu dinlerin kapısını açarken aleme.
Ki,
Onun kullandığı bu yöntemi kullanarak bir çok insanoğlu nemalanmaya başladı patronun peşinden sistemin zaafına sırtını dayayıp.
Kimi, insanoğlunun ruhunu çözdüğünü iddia etti, kimi yaşamın sırrını, kimi dinide işin içine katıp kendi tarikatını kurdu.
Sattığı kadar sattı, ikna ettiği kadar ikna etti, refah içinde yaşayıp ölüp gitti hipotezlerin sahipleri.
Ölünce bilinmeyenin cazibesi iyice artınca,
Daha da çok taraftarı oluştu, ölüp gidenin bir işine yaramasa da.
Yalan önce kendini ikna etme sanatıdır.
Sanatınızı geliştirdikçe o kadar güzel ikna edersiniz ki kendinizi yalanınıza,
Verdiğiniz enerjinin büyüsüne kapılan insanoğulları bir zaman sonra sizden daha çok inanmaya başlarlar yalanlarınıza.
Hatta sizin yalanlarınızı geliştirip,
Başkalarının da inanmasına neden olurlar.
Bilimin ispat edemediği her iddia,
Yalandır aslında.
Amma,
Aksini ispat edemediğin sürece, yalanı doğruda saymak mümkündür.
Bilim akıldan alırken gücünü, ruhani inançlarsa bilimin dışında kalırlar.
Dinler gibi.
Bilim akıldan gelen boşluğu doldururken,
İnsanoğlu ruhani hallerin güçlerine inanmıştır, inanmak istemiştir hep, ruhundaki boşluğu doldurabilmek adına.
Ki,
En zayıf yeri ruhudur insanoğlunun.
Yönetemediği, kontrol edemediği sahip olduğu tek değer ruhtur.
Uzaya doğru yönelenlerin bilimle gelen bilgilerin haricinde ellerindeki tek kaynak,
Bazı insanoğullarının ruhlarında açtıkları kanalları kullanarak uzaylılarla kurdukları ilişkilerden edindiklerini iddia ettikleri bilgilerdir.
Ve bu ilişkilerle edindikleri bilgiler sonucunda,
Yaşamı ve insanoğlunun ruhunu ve evreni ve patronu biçimlendirerek, sistemi kağıda indirgemekte mümkün onlar için.
İndirgedikleri sistemi analiz ettiğinizde, aksini iddia etmeniz mümkün değil,
Çünkü aksinin ispatı bilimle olamıyor. Çünkü hipotezlerle tezlerin arasında ki fark, ispat gerçeğinde yatıyor.
Çünkü, bilim ruhla gelen bilgilerle ilgilenmiyor, çünkü bilimin kaynağı ruh değil, akıl.
Uzay büyük bir bilinmezlik, bilimle gelen veriler haricinde.
O yüzden ne dersen, ne yazarsan, ne konuşursan doğruyu söylediğini iddia edebilirsin rahatlıkla. Söylediklerinin tamamının doğru ve,
Bir o kadarda yalan olduğunu iddia etmekse mümkündür.
Ancak,
Bilimi kullanarak yani aklını kullanarak varacak insanoğlu uzayda hayal ettiği yaşama bir gün.
Hem de uzaylıların yardımlarıyla. Ki, bu yardımlar bire bir karşılıklı bilgi akışıyla olacak. Matematik, fizik ve kimyayı esas alacak, mühendislik ve tasarımla desteklenecek.
Ki,
Zaten o yüzden fırıl fırıl geziniyorlar üstümüzde.
Hatta arada bir arıza yapıp düştükleri bile oluyor gezegene.
Gezegenin bir gün yaşanamayacak bir yer olacağını hesap edenler ve kaşifler ve de maceraperestler bilimi de alıp yanlarına, gidecekler bir gün uzayda yaşamaya.
Binlerle metre eninden boyunda gemileri inşa edecekler.
Atomu parçaladıkça elde ettikleri enerjiyi kullanarak,
Dalacaklar evrenin karanlıklarına.
Işık hızıyla.
Işıktan öte hızlara erişerek belki de.
Ne için?
Keşfetmek için.
Neyi?
Evrenin sırlarını.
Neden?
Merak.
Neyi hayal edecekler?
Daha da konforlu bir yaşamı.
Neyin adına?
Egoları.
Neler var egolarının içinde?
Her nevi konforun standartlarını arttırma iç güdüsü ve de arzusu.
Ne sonuç alacaklar?
Meçhul.
İnsanoğlunun gelişimi adına olumluda olsa, olumsuzda olsa geri dönüp gezegende kalanlara ulaştıramayacaklar edindikleri bilgileri.
Ki,
Dönseler de geriye,
İlgilenmeyecek gezegende kalanlar bu bilgilerle. Belki yerin altında kurulacak şehirlerde yaşayanlar ilgilenecekler, onlarda hala yaşamın içindelerse o gün tabii ki.
Ovalara ve dağlara göçenler, yaşamlarını orada yeniden kurmuş olanlarsa umursamayacaklar hiç,
Çünkü,
Ovalara ve dağlara göçenler egolarından kurtulmak için verdikleri yüzlerle belki binlerle yıllık emeklerini,
Hiçe saymak istemeyecekler ve önemsemeyecekler bu verileri.
Uzaya gidenler uzay boşluğunda,
Ovalara ve dağlara göçenler ruhlarında ,
Arayacaklar,
Hiçliği.
Varılması gereken son noktada iki tarafta hem fikirken,
Yöntemler farklı olacak o kadar.
Bir taraf yaşadığı her bir anın uzayın aynı anda bir başka yerinde yaşanan bir başka yansımasının peşine düşerken,
Diğer taraf sadece yaşadığı anın değeri üzerinde yoğunlaşacak sadece.
Bir taraf paralel yaşam teorisinin ispatı için uğraşırken,
Diğer taraf ruhunu sadeleştirmek ve arındırmak adına verecek uğraşlarını.
Bir taraf matematiğe,
Diğer taraf maneviyatın gücüne yaslayacak deneyimlerini.
İki tarafta insanoğlunun bir sonraki gelişimine hizmet edecekler aynı anda.
Bir taraf evrenin merkezinde görüp kendini gezegenden dışarı adım atmaya ihtiyaç duymazken,
Diğer taraf evrenin merkezine doğru yönlendirecek gemilerini.
Bir taraf ölümü kabullenmişken,
Diğer taraf ölümsüzleşmek için verecek çabaları.
Uzaya gidecekler sonsuz özgürlüğün içinde birkaç bin metre ile kısıtlanmış bir alana hapsederken yaşamlarını,
Ovalar ve dağlara göçenler yaşadıkları hayatın fiziksel sınırlarına fit olup ruhlarında arayacaklar özgürlüğü.
Tam bir ayrım yaşayacak insanoğlu. Ayrışacak iki ayrı gruba.
İkiye bölünecek net olarak.
Uzayda ilerliyorsunuz.
Karanlık bazen aydınlanıyor, bazen yine karanlık.
Gezegenlerin yanlarından geçiyorsunuz. Galaksiden galaksiye yönleniyorsunuz.
Uzayda yaşayan diğer canlılar da eşlik ediyorlar size.
Bazen ürkütüyorsunuz onları saldırıyorlar haliyle.
Bazen misafir gidiyorsunuz onların gemilerine, bazen uzaylı misafirlerinizi ağırlıyorsunuz geminizde.
Size olağanüstü bilgiler aktarıyorlar.
İşinize çok yarayacak veya bir gün işe yarama ihtimali olan.
Yemeniz içmeniz hareket alanınız, gününüz milim milim saniye saniye programlanmış.
Klonlayarak kendinize hizmet ettirdiğiniz az yiyen az dinlenen az uyuyan çok çalışan köle insanoğulları her an görevleri başında, hizmet ediyorlar sizlere.
Hep gidiyorsunuz.
Hep ama.
Durmak yok.
Bazen bir gezegene indiğiniz de oluyor. İndiğiniz gezegende kalmaya karar verip kaçanlarda oluyor gemiden. Belki aşık bile olunuyor bir uzaylıya. Veya bir uzaylı aşık oluyor insanoğluna.
Nedense aşk hep var sanki gibi, aşkı katmadan işin içine pek kıvamında da olmuyor galiba uzaylılarla ilişkiler bile. İllaki bir aşk hikayesi olacak işin içinde, sanki.
Hep onarıyorsunuz geminizi.
Hep yenilikler ilave ediyorsunuz geminize.
Ve, hep gidiyorsunuz, hep ileri, daha da ileri.
Ne kadar yol ve süre?
Bilimsel verilere göre,
Bir ışık yılı 9.460.530.000.000 kilometredir.
Yani ışık saniyede 300.000 kilometreden birazcık az yol alır.
Bizim dahil olduğumuz Samanyolu galaksisi güneşimizden 26.000 ışık yılı uzaklıktadır.
Samanyolu galaksisinin çapıysa yaklaşık 100.000 ışık yılı uzunlukta.
Ve,
Samanyolu’nda aşağı yukarı 200 milyar gezegen var diyor bilim adamları.
Hadi diyelim ışık hızıyla giden bir uzay gemimiz var,
Hadi geçtim diğer galaksileri, sadece bizim dahil olduğumuz kendi galaksimize ulaşmak için 26.000 dünya yılına, şöyle bir gezmeye kalksak içinde galaksinin, yüz bin yıl yaşayan bir gemiye ve de o gemide yüz bin yıl kuşaktan kuşağa yaşamını devam ettiren insanoğullarına ihtiyaç var.
Ki, her saniye uzaklaşıyoruz da komşu gezegenlerden ve de galaksimizden genişledikçe evren.
Yani olası değil eldeki teknoloji ile. Ne bugün ne de bin yıl sonra.
Bin yıl sonra bile ancak turlar durursun güneş sisteminin içlerinde o kadar.
Amma, ışınlanırsın bak, o ayrı.
Ayrışır atomların önce, sonra birleşir bir yerlerde.
Bildiğimiz uzay yolu dizisi yöntemi ki, zaten bizim kuşak çocukken bile hayal edilmişti çoktan. Bir klasik o.
Ve de, bir küçük hata yaptın mı, kalırsın kuş gibi alakasız bir yerlerde tek başına, olursun fıkra çoluk çocuğun ağzına, o da ayrı.
Yani ya atlayıp gideceksin gemiye, ya ışınlanacaksın,
Ya da ruhen çıkıp gideceksin uzayın derinliklerine.
Ki,
Onun için gemiler yapıp yola çıkmaya gerek yok,
Varsa eğer ruhen bedenden çıkıp, uçabilmek evrende,
Ki var,
Beden ruhun kabı esasına inanıyorsan,
Ki istersen inanmazsında,
O zaman gezegende yaşayarak da ulaşmak mümkün evrenin derinliklerine.
Ancak,
Bilim ruha bakmaz, bilim elle tutulur, gözle görülür, matematikle fizikle kimya ile hesap edilebilinir gerçekler üstüne kurar tezlerini ve alır sonuçlarını,
Ve o sonuçlara yasladıkları gelişmiş teknoloji ile gidecekler uzaya insanoğulları.
Ki,
Geldiklerine göre gezegene uzaylılar, demek ki yakınlarda bir yerlerde zaten yaşamda var demektir.
Ki,
Paralel yaşamlar tezine inanıyorsan, aslında bizden ne ileri zamandalar ne de yakın,
Aynı anda aynı zaman diliminde başka boyutlar yaşanıyorsa evrende,
O zaman hepimiz birer yansımayız bir başka gezegendeki yaşamlar için.
Ki,
Bu tezlerin somut delilleri de yok elde henüz.
Hepsi birer hipotez.
O yüzden iş uzaya gelince ya karşımıza ruhlarında açtıkları kanallar sayesinde uzaylılarla iletişim kuranlar çıkıyor, ki bilimsel tarafları delik deşik hipotezlerinin,
İster inan, ister inanma,
Ya da,
Bilimsel gerçekler var elinde,
Ki,
İnanmak zorundasın, çünkü matematikle ispatı mevcut.
Patron arkasına kaykılmış,
Keyif içinde seyrediyordur şaheserinin gelişimini.
Ki,
Biliyor artık insanoğlunun geçirdiği evrim içinde nerelerden geçeceğini milim milim.
Kendi evrimini tamamladı aslında insanoğlu, ancak sonuçları almak bize göre zaman alırken,
Patrona göreyse, kısacık bir süre geçen ve geçecek binlerle yıl.
Bu kısacık sürede,
Egoyu öğrendi patron insanoğluyla beraber.
Egonun ne denli sonsuz ve doyumsuz olduğunu.
Egonun ne denli acımasız olduğunu öğrendi patron.
Patron hata yaptı ancak.
Kendi yarattığı canlıların acı çekmesine neden oldu kendi egoyu öğrenirken.
Koskoca evrende,
Biz insanoğlunun küçücük yaşamlarını hiçe saydı kendi gelişimi adına.
Ve bizim gelişimiz adına da.
Ve,
O egoyu öğrenirken,
İnsanoğlu acıyı öğrendi aynı zamanda,
Acıyı tattı.
Gelişim adına hiç önemi yok diyebiliriz,
Hiçliğe giden yolda,
Önemsiz kalır evrensel anlamda belki çekilen acılar da diyebiliriz.
Ancak,
Kazın ayağı hiç de öyle değil.
Biz sıradan insanoğulları her bir günü tek tek yaşayarak geçiriyoruz hayatımızı.
Günün içinde acı varsa üzülüyoruz, acı çekiyoruz.
Günün içinde mutluluk varsa neşeleniyoruz, kahkaha atıyoruz.
Bir yandan da,
Gelişmeye çalışıyoruz her bir değişimin peşinden ve ayakta ve hayatta kalmaya çalışıyoruz.
Patron hata yaptı.
İşin hamallığını bize çektirdi.
Yakışmadı patrona.
Egosuna kurban etti insanoğlunu.
Gezegende kalanlarla işi kolay,
Onlar sevginin kölesi olacaklar.
Amma,
Uzaya gideceklerden çok çekecek patron, çook.
Kendisi egoyu öğrenirken,
İnsanoğlunun ne mene çılgın olduğunu kaçırdı gözünden.
Çılgınlar neler yapacaklar kim bilir evrenin içinde fırıl fırıl dönerken.
İnsanoğlu bu, hele bir dalsın evrene,
Hele bir çaksın iyice ne nasıl işliyor, sen o gün gör bak.
Ne uzaylı bırakır ortada, ne galaksi, ne de evrende düzen.
Patronu bile akşamcı yapar iki günde.
İnsanoğlunun egosu patronunkine benzemez,
O kesin.
Patron hinliği öğrenecek zaman içinde,
Bu da kesin.
Fala devam


Patron Hata Yaptı – Bölüm 8

29.02.2012
Müthiş bir vahşet patlaması yaşanıyor olacak o günlerde. Barbarlaşmış çok sayıda insanoğulları önlerine gelenleri öldürecek, kesecek, tecavüz edecekler ve sıradan, önemsiz insanoğullarının nesi var nesi yoksa alacaklar ellerinden ve gasp edecekler yaşamak için ihtiyaçları olanları.

Aslında gezegenin jandarmalığına soyunmuş ülkelerin son birkaç yüz yılda organize olarak yaptıkları barbarlıkları, bireyler ve çeteler tek başlarına yapacaklar o günlerde,
Bugün olduğu gibi aynen.

Ovalara dağlara sığınanlara dokunamayacaklar çok.
Oralara kaçanlardan, sığınanlardan edinecekleri ve işlerine yarayacak hiçbir şey olmayacak çünkü.

Ve varamayacaklar da zaten onların yaşadıkları yerlere kolay kolay.
Oralarda yaşayanların ellerinde kalan son değerleri sevgi olacak.

Ki,
İşlerine yaramayacaklar listesin en başında,

Sevgi yazıyor olacak barbarların.
Bugün olduğu gibi aynen.

Yer altına kurulmuş şehirlerde yaşayanlara da ulaşamayacaklar.
Yerin yüzlerle metre altı,

Çok korumalı olacak.
Barbarlar ellerinde var olan teknoloji ile,

Kıramayacaklar güvenlik sistemlerini ve,
İnemeyecekler yerin altlarına.

Uzaya gideceklerin yaşadıkları ve,
Gemilerini inşa ettikleri yükseklerdeki dağların arasına kurulmuş platolara da,

Ulaşamayacak barbarlar.
Amma,

Esas kalabalığı oluşturan,
Büyük savaşlara, doğal afetlere, acımasız salgın hastalıklara rağmen hala hayatta kalmayı başaranlar,

Yaşamak adına direnenler yani,
Gezegenin en büyük nüfusunu teşkil eden sıradan ve önemsiz diğer insanoğulları,

Barbaların ellerine düşecekler ancak.
Korumasız,

Naif,
Şaşkın ve,

En çaresiz kalmış halleriyle.
Bugün olduğu gibi aynen.

Maddiyattan uzaklaşmış, kendilerini maneviyata teslim edenler ve,
Sevginin kölesi olmuşlar ve,

Ekonomik güçleriyle yaşam kalitelerini koruma altına alma şansı olanlar,
Yaşamlarını devam ettirebilmek adına,

İster uzaya, ister yerin altına talip olmuş,
Çok az sayıda önemli insanoğullarıysa,

Yaşamlarını o günün keyifleriyle sürdürmeye devam edecekler,

Her şeye,
Her türlü tehlike ve riske rağmen,

O günlerde de.
Bugün olduğu gibi aynen.

Ve geriye kalan sıradan ve önemsiz büyük çoğunluğun yaşamlarıysa,
Barbarların ellerinde oyuncak olacak,

Ve,
Kaderlerini,

Barbarlar belirleyecekler yine,
Bugün olduğu gibi aynen.

Tükendikçe ellerindeki değerleri büyük sıradan çoğunluğun,
Ve tükettikçe var olan değerleri barbarlar,

Önce sıradan büyük çoğunluk ölüp gidecek,
Sonrasında barbarlar bir birlerine karşı girdikleri savaşlarda yok olacaklar tek tek,

Üç beş yüz yıl sonra.
On milyarlarca insan toprak olacak.

Denizlere karışacak.
Yok olup, eriyip gidecekler gezegenin katmanları arasında.

Patron hata yaptı.
Kendi gelişimine, kendi deneyimine kurban etti ve edecek on milyarla insanoğlunu,

Yüz milyarlarca ağacı, çiçeği, hayvanı, güzelliği.
Öğrenmenin,

Bedelini,
Ödeyecek insanoğulları, ağaçlar, çiçekler, hayvanlar, güzellikler.

Ve,
İki bin yıl sonra,

Gezegende yaşamını sürdüren ve kendi rızasıyla, aklıyla, ruhuyla,
Teknolojiyi reddetmiş,

Geçmişe ait kayıtları yok etmiş,
Sevgi aşıklısı insanoğullarıysa,

Kulaktan kulağa geçen mitolojik bir efsane kadar bilecekler,
Bin yıl, iki bin yıl evvel olmuş bitmişleri gezegende.

Bizlerin binlerle yıl önce olmuş bitmişleri,
Mitolojik birer efsane gibi biliyor olmamız gibi.

Bugün olduğu gibi aynen.
Uzaya gidenlerse,

Gezegene ait tüm tarihi, tüm geçmişe ait bilgileri saklayacaklar ta ki,
Gemileriyle birlikte bir gün yok olup gidene kadar uzayın sonsuz boşluğunda.

Gemileri yok olmadan evvel,
İnsanoğlu için gerekli olan yaşam şartlarına sahip,

Birkaç gezegene sığınmış,
Az sayıda insanoğluysa,

Bilecekler nereden geldiklerini.
Belki arada bir uzun uzun bakacaklar gökyüzüne ve,

Belki yanıp sönen bir yıldızın atalarının yaşadığı gezegen olduğunu hayal edecekler,
Bilinmezler diyarında sürdürürlerken yaşamlarını.

Patron,
On bin yıl süren,

Deneyiminin sonlarında,
Bir sonraki evrime geçmeden evvel,

Geriye kalan ömrü hala dört buçuk milyar yıl olan gezegende,
Baş başa kalacak sevgi aşıklıları ile.

Sevgi aşıklıları hayatlarını o gün nasıl yaşıyorlarsa ve mitolojik efsanelerden neler kalmışsa akıllarında o kadar zannederlerken günü ve geçmişlerini,
Patron iyi bilecek son on bin yıl içinde olan biteni gezegende,

Ve de,
O günlere varana kadar,

İnsanoğlunun nerelerden geçip nerelere geldiğini.
Bugün olduğu gibi aynen.

Patron,
Gezegen,

Ve insanoğlu,
Yine kalacaklar baş başa.

Bugün olduğu gibi aynen. Olmayan tek şey,
O gün gezegende patronla baş başa kalacak insanoğullarının,

Ne genlerinde, ne de ruhlarında,
Bir gıdımcık dahi,

Barbarlık olmayacak. Ne vahşeti bilecekler, ne dehşeti, ne yalanı,
Ne de korkuyu.

O gün,
Homo sapiensin adı değişecek. Ve de yeni nesil bir insanoğlu,

Çoğalarak,
Yeniden,

İnmeye başlayacak yavaş yavaş,
Yüksek dağlardan ovalara ve suların kenarlarına tekrar.

Kendini tamir etmiş,
Temizlenmiş gökyüzünde,

Yeniden gösteren yüzünü güneş ve,
Bereketi yeniden taşıyacak insanoğullarına.

Bundan on binlerle yıl evvel olduğu gibi aynen.
Yeniden eşitlenecek insanoğulları.

Egolardan arınmış,
Paylaşarak,

Sevgiyle yaşamak ve yaşatmaktan başka hiçbir kavrama sahip olmayan,
Akıllarını ve,

Yüreklerini,
Ruhlarına teslim edip,

Sakin,
Yavaş ve telaşsız,

Yeniden yayılmaya başlayacak gezegene insanoğulları.
Bundan kırk bin, elli bin yıl evvel olduğu gibi aynen.

Okları, yayları, mızraklarıyla.
Avlanıp karınlarını doyuracak, toprağı ekip biçecek araçlarıyla.

Sadece yiyebileceklerini avlamaktan öteye geçmeyecekler.
Sadece yiyecekleri kadarını ekip biçecekler.

Usulca basacaklar toprağa.
İncitmeden toprağı.

Süzülerek girecekler sulara.
Ürkütmeden suları.

Sevgiyle ve saygıyla.
Usulca ve süzülerek yaşadıkları o anlara gelene kadar,

On binlerle yıllar boyu, on milyarlarca insanoğlunun, doğanın, hayvanların çektiği acıları bilmeden,
Yalanı ve korkuyu tatmamış,

Her birinin kendi patron,
Evrenin gerçek saf ilk ruhlarını taşıyarak bedenlerinde,

Evrene sevgiyi anlatacaklar farkında olmadan.
Evren,

Saf ve karşılıksız,
Sevgiyi öğrenecek,

İnsanoğlundan.
Ve evrenin var oluşuyla başlayan görevin bu kısmı,

Başarılmış olacak.
Ve bizler bugün,

Patron hata yaptı,
Zannederken,

Patron sevgi adına çıktığı yolda,
Evrimini tamamlayarak,

Başarısının keyfini çıkaracak insanoğlunda kendini var ederek kalan dört buçuk milyar yıl boyu,
Gezegende. Ve evrene taşıyacak bu saf ve karşılıksız sevgiyi ve evrenin saf ve karşılıksız sevgisine,

Kaynak olacak gezegenimiz.
Alamadıklarınız vardır elinden insanoğlunun.

İşkencede yapsanız,
Zindanlara da atsanız,

Acılar içinde yaşatsanız dahi,
Bilgiyi ve sevgiyi ve yaşama olan inancını, yani ümidi.

Bildiğini hatırlamasa da akıllar,
Genlerine işler insanoğlunun eğer ki,

O bilgi sevgiyi yüceltiyorsa. Ve evrenin yaşamına saygı duyuyorsa.
Ve,

Sevgiyi alamazsınız ruhundan insanoğullarının.
Eğer ki o sevgi,

Evrene ve evreni oluşturan her şeye açıksa ve açılmışsa.
Ve,

Yaşama olan inancını yani ümidi alamazsınız elinden insanoğlunun,
Eğer hala çarpan bir yüreği varsa.

Patron olmak kolay değil.
Bunu,

En iyi patron bilir.
Yarattığına düşkünse ve yarattığını seviyorsa,

Ve yarattığında,
Kendini buluyor ve biliyorsa ve hissediyorsa ve varlığını sürdürüyorsa eğer.

Patronun gemisi yok. O yüzden binip gelmiyor, gelemiyor gezegene.
Patronun gemisi sevgi.

O da,
Ancak ruhlarda yaşabiliyor ve yaşatabiliyor kendini.

Uzaya gideceklerse, uzaydan gelenler ve geleceklerle hep beraber,
Bilginin sonsuzluğunu temsil edecekler evrende.

Hırsın ve aklın gücünü ve,
Korkuyu ve korkuyla gelen,

Korumacılığı ve sahiplenmeyi,
Yani,

Egoyu.
Nereye mi varacaklar?

Bakacağız,
Fala devam.

Patron Hata Yaptı – Bölüm 7

28.02.2012
Sevişmeyle seks tarafındaki itiş kakış kalkacak o kesin. Evliliğin adı bile geçmeyecek o da kesin.

Neye sevişme denmeli, ne sekse giriyor, az oldu çok oldu ve evlilik gibi kavramlardan kurtulunca insanoğlu,
Yeniden salt çiftleşmeye dönecek muhtemelen.

Patronun gönderdiği üç kitapta da sevişmekle, seksle ilgili detay veren bir bölüm yok.
Demek ki diyoruz,

Patron çok fazla üstünde durmamış sevişmeymiş, seksmiş diye.
Hoş latif bir durumun varlığı kabul görmüşse de,

Din sayesinde gelen yeni yapılanmada yaşamın içinde keyif adına en üst sıralara yerleştirilmemiş sevişme ve seks demek.
Ki,

Ateşin bulunmasıyla beraber başlamış sevişme zanaatı muhtemelen.
Olmaz mı.

Sen on binlerce yıl titre soğuklardan, bekle ki bir gün çekilsin buzlar diye,
Sonra ısınınca mağaranın içi bir güzel gürül gürül yanan ateşle,

Gevşeğince biraz ruhlar, aklına ilk gelen, içine ilk doğan seks ve sanat oldu insanoğlunun.
Resmetti,

Şekiller verdi ağaca, toprağa, madene, posta, kemiğe, taşa.
Süslendi,

Süsledi, taktı takıştırdı, boyadı, giyindi kuşandı, donattı,
Hem yaşadığı mekanı,

Hem kendini,
Hem sevdiğini.

Süsleyince ve süslenince, tavlanmanın ve tavlamanın cazibesine yönelik parametreler de değişti.
Gücün karşılığı fiziksel kuvvetle, en sağlıklı olanın önüne geçmeye başladı en süslüler.

Süsün kalitesi, gücüde temsil eder oldu zaman geçtikçe.
Süsün çokluğu, süsün deseni, büyüklüğü, rengi, şekli, malzemesi,

İnsanlara kimlikler verir oldu.
Kimlikler belirlenince süslerle, kimlikler sınıflandırılmaya başlanınca,

Sınıfların standartlarına göre gelişmeye ve çeşitlenmeye başladı mimarisi yapılarında.
Mimari yapılar o binaların içlerinde yaşayan insanlara ait yaşam kalitelerinin karşılığı olunca,

Varmak istenen, özenilen hedefler belirlenmiş oldu ve,
Hedefler kondu hemen,

Varılacak en üst seviyedeki konfora sahip olmak,
Sahip olamasan da,

Hiç olmadı ortak olmak adına.
Gücü temsil eden cins erkekler olunca binlerce yıl boyunca,

Kadınlar erkeğin zafiyetlerini çakıp, o gücün karşılığı konfora ulaşabilmek için zaten var olan rekabetin içinde iyice coştular ve,
Bu rekabetin en önemli vurucu ve etkili silahı da,

Seks oldu.
Ve seks,

Tavlananla, tavlanılan arasında ki en eğlenceli oyuna dönüştü.
Eğlencenin kıvamlarıda,

Rekabette kızıştırmaya başladı pazarı.
O günlerden bu günlere kadar da böyle devam edip gitmekte.

Bu zamanlara gelindiğinde,
Her ne kadar bir grup kadın bu rekabetin içinde yer almıyor ve de bu rekabete karşıysa da,

Büyük bir çoğunluğu temsil eden kadınlar hala,
Süsle desteklenmiş güzelliğini seksle ön plana çıkarıp,

Elde edebileceği en üst seviye konfora erişmek adına veriyor savaşını.
Sev sevme,

Beğen beğenme,
Amma ateşin keşfiyle başlayan süreçte gelinen nokta aynen budur bugün için.

Devamında ne olur?
Daha da tavan yapar bu rekabet.

Ve de,
Net olarak ikiye de ayrılır kadın cinsi önümüzdeki yüz yıllar içinde.

Ki, çoktan ayrıldı bile.
Rekabetin parçası olanlarla,

Kendi yaşamlarını kendi güçleri üstüne inşa edenler diye.
Rekabet içinde olanların sevgiyle tanışma ihtimali zor. Tanışsa bile sevgi onları hedeflerinden uzaklaştırdığı için çok da izin vermezler sevginin öne çıkmasına.

Çünkü hedefe giden yolda sevgiye ihtiyaç yok.
Kendi yaşamlarını kendi güçleri üstüne kuran kadınlarınsa,

Sevgiye çok ihtiyaçları var her insanoğlu gibi,
Ve sevgi çok önemli.

Önemli de,
Kendi yaşamlarını kendi güçleri üstüne inşa eden kadınlarda,

Kadınsı özelliklerini yitirmeye başlayınca bu mücadelenin girdabında,
Erkeklerden yana pek de açık olamıyor bahtları.

Ki,
Zıttı oldukları ve de karşı durdurdukları,

Ayıpladıkları,
Aşağıladıkları rekabet içinde olan kadınlarla da,

İster istemez çakışıyor yolları yaşamlarının bir yerlerinde.
Ya bir erkekle başlayan ilişkilerinin ilk zamanlarında,

Ya da sonlarında.
Bu devrin erkeğiyse zaten şimdiden ikiye bölünmüş durumda.

Ailesine bağlı tek eşli yaşayanlarla,
Çok eşli yaşayanlar diye.

Erkek tarafında yüzdenin büyük dilimi çok eşli yaşamın içinde yer alanlar.
Kadın cephesindeyse büyük dilim, süsle güzellikle seksle rekabetin içinde yer alanlar.

Yani gezegende yaşayan insanoğlu nüfusunun büyük bir dilimi çok eşli erkeklerden ve rekabet içinde olan kadınlardan oluşuyor.
Bu büyük çoğunluğun dindi, örftü, adetti, gelenekti nevi kavramları taktığı da yok artık.

Demek ki,
Yaşam tarzlarını bundan sonra değiştirmelerine neden olacak ve baskı oluşturacak her hangi bir başka engelde çıkmıyor karşılarına.

Ki,
Unutmamak lazım gezegende yaşamda gittikçe zorlaşıyor ekonomik şartların kıskaçları arasında.

Yani ekonomik parametreler hedeflere doğru konulmuş hırsları gittikçe daha da körüklüyor.
Demek ki,

Yüz yıl sonra, üç yüz yıl sonra rekabet içinde yer alan kadınlarla, çok eşli erkekler çok daha etken olacak gezegendeki kadın erkek ilişkilerinin yeniden yapılanacak şeklinin belirlenmesi adına.
E o zaman,

Önce aile kavramı değişecek demektir.
Aile diye tanımladığımız topluluğun kimlerden oluştuğu yeniden biçimlenecek,

Ve de,
Evlilikler azalacak önceleri,

Ve,
Belki bir gün de yok olup gidecek çok küçük fanatik bir grup insanoğlunun çabalarının haricinde.

Kendi gücüyle yaşam içinde yer almaya başlamış genç kuşak kadınların küçükte olsa bir kısmı,
Bugün bile evlenmeden ve bir erkeğe bağlanmadan,

Bir erkekle çift olmanın sorumluluğunu almadan,
Çocuk sahibi olmak ve de kendi başlarına büyütmek istiyorlar çocuklarını.

Erkeğe güven, erkekle birlikte yaşam arzusu sıfır seviyesine indi bile küçükte olsa bir grup kadında.
Ki,

Kadına olan güveni de kaybetmiş erkeklerinde var olduğunu düşünecek olursak,
Üstüne üstlük,

Bir çok erkeğin beğenilme nedeninin altında ya ekonomik gücünün ya da seks talebinin olduğunu da çakmasıyla,
Ve,

Bir çok kadının bir erkek ona yaklaştığında sevgiden değil de, acaba seks için mi yanaştı korkusu da işin içine girince,
Ve,

Bir de çok eşli erkeklerin sayıları gittikçe arttıkça,
Ve,

Bir de bu hızla artan çok eşli erkek modeline çok fazla sayıdaki rekabetçi kadında destek verdikçe,
Demek ki,

Evlilik kurumu çöküş yolunda hızla ilerliyor ve,
Son demlerini yaşamakta.

Evlilik kurumu ancak,
Azınlık bir grup içinde devam ettirebilecektir yaşamını gelecek yüz yıllarda.

Ki,
Zaten,

Etrafınızda birden fazla sayıda evlenmiş ve boşanmış olmasına rağmen,
Bugün itibariyle bekar olarak yaşamını sürdürenlerinde çokluğuna bakarsak,

Ve de,
Yaşı ilerlemiş olmasına rağmen henüz hiç evlenmemişlerinde sayılarına gidişatın nereye ve ne yöne olduğu aşikar zaten.

Dinle gelen evlilik kavramı yine,
Dine olan bağlılığın azalmasıyla eridi gitti aslında.

Özeti budur.
Bir daha nasıl ki geri gelmezse din kavramı eski gücüyle ve etken,

Bir daha tekrar geri gelmez evlilik kurumuna sadakat anlayışı da.
Geçen yüzyılın sonlarından itibaren herkesin istediği herkesle sevişmesi dönemine girdi insanoğulları.

Ve herkes,
Herkesle sevişebildiği kadar daha da sevişecek,

Seks yapmaya devam edecek birkaç yüz yıl boyunca.
Sonrasında,

Cazibesi yitirecek seks alınan hazlardan yana.
Çünkü insanoğlu her şeyi hızla tükettiği gibi, sevişmenin seksin hazzını da tüketecek gelecek yüz yıllarda.

Değişimin getireceği gelişimin yansıdığı daha da gelişmiş ruhlar,
Hazları çok daha derin hissetmek isteyecekler ve de sevişme ve seks sırasını savmış olacak çoktan.

Sevişmenin yerini gönülden gelen derin sevgi alacak.
Seksin yeriniyse dokunmak.

En önemlisi,
Ruhların sarmaş dolaş olması alacak sevişmenin ve seksin yerini.

Sevgi bedenlerden çıkıp insanların çok gelişmiş ruhlarına bırakacak yerini.
Cinsellikse,

Çiftleşme boyunda ki,
Eski formatına geri dönecek yeniden.

Evlilik müzeye kalkarken,
Aile kavramı bir çok reformlardan geçecek.

Bu yüz yılların evlenmiş boşanmış kadınlarının erkeklerinin çocukları,
Tetikleyecekler bu değişimi.

İlk onlar kaldırmaya başlayacaklar evlilik kavramını müzeye.
İlk reformistlerde onlar olacaklar yeni aile kavramının değişiminde.

Bin yılı beklemeden,
Birkaç yüz yıl sonra,

Ne evlilik kalacak, ne de bugünün aile kavramı gezegende.
Patron hata yaptı.

İnsanoğlunun genlerine uygun olmayan sistemi taşıdı din kavramıyla.
Diretmeyle ve dayatmayla,

Bu kadar zaman yürüyebildi sistem ancak.
Kadınlar erkekleşirken,

Erkeklerse kadınlaşıyorlar aynı zamanda.
İnsanoğlu,

Tek bir cinse doğru gidiyor.
Bin yıl sonrayı,

Hayal edin bu gün.
Etmeden evvel önce,

Dedelerinizle ninelerinizle,
Annelerinizi babalarınızı,

Sonra,
Kendinizle annelerinizi babalarınızı,

Sonra,
Çocuklarınızla kendinizi karşılaştırın.

Sonra bu değişimi,
Onla yüzle çarpın.

Sonra,
Dönün başa,

Evliliği düşünün tekrar,
Sevişmeyi ve,

Seksi.
Sonuç nereye varır sizce bin yıl sonra?

Fala devam.

Patron Hata Yaptı – Bölüm 6

25.02.2012
Arkaya ve yanlara kocaman yazmışlar ismini geminin.

‘Nuhun gemisi’.
Yine mi? E valla yine. Ne gemiymiş bu yahu. Doldu boşaldı, inşa edildi, yok oldu, bulundu dendi, bitmedi efsane. Her tufandan evvel yine doluyor, yine açılıyor enginlere. Bu sefer enginler bittiği için, yolculuk uzaya.

Bitemez bu efsane, çünkü doğru. O yüzden hep Nuhun Gemisi olacak adı. Nuhun işi bu zaten. Hep bir Nuh çıkacaktır. Soyu sopu koruma refleksiyle.
Dev gibi gemi.

Ne kadar dev? Çok dev. Bir uçtan diğer uca üç bin metreden fazla boyu. Eni daha dar iki bin metre.
Elips şeklinde bir can simidi gibi diyeyim şekline, ancak iç tarafına doğru kavisle inceliyor. Ortası boş.

Bir kenarında şemsiye gibi bir uzantı var yukarı doğru.
Kaptan köşkü.

Silindirin kenarları çepeçevre pencere.
Koskoca gemi altı büyük ayağın üstünde. Ayaklar bugünün ifadesiyle roketler bir anlamda. İlk kalkış için hazırlanıyorlar.

Atom çekirdeğinin parçalanması ve parçaların birbirleriyle serbestçe çarpışmasıyla elde edilen bir tür enerjiyle çalışıyor.
Gemiyi dağ sıralarının arasında çok büyük bir platoya yerleştirmişler.

Üç kuşaktır çalışılıyor üstünde.
Kendilerini bu geminin inşasına adadı binlerce insanoğlu ve klonlanmış insanoğlu işçiler.

Gemi personelinin tamamı klonlanmış insanoğulları zaten.
Uzaylılarla işbirliğine girileli yüz yılı geçmiş durumda.

Aslında uzaylılarla temasın başlangıcı bin dokuz yüzlü yıllara dayanıyor. O zamanlarda gizli yürütülen ilişkiler iki bin yüzlü yıllarda ilan edildi insanoğluna.
İlk günlerde tam bir panik havası oldu. Borsalar patladı. İnsanlar kendilerine sığınaklar bile yaptılar. Korku girdi içlerine insanoğlunun.

Devamında alışıldı bu duruma.
İlk defa insanoğlunun içine karıştı uzaylılar. Büyük bir parka getirildiler uzaylılarI özel araçlarla.

Karşılıklı bakışıldı. Bizim gibi olmasa da, gülümsediler sanki bizlere.
Bizden daha uzun boyları. Yüzlerinin ana şekli bizim yüzlerimize çok benziyor. Sanki milyon yıl içinde mutasyona uğramış insanoğlu gibi.

Tüm uzuvlarımız aynı. Şekilleri farklı bir tek.
Kuyrukları yok ama. Sivri kulaklar da yok. Küçük bir burun, küçük bir ağız,

İnce narin bir beden. Az giysi. İnce uzun kollar ve bacaklar, incecik parmaklar. Kaslar yok denecek kadar incelmiş.
Kalçaları erimiş gibi. Göğüs kafesleri çok dar ve düz. Ayaklar çok küçük. Ayak parmakları uzun.

Göz bebekleri yeşil sarı arası ve gözleri büyük mü, büyük. Gözlerinin tamamı göz bebeği neredeyse. Kafada büyük.

Hiç kıl yok bedenlerinde.
Dalgalanan ve de alçalan yükselen seslerle anlaşıyorlar. Neredeyse hiç konuşmuyorlar.

Her şeyi bilgisayar sistemleri ile yapıyor, çözüyor ve de geliştiriyorlar.
Duyuları yok gibi. Duygulu değiller. Sadece arada bir gülümseme nevi bir yüz ifadesi oluyor. Hep memnunlar her şeyden hissi veriyorlar.

Olağanüstü zekiler.
İnce bir cam bilgisayar dediğimiz. Ne kablo var ne her hangi bir başka gövdesi camın. Tek bir cam. Sesle ve de dokunarak çalışıyor.

Bilgisayarları birbiriyle ilişki kurabiliyor.
Hiç yemiyorlar. Küçük bardak gibi bir kaptan konsantre sıvı içiyorlar belirli zamanlarda.

Bizim yirmi dört saat sistemimize göre değil yaşam biçimleri.
Onların bir günü bizim bir buçuk günümüz gibi. Her on saatte bir, birkaç saat uyuyorlar.

Karanlıkta hareket edebiliyorlar. Çok az ışık yeterli oluyor tüm yaşamlarına.
Soğuklar. Vücut ısıları çok düşük.

Birbirlerine temas etmiyorlar hiç. Neredeyse dokunmuyorlar.
Dişimi erkek mi anlamak mümkün değil. Aynılar.

Ten renkleri açık tonda bir lacivert gibi.
Belirli zamanlarda bir makineye bağlanıyorlar. Makine vücutlarında eksikliği olan besinleri belirliyor, hemen orada parmaklarından ince bir iğneyle eksiğini tamamlıyorlar bedenlerinin.

Bizim zaman dilimimizle bakarsanız, iki yüz yıldan uzun yaşıyorlar.
Ölümleri çok hızlı oluyor. Yaşlılık süreleri çok kısa.

Zaten hangisi genç, hangisi yaşlı anlamak mümkün değil.
Tenlerinin rengi koyuluyor yaşlandıkça, tek ip ucu o.

Yumurta ve sperm sistemi ile ürüyorlar, ancak yumurta ve spermler çoğaltılıyorlar bir makinede.
Karakter farklılıkları yok. Her şeye aynı tepkiyi veriyorlar.

Ancak akıl ve beceri farklılıkları var.
Müzik dinliyorlar işin enteresan tarafı. Hafif ve alçak seslerin iniş çıkışları ve de tonlama farklılıklarından oluşuyor müzikleri. Ve de her yerinde sürekli çalıyor yaşadıkları alanlarının.

Gezegene ilk geldikleri andan itibaren hep kendi gemilerinde yaşıyorlar.

Oksijene karşı çok duyarlılar. Uzun süre bizim atmosfer şartlarımızda hareket edemiyorlar.
Ve de çok önemli olmadıkça gemilerinden dışarı çıkmıyorlar.

İnsanoğlu ile ilk günden beri birbiriyle haberleşen bilgisayar sistemiyle yürüttüler ortak çalışmaları.
Yanlarında getirdikleri bir element ile gezegende var olanların karışımı yeni bir maddeyi tanıttılar bizlere. Geminin malzemesi bu maddeden.

Çok hafif. Çok esnek. Darbeleri savuşturan, darbeyi aldığı anda esneyerek gücü sıfır noktasına indirgeyen bir madde bu.
İnsanoğlunun atomu parçalanmasıyla başlayan yeni sürecine müthiş bilgiler eklediler.

Protonların çarpışması esasıyla üretilen enerjide çok yol almışlar.
İhtiyaçları olan her tür enerjiyi bu nevi bir yöntemle elde diyorlar.

Yerçekimine alışamadılar. Yürüme ve hareket etme kabiliyetleri gemiden dışarı çıktıkları an çok yavaşlıyor ve kontrol edemiyorlar vücut hareketlerini gezegene indikleri an.
Barışçıllar. Agresifliği temsil eden hiçbir kavramları yok. Tartışmıyorlar.

Her şey bilinen veya yeni katılan. Netler.
Az şey biliyorlar. Bildiklerine çok detaylı ve derin hakimler ancak.

Gezegendeki bilim adamlarından oluşan üst kurulla uzun yıllar temas içindeydiler inmeden evvel gemileri.
Alt yapıyı hazırladılar önce.

Gezegene indiklerinde bilinendiler. Bir sürpriz olmadı, ancak insanoğlunu paniğe sokan ilk şok yaşandı yine de.
Sonrasında bizden birileri oldular.

Ellerinde çok veri var, insanoğlunun evrimi ve yaşamıyla ilgili.
Olgun ebeveynler gibi davranıyorlar bizlere.

Olgunlarda zaten.
Geminin bittiği dönemde gezegenin hali hiç de alıştığımız gibi değil.

Geminin inşa edildiği kıtalardan birinin bir kısmı çok yüksek güvenlik sistemi ile korunuyor. Gezegenin diğer yerlerinde güvenlik yok denilecek kadar az. Bazı şehirler veya kasabalar kendi güvenlik sistemlerini kurmuş durumdalar ve son anlarını yaşıyorlar, yaşam bitmiş oralarda.
Tarım arazisi neredeyse kalmamış durumda. Gerçek yiyecekler çok pahalı, ancak zengin insanlar topraktan gelen yiyeceklerle besleniyorlar.

Su denizlerden üretiliyor genelde. Kaynak suyu en değerli şey.
Şehirlerde sokaklar genelde boş. Bir tek eğlence veya sağlık nedenleriyle çıkıyorlar insanlar sokaklara. O da çok gerekirse. Vahşet, gasp her yerde.

Yiyecek içeceklerini özel korumalı arabalarla özel güvenlik güçleri evlere teslim ediyor.
Hiç mağaza kalmamış. Mağaza diye bir kavram bile yok. Her şey siparişle geliyor.

Şehrin üstünden tüp şeklinde silindirler geçiyor. O silindirlerden bazı evlere daha ince tüpler döşenmiş. Biraz fazla ödeme yaparsan tüm siparişler bu tüplerle direk evine gönderiliyor.
Zaten uzun yıllar evvel araçlarla şehirler kıtalar arası mal nakliyatı bitti. Çapı üç metrelik borular döşediler tüm gezegene. O tüplerin içine yine silindir şeklinde konteynırlar yerleşiyor. Havanın emme ve itme gücüyle binlerle kilometre ötelerden yapılıyor tüm nakliyeler.

Çünkü karayolu, deniz ve hava yolu nakliyesi çok pahalı ve güvenlik riski çok yüksek.
Ki, karayollarını sadece çapulcular, eşkıyalar kullanıyorlar çok uzun yıllardır.

Birde malı mülkü olmayan, komin hayatına geçmiş ve dağlarda ovalarda yaşayan insanoğulları.
Onlarda eski zamanlardan kalma üç tekerlekli hibrid arabalar kullanıyorlar, çok nadir o da.

Yerin altında kurulan şehirler var birde. En güvenli yerler buraları.
Tarım toprağı çok kıymetli. Zaten güneş yılın en fazla üç dört ayında var ve çok zayıf verdiği ısı. Gökyüzünü kaplayan karbondioksit gazı yaşamı yüz yıllarla evvel felç etmiş. Gerisi dondurucu soğuklar.

Uzayı değil gezegeni tercih edenlerden büyük bir kısım insanoğlu topluluğu yer altında şehirler kuruyorlar yüz yıllardır.
Genelde ovaların altlarını seçtiler. Üstte tarım yapılıyor, altta yaşanıyor.

Yerin altına bin metreye yakın indiler.
Hem doğa şartlarından korunuyorlar, hem güvenli, hem de sahip oldukları topraklardan verim alıyorlar.

Yerin altında çiftlikler bile kuruldu. Suni güneş ışığıyla her türlü tarım ve hayvancılık yapıyorlar. Maliyetler çok yüksek tabii ki. O yüzden yer üstünü de çok verimli kullanmak zorundalar.
Tüm şehrin enerji ihtiyaçlarını yerin çok altından elde ettikleri doğal gazlarla ve de depoladıkları güneş enerjisi ve rüzgarla elde ediyorlar.

Bu nevi şehirlerde yaşayan biri olmak veya bu nevi şehirlerde çalışan bir kişi bile olmak çok büyük ayrıcalık. Önemli ve zengin biri olmalısın mutlaka.
Şehirlerin küçüğü yirmi otuz bin kişilik, birkaç şehrin nüfusu yüz bine yaklaşıyor.

Geçen yüzyılda üç büyük şehir yüzlerle metre yerin altından açılan tünellerle birbirlerine bağlandılar.
Hava vakumlu tüpler sayesinde insanoğulları şehirden şehre geçebiliyorlar.

Hatta mal nakliyatları bile başladı.
Toplasan tüm dünyada yerin altında yaşayan insan sayısı üç beş milyonu geçmez.

Ve de her bir şehirle iletişim içindeler.
Her birinde on, on beş milyon insanoğlunun öldüğü onlarla depremden sonra gezegenin kilometrelerce altına binlerce adet sismik araştırma cihazları yerleştirildi. En az deprem riski olan yerler seçildi bu şehirler için.

Genelde de yüksek ovalar tercih edildi. Ki, ovaların etrafı da çepeçevre özel alışımla çelik kuşaklarla çevrildi. Bir nevi leğen yaptılar boyu eni binlerle metre olan. Ve yerin binlerle metre altında.
İki kat leğenlerin arası su havuzu. Deprem olduğunda ilk kat leğen alıyor ilk darbeyi, su depremin gücünü azaltıyor, ikinci kat leğen çok az hissediyor depremi çünkü altta ki leğen katı ikinci kattan bağımsız hareket edebiliyor.

Şehirler üstteki leğen katının üstüne kurulu.
İki kat arasında ki suyu arıtıyorlar ve şehrin su ihtiyacını karşılıyorlar.

Yapıların tamamı yine çok hafif ve esnek çelikten. Ara duvarlarsa kırılmayan, patlamayan esnek camlar. Camlar aynı zamanda bilgisayarların kontrolünde yürüyen bir sistemle gündüz ve geceyi yaşatıyorlar insanoğullarına. Isıtma soğutma sistemleri de camların görevi.
Tüm iletişimde bu camlarla. Tüm yayınlar bu camlardan seyrediliyor. Görüntülü telefon ihtiyaçları dahil.

Tavanlar yani taban alanlar sentetik bir malzeme. Elde kalan son petrol artıklarıyla yaptılar bu malzemeyi.
O yüzden yeni şehir kurmak gittikçe daha da yüksek maliyetler çıkarıyor insanoğullarına.

Yeni bir malzeme üstünde çalışıyorlar.

Onun içinde denizlerden kum çekiliyor sürekli hem cam üretimi için hem de yeni inşaat malzemeleri adına.
Sıkıştırılmış kumla, yeni keşfedilen ve de magma tabakasına yakın birkaç madenden çıkarılanların karışımı üstünde araştırmalar var.

Denizlerden çok uzak ve yükseklere kurulduğu için şehirlere kumun nakliyesi zor.
Yine tüplerle çekiyorlar denizlerden kumu yerin yüzlerle metre altından.

Oksijende sorun. Atmosfer şartlarından oksijen elde etmek kolay değil. Oksijen üretiliyor. Ve sadece kapalı alanlara veriliyor oksijen. Yaşam hep kapalı alanlarda. Ve bitişik düzen. Açık alan hiç yok gibi. Kapalı alanlarda bitki üretimi yasak.
Çiçek yok. Bir kısım fanatikler sentetik çiçekler ürettiler, bilgisayarlar vasıtasıyla büyüyor çiçekler.

Çocuklar kendi sentetik çiçeklerini yaratıyorlar programlar aracılığı ile. Yarışmalar düzenleniyor çocuklar arası, çok eğlenceli oluyor yarışmalar.
Soyu tükenmiş hayvanları da yarattılar yeniden. Aslında tamamı makine ama çok sahici gibi. Müzelerde yaşatıyorlar bu hayvanları. Gezegenin geçmişini öğrenmek için önemli.

Aile kavramını yaşatıyorlar yerin altına inmiş insanoğulları.
Evler yirmi otuz metrekare. Her şeyi var içinde. Mimarlar ve mühendisler sürekli çalışıyorlar evleri nasıl daha da küçültürler diye.

Okul, hastane, yönetim binaları yok. Eğitimler camlar vasıtasıyla evlerden veriliyor.
Hastalık zaten yok denecek kadar az. Genlerle oynadılar ve deri altına yerleştirilen ciplerle herkes yirmi dört saat kontrol altında. Doktorla hasta neredeyse hiçbir zaman karşılaşmıyor, ameliyatlar hariç. Pek de ameliyatlık bir durumlada karşılaşılmıyor.

Gıda üretimi en büyük problem. Şehirlerde yaşayan tüm insanoğullarına eşit dağıtılıyor gıda ihtiyaçları. Gıdalar hep konsantre. Tamamı ile beslenme amacına yönelik. Yılda bir kez yapılan şölenlerde kurulan açık mutfaklardan istedikleri kadar yemek yiyebiliyor insanlar, ki o yemeklerinde çeşitleri çok kısıtlı.
Alkollü içeceklerin üretimi yüz yıllar evvel sonlandırıldı. Duymuşlar ancak hiç tatmamışlar alkollü içecekleri. Mantığını bile bilmiyorlar neden içildiğine dair yüzyıllar evvel.

Ne kabak kalye var, ne karnıyarık, ne yaprak sarma, ne sucuklu yumurta, ne demli bir çay, ne kahve, ne lahmacun, ne pide, ne döner, ne balık, ne fındık fıstık, ne beyaz peynir, ne rakı, ne viski, ne parklarda gezinmek, ne sokaklarda öpüşmek, ne şömineni ateşi, ne kuş sesleri, ne minik kedi, ne yaramaz köpek, ne papatya, ne gelincik, ne kumsalda sere serpe yatmak, ne günbatımı, ne mehtap, ne yakamozlar var…
Amma,

Uzaylılar var.
Amma,

Yerin altına kurulmuş şehirler var,
Amma,

Nuhun Gemisi var ileri teknoloji.
Patron insanoğluna alıştığını aratmasın derler.

Oldu mu ya şimdi…
Bizler basit yaratıklarız.

Mutlu oluruz bir küçücük kedi yavrunu koynumuza soktuğumuzda.
Mutlu oluruz sevdiğimizin dudağından bir öpücük aldığımızda sokakta.

Mutlu oluruz bebeler salıncakta sallanırken.
Günü yaşamayı bilmek lazım.

Bilmekle kalmayıp yaşamak lazım.
Hayatın bugün bize verdiği nimetlere şükretmek lazım.

Kazanması zorken,
Kaybetmesi çok daha zordur.

Koyar.
Deneyimde desen adına,

Geleni kabul etmekte desen.
Koyar.

Basit insanoğlunun,
Basit keyiflerini,

Yaşamak lazım hazır elimizdeyken, eldeyken her şey.
Koymadan evvel.

Boş ver işin felsefesini, salla gitsin şimdi,
Bizler basit canlılarız,

Özleriz o yüzden.
Sonuca bak sen.

Patron hata yaptı.

Fala devam.

Hiç yorum yok: