15 Haziran 2012 Cuma

ORTAYA KARIŞIK BÖLÜM 1 - 5


‘TED Ankara Kolej’ mezun ve öğrencilerine mektup.03.04.2012

Bu ülkede ‘Kolej’ denildiği zaman akla ilk gelen ve de ‘Kolej’kelimesinin içini dışını altını üstünü gerçek anlamda doldurabilen ilk ve tek okul ‘TED Ankara Koleji’dir.
Çünkü,

İlk ilktir ve de tarihte ki yerini ilk olarak aldın mı bir kez, her şey değişir, her şeyin yeri ve de şekli değişir ancak ilkler her zaman ilk olarak kalırlar.
TED Ankara Koleji, Türkiye Cumhuriyeti’nde açılmış ilk özel okuldur ve de yine aynı zamandaCumhuriyet döneminde ‘Kolej’ diye adlandırılmış ilk okuldur.

Bu ülkede çağdaş ve evrensel eğitim veren her okulun ayrı bir öyküsü, ayrı bir saygınlığı, ayrı bir yeri vardır,
Her okulun mezunlarının da, ayrı özellikleri vardır bu nedenle.

Mesela aklıma ilk gelenler;
Robert Kolejlilerin, Pertevniyal Liselilerin, Ankara Atatürk Liselilerin, Haydarpaşa Liselilerin, Yükseliş Kolejlilerin, Tevfik Fikretlilerin, Kabataş Liselilerin, Galatasaraylıların, İstanbul Liselilerin, Tarsus Amerikan Kolejlilerin, Saint Josephlilerin, Avusturya Liselilerin, Alman Liselilerin, Vefa Liselilerin, Dame de Sionluların, Şişli Terakkililerin, Cumhuriyet Liselilerin, Işık Liselilerin, Üsküdar Amerikan Kolejlilerin, İzmir Amerikan Kolejlilerin,

Ve de aklıma şu an gelmeyen daha bir çok okulun mezunlarının da kendilerine has duruşları vardır yaşamlarının içinde.
Şimdilerde farklı duruşlar globalleşme yönünde birbirlerine her ne kadar yaklaşmış olsalar dahi,

Anlarsınız özellikle yeni tanıştığınız orta yaş insanların bir zaman sonra aşağı yukarı hangi okulun dişlilerinin arasından çıktığını.
Alt üst sınırları vardır tüm okul mezunlarının geldiklerin okulun çizgisi karşılığı.

Ve de,
Çağdaş ve evrensel anlamda eğitim veren her bir okul çok kıymetlidir ve her bir okuldan çok kıymetli insanlar mezun olup, çok kıymetli işler yapmışlardır bu ülkede.

Bu ülkenin ayağa kalkmasına toplasan on yirmi okulun mezunları nedenolmuşlardır. Cumhuriyetin ilk yıllarında bu ülkenin kalkınmasına, çağdaş ve evrensel anlamda yolların kat edilmesine destek vermiş,
TED Ankara Koleji mezunlarının da vardır kendilerine has duruşları aynı şekilde.

TED Ankara Koleji mezunuysanız, bir kısa sohbetten sonra tahmin edebilirsiniz en azından karşınızda ki insanın ‘Kolej’ mezunu olup olmadığını.
Çok kolaydır.

Çünkü bir tek ‘Kolej’,
Bu denli farklı kültür, farklı ülke vatandaşı, farklı dinlerle geniş ve rengarenk ve önü arkası farklı desenlerle dolu bir yelpazeye sahip olmuştur kurulduğundan bu güne.

Diğer okullar kuruluş amaçları ve yapıları itibariyle daha çok bir kesime odaklıdırlar öğrenci çeşitliliği açısından.
Nereden anlarsınız ve de tahmin edebilirsiniz ‘Kolej’ mezunlarını?

O kadar kolaydır ki. O çok geniş yelpazenin ilk günden kişiye kattığı,
Özgürlüklerden ve de özgürlüklere sahip çıkmalarından mesela.

Her birinin ayrı ayrı şahsına özgü insanlar olmasından mesela.
Öz güvenlerinden.

Ukalalıklarından.
Kadınlı erkekli efelenmeye tutkun olmalarından.

İsyana yatkınlıklarından.
Kimliklerini okullarının adıyla besleyip yaşatmamalarından.

Aklına yatmayan, gönlüne sığdıramadığı hiçbir şeyi karşısındaki ‘Kolej’ mezunu dahi olsa, hatır için dahi olsa kabullenmemelerinden.
Dalaşmayı, tırmalayarak kazanmayı iyi bildiklerinden.

İnatçılıklarından.
Kavgaya düşkün olmalarından.

Bir o kadar da sevgi delisi ve de salakça dahi olsa yufka yürekli olmalarından.
Vicdanlı olmalarından.

Kendilerine özgü adalet anlayışlarının gelişmiş olmasından.
Dünya insanı olmalarından.

Yalakalıkla yakın uzak ilişkileri olmamalarından.
Romantik olmalarından.

Kadını erkeği serseri olmalarından.
Gözü kara olmalarından.

Aklı başında taklidi yapan deliler olmalarından.
Çok gülmelerinden.

Çok duyarlı olmalarından.
Sanata illaki bir şekilde bulaşmış olmalarından.

Zenginlik ve para ile insanları tartıp, biçip, ölçmemelerinden.
Çok bilmiş olmalarından.

Spora, özellikle basketbola düşkünlüklerinden.
Snopluğa tahammülleri olmadığından.

İllaki hayatı boyu bir kez bile olsa mutlaka ‘sımsıkı taş gibi…’ çekmişliklerinden.
Dünyanın neresine götürürsen götür, illaki karnını doyuracak bir iş yaratabilmelerinden.

Aile kavramına bağlılıklarından.
Demokrasi ve Cumhuriyet ve çağdaş modern anlayış ve sistemlerle bütünleşmelerinden ve de savunucuları olmalarından.

Modern yaşamdan vazgeçmemelerine rağmen nostaljiye kaynamışlıklarından.
Kültürlerinin zenginliklerinden ve çeşitlenmelerinden.

Müzikle yaşamalarından.
Sohbetlere düşkünlüklerinden.

Kadını erkeği arkadaşlarını, dostlarını seks objesi görmeden, kadın erkek dostluklarının en üst seviyede olmasından.
Ankara’yı terk etmelerine rağmen, Ankara’ya toz kondurmamalarından.

Vatanlarına çok bağlı olmalarından.
Geçmişlerine karşı çok büyük bir saygı duymalarından.

Okullarının marka adını şahsi başarı ve kazançlarıuğruna kulüpleştirip, şahsi gelir kaynağı yapmamalarından.
On binlerle mezunun içinden toplasan elli yüz kişinin adını soyadını zor hatırlarken, dünyanın neresine gidersen git illaki bir mezunla tanışma şansları olduğundan.

Siyasete bulaşıp, siyaseti kişisel çıkarlarına alet etmemelerinden.
Eğer hoşlanmadılarsa ‘Kolej’ mezunu dahi olsa o kişiye katiyen yakınlaşmamalarından.

Başarıyı normal görmelerinden.
Mağlubiyetlerden dersler çıkarmalarından.

Ve de,
Hiçbir zaman vazgeçmemelerinden,

Ve de,
Özgürlükleri için yaşamalarından.

Özgürlüklerinin önüne hiçbir şeyin geçmesine izin vermemelerinden.
‘Kolej’ mezununu hemen anlar, tanırsınız.

Çünkü,
‘Kolej’ mezunlarının çeşitliliğinde sınırlar yoktur. Sınırlar içine oturtamazsınız.

Çünkü,
‘Kolej’deöğrencinin çeşidi çok, sürprizi boldur.

Çünkü,
‘Kolej’de daha ilk günden, en bebe hallerinizle bile sizi insan yerine koyarlar.

Çünkü,

‘Kolej’ de tornadan çıkmış gibi standart insan yaratmazlar.
Çünkü,

‘Kolej’de kimliğinizin gelişmesine izin verirler.
Neden mi?

Çünkü,
‘Kolej’de ilk günden itibaren Atatürk’ün ruhunutaşır.

Zordur ‘Kolej’li olmak.
Çok zordur.

Çünkü,
Hepsi bir aradadır ‘Kolej’li olmak.

Bir taraftır ‘Kolej’li.
Buz üstünde dans etmez. Kıvırtmaz.

Sindiremezsiniz ‘Kolej’liyi baskılar altına sokup.
Aynı okulun, kendi okulunun mevzunu diye bile, alta yatıp boyun eğmez size eğer ki kendi düşünceleri ve inançlarına aykırıysanız.

Dedikoduyu suratınıza yapar. Küstahlaşır bile tepesi atarsa.
Korkmaz.

Bedel ödemeyi bilir.
Hata yapmaktan utanmaz.

Özür dilemeyi bilir.
Çok zordur ‘Kolej’li olmak.

Savaşmaktır.
Her yanda, her yönde, her cephede aynı anda.

Fütursuzdur.
Saygısızlığa tahammülü yoktur.

Bakmaz adamın ne gözünün yaşına, ne de başına.
Kodumu oturtur kadını erkeği ‘Kolej’linin. Tersine gelmeyeceksin.

Eğer ki,
Karşısında ki öğretmeni ve öğretmen değilse bir tek.

Öğretmenlerine ve öğretmenlere aşıktır ‘Kolej’liler.
Çünkü,

Aşkı öğretmenleri öğretmiştir ‘Kolej’lilere.
Aşka izin verir ‘Kolej’. El ele, sarmaş dolaş yaşarsınız ‘Kolej’de.

Aşkların öğrenilmesine, aşkların yaşanmasına, hissedilmesine engel olmaz ‘Kolej’.
Kalenderdir o yüzden.

Mütevazi değildir hiçbir zaman amma.

Kuralların şekil olduğunu, duvarların yıkılmak için örüldüğünü öğretirler bizim ‘Kolej’ de insanlara.
Cesareti öğretirler. Cesur durmayı.

Kuralları uygularken eğlenirler öğretmenleri, yöneticileri ‘Kolej’in. Çoban değillerdir.
Gülerler kapıda ensede ki uzun saçları, bol paçaları, renkli kravatları keserlerken.

Komiktir ‘Kolej’li. Cezası bile eğlencelidir ‘Kolej’in.
O yüzden ne gelirse gelsin başlarına, mutlaka eğlenceli bir tarafını bulur ‘Kolej’liler.

Müthiş bir şanstır ‘Kolej’ mezunu olmak.
Kıskanılası.

O yüzden hafif bir gülümsemeyle karşılarlar diğer okul mezunlarının kulüpleşmelerini.
İplemezler çünkü.

İstedikleri an aynaya bakıp, istedikleri an görürler ve de hissederler ve de yaşar ve de yaşatırlar zaten o yıllarca göğüslerinde taşıdıkları bayrağı ve de kültürü temsil eden aylı meşaleli armayı.
İhtiyaçları yoktur nereden geldiklerinin hatırlatılmasına.

Gitmese de ‘Kolej’ gecelerine, katılmasa da ‘Kolej’ toplantılarına,
O istediği gece, istediği an yaşatır kendi içinde ‘Kolej’ gecelerini, ‘Kolej’ toplantılarını zaten.

Kabile değildir o yüzden ‘Kolej’. Sürü de.
‘Kolej’ mezunları da, kabile üyesi değildir o yüzden. Koyunda.

Bireylerdir.
Patronudurlar kendilerinin.

Bu ülkenin her bir yerini didik didik ediyorlaryıllardır,

Çimdiriyorlar.
Isırıyorlar.

Kemiriyorlar.
Lime lime ediyorlar hatta.

Berbat bir toz toprak fırtınasının düştük içine.
Ülkenin yeni geleceği çarpık çurpuk.

Ben çok standart, sıradan bir ‘Kolej’liyim.
Ne dernek üyesiyim, ne de faal bir mezun.

Sıradanlığım sinir bozucu bile hatta.
Ancak,

Ve de alenen ve açıkça beyan etmekteyim ki,
Eğer ki,

İster ‘Kolej’ mezunu, ister değil, ister uluslar arası destekli bir kabilenin başkanı veya üyesi veya müridi, ister çoban, ister koyun,
Her hangi biri, bir başka niyetle,

Her hangi bir başka amaca hizmet etmek üzere,
Her hangi kişisel ve çağ dışı ve de evrensel akıllardan uzak,

Ve de Atatürk devrim ve ilkelerine aykırı bir niyet veya çaba içine girerlerse okuluma yönelik,
Girerde okulumun üstünden oyunlar çevirmeye çalışırlarsa,

Hinliklerine ve de çağ dışı akıl ve de ideallerine ‘Kolej’i alet etmek gibi bir niyet taşırlarsa,

Benim ne sıradanlığım kalır sinir bozucu,
Ne de kenar köşede etliye sütlüye bulaşmadan yaşamışlığım bugüne kadar.
Öyle bir sıçrarım ki tepelerine,

Akılları şaşar,
Akılları gider,

Bedeli ne olursa olsun.
Orası bir kale.

Ve de tam da bizim ‘Kolej’e, ‘Kolej’lilere göre bir kale.
Ve bu ülkeye çağdaş evrensel akıllara sahip yeni insanların yetişeceği bir yuva orası.

Kaleler içeriden savunulur bilinen yöntemlerle.
Biz ‘Kolej’liyiz amma, bizde her şey tersten, bizde her şeytuhaftır. Kale anlayışı da…

Bizler dışarıdan savunuruz kalemizi. Hem de geyik koyarken. Hem de mavra yaparken falan.
Sakın amma sakın o kalenin içindekiler ‘bizim kale onların’ zannetmesinler.

Ve de ben su testisi kırılmadan söyleyeyim de,
Bu adam neden bunca insanı üstümüze sıçrattı da demesinler sonradan.

Unutmayınız ki,
Bizim ‘Kolej’de,

Bizde hepsi bir arada.
Ve de hepsi her yerde.

Çünkü,
Burası ‘Kolej’.

Burası ne tekke, ne de medrese. Ne tekke olacak, ne de medrese, ne bugün ne de yarın. Ne de bir gün.
Her tarafı dökülmeye başladı, dinliyorum, okuyorum sessizce kendi köşemden.

Eski mezunlar dertli, öğrenciler dertli, sporcusu dertli, velisi dertli sanki.
Aman diyeyim, amman zıplatmayın bizleri ‘oradakiler’.

Ve de amman ve de sakın unutmayın ki ve de hep kulağınızın arkasında, aklınızın bir köşesinde olsun ki,
Burası,

Atatürk’ün kurduğu,
Bizlere emanet ettiği,

Bizim‘Kolej’.
Hani yani biline…

Ve de hiç unutmamak lazım, bizim ‘Kolej’ kaç hükümet, kaç başbakan eskitmiştir acaba?
Ve de eskitecektir de acaba?

Ve de iyi düşünün kalenin içindekiler ‘oradakiler’, bir gün rüzgar başka yönden esmeye başladığında ne olacak halleriniz diye. Ki, esecek.
Burası bizim Türkiye Cumhuriyeti. Bizim ‘Kolej’de aynı bizim Cumhuriyet gibi. İkisi de çağdaş ve de kalıcı.

Çünkü,
İkisini de,

Türkiye Cumhuriyeti’ni de, TED Ankara Koleji’ni de aynı önder, Atatürk kurdu.
Hani yani biline…

Ve de,
Neler gördük, neler bu güne kadar. Neler geldi neler geçti, neler neler bu ülkeden. Kalenin içinin sessizliği sakın yanıltmasın sizleri. Dışarıya çıkınca çok şaşırırsınız sonra.

Aklıma düştü son günlerde bizim ‘Kolej’ nedense. Rüyamda da görünce canım sıkkın uyandım birden bu sabah.
Felakette insanın aklına ilk sevdikleri geliyor. Felakette gelip de dayanınca kapıya ister istemez sarılıyorsunuz sevdiklerinize.

Vaktinizi aldım, mektup yazdım,
Ben neredeyim, nerede dururum net bilinsin diye.

‘Kolej’ mezunu dahi olsanız hiç umurum değilsiniz eğer ki görüşüm ve duruşuma karşıysanız.
Görüşüm ve de duruşumu kendilerine aykırıbulanlarsa,

Karşılarınaaldıklarılistesinin en tepesine yazabilirler ismimi net olarak.
Bizi böyle yetiştirdi sevgi ve saygıyla her an andığımız yaşayan ve de rahmetli olmuş büyük önder Atatürk’ün yetiştirdiği tüm öğretmenlerimiz ve de ailelerimiz.

Ve bizlerde böyle yetiştiriyoruz çocuklarımızıve de torunlarımızı.
Hani yani biline…

Ortalık o kadar da boş değil yani.
Saygı ve sevgilerimle.

‘Kolej’li Murat Denizel
Edebiyat 3A / 3010 / ’77TED Ankara Kolej mezunu

Not: Rahmetli Kıvılcım Hanım’ın sonunda dayanamayıp (iyi ki) veliliğimi üstlenmesi ve çabaları sayesinde, nispeten öğrenciymiş gibi davranmaya başlayıp ve çabalayıp esas dönemim olan ‘76’da değil, ‘77’de mezun olabildim ancak. Yani ‘70’li yıların, yani o günün Ankara’sında okudum, o günün şartlarında Türkiye Cumhuriyeti’nde büyüdüm ben o kalenin içinde ve dışında. Benden biraz küçükler ve biraz büyükler iyi bilirler o günlerin şartlarında ‘Kolej’li olmanın ne demek olduğunu. Çok iyi hem de. Çok çok iyi hem de. Bizler zoru iyi biliriz.

Hani yani biline…
‘Sokakta bağıran akıllıya değil, duvarın dibine sinmiş deliye dikkat edin’ esas,

Derim.
Burası ‘Kolej’. Burada deli çok


Ortaya Karışık - Çıtırlarla azgın tekelerin aşklarından yeni haberler iyi...

02.03.2012

Bir zamanlar pazarı altüst eden birbirinden yaşça farklı kadın erkek ilişkilerinin sayılarıçoğaldıkça durum artık haber olma niteliğini yitirdi iyice.

Bence haber olma niteliğini yitirmesine, kendinden yaşça küçük erkeklerle beraber olmaya başlayan kadınların sayılarının da hızla artmasının büyük katkısı var.

Yaşı yaşına değil de başı başına,

Kimin canı ne çekiyorsa her hangi bir yaşa ait bir başka baştan insanlarla ilişkiye giriyor kadınlarda artık.

Ha diyeceksiniz ki küçük bir kesimi toplumun,

Ülke geneline baktığınızda oran düşük amma,

Sayıları ciddi.

Yaşı kendinden oldukça küçük kadınlarla beraber olan erkekler takıp kollarına çıkıyorlar sevgilileri, karılarıyla sokaklara, sayması kolay.

Yaşı kendinden küçük erkeklerle beraber olan kadınlarsa çekiniyorlar, örtüyorlar,

Özellikle aileden ve de sosyal hayattan alacakları tepkileri göz önüne alarak saklıyorlar ilişkilerini,

Ki,

Şimdilik o da.

O yüzden sayılar düşük görülüyor vitrinde.

Kulis ise kaynıyor kalabalıktan.

İlişkide yaşların denk olması işi yeni icat.

Kırklı yıllarda doğanlarla başladı bu akım.

Ülkede elini kolunu sallaya sallaya üniversiteye gitmeyi başaran o zamanın kadınları,

Okul hayatları sırasında tanıştıkları, sevdikleri kendi yaşıtları erkeklerle evlenmeye başlayınca,

Yaşıtınla evlen,

Kampanyasının da kapılarını açmış oldular millete.

Demeğe kalmadı,

Benim kuşakta kapılınca bu kampanyanın rüzgarına,

Aynı yaşta olan kadın erkek ilişkileride benimsendi iyice toplum içinde.

Ki,

Tutmadı bu aşı fazla, yaşları ilerleyince kampanya destekçilerinin.

Tutmadı derken yeni ilişkilerde,

Önceleri erkeklerin eski modaya uyup yeniden kendilerinden oldukça küçük yaşta kadınlarla beraber olmaya başlaması,

Kadınlarında yaşça kendinden küçük erkeklerle beraber olmaları bozdu akışını yaşıtınla evlen kampanyasının.

Kadınlar bir konuda saldırganlaşa biliyorlar,

Beraber oldukları erkek,

Onlardan ayrılıp yaşça genç bir kadınla beraber olmaya başlayınca.

Erkek,

Kendi yaş grubundaki bir kadından ayrılıp da,

Yine kendi yaş grubundan bir başka kadınla beraber olmaya başlarsa,

Azgın olarak değerlendirilmiyor,

Amma,

Eğer ki kendinden,

Yirmi yaş küçük bir kadınla beraber olmaya başlarsa,

Kesin azgın olarak nitelendiriliyor. Hatta teke bile olabiliyor.

Erkeğin seks performansı bellidir.

Öyle üçe beşe katlanmaz bu performans iki de bir.

Ha,

Yeni bir kadın erkeği heyecanlandırıp, azgınlaştıra bilir, doğruda,

Bu azgınlığında bir süresi vardır.

Hadi birkaç hafta. Bilemedin birkaç ay. Hadi bilemedin bir yıl sürsün.

Sonra?

Erkek bildiğimiz eski erkek.

Peki demek ki seks çok ön planda değil ve de,

Gittikçe sayıları artan ellili, altmışlı yaş erkekle, yirmili otuzlu yaş kadın ilişkilerine baktığınızda,

Yıllar geçse de,

İlişkiler devam ediyorlar genelde, seks kriteride ilişkinin ömrü üzerinde çok fazla rol oynamıyor.

Evleneni, çocuk yapanı bile var. Mutlu mesutta yaşıyorlar. Beddualara rağmen hem de.

Demek ki,

Azgınlık süresinin devamında paylaşılanlar yetiyor genç kadına da, yaşı geçkin erkeğe de.

İki tarafta memnun demek ki,

Sadece elli, altmış yaşlarda değil,

Kırklı yaşlarda olan erkeklerde,

Yirmi yaşlarında kadınlarla evlenmeye başladılar.

Hatta,

Otuzlarınınikinci yarısında olan erkeklerde,

Seçimlerini yirmili yaşlardan yapıyorlar son yıllarda.

Ve de,

Yirmili yaşların sonu, otuzların başlarını çeken kadınlarda,

Gözlerini kırklıklara, elliliklere dikmişler genelde işin içine ilişkinin ciddisi girince.

Alan ve verenin memnun olduğu her ilişki,

Ne yaş dinler,

Ne cinsiyet.

Ki,

Bu yüzden belirli kesimlerde yaşayıp,

Onlu yıllar süresince evli kalmış,

Pek çok kadında,

Boşandıktan sonra genelde kendinden genç bir erkekle bir ilişki yaşıyor.

İster kapalı kapılar arkasında seks boyutunda,

İster hem seks hem de el ele alenen sokaklarda boyutunda.

Erkekler kendilerinden küçük yaş erkeklerle beraber olan kadınların bu davranışlarını pek takmıyorlar kafalarına.

‘Bana ne, ne yaparsa yapsın’ deyip geçip gidiyorlar.

Kadınlarsa,

Feci takıyorlar kafalarına bu durumu.

O yüzden zaten ‘çıtır’ ve de ‘azgın teke’ lafları doğdu ya…

Bizlerin dedelerinin, ninelerinin, hatta anne babalarının aralarındaki yaş farkları bizim kuşakta olduğu gibi değildi genelde.

İllaki on yaşa yakın, hatta on beş yirmi yaş fark vardı aralarında.

Öyleymiş o zamanlar uygunluk anlayışı.

Hele görücü usulü evliliklerde.

Adama genç kadın bakılırmış.

Ve de tutmuş o düzen, ve de,

Genelde uzun sürmüş evlilikler.

Ha, diyebiliriz ki o zamanlarda seks bugün ki serbest olmadığından,

İmkanlarda kısıtlıymış bir başka ilişkiye sıçramak adına.

Şimdilerde,

Ne zaman ki,

Kadınlar ‘bende sevişirim istediğim erkekle’, takılmam sayılara deyince,

Ve de,

Bu yüzden artınca kadınlarında ilişkiye girdikleri erkeklerin sayıları,

Seçme ve de neyi istediğine karar verme hakkını elde edince kadınlarda,

Düzen altüst oldu pazarda. Ve de alt üst olan bu düzenin yeni haliyse kadınların aleyhine başladı çalışmaya.

Ki,

Bu pazarın alt üst olmasına da, yine kadınlar neden oldular bir anlamda.

Genç kadınların bir kısmı dalarken yaşamlarının içine,

‘Samanlığı bir erkekle el ele seyran’ edeceğine,

‘Samanlığı zaten seyran eğlenmiş’ erkekleri seçme yönünde verince kararları,

Yeni standartlar belirlenmeye başladı yeni düzende.

Çünkü,

Alan memnun, satan memnun.

İki tarafında memnun olduğu ilişki sürer. Hem de uzun sürer.

Kendinden genç erkeklerle beraber olan kadın içinse,

Bu nevi ilişkiler sadece deneyim boyutunda.

Muhtemelen çok sıkıcı ve de baskı altında yaşadıkları uzun bir ilişki veya evlilik sonunda,

Sürekliliğinin olamayacağının en başından itibaren bilindiği ve,

Genç erkeğin ‘kadını’ tanıması,

Orta yaş kadınında bir yere kadargençliğinde ıskaladığı ‘kurtlarını dökmesi’ kadar aslında karşılıklı olarak alınanlar ve verilenler.

Amma, bir yerden sonra,

Ne zaman ki iş geliyor hayatı birlikte yaşamaya,

‘Genç erkeğin’ ilişkiye katkıları,

Zayıf kalıyor orta yaş kadının bir ilişkiden beklentileri adına. Ne zaman ki, önce seks, sonrasında eğlence tarafında arttıkça doyumlar, kadın güven aramaya başlıyor ilişkide,

Ki,

Orta yaş kadının güven istemeye başlayan ve zamanında genç erkeğe cazip gelen o kadınsı halleri canını sıkmaya başlıyor yine aynı genç erkeğin bir zaman sonra.

Olmayacak duaya amin süresi de, bitiyor bir zaman sonra.

Ancak,

Diğer yöndeyse,

‘Genç kadının’ gittikçe ‘kadın’laşan halleri, kadının kendini geliştirme becerisiyle katlanırken ikiye üçe,

‘Orta yaş’ veya ‘Orta yaş üstü’ erkeğe yetişiyor hayatın içinde.

Ki,

Yaşın değil,

Başın önemi çıkıyor ortaya ve de ilişkinin seks tarafı da oturunca rutine,

Bal gibide yürüyor ilişkileri de, evlilikleri de çıtırlarla azgın tekelerin.

Her ne kadarorta yaş ve üstü kadınların büyük bir kısmı, zamanında her yönünü iyi bildiği erkeğin genç kadını tatmin açısından seks faaliyetlerini mavi hapa bağlasalarda,

Yine aynı orta yaş ve üstü kadınlar seksin bir ilişki içinde temel unsur olmadığını da savunuyorlar aynı zamanda.

Kendinin ilişkide en tepeye yazmadığı seksi,

Genç diye bir başka kadının en tepeye yazdığını düşünüyor orta yaş ve üstü kadınlar.

Ki, yanılıyorlar çünkü, genci orta yaşlısı tüm kadınlar için seks aynı ölçüde önemli veya değil aslında, uç noktalarda yaşayanlar hariç.

İşin ekonomik yani konfor tarafına bakınca,

Orta yaş ve üstü kadınların kendi yaşantılarına paralel olarak illaki var, olmazsa olmazları.

Eğer ki konu yeni bir erkeğin seçimiyse hayatlarına almak istedikleri.

Yeni erkeğin işi, geliri, evi, arabası ve de az veya çok hangi çizgide bir sosyal hayat yaşadığı çok önemli yeni başlama ihtimali olan bir ilişkide orta yaş ve üstü kadınlar için.

Ki,

Aslında, aynı önemi genç kadınlarda vurguluyorlar daha seçimin başında erkeklerden yana.

Demek ki,


Yaşı ne olursa olsun, sürekli ve ciddi bir ilişkide uç noktalarda olmamak kaydıyla seks birinci satırda yer almıyor kadınlar için.

Demek ki,

Yaşı ister yirmi, ister otuz, kırk, elli olsun, beklentiler adına kadınlar aynı ortak özelliklerde bir araya geliyor,

Erkeğinkişilik ve fiziksel yapısında ki farklılıklarıhariç,

Erkek seçiminden yana.

Demek ki,

Arzu edilen erkek olabilmek adına,

Üçşeye sahip olmalı erkek bu devirde.

Paran olacak. Yani seni beğenen kadınlara yeter düzeyde.

Karakter özelliklerin yeterli olacak. Yani seni beğenen kadınlara yeter düzeyde.

Fiziksel olarak az kusurlu olacaksın. Yani seni beğenen kadınlara yeter düzeyde.

Bu üç özelliğe sahip oldu mu erkek,

İlişkilereyönelik değişen hayatın içinde artık, tersine döndü işler ve de,

Erkek seçer oldu kadını. Her ne kadar kadın seçiyor gibi duruyorsa da.

Talep fazlası var.

Arzsa, düşük.

Ha diyeceksiniz ki,

İyi de sevgi var, sevgiyi hissetmek ve hissettirmek var, güven var, aşk var, kültür var, akıl var, zeka var, beceri var, hobiler var, birbirini tamamlamak var, tat var, koku var,

Var oğlu var daha saydıkça sayarsan.

Yok.

Artık yok, maalesef.

Say say bitmezlerin içinde az veya çok olanlarda varsa, ekstra olarak geliyor,

Bonus geliyor artık kadınlara.

Ki,

Sadece kadınlara değil, erkeklere de bonus geliyor ilişkinin esasını temsil eden say say bitmezler artık.

Çünkü,

Parametreleri önce kadınlar belirledi ve de değiştirdiler uzun yıllar süresince akışların yönlerini ilişkiden beklentileri adına.

Bizim kuşak kadınlar erkeklerden yana beklentilerinde dur durak bilmediler bir zaman.

O bir zaman dediğin de, ömürlerimizin yarısı.

Zorladılar erkekleri istedikleri standartlara yükselmek ve yükseltmek adına.

Ve de en önemlisi, durmadılar kadınlar tatminler adına ve erkeklerden beklentileri adına.

Daha da, daha da olsun istediler.

Beceren becerdi erkeklerin arasından, yükselen yükseldi,

Beceremeyenler, yükselemeyenlerde elendiler gittiler ilişkilerin içinde.

Amma, bakın ne oldu;

En beceremeyen, en yükselemeyen, en çok elenen erkekler bile pek çok şey öğrendiler bilerek veya bilmeyerek kadınlardan.

Hangi kadınlardan?

Kendi yaşıtları, kendi yaş grubu kadınlardan.

Ve de,

Hazır pasta haline dönüştüler bir başka yaş grubu veya bir başka sosyal dilimin kadınları adına.

Birinin bir türlü beğenmediği, bir başkasının arayıp da bulamadığı oldu bir zaman sonra.

Birinin sıradan saydıkları, cazibesini yitirmişleri, bir başka kadının hedefi oldu bir zaman sonra.

Ve de,

Hedefe yönelince diğer kadın grubu,

Erkekler eş değiştirmeye başladılar hızla.

Bir grup kadın hazıra konarken,

Bir başka grup kadınsa, ya onlarda hazırı aramaya başladılar pasta kıvamında, ki gördüler,

Ki,

Hazırlar zaten ve çoktan artık kapılmış durumda.

Veya döndüler en başa, başladılar yeniden kendi parametrelerine uygun erkek yeni erkekler yetiştirme çabalarına.

Amma bu seferde,

Yaşlar artık o eski enerjilere, eski sabırlara, eski inatlara uygun değil sonucu çıktı ortaya.

Ki,

Böylece kendi mermileriylevurulmuş oldular bir başka yaş grubu kadınlar tarafından.

Kadın tavlamak zordu eskiden erkekler için.

Kadının elinde beklentilerine ait uzun bir listesi olduğundan değil di bu zorluk,

Kadının nazendeydi, kadın ulaşılmazdı, kadın ödüldü bir erkek için.

Ancak ne zaman ki kadın,

Nazını, konfora yönelik listeleyince, kadın ulaşılır olunca, kadın ‘kadınlık’ saygısını yok edince neredeyse her kadında standart hale gelmiş listeleriyle,

Kadın,

Sıradanlaştılar. Aynı oldular birbirleriyle, farklı olduklarını iddia etselerde.

Rekabet berbat etti kadının kendine olan saygısını.

Ve de,

Çarşı, erkeklere kaldı.

Erkeklerde, tepsiye yayılmış kol böreği gibi pişkinleştiler,

Şımardılar ve de hadlerini bilmezleştiler kadınlardan aldıkları cesaretlerle.

'Kıtırlar' kendi kalelerine attılar golü.

Ve de 'çıtırlar' sahaya çıkmadan kazandılar maçı.

'Azgın tekeler'ede, gün doğdu beleşine.

Aşk,

Listelerin bir yerlerinde şaşkın,

'Ama ama' diye diye inleyen ve çaresizce çıkan cılız sesiyse,

Eridi gitti,

Tezahüratların gürültüsü arasında.

Aşka yazık etti kadınlar,

Aşka en yakışan olmalarına rağmen hem de.

Kadınlar bir kazandı, bir kaybetti,

Erkeklerse hep kazanır oldular.

Çıtırlarla kıtırlar ve de erkekler liginde herkes kim şampiyon olacak diye beklerken,

Küme düşense,

Aşk oldu.

Yazık oldu,

Ligin tadı kalmadı.


Ortaya Karışık - Vurdum duymaz

31.03.2012
Vurunca da duymaz. Vurulunca da duymaz. O gücünü duyar bir tek.

Kontrol edilemeyen ve hedefi şaşkınlaşmış ve de evrensel akıldan yoksun ve bir tek kendi sesini duyan güçle mücadele etmek mümkün değildir.
Hele,

Çağın gerine düşmüş demode akıllarla gelişmiş güçleri temsil edenlerin,
Neyi, ne zaman, nasıl, nerede, ne kadar yapacağı belli değilse,

Sinersiniz bir köşeye ve beklersiniz ki, çarpılmayın diye.
Doğru dürüst insanların büyük bir kısmı sindi bu nedenle.

Hem de ne sinmek.
Kontrol edilemeyen güç,

Evrensel akıldan yoksun,
‘Çağ dışı ayak’lar, ‘Çağın başı’ oldular.

Oldu mu, olacak mı, olur mu diye sızlanmanın hiçbir anlamı yok artık,
Çünkü,

Oldu, bitti bile.
Şimdi,

Kaldı geriye,
Kurtarılmış bölgelerde kendi başına olabildiğince etliye sütlüye bulaşmadan yaşamak,

Diye düşünüyor doğru dürüst olan insanoğulları.
Ta ki,

Sıra kurtarılmış bölgelere,
Ta ki,

Sıra sinmişlerin çoluk çocuğuna gelene kadar,
Ki,

O sırada geldi sonunda. Nasıl geldiğini yazdı artık siyaset tarihi.
Kaçış yok. Evrensel akıldan yoksun,

‘Çağ dışı ayak’lar, ‘Çağın başı’ oldu.
Doğru düzgün insanların en büyük zaafı, karınlarının en yumuşak yeri,

Saflıktır.
Çünkü,

Doğru düzgün tarifininiçinde hinlik ve de katakulli yer almaz.
Ehh,

Var olmayan bir kavrama karşı savunma mekanizmasıda gelişmeyeceği için,
Karşılaşınca,

Hinlik ve de katakulli ile doğru düzgün insanoğlu,
Ne yapacağını bilemez,

Önce şaşkınlaşır,
Sonrada el yordamı ile pozisyon alıp,

Savunmaya çalışır kendini,
Ki,

O savunmanın üstünden dozerle geçer vurdum duymaz,
Her türlü hinlik ve,

Katakulli uzmanlığıyla.
Üstünden dozerle geçilen anlayamaz önce acı dozunun yüksekliğinden,

Şokun etkisiyle.
Sonrasında,

Başlar önce hasar tespit çalışmalarına.
Bakarsa ki hasara rağmen devam edebilecek hayat,

Refleksle siner köşesine,
Devam eder devam edebildiği kadar hayatına.

Eğer ki,
Hasar hayata devam edebilmesine engel oluyorsa,

O zaman toplar pılıyı pırtıyı,
Göçer başka bir yerlere.

Ve de,
Sinse de,

Göçse de,
Kazanan taraf vurdum duymaz katakulli uzmanı hinlik olur hep.

Kaybeden de,
Doğru düzgün insan. Ve de kaybettikçe ve kaybedip de çekildikçe çağın gereği medeniyetin sahnesinden, çektikçe ayağını sahneden, her boşalan yere doluşan,

‘Çağ dışı ayak’lar,
Olurlar sana,

‘Çağın baş’ları böylece.
Büzüşerek yaşamak ne kadar yorucuysa,

Büzüşmeden yaşamak adına verilen mücadelede bir o kadar yorucudur.
Ancak,

Büzüşerek yaşamın içinde ümit yoktur,
Ancak,

Büzüşmeden yaşamak adına verilen mücadelede hep bir ümit vardır.
Ki,

Bu ümidi yitirdi olsalar gerek ki,
Etrafımda doğru düzgün insan sayısı çok uzun yıllardır çok az artıyor yüz yüze ilişkilerde.

Ya da hiç artmıyor.
Ya ben doğru düzgün bir insan değilim,

Ya da doğru düzgün insanlar saklanıyorlar bir yerlerde.
Ya da, doğru düzgün insanlarda neferleri olup kapıldılar gidiyorlar vur duymaz katakulli uzmanı evrensel akıldan ve medeniyet çizgisinden yoksun hinler ordusuna.

Mesleksizlerin dünyası artık bu dünya.
Veya en karlı ve geçerli ve de en kıymetli,

Mesleğin,
Doğru düzgün insanların haklarının, sevgilerinin, saflıklarının, inançlarının, hayallerinin, birikimleriningasp edilme uzmanlığına dönüştüğü bir dünya oldu artık bu dünya.

Direk paranın hedeflendiği bir dünya artık bu dünya.
Kazan.

Nasıl kazanırsan kazan, amma para kazan.
Paran olsun yeter.

Paran olunca doğru düzgün olmasan da,
Sıvıyorsunkatakulliler ile hinliklerinin üstünü nasılsa paranla.

Ve de vurdum duymazlar aleminin, en doğru düzgün insanı oluyorsun böylece paranla.
Katakulli ile hinliklerin uzmanı oldukları bir başka tarafsa, kıç yalamak oldu artık.

Kıç yalama uzmanlarından geçilmiyor ortalık artık.
Yalanılan kıçlardan akan paralara,

Yalayan diller talipler. Yalayan dillerin kıçlarında da, daha küçük boy diller. Herkes bir birinin kıçını yalıyor. Dizim dizimler.
Beceri ve meslek erbaplığı ile değil, dillerle kazınılıyor paraların çoğu artık.

Kimin dili daha uzunsa ve de uzmansa para onun midesinde demektir artık.
Ve de bu yüzden gittikçe artıyor ortalığı saran kesif bok kokusu.

Doğru düzgünün sadece sifonu çekene kadar ki kısa süre kadar bildiği koku, şimdi evleri, restoranları, sokakları, yazlıkları, otelleri, iş yerlerini her yeri sarmış durumda.
Yalama olmuş, haysiyetsiz yalaklar cennetine döndü yaşamımız.

Ve de o kadar çok çoğaldılar ki, kendi içlerinde tarif edebiliyorlar artık kendilerine göre doğru düzgünü. Ve de,
Değiştirilince doğru düzgünün tarifiyalama olmuş yalaklar tarafından,

Gerçek doğru düzgünler, mağdurlar, boşa bastılar attıkları adımlarında, medeniyet sahnesindeki medeni insan duruşlarını terk ederken.
Ne mesleğe saygı kaldı,

Ne sıradanlığa,
Ne hakka,

Ne hukuka,
Ne inanca,

Ne bilgiye,
Ne görgüye,

Ne ahlaka,
Ne sevgiye,

Ne aşka,
Ne duygulara,

Ne insana,
Ne günaydına.

Yakın zamanlara kadar,
Son kalan ve de bir avuç kalan doğru düzgünler direniyorlardı hala kendi kurtarılmış bölgelerinde.

Ki,
O bölgeleri de basınca vur duymaz katakulli uzmanı evrensel akıldan yoksun hinler ordusu,

Tek bir kurtarılmış bölge kaldı geriye, o da,
İnternet alemi.

Orayı basamıyorlar, orayı işgal edemiyorlar,
Şimdilik.

Nerede nasıl ve ne kadar yaşıyorsan yaşa,
Ne kadar kazanıyor veya kazanmıyorsanve de mesleğin ve de eğitimin hiç önemli değil internetin kurtarılmış bölgelerinde toplaşarak yaşamaya başlayan doğru düzgün insanların arasında yer almak adına.

Doğru ol ve de düzgün ol yeter.
Evrensel akla sahip, çağdaş bir insan ol yeter, yani.

Bizim çocukluğumuzun gençliğimizin komşularından biri gibi ol, yeter yani.
Bizim çocukluğumuzun gençliğimizin geçtiği ister şehirlerde ister köylerde yaşayanlardan biri gibi, ol yeter yani.

Bizim çocukluğumuzun gençliğimizin şoförleri, garsonları, hademeleri, kantincileri, sütçüleri, bakkalları, manavları, kasapları, çöpçüleri, postacıları, boyacıları, tamircileri, kapıcıları, esnafı, amcaları, teyzeleri, işçileri, patronlarıgibi ol, yeter yani.
Yani,

Hakkın için, hakkın kadar, hakka saygılı, içi dışı temiz pak, doğru düzgün birinsan ol, yeter yani.
Bir dönem kapandı.

Bitti.
Şimdi hazım zamanı.

Ve de,
Doğru düzgün insanların bir araya gelebildiği,

Şimdilik,
İnternet aleminde,

Gelen kesif kokulara burunları kapatıp hep beraber hazım zamanı artık.
Hiç olmadı, yalnız olmadığını, yalnız kalmadığını bilme zamanı.

Vur duymazlara karşı,
Vurdum duymaz kalamasan da, kafayı gözü yardırmadan, çoluğu çocuğu kaptırmadan, hayatta kalabilmeyi becerebilme zamanı.

Katakullilerle hinliklerle serseme dönüp nefesler kesilince,
Yüzümüze oksijen maskesini takma zamanı.

Şimdi,
Doğru düzgünlerin yüz yüze gelip tanışamasalar da,

Birbirlerine çok uzaklardan da olsa sımsıkı sarılma zamanı.
Yetiştirdiğimiz çocuklarımıza, doğacak torunlarımıza,

Müzelik kıvamında dahi olsa,
Doğru düzgünlüğü gösterebilmek ve yaşatabilmek içinvarlığı sürdürme zamanı.

Evrensel ve çağdaş aklın hala var olduğunu ispat zamanı.
Devleti soyanla, hırsızlarla, katillerin hamileriyle,

Katakulli ile hinliklerle para kazananlarla,
Burnunu toplantıda kurcalayanlarla,

Parmağıyla dişini karıştıranlarla,
Çoraplarını vatandaşlarının burnuna sokanlarla,

Kimin dili kimin kıçına ulaşabilecek diye yarışanlarla,
Bakalım bugün kıçımı kim yalayacak diye merakla bekleyenlerle,

Beş yüz kelime ile ana dilini konuşmaya çalışanlarla,
Yurt dışında okuyunca dünya insanı olduğunu zannedenlerle,

İşçisinden beş on lirayı esirgerken karısına sevgilisine metresine binlerle dolarlık ayakkabı, çanta alanlarla,
İnsanların inançlarını yerle bir edip, maneviyatı ticari emtiaya döndürenlerle,

Yüzlerle binlerle masum doğru dürüst insanı aslı olmayan delilsiz iddialarla hapishanelerde çürütenlerle,
Uluslar arası yapılanmaların maşası olsun diye maneviyatın zaafları üzerine kurgulanmış yerli kabilelerin üyeleriyle,

İş yapma,
Komşuları olma,

Onlarla aynı yollarda yürüyüp,
Aynı restoranlarda yemek yiyip,

Aynı otellerde kalıp,
Aynı sinemalara gidip, aynı caddelerden dükkanlardan alışveriş yapıp,

Yetmez,
Kız alıp,

Oğlan verme zamanı.
Görümce olma zamanı.

Elti olma zamanı.
Dünür olma zamanı,

Mecburen bu zaman artık ve şimdilik.
Sona kalan son müzelik doğru düzgün insanların yaşadığı son zamanda,

Sonu sonuna kadar yaşayıp,
Zamanı saati gelince de doğru düzgün ölme zamanı.

Çok içlenince,
Çok dolunca yüreğin,

Bulup bir doğru düzgün omuz, ama gerçek ama internette,
Başı gömüp ağlama zamanı.

Zamanında göçmüş gitmiş şanslı dedeleri, nineleri kıskançlıkla anma zamanı.
Zamanın tonton hacı dede, hacı ninelerini özellikle anma zamanı.

Özgürlüğü, medeniyeti, çağdaş ve evrensel akılla gelen yaşamı doksan sene evvel kanımıza kaynatanları anma zamanı.
Komşusuna pişirdiği yemeği küçücük bir kapla ikram edenleri anma zamanı.

Cinsiyetsiz dostlukları anma zamanı.
Karşılıksız ölümüne aşkları anma zamanı.

Aylarca kesişerek başlayan sevgileri anma zamanı.
Kızlarının erkek arkadaşlarıyla tanışmaktan memnun olan anne babaları anma zamanı.

Ar ve namusu bacak arasında ki zarda aramayanları anma zamanı.
Borç bataklarına düşmeden yuvasında aza kanaat getirip yaşamışları anma zamanı.

Basit amma temiz pak giyinenleri anma zamanı.
İnsanların paraları ile değerlendirilmediği zamanları anma zamanı.

Kütüphanesi kitaplarla olan evleri anma zamanı.
Öğretmenliğin anne babalıktan çok daha kutsal sayıldığı yılları anma zamanı.

Köy enstitülerini anma zamanı.
‘Çağın dışı ayak’ların, ‘Çağın başı’ olamadığı günleri anma zamanı.

Ve de,
Katiyen vazgeçmeme de zamanı.

Asıl şimdi pes etmeme zamanı.
Asıl şimdi hayata asılma zamanı.

Asıl şimdi mücadele etme zamanı.
Asıl şimdi emekliliği düşünmeme zamanı.

Asıl şimdi pısmama zamanı.
Asıl şimdi sinmeme zamanı.

Vurdum duymaz,
Katakulli uzmanı evrensel akıldan uzak,

Hinler ordusuna karşı,
Elindeki tek güç olan doğru düzgün insanlığınla,

Sapasağlam durma zamanı.
Korkmama zamanı.

Desem mesela…
Sonrasında da,

Haydi sokaklara yollara,
Dökülsek,

Doğru düzgün insanlar olarak,
Doğru düzgüne çevirmek için yeniden yaşamı,

Dayak da yesek,
Kemiklerimizi de kırsalar,

Cezaevlerinde çürütseler de,
Vazgeçmeden,

Versek mücadelemizi,
Desem mesela…

Sonrasında,
Kaç kişi çıkarda evinden de katılır bu mücadeleye acaba?

Çıkar mı acaba?
Çıkmaz.

Çıksaydı, bu günlere gelinmezdi zaten.
Evinden çıkan olmaz amma,

Doğru düzgünlerden her alanda iyi sanatçılar çıkar mesela. İyi idealistler çıkar mesela.
İyi yazarlar çıkar mesela, sıkı romantikler çıkar mesela.

İyi de,
Bu işler,

Sanatla, edebiyatla, romantizmle, idealistlikle olmuyor.
Olsaydı,

Sadece,
Nazım bile yeterdi tek başına.

Aziz Nesin’e de,
Gülüp eğlenmesi düşerdi sadece, buram buram, alev alev yananların arasında hayatta kalma mücadelesi vereceğine.

Bizlerde,
Doğru düzgün ne demek onu bile bilemeden yaşayıp ölürdük bir yerlerde.

Vurdum duymazları,
Katakulli uzmanı evrensel akıldan uzak hinleri tanımadan,

Dille kıç arasında para kazanmak adına bir köprüolduğunu bilmeden geçirirdik ömrümüzü.
Haysiyeti anlatmak zorunda kalmazdık gençlere. Şeref, güzel bir isimden öte bir mana taşımazdı bizim için.

Utanıyor muyum,
Kızıyor muyum,

Üzüntümden,
Hırstan, ortamdan ikiye mi çatlıyorum,

Ben bile tarif edemiyorum,
Bilmiyorum artık.

Tek bildiğim,
Orada bir yerlerde birileri var ben gibi.

O kadar.
Gitmesem de, görmesem de, seslerini duymasam da, göz göze gelemesem de,

Oradalar. Ve varlar biliyorum.
Bu bile yetiyor,

Vazgeçmemek için.
Desem mesela…

Katılır mıydınız bana?

Ortaya Karışık – ‘K.K.’ ile ‘E.M.’ in Bitmeyen Ölümsüz Aşkı

29.03.2012

Ama ne aşktır bu be yahu. Kendimi bildim bileli böyle bir aşka ne şahit oldum, ne de gördüm ben.
Kadını erkeği yaşlısı genci çocuğu bir başka insanında böyle bir aşka şahit olduğunu zannetmiyorum.

Önce hangisinin hangisine aşık olduğunu ikisi de hatırlamıyor.
Tek bilinen sonsuzda başlayıp, sonsuza kadar süreceği aşklarının.

Ki,
Yirmi dört saat, üç yüz altmış beş günde şikayet ederler birbirlerinden o da ayrı,

Bıkmadan,
Usanmadan,

Yorulmadan,
Ve de en, en önemlisi,

İnatla birbirlerinden de hiçbir zaman vazgeçmeden.
Bekli ikisinin de var olmalarının nedeni bu aşk.

Bu aşkla var ettiler kendilerini belki de.
Bu aşkla var ettiler,

En doyumsuz duyguları,
En doyumsuz zevkleri,

En doyumsuz şehveti,
En doyumsuz mutlulukları,

En doyumsuz tatları,
En doyumsuz heyecanları,

En doyumsuz olan tümü.
Bu aşkla öğrendiler,

Sevdiğinin tenine değdiğinde hissetmeyi,
Sevdiğinin gözlerine baktığında dalıp gitmeyi,

Aşkın o müthiş,
Büyülü,

İnsanın içinde akıp giden,
Titreten,

Coşturan,
Hazzını.

İç içe geçtiklerine şahit oldum defalarca.
Hem bedenleri,

Hem ruhlarının.
Hangisinin kolu,

Hangisinin bacağı hangisine ait,
Hangisinin teri,

Hangisine ait,
Bilinmeyen,

Sarmaş dolaş,
Hallerini gördüm kendi gözlerimle.

Şahit oldum,
Hangisinin ruhu,

Hangisinin içinden geçiyor,
Bilinmez,

Kadar kaynadıklarını,
Hissetti ruhum.

Ben böyle bir aşk görmedim.
Kıskanılası.

Çok özenilesi.
Hayran kalınası.

İnsanın,
Çocuklar gibi,

Yerlerde tepine tepine,
Tutturası geliyor,

Onlara baktıkça,
Onlarla beraber yaşadıkça iç içe, yan yana.

En az,
Bir sefer bende yaşamak istiyorum böyle bir aşkı diyorsun kendine,

Durmadan,
Tekrar ede ede.

Hele,
Yaşadın mı bir kez,

Çocuklar gibi, bir daha bir daha isterim diye tutturuyorsun yine.
Hep mi iyiler,

Yoo,
Bazen ne dalaşmak,

Bazen ne kavgalar,
Bazen ne itişmek,

Bazen ne karakter savaşları,
Bazen hani derler ya,

Birbirlerinin gözlerini oymak istiyorlar diye,
Etlerini koparmak istiyorlar diye,

O denli,
Kızgınlıklar,

O denli,
Nefretler,

O denli acılar,
O denli,

Üzüntüler,
O denli,

Korkular,
O denli,

Dönüp arkalarını gitmeler, küsmeler, yan yana geçip görmemezliğe gelmeler.
Sanki o yokmuş gibi, onunla hiç yaşanmamış gibi tavırlar.

Sonra?
Sanki bu duygular hiç tadılmamış casına,

Tekrar,
Dönüp en başa,

Büyük bir coşkuyla, titreten bir heyecanla,
Yeniden sarmaş dolaş,

Sımsıkı,
Arzuların tavan yaptığı,

Yerlerde yataklarda yuvarlanıldığı,
Sarılmaları,

sevişmeleri seyretmek,
Dedirtiyor ki,

İnsana,
İşte,

Aşk,
Bu olsa gerek.

İkisi de,
Süslümü süslü.

Tavlayacaklar diye,
Bir fingirdeme,

Bir kırıtmalar,
Bir havalar, bir cakalar,

Bir pozlar,
Gırla.

En matrağı,
Sordun mu,

İkisine de,
Diyorlar ki kendileri içinmiş meğersem bu süslenmeler, havalar falan.

Yalan.
Ama ne yalan.

Ayol bakıyorum kadın olana,
Hangi kadın atar bacak bacak üstüne öyle, hafif kaykılmış kalçalarıyla, yarım dekolte çatal.

Hele o bakışlar, o göz süzmeler falan,
Kendine ha?

Hele o yürüyüş.
Hele her bir topuk yere vurduğunda,

Kadın kadın kadın diye ses geliyor yerden.
Kadınım diye bağırıyor ayakların sesleri.

Ki,
O ayaklarda,

Hep bakımda, o da ayrı.
Erkeğe bakıyorum,

Zannedersin dünyada kalmış son erkek.
Saçlar stil,

Sakal yeni moda.
Bir afralar, bir tafralar,

Bir havalar,
Bir bilmişlikler.

Kendine bu afralar, tafralar, havalar, bilmişlikler ha?
Bu saçlar, bu yeni moda sakal?

Hadiii,
Kim yer be.

Kim alır o güzelim dantel saten ipek iç çamaşırlarını,
Bir gün aşkına göstermeyecekse narin bedeninde, hadiii…

Kim alır o arabaları,
Bir gün aşkına açmayacaksa kapısını, bir caka sallamayacaksa direksiyonu, hadiii...

Külleyen yalan bu kendime hikayesi.
Yalanda,

Hem kadın, hem erkek olanı,
Katiyen eğilip de, almıyorlar yere düşmüş burunlarını da bu arada, bu da ayrı.

Ki,
Bu tarafı da, en eğlenceli kısmı seyrederken onları.

Çünkü,
İkisini de çok iyi tanıyorum kendimi bildim bileli,

İkisinin de aşklarının içinde büyüdüm, ergenleştim, erkek oldum, sevgili oldum, koca oldum, baba oldum ben.
Onlara özene baka,

Onlarla öğrenerek yaşadım,
O aşkları ben.

Onların aşklarının seyrettim eskiden siyah beyaz, sonradan renkli filmlerini ben.
Onların aşklarına bestelenmiş müziklerini dinledim,

O müziklerin bestelerini yazdım kağıtlara.
Onların aşklarınayazılmış şiirleri, romanları okudum ben.

Onlara yapılmış heykellerin, tabloların önünde geçti ömrüm benim.
Onların tiyatrolarını, operalarını seyrettim ben.

Onların çekilmiş fotoğraflarını biriktirdim ben.
Onların aşklarıyla var oldu hayat yahu,

Onların bedenlerinden doğdu yaşam.
Yok böyle bir sevgi,

Yok böyle bir ihtiras,
Yok böyle bir şehvet,

Yok böyle bir seks,
Yok böyle duygular,

Yok böyle özlem,
Yok böyle bir kıskançlık,

Yok böyle bir acı,
Yok böyle bir gözyaşı,

Yok böyle heyecan,
Yok böyle bir nefret,

Yok böyle bir kızgınlık,
Yok böyle bir mutluluk,

Yok böyle bir kahkaha,
Yok böyle ışıldayan gözler,

Yok böyle bir sevgi.
Ve de yok böyle bir,

Aşk.
Hiçbir zaman da var edemeyecek,

Tüm bu duyguların tamamını,
Bir balın peteği gibi,

Aynı eşitlikte,
Aynı tatta,

Aynı güzellikte,
Hiçbir şey,

Hiçbir zaman.
İstediği kadar söylensin ‘Kadın Kısmısı’, ki kısaca ‘K.K.’ diye andık,

İstediği kadar yırtsın kıçını ‘Erkek Milleti’, ki kısaca ‘E.M.’ diye andık.
Bir kulağımdan girer,

Öbür kulağımdan çıkar benim.
Kadınların hiç bitmiyor hele yaşlar ilerledikçe, hele deneyimler çoğaldıkça,

‘Erkek Milleti’ diye başlayan hayıflanmaları, söylenmeleri,
Erkeklerin hiç bitmiyor hele yaşlar ilerledikçe, hele deneyimler çoğaldıkça,

‘Kadın Kısmısı’ diye başlayan hayıflanmaları, söylenmeleri.
Amma,

Hepsi yalan,
Hepsi gerçekte olsa,

Kadın Kısmısının Erkek Milletine,
Erkek Milletinin Kadın Kısmısına,

Olan aşkları hiç bitmeyecek.
Seviyorlar bir birlerini çok.

Özlüyorlar.
Arzu ediyorlar.

İstiyorlar.
Sarılmayı.

Okşamayı.
Gözlerinde kaybolmayı.

Ellerini tutmayı.
Sesini duymayı.

Kokusunu içine çekmeyi.
Tatmayı.

Öpmeyi.
Sevişmeyi.

Vazgeçemiyorlar,
Aşktan.

İnsanın insana aşkında vazgeçemiyor, vazgeçemez insanoğlu.
Müthiş.

Su gibi, hava gibi.
Ölürüz yoksa,

Vazgeçersek insandan.
Ve de,

Hissedemezsek özlemi,
İçinde,

Acıda olsa.
İçinde hasret de olsa.

İnsanız,
Ve de,

Bitmeyen ölümsüz bir aşkın,
Kadınlarıyız,

Erkekleriyiz biz.
İnsanız biz.

Ne bir tür canlının bir cinsinin ‘kısmısı’yız,
Ne de bir tür canlının bir cinsinin ‘milleti’yiz biz.

‘K.K.’ ve ‘E.M.’ değiliz biz.
Tek ortak yanı,

Sadece insan olarak doğmuş, var olmuş,
Doğada aynı türü temsil etmesine rağmen,

Birbirinden bu denli farklı,
Amma,

Bu denli büyük bir aşkla birbirine tutkun ve düşkün yaşayan,
Tek canlılarız biz.

Kadınız, Erkeğiz biz.
Aşığız,

Biz.
Cır cır durmadan vıdı vıdı etsek de,

Vazgeçilmez,
Tutkuyuz,

Aşkız,
Biz.


Ortaya Karışık – İstanbullu musun hemşerim?

27.03.2012

İstanbul’da İstanbullu olup, yalnız bırakılmak ne büyük bir zulümdür, bunu bilen bilir.

İstanbul’da artık İstanbullu kalmadığını zanneden her hangi bir yerliler, eğer ki Yahudi veya Ermeni veya Rum değilsen,

İllaki seni bir yerli yapmaya çalışıyorlar. Dinin, kök kültürün farklılık gösteriyorsa, o zaman söyleyecek bir lafları kalmadığından kabul görüyor İstanbullu olman.

Ki,

Ne Yahudi biliyorlar, ne Ermeni, ne de Rum’u bu arada, o da ayrı.

Hele iş alemindeyseniz yırtmanız mümkün değil. Yeni tanışıyorsun birileriyle, toplantı başlıyor,

-Neredensiniz?

Sana ne demek var, amma,

-İstanbul

-Onu sormuyorum, esas nerelisiniz?

-İstanbul

Gevrek bir sırıtma. Surat ifadesi diyor ki, ‘utanıyor zahir nereli olduğunu söyleyemiyor veya söylenecek gibi değil her halde memleketi’ demek.

‘Ulen hamşo vallah billah İstanbulluyum da diyemiyorsun’, sende gülüyorsun karşılıklı gevrek gevrek, gevreğe bakıp.

Gevrek bekliyor bu arada bende sorayım diye. Sormuyorum, hafiften deliriyor. Amma sormayınca diyemiyor ki bende şuralıyım diye.

Arada bekliyor, dilim sürçsün ki çaksın nereli olduğumu. Ben araya bilmediğim Fransızcadan kelimeler serpiştirdikçe, iyice karışıyor kafalar

‘Paris’in içinden…, hımmm…, gavur soyu…’

Hee…valla…şanzelize muhtarı emmi oğlum ola…

Zorlaştıkça zorlaşıyor gittikçe İstanbullu olmak. Ulen yanarım ki ne yanarım, doğru düzgün ne bir memleketim var, ne bir köyüm. Bilmem ne kazası, bucağı, köyü yardımlaşma ve de kültür derneklerinden birinin üyesi bile değilim. Adamdan bile sayılmam ben.

Her sene yazın veya bayramlarda gidilecek bir memleketim bile yoktur.

Öylesine yalnız, gariban bir adam. Bekle dur şehri.

Beklediğim şehre benim soyum da gelmiş tabii ki. Bizim Anadolu’da bir yerden bir yere gelmeyen mi var. Nereden geldiğine değil, ne zaman geldiğine bakacaksın. Aksi, zaten kimse hiçbir yerli değil.

Yüz elli sene evvel gelmiş İstanbul’a hem anne tarafım hem de baba.

Biri Bulgaristan’dan, diğer taraf karışık. Karadeniz’de var, Kayseri’de, Erzincan’da. Beyaz Rus falandavar deniyor da, karıştırmıyoruz o tarafları fazla, laf var belge yok.

Feci bir kokteyl. Patron kimsenin başına vermesin.

Beş kuşaktır İstanbul’da yaşanmış, yaşamaya da devam ediliyor. Direniyoruz ailecek.

Ankara’da var işin içinde yaşam olarak bakarsan, amma kökler hep burada kalmış. Ankara anılar kadar var. Kan yok işin içinde.

Ben İstanbulluyum demeninse hiç faydası yok bu arada benim şehirde. Yalnızlığa mahkum ediyorsun kendini dedikçe, oralılar buralılar kendi aralarında omuz omuza iş yaparken.

Erenköy’ün sokaklarında geçti en güzel günlerim bıyıklarım çıkana kadar. Kapkaranlık sokaklardan korka korka döndüm eve istasyonun yanındaki yazlık sinemadan. Dedemin bahçesinde tutuldum ağaçlara, hayvanlara ilk kez. Onunla İstanbul’da, İstanbul’un eski köylerinden Erenköy’de öğrendim bahçe işlerini, toprağı, suyu. Kuyuya ben sarkıttım karpuzları. Osmanlı çileklerini ben götürdüm tatlı tatlı bahçeden, dutları da. Yabani yeşil erikleri de buruk buruk. KaplumbağamHüdaverdi’yi ben besledim o koskocaman bahçede bulup her yaz. Güle, yıldız çiçeğine, hanımeline, asmaya, fıstık çamına, incire aşkımda Erenköy’de başladı. Çıktın mı tek katlı evin damına, adalar önümüzdeydi o zamanlar. Birde dantel gibi işlenmiş köşkler. Babamlar Taş Mektebe gitmişler ilkokulda. İstasyonun orada. Hani top patladı mı tamir ettirdiğim bisiklet lastikçisinin yanında ki köşe bina.

Elimizde havlu, üstümüzde mayo ile bir tişört Ethem Efendi’den dümdüz aşağıya, plaja. Galip Paşa caminin önünde ki çeşmeden su içilir kana kana caddede. Bir gün kavga vardı. Faytoncu çeşmeden atına su içirmişmiş de, caddenin diğer faytoncuları dövüyorlar adamı. İnsanların su içtiği yerden ata su içirmişmiş diye. Breh breh…İstanbul’a bak sen.

Bostancı’da çayırda top oynadım yazları. Ben yedim o dayakları topumuzu almasınlar elimizden diye toz toprağa bulanarak. Eniştemle ben gittim Bostancı sahilde çınarın altındaki kahveye akşamüstleri. Kazasker’deki mavi fırından ben taşıdım ekmekleri eve. Kaptan Arif’de ben uçurttum ilk uçurtmamı. İlk ökse ile kuşu da yakalamayı babam öğretmişti Kaptan Arif’in çayırında.

Bağdat Caddesinde ben attım fiyakayı bacak kadar hallerimle. İlk havalı montumu ben aldım oradan bayram harçlıklarımı biriktirip, otuz derece sıcakta giydim kan ter içinde havam olacak diye beni umursamayan mini etekli kızlara. Ben gittim o açık hava sinemalarında konserlere. Ben göremedim bacak kadar boyumla ağbilerin ablaların arasından o dünya starlarını. Beni sokmadılar veledim diye yazlık 33’e. Ki, aldım sonradan intikamımı hem de çok hain oldu, o da ayrı bir hikaye.

Bebek’de balıkçı Müslüm’ün kayığını bir şişe şaraba kiralayıp, fenerden denize ben girdim. Kahveyi ben mekan eyledim kendime. Pusetleriyle getirdiğim kızlarımın ben dinledim aşk yaralarının hikayelerini bir gün güzeller güzeli halleriyle. Özdemiz Asaf’ın meyhanesinde içmeyi öğrendim ben, masaların altına düşe düşe kafayı bulup. Ben sızdım barın arkasında ki odasında şairin. Ben dinledim Asaf Ağbi’yi sabah gün doğana kadar bitmesini hiç istemediğim sohbetlerinde diller peltekleşmişken. Güzel olmayı öğrendim İstanbul’dan ben.

Adalar ezber zaten. İlk maaşlarımdan biriyle hovardalık yapıp, ben tuttum elini o güzel esmerin vapurda, plaja giderken Büyük Adaya. Ben öptüm onu Bakkal Ali’nin karşısındaki evin bahçesinde. Ben içtim o kasa kasa rakıları yıllar boyunca iskelenin orada, şehrin en güzel rakı sevdalısı hanımefendi kadınlarıyla.

Dedemi babası yedi yaşındayken getirip teslim etmiş okula Heybelide. Subay olmuş büyünce bacak kadar kerata. Yetmemiş, Boğazın Karadeniz çıkışına komutan etmiş onu Osmanlı, Birinci Cihan Harbinde. Bilmiş bir gün ne halt olacağını torunun ki, beklermiş gece gündüz benim aşkım Boğazımı taa o günlerde kaptırmayalım diye Ruslara. Amma bir gün patlayınca Rus’un mayını, uçunca havaya gemisi tüm mürettebatıyla, dedem şehit, babamsa kırk günlük yetim kalmış Anadoluhisarı’ndaki evde. Ki, dilenci vapuruyla ben gittim en bebe hallerimle o Anadoluhisarı’na önce annemlerle, sonra kendi başıma. Ben yedim suları başımdan aşağı, Boğazın fırlamaları vapurun tepesinden çömlek atlayınca denize.

Okuma yazması kıt, başı bağlı İstanbul kızı babaannem koynunda pirinçten oyma mührü, liseleri üniversiteleri bitirtmiş üç çocuğuna. Hatta babama gülümsemiş Atatürk bir gün Eminönü’nde babambebeyken. Anlatırken gözleri ışıldardı babamın.

O saçı bağlı okuma yazması kıt olan babaanne saraylı bu arada. Bu da kapak olsun Atatürk’e çizik atmaya çalışan Osmanlı sevdalısı şehir yağmacılarına diye geçiverdi içimden birden. Babaannenin babası Arabacı Başı sarayda. Arabacı Başının babası da Çeşnicibaşı. Saray kızı babaanne Adile Sultan’ın çeyiziyle evlendirilince dedemle, dedemde ölüverince gencecikken Boğaz’da, kalınca dımdızlak kadın üç bebeyle, çeyizde nesi var nesi yoksa sata sata, en sonunda Haydarpaşa’da kör yola çekilmiş vagonda bile yaşayarak, her şarta razı olup, üç yetimi hem de yeni Türkçe ile, hem de Türkiye Cumhuriyet okullarında okutmuş sarayı kızı İstanbullu babaanne. Demek sadece okumakla olmuyor vizyon işleri falan. Memur bile etmiş üçünü de Demiryollarında. Zaten sülalenin yarısında fazlası Demiryolcudurhem anne, hem baba tarafında. Haydarpaşa’da bizim ev sayılır aslında.

Demiryolunun en güzel tarafı Ankara’dan gelirken İstanbul’da uyanmaktır Pendik İstasyonuna yaklaşırken gün ışıdığında. Ahh o canım Marmara. Ne özlerdim Ankara’da yaşarken sahile vuran masmavi dalgaları. O ne heyecandır bütün gece yataklıda, sabah olacak, denize kavuşacağım diye.

Kadıköy yakası plajlarında ben öğrendim yüzmeyi, ben. Caddebostan, İdeal Tepe, Süreyya plajlarında. Florya’nın suyunu bile yuttum bir başka dedemin yazlarını geçirdiği sahillerde. Bizde dede çok. Dedeler çok olunca, her yeri, her semti senin İstanbul’un. Esas dedeler ölünce çok gençkene, olmuş annemle babam dayılarının tamamı bizlere dede. Kuzenim attı beni sandaldan denize Caddebostan’da. Ne kolluk ne simit. Yüzmeyi öğrendik mecburen. Çarşamba gündüz kadınlar matinesi var Caddebostan Gazino’da. Plaj tıklım tıklım dolar. Beleşine konser. Münir Nurettin var, Behiye Aksoy var, Zeki Müren var. Safiye Ayla ile Müzeyyen Senar’da var. Erol Büyükburç mutlaka. Metin Ersoy’dan kalipsolar.

Pendik. Annemin kuzenlerinin evi sahilde. Önünde Madalyon Plajı. Küçücük bir plaj. Ev dediğin önde köşk, yola sıfır, arkasında yeni iki katlı ev yapılmış. İkinci kattan baktın mı sadece ağaç görürsün alabildiğine Pendik’te, bir de köşkleri tabii ki.

Beyoğlu’na şık giydirip götürürdü ablamla beni annem babam. İnci’de canım profiterolleri ilk kez yediğimde masa kadar yoktu boyum. Matchbox araba koleksiyonumu ben zenginleştirdim babamlara yalvararak o caddede. Ben yıktım bardakları zücaciyecide koştururken. Ben açtım ilk ofisimi Hacı Ahmet’te. İlk ofisimin olduğu binanın gürül gürül yanışını ben seyrettim o sokakta. Ben kalakaldım o sokağın ortasında simsiyah sular akarken tek oda ofisimin patlamış camlarından. İlk maaşımı ben aldım on sekiz yaşımda Beyoğlu’nun bereketiyle. Elimde poşetler ben koşturdum müşterinin peşinden o Beyoğlu’nun sokaklarında bahşişi kapacağım diye. Fitaş açılınca ben gittim Neşeli Günler filmine annemlerle. Ben gezdim randevu evlerini Beyoğlu’nda. Herkes seks için gider randevu evlerine, ben kadınlarla muhabbet peşinde. İlk orospu arkadaşımla Beyoğlu’nda tanıştım ben o zamanlar sidik kokan şimdiki meyhaneler sokağı Asmalımescit’te. Zürafa sokakta ben bekledim orospu arkadaşımı dükkanı kapasada, onun Haliç’e nazır tek oda evinde bir tek atalım beraber diye. Arkadaşın hası çıkar orospulardan. Orospuyla seks değil, muhabbet etmenin daha keyifli olduğunu ben öğrendim on sekizimde İstanbul’da.

Maçka’da bir dede daha var, Cibali’de de diğeri. İnönü’yü görür müyüm diye dikilirdim evinin karşısında Maçka’da. Hilton’u seyrederdim uzaktan. Pühüü ne zenginlerdir kim bilir oradakiler diye zenginliği hayal etmeye çalışırdım duvarın üstüne oturup. Ki, bir gün o Hilton’un terasında ayak ayak üstüne atıp viskileri yuvarladım pişmiş kelle gibi sırıtırken kendi paramla. Çok da zengin olmak gerekmiyormuş meğersem, öğrendim zamanla. Hatta hiç de gerekmiyormuş zengin olmak güzel yaşamak için, onu bile öğrendim İstanbul’da. Aşık oldum galiba benden yirmi otuz yaş büyük beyaz saçlı kadına Pepe’yi dinlerken Hilton’un altındaki Pilsen Barda.

Karaköy’den ben bindim annemlerle sandala. Köprünün altından geçip sandalla, ayaklar suda, dedeme Cibali’ye yolculukları ben yaptım sandalcı asılırken küreklere. Cumbalı ev Cibali’de. Amma ne evdi yahu. Cibali Karakolunun olduğu kemerden gir, yüz metre içeride. Bahçede mermer blok. Güvercinlere buğday verilir üstünde, aşınmış ortası çukur. İçi saman dolu döşekler yatak olur biz çocuklara akşam. Ahşap kokardı. Birde mis gibi yemek hep. Birde çok içten dostluk, akrabalık, sevgi kokardı hayat o zamanlar İstanbul’da.

Hayal kurardım hep. Feshaneyi, Mezbahayı hatta Sepetçiler Kasrını satın almışım da, bir kısmını ev, bir kısmını otel yapsam diye Piyer Loti’ye giderken Pazar sabahları. Cibali Tekel’de listemdeydi. Hayalleri ben kurdum, başkalarına nasip oldu binalar. Balat’a tutkundum. Bir de Şehzade’nin Yeri vardı karşı tarafında Haliç’in. Ne komik bir adamdı. Belden aşağı, gülmekten ne yer ne içerdik. Salak gibi öder hesapları aç bi ilaç dönerdik eve.

Geç karşıya, Kasımpaşa’nın sekisi annemin dedesi. Onunda dedesi gelmiş Kasımpaşa’ya zamanında. Kasımpaşa’da ana cadde üzerinde ev. Altında hayvanlar yaşıyor, üstte insanlar. Çeşmelerin patronu dedemin babası. Ne kıyak iş be. Açarsa vanaları su var, kapadı mı, yandı millet. Dayım anlatır, sabahları atlarıyla karargaha gidermiş cadde boyunca subaylar şıkır şıkır nal sesleriyle. Her sabah seyrederlermiş veletler ağızları açık. Genç kızların her bir yerleri açık.

Ki, o köprü var ya, o Galata köprüsü. Elimde her biri otuz kırk kilo boncuk paketleriyle yürürken Eminönü’nden Karaköy’e, öğlen nefes alma yeri bir tek atıp Topkapı’ya karşı. Sonrasında adet oldu kaçmak köprüye günün ortasında durup dururken. Adamı fena yapar o köprü. Hele aşık maşıksan, feci çarpar öğle saatlerinde o vızır vızır vapurlarla, balıkçılar aşık adamı. Hele sevdiğin başka şehirdeyse. Ne telefon ne cep o zaman. Gelirse mektup. Oku baba oku, ha bire baştan. İstanbul’da öğrendim sevgiliden uzak düşmeyi ben.

Sarıyer’de arkadaşlar. Cumbalı evlerde otururlar, daracık cepheli. Sokaklarında ben yürüdüm saatlerce arkadaşım kızı öpecek diye patronun sıcağında. En güzeller Sarıyer’deydi o zamanlar aman aman. Neden? Vardır bir nedeni mutlaka. Yahu ne duruydu güzelleri Sarıyer’in…

Ben yürüdüm kış günü Akaret’lerdenSarıyer’e, son paramla Mustafa’nın Yerinde iki tek atayım diye. Ben içip içip sarhoş olup, ben satın aldım dev gibi balıkçı motorunu sabaha karşı Mustafa’nın önüne bağlanmış. Ben şaşırdım ertesi günü paralarını istemeye geldiklerinde balıkçılar.

Sadri Alışık gelirdi, üç beş kişi. Amma ne içerdi be kurban yahu. Demlene demlene. Taklit ederdim onu. Beklerdim bir yudum almasını, bende alırdım o alınca.

Ben oturdum arkadaşımın BMW sinin kaputuna Adliye’de kız tavlayacağım diye. Kızlar şımarık mı, şımarık. Amma güzellerde be kardeşim. Salak gibi, arabadan arabaya sarkmaca. Büyüklerin Mustanglilerin, Camarolularınkapmadıkları kalırdı bize. Sarmazdı bize kalanlar, pek bir ekabirdik, fit olmaz, beğenmezdik, dönerdik erkenden eve kös kös.

Etiler’in o zaman ki diplerinde dört herif yaşardık bir evde gençliğimiz kabarırken. Çayır çimen etraf. İlerilerde Boğaziçi’nin üst kapısı. Kızlar yurdu iki adım. Cennet gibi bir yer. İlk seks, ilk uyanmaca bir kadınla Etiler’de yaşandı hep. Bu Etiler’in seks dümeni hiç bitmedi, ne hikmeti varsa bu semtin, bilemedim. Öğreniriz belki ölmeden.

Hydromel’de, Regine’de ben kıvırttım kıçımı kızlarla karşılıklı. Kışlık 33’de ben takıldım piste yalnız yalnız. Günay’ın Harbiye’de apartman katı ilk yerinde ben dinledim dünyalar güzeli kızıl saçlı Leman Sam’ı. Kapatmam olsa bu kadın diye ben kurdum barda o hayalleri. Ben çektim kafayı Harbiye’de Boncuğun bit kadar mekanı olan Ocakbaşında. Hacı ocağın başında et yellerdi o zamanlar.

Nişantaşı Hak pasajında Melih’in dükkanı. Dükkan dörde dört olsa gerek. İçeride akşamüstü tayfası, ne muhabbet ne muhabbet. Şarkıcısı, bestecisi, mankeni ne ararsan. Müşteri girer biz dışarı. İlk çocuk Melih’in doğdu bizim takımda. Kız. Boyu elli iki santim haber geldi hastaneden, elimizde mezura. İşaretliyoruz masada, yok be, yanlış bu bilgi. Olmaz, çok küçük diyoruz. Nereye sığacak başı kıçı. Cehalet işte. Kızla açılınca bebeğin siftahı, peş peşe geldi kızlarımız hepimize. Ulen beş on adam hepimizin kızı oldu sonra hep. Patron gönlümüze göre verdi, kadını sevmeyi öğretince İstanbul bizlere.

Ben öğrendim ibnelerle takılmayı dost olmayı Taksim’de. Ben takıldım Paşa’nın sohbetlerine Valentino’da. Ne eğlenirdik yahu. Hep derim hep söylerim, o zamanların İstanbullunun ibnesi, orospusu ile dost ol, başka insan arama kendine. Harbi insanlardı hepsi.

Club 12’de yerlere düşerdik Huysuz’la. Altımıza ederdik gülmekten, ne müthişti Huysuz be. Hele Tülay Karaca vardı bir de ki, vay ki ne vay. Dansöz gibi dansöz. Ramazanda kadın erkek ayrı oturturlardı. Ne eğlenirdik sevgili karşıda ben diğer tarafta.

Oradan in Dolapdere’ye, doğru aleme. Ellemek yok, şişlerler adamı. Amma, tepside oynatmak serbest. Dansözün hası İstanbul’un Çingenelerinden çıkar. Müzisyeninde kıralı. Ne oldu o dostlar acaba? Ne hayırsızmışız, yazık valla.

Anasını sattığımın kasabının oğlu Sıra Selviler de ezdi arabasıyla beni. Benim bacağım parçalandı o caddede. Ben yattım trafik acilin kapısında bacak bir yanda ben bir yanda. İyileşince demek ki yetmemiş yatmalarım oralarda, ben yattım Beyoğlu karakolunda, üç gündü galiba, dövünce sarhoş itleri. Kime ne, bacak da benim, acilde, karakolda, itlerde. Şehir benim yahu.

Muzaffer benim karnımı doyurdu her öğlen Samanyolu sokakta Sofra’da. O zamanlar Osmanbey göbeği modanın. Nişantaşı? tek bir dükkan yok. Ne varsa Rumeli Caddesinde. O da ışıklara kadar. Demeğe kalmadı, benim dayım açtı Abdi İpekçi’de ilk hot couture mağazayı. Karakolun sokağında ben girdim gülme krizlerine Hümeyra’nın Keçi’de. Ben itiş tepiş geyikler koydum arkadaşlarla Zihni’nin avuç içi kadar yerinde. Ben şaşırdım sonrasında Nişantaşı bu hallere bürününce.

Ortaköy’ün yerlileri fasılcılar gelirdi Ortaköy’de caminin diğer tarafında altında şimdi restoranların, kulüplerin olduğu o büyük binanın çökmüş rıhtımına. Küçük tabureler, ortada tepsi, seyyar meyhane. Kendilerine çalarlardı. Ben dinledim kanunu, neyi, tamburu, udu yaz akşamlarında. Aydınlanınca hava, sahilde çay bahçesinde simitle çay, ne uyku ne bir şey ben gittim gözlerim kan çanağı işe fişek gibi hem de.
Ben her Pazar koltuk altımda gazetelerimle kuruldum Göksü Deresinin kenarında ki balıkçı kahvesine. Ben dinledim reislerin yarısı doğru yarısı biraz abartılı balık avı maceralarını.

Sultanahmet’te caminin avlusunda ben doğurttum güneşi. Kafam iyi, ben ettim o duaları o avluda kızlarım güzel insanlar olsunlar diye. Ben oturdum yağmurda güneşte o meydanda, ben hayal ettim yeniçerileri. Ben seyrettim Bizanslıları Aya Sofia inşa edilirken. Ben yedim en güzel sucuklu yumurtayı orada en güzel gözlere dalıp gitmişken.

Bit kadar kızlarımla ben yedim çift kaşarlıları Emirgan’da Çınarın altında. Ben yürüdüm o sahiller boyu güzelliği dostum dört ayaklı Paşa Beyle. Ona anlattım hep İstanbul’u. İstanbul’da iki ayak yetmez, dört ayakla ne şanslısın be oğlum diye diye.

Ben kızlarımın peşinde koşturdum sabahlara kadar gizli hafiyeler gibi. Kaptırmayalım diye şehrin dişlilerine şahanelerimi. Ben büyüttüm o güzelleri bu şehirde. Dedemi dedesinin, babamların beni büyüttükleri gibi hem de. İstanbullu kız, birisinin açmadığı kapıdan içeri girmez diye ben öğrettim onlara insan kılığında öküzleri saniyesinde ayırt etsinler diye.

Acaba kıçımın yer görmediği, sülalemin ayağının basmadığı var mıdır bir semt İstanbul’da?

Cankurtaran’ı bilir misin sen hemşerim? Yok. Ya Salacak’ta oturdun mu hiç? Yok. Sen bilir misin İstanbul için Üsküdar ne demek? Mesela Acıbadem? Mesela Moda? Mesela Kuzguncuğu bilir misin Kuzguncuğu? Yok. Zeyreği tırmandın mı hiç? Yeşildirek nerede mesela? Mahmutpaşa’dan sana hiç kot aldı mı anneannen mesela? Suadiye’de yazlık sinemaya gittin mi hiç? Şaşkınbakkal’da Atlantik sineması diye bir şey duydun mu? Hani altında Dede vardı kuruyemişçi? Yok.Beykoz parkında yürüdün mü hiç veya Emirgan parkında bisiklete bindirdin mi bebelerini? Yok. Sen mesela Piyer Loti’ye sahilden mi çıkarsın yürüyerek? Yoksa Eyüp’den mi geçersin giderken? Kanlıca’da ki kahvede yoğurt yedin mi? Mısırçarşısı’ndan kuşburnu marmeladı aldın mı hiç İmralı mahkumların üretimi? Kantarcılar yokuşu nerede bilir misin? Yok. Pandelli sana ne hatırlatır? Karaköy’den tünele bindin mi? Yok.

Sende yoklar, ben gibi insanlarda çok hemşerim.

Bak nereden nereye, Kenya’da ormana karşı ben yazdım bu yazıyı, ben.

Ben özledim İstanbul’u Nairobi’de. Anla ne demek İstanbullu olmak.

Nereye gitsen peşinden gelir bu şehir kardeşim. Neden mi? İçine işler, kanında gezer bu şehir, ruhunu esir alır da ondan kardeşim. Kulaklarında çınlar sesler. Kokusu yapışır burnuna. Aşktır İstanbul kardeşim, aşk.

Kadındır İstanbul. Sevilmek ister. Sarılmanı bekler.

Trafiğine bile ben fit oldum İstanbul’un kardeşim.

Çöplüğe dedönse bile ben aşığım biraderbenim Boğazıma. Babanın Boğazımı ulen diye sorsana, yok babamın değil dedemin, hatta dedemin dedesinin Boğazı derim ben sana. Adam kelleyi kaptırmış kaptırmayalım rakı keyfimizi Boğaz’da Ruslara diye. Hem babamın, hem dedemin, hem de sülalemin Boğazı benim, şimdilerde benim deyip caka satıp fink attığın oralar hemşerim.

Annemin adı Erguvan be, ne diyeyim yahu ben sana daha.

Ben sevdim, ben aşık oldum o canım Boğazın en şahane kadınlarına rakı sofralarında, ben yazdım peçetelere o şiirleri. Arnavutköy’ün sesi çıksa var ya, bak neler anlatır sana, neler neler. Aklın şaşar. Gördün mü bakalım sen böyle sevdaları hemşerim.

Da,

İstanbul’un sesi çıkmıyor artık hemşerim. Senin duydukların esas sesi değil İstanbul’un.

Sen kendi sesini duyuyorsun bizim şehirde. Kendin çalıyor, kendin oynuyorsun bizim şehirde.

Ha benim anlattıklarım nedir ki, hiç. Neler neler oldu bizim şehirde binlerle, yüzlerle yıllardır biliyor musun hemşerim?

Yok.

Sen dinledin mi biz memleketsiz kalmışları hiç?

Yok.

Senin ata memleketini yağmaladılar mı hemşerim hiç?

Yok.

Senin anılarının, senin cedlerinin, senin sülalenin, senin geçmişinin üstünden, senin aşklarının, senin sevdalarının, senin yaşamının üstünden,

Hile, yalan, dolan, hinlik, cinlik, köşe dönmece, devleti dolandırmaca, devletin malını gasp edip üstüne bina dikmece, hırsızlık, mafya, para ile insan satın almaca, saygısızlık, uyanıklık, arsızlık, görmemişlik, ahlaksızlık, kıroluk geçti mi hiç?

Yok.

Ben soruyor muyum senin şehrine gelip,

-Sen nerelisin gardaşım diye?

Yok.

Sana ne yahu ben nereliyim.

Ben buralıyım, İstanbulluyum hemşerim.

Burada da öleceğim. Burada yakacaklar bedenimi, Boğaza dökecekler küllerimi. Yassak mı yakmak, bulacaklar bir ağaç altı, vapurlarımla martılarıma nazır, gömecekler altına. Ne mezar taşı ne bir işaret.

İstanbul’a kaynayıp gidecek benden arda kalanlar.

Akşamına da dansöz oynatıp, rakı içecekler Boğaza karşı. Olmadı, Münir Nurettin dinleyecekler. Ada sahillerinde bekliyorum diye hemşerim.

O yüzden ve de bu yüzden,

Benim memleket bura hemşerim.

Sen ne bilecen ne demektir İstanbullu olmak diye.

Sen alırsın evini, atarsın cakanı arabanla o kadar.

Doldurursun alışveriş merkezlerinden poşetlerini,

Verirsin dolarları kahyalara meziyetmiş gibi,

Zannedersin ki şehir senin oldu.

Yok hemşerim,

A ha diyom burada, bu şehir benim hemşerim.

Her şeyi benim.

Sana rağmen.

Ben ölünce, kızlarım var arkada.

Sonrada torunlarım, sonrasında da devamı gelir sülalenin.

Ben gitmiyorum bir yerlere. Çivi çaktım var mı bir diyeceğin?

Çakmazsam o çiviyi, ülkenin çivisini ellerimle çıkaracağım demektir hemşerim.

İstanbul ruhudur bu ülkenin de ondan kardeşim.

Ha bire anlatacağım İstanbul’u. Dur durak yok.

Başkaları da anlatıyorlar. Bizde çok güzel insan var, dizim dizim. Hep de anlatacaklar, bakma sessiz durduklarına. Dudakları oynamaz, gönülleri anlatır hikayeleri. Benim öyküler ne ki, devede kulak. Sen bi habersin amma, binlerce çok güzel insanı var bu şehrin. Binlerce güzeller güzeli insanın binlerce dinlenesi hikayesi var bu güzeller güzeli şehirde yaşanmış, hemşerim.

Hemi de yetmez üstüne bir de, Yahudiside var, Rumuda, Erminiside. Biz hepimiz yüz yıllardır her şeye rağmen cıvıl cıvıl İstanbullularız hemşerim. Etle tırnağız amma ojemizde var. Kusur kalmasın, sen bilmezsin, ojelidir İstanbul.

Hayatın, bu şehrin rengarenk kenar süsleriyiz biz hepimiz.

Ha, bilesin ki,

Dedem kadar bekçisiyim o senin caka sattığın Boğazın.

İnadım inat. Mayın kadar yoktur hükmün, işlemez bana.

Haydi bakalım,

El mi yaman,

Bey mi yaman.

Erguvan festivalimiz var birkaç aya, sessiz geçer, gözlere hitap eder,

Ruhları okşar,

Mehtap vardır yine mutlaka akşamları, o da verince desteği yakamozlarla şıkır şıkır,

Aşkı seviyorsan, aşıksan sevdaya, aşıksan bizim şehre, buyur gel,

Rakıya bekleriz hemşerim.

Bizim yardımlaşma ve kültür derneğinin merkezi,

Boğaz oluyor hemşerim.

Ha ne diyorduk,

Bana mı sormuştun nerelisin diye?

Lafı mı uzattık? Kusura kalma, ayıp etmişiz.

Uzun lafın kısası

Ben İstanbulluyum,

Sende hemşerim falan değilsin kardeşim.

Hiç yorum yok: