Ne çok
sevinmişizdir kim bilir 12 Eylül’de ihtilal olduğunda. Our boys did it. Bizim
çocuklar başardı. Diye gitti mesaj ABD Başkanına. Her devrim coşturur bizi. Başaranlar
kimin çocuğu bilemem. Amma o günlerde çocuk olanlar bugün soruyorlar bizlere,
Yüce Türk Milleti,
30 Ağustos Zafer Bayramı dolayısıyla sizlere radyo ve televizyondan hitap etmek imkanını bulmuş ve ayrılan kısıtlı süre içerisinde mümkün olduğu kadar, yurdumuzun içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik durumu ile anarşik ve bölücü eylemleri; alınması gereken tedbirleri çok kısa olarak izah etmeye çalışmıştım. Yine çok iyi hatırlayacaksınız ki, iki yıldır her fırsattan istifade ile muhtelif defalar verdiğim beyanat ve radyo-televizyon konuşmalarımda da bu hayati önemi olan konuları dile getirmiştim.
Kalbi bu vatan ve millet için atan sağduyu sahibi vatandaşlarım kabul edeceklerdir ki; ülkemizin halen içinde bulunduğu hayati önemi haiz siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlar, devlet ve milletimizin bekasını tehdit eder boyutlara ulaşmış ve bu hal devletimizi, Cumhuriyet tarihinin en ağır buhranına sürüklemiştir.
Yine hepinizin bildiği gibi; anarşi, terör ve bölücülük, her gün 20 civarında vatandaşımızın hayatını söndürmektedir. Aynı dini ve milli değerleri paylaşan Türk Vatandaşları siyasi çıkarlar uğruna, çeşitli suni ayrılıklar yaratılmak suretiyle muhtelif kamplara bölünmüş ve birbirlerinin kanlarını çekinmeden akıtacak kadar gözleri döndürülerek, adeta birbirlerine düşman edilmişlerdir.
Atatürk ilkelerini esas alarak kurulan Cumhuriyetimizin bu duruma düşürülebileceğini, bundan 10 sene evvel tasavvur dahi etmek mümkün değildi.
Bugüne kadar iktidara gelen çeşitli hükümetlerin, her yıl artan bir hız ile yaygınlaşan ve dünya tarihinde sayısız örnekleri görülen özel harbin sızma ve çökertme harekatına karşı iç güvenliği sağlayacak kararları ve tedbirleri birinci öncelikle alacaklarını vadetmelerine rağmen; sonuç alacak teşebbüsleri, siyasi çıkar çatışmaları ve basit parti hesapları, kaprisler, hayaller, gerçek dışı talepler ve Türk Devleti'nin niteliklerine ters düşen gizli ve açık emeller arasında kaybolup gitmiştir.
Düşmanın amaç ve yöntemleri, anarşi, terör ve bölücülüğün ulaştığı düzey; özel hukuki tedbirlere, idari düzenlemelere, sosyal koşulların geliştirilmesine milli eğitim ve iş hayatının düzenlenmesine ihtiyaç göstermekteyken; milletin vekaletini taşıyan milletvekilleri ve senatörler Meclislerde aylardan beri, hiçbir sorumluluk duymadan yalnız parti menfaat ve disiplini uğruna bu olaylara seyirci kalabilmişlerdir. İktidarların başarı ümit ederek aldıkları her tedbir, muhalefetler tarafından kınanarak ve hatta memleket yararına da olsa baltalanmıştır. Milli birlik ve beraberliğe en fazla muhtaç olduğumuz dönemlerde bile kutuplaşmalar ve bölünmeler adeta teşvik edilmiş; yangını beraberce söndürmek yerine, üzerine benzin dökülerek memleket bilerek veya siyasi çıkarlar uğruna, sırf iktidara gelebilmek pahasına bir yangın yerine çevrilmek istenmiştir.
Ağızlarından düşürmedikleri hukuk devleti kavramı, bir kısım anayasal kuruluşlarca, devletin parçalanması pahasına da olsa yalnız kişilerin müdafaası olarak yorumlanmış, devletin ve milletin savunulması ise sahipsiz kalmıştır.
Anayasanın kuvvetler ayrılığı ilkesinin birlikte getirdiği sorumluluk, uygulamada kuvvetler çatışmasına dönüştürülmüştür.
Düşüncelerimiz, dinimiz üzerinde ve akla gelebilen her konuda dış ve iç kaynaklı bölücü ve yıkıcı faaliyetler bütün şiddetiyle sürdürülürken ne hazindir ki; bir kısım gerçeğe uymayan özerklik, dar görüşlü, sahibinden başkasının inanmadığı bilimsellik ve koşulları dikkate almayan salt hukuk savunucuları, yıkılacak devletin enkazı altında kalacaklarının, yok olup gideceklerinin idraki içinde olamadıkları görünümünü vermişlerdir. Bu acı hakikatleri görüp çare arayanların veya Türk Ulusunu uyaran ve milleti bütünleşmeye davet edenlerin ise seslerini duymak mümkün olamamıştır. (Bir kısım kıymetli Türk basınının bu konuda zaman zaman yaptıkları uyarıları burada şükranla belirtmek isterim.)
Siyasi partiler, bu kritik dönemde milletin özlemle beklediği önlemleri almak yerine; iç gerilimi devamlı olarak arttırarak, yıkıcı ve bölücü mihrakları büsbütün kışkırtarak, onlara cüret ve cesaret verecek beyan ve eylemleri ile adeta yarışırcasına seçim yatırımları için zemin yaratma yollarını tercih etmişlerdir.
İktidara gelen siyasi partiler, devlet teşkilatının bütün kademelerini kendi görüşleri doğrultusundaki kişilerle doldurarak, kamu görevlilerinin ve vatandaşlarımızın bir tarafa girerek kamplara bölünmesini zorunlu hale getirmişler, giderek anarşi ve bölücülüğü destekleyen kaynakların şekillenmesine ve kamu kuruluşlarında çalışanlarla, polis ve öğretmenlerin dahi birbirine düşman kamplara ayrılmalarına neden olan partizan tutum ve davranışlardan vazgeçmemişlerdir. Böylece tarafsız halkımız, devletten beklediklerini parti kapılarında aramaya mecbur bırakılarak devlet otoritesi yok olmaya, vatandaşların hak ve hukukunu korumak ve ona tarafsız hizmet götürmek yerine, devletin saygınlığı yavaş yavaş erimeğe mahkum olmuş ve dolayısıyla ülkemizde tam otorite boşluğu teşekkül etmiştir.
Bir kısım bedbahtlar Türk Milletinin bağımsızlığını, birlik ve beraberliğini temsil eden İstiklal Marşımıza, koyu taassup veya sapık ideolojik amaçlarla protesto maksadıyla oturarak veya İstiklal Marşı yerine Enternasyoneli söyleyerek açıkça saygısızlık gösterebilmişler ve buna doğrudan sorumlu kişiler tevil yoluna sapmak suretiyle savunmalarını yapabilmişlerdir.
Uzun zamandan beri bu fevkalade üzücü olayları yakından takip eden Türk Silahlı Kuvvetleri hatırlayacağınız gibi; milletin kendisine verdiği yetkileri kullanamayan ve bu korkunç gidişi acz içinde seyreden anayasal kuruluşların tümünü Cumhurbaşkanımız aracılığıyla uyararak, alınması gereken tedbirlere de yer vermek suretiyle büyük Türk Milletine karşı yüklendiği sorumluluğu dile getirmiştir. Aradan geçen 8 aylık süre içerisinde yaptığımız sayısız uyarmalara rağmen hemen hemen bu tedbirlerin hiç birine yasama ve yürütme organları ile diğer anayasal kuruluşlardan yeterli bir cevap alınamamış ve bu konuda müspet faaliyetleri de izlenememiştir. Bu uyarı mektubundan sonra bir kısım yasaları etkisiz hale getirerek çıkaran Meclislerimiz 22 Mart 1980 tarihinden beri siyasi çıkar hesapları ile çıkmaza sürüklenen Cumhurbaşkanlığı seçiminden dolayı içinde bulunduğumuz buhran ile mücadelede en kıymetli unsur olan zamanı fütursuzca harcamışlardır. Dünyanın hiçbir ülkesinde Cumhurbaşkanlığı makamı ve seçimi bu kadar hafife alınmamış ve bu kadar zaman boşa harcanmamıştır.
Asayiş ve ekonomik bunalıma çareler getirmesi ve kanunlar yapması beklenen yasama organlarımız, memleket üzerine çöken bu kabusa karşı kayıtsız kalmışlardır.
Anayasamız, Türk Vatandaşlarının dini inançlarından ötürü kınanamayacağını, açıkça belirtmiş olmasına rağmen, tek bir oyun peşinde koşan siyasi partilerimiz, yüce Atatürk’ün Cumhuriyeti Döneminde unutulmuş mezhep ayrılıklarını kışkırtmakta faydalar görerek Erzincan, Sivas, Kahramanmaraş, Tunceli ve Çorum illerinde siyasi çıkarlar uğruna vatandaşlarımızın birbirini katletmelerine neden olmuşlardır.
Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan ve kendini Türk Vatandaşı kabul eden herkesin tek bir vücut halinde Türk Milleti'ni oluşturduğu unutulmuş ve değişik mezheplere bağlı vatandaşlarımızın tam bir kardeşlik bağı ile kaynaşmalarını engellemek isteyen kışkırtıcılar siyasi destek görmüşlerdir.
Bir kısım anayasal kuruluşlar muhtelif etkiler altında anarşi, terör ve bölücülük karşısında tarafsız, adil ve ortak bir yol izlemek yerine, bizzat Anayasanın ihlali karşısında dahi sesiz kalmayı tercih etmişlerdir.
Bütün bu şartlara rağmen; hukuk devletinin temel ilkelerini savunmakla görevli anayasal kuruluşlarımız, devletin en üst kademesindeki anarşizmin yarattığı tehlikenin büyüklüğünü idrak edemediklerinden veya terör odaklarının tehdidinden çekindiklerinden, devletin temellerine konan dinamitle her an parçalanma tehlikesi karşısında olduğunu gözlerden kaçırmaya çalışmışlardır. Devlet çökertildiği zaman Anayasanın kanatları altına sığınan tüm hukuk kurumları ile özerk, bilim ve müessese ve derneklerinin bu enkaz altında yok olacağı unutulmuştur.
Son iki yıllık süre içinde terör 5.241 can almış, 14.152 kişinin yaralanmasına veya sakat kalmasına sebep olmuştur. İstiklal Harbinde, Sakarya Savaşındaki şehit miktarı 5.713, yaralı miktarımız 18.480’dir. Bu basit mukayese dahi Türkiye’de hiçbir insanlık duygusuna değer vermeyen bir örtülü harbin uygulandığını açıkça ortaya koymaktadır.
Sevgili Vatandaşlarım,
İşte bütün bunlar ve buna benzer sayılabilecek ve hepiniz tarafından yakinen bilinen daha birçok sebeplerden dolayı Türk Silahlı Kuvvetleri ülkenin ve milletin bütünlüğünü, milletin hak, hukuk ve hürriyetini korumak, can ve mal güvenliğini sağlayarak korkudan kurtarmak, refah ve mutluluğunu sağlamak, kanun ve nizam hakimiyetini, diğer bir deyimle devlet otoritesini tarafsız olarak yeniden tesis ve idame etmek gayesiyle devlet yönetimine el koymak zorunda kalmıştır. Bugünden itibaren yeni hükümet ve yasama organı kuruluncaya kadar muvakkat bir zaman için yasama ve yürütme yetkileri benim başkanlığımda, Kara, Deniz, Hava Kuvveti Komutanları ile Jandarma Genel Komutanı’ndan oluşan Milli Güvenlik Konseyi tarafından kullanılacaktır.
Büyük Atatürk’ün deyimiyle "Ulusal kültürümüzü, çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarmak yurdumuzu dünyanın en mamur ve en uygar araç ve kaynaklarına sahip kılmak" hedefine yönelik hızlı bir kalkınma döneminin en kısa zamanda gerçekleştirilmesi zaruretine inanıyoruz. Bu inancımızın gerçekleşmesi için yüce ulusumuzun, bağrından çıkardığı ve yurdumuzdaki kutuplaşmada hiçbir tarafı tutmayan, sadece Atatürk ilkeleri doğrultusunda yürüyen Türk Silahlı Kuvvetleri yönetimine güveneceğinden kuşkumuz yoktur. İçinde bulunduğumuz buhrandan çıkmamız için ulusça arzu edildiğine inandığımız, disiplinli ve her türlü tasarrufa ağırlık veren bir yaşam ve dayanışma ortamına girilmesini ve milletçe gücümüzün tümünü ortaya koyacak bir çalışma hızını bekliyor ve yüce Türk Milleti'ne güveniyoruz.
Vatandaşlarımızı kaderde, kıvançta ve tasada ortak bir bütün halinde milli şuur ve ülküler etrafında birleştirmenin iç barış ve huzurun sağlanmasında vazgeçilmez faktör olduğu düşüncesiyle, Atatürk Milliyetçiliğinden hız ve ilham almanın, politikada "Yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesine bağlı kalmanın, milli mücadele ruhunun, millet egemenliğine Atatürk ilke ve devrimlerine olan bağlılığın tam şuurunu yerleştirmek ve geliştirmekle ülkemize yönelik tehditlerin ulusça göğüsleneceğine inanıyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti, NATO dahil tüm ittifak ve anlaşmalara bağlı kalarak, başta komşularımız olmak üzere bütün ülkelerle kar-şılıklı bağımsızlık ve saygı esasına dayalı, birbirlerinin iç işlerine karışmamak kaydıyla eşit şartlar altında ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkilerini geliştirme kararındadır.
Uluslararası sorunların barışçı yollarla çözümlenmesinden yana bir dış politika izlenmesine devam edilecektir.
Birçok tutum ve davranışlarıyla demokratik özgürlükçü parlamenter sisteme inancını defalarca kanıtlayan Türk Silahlı Kuvvetleri, en kısa zamanda Bakanlar Kurulu’nu kurarak, yürütme sorumluluğunu bu Kurula bırakacak ve hür demokratik parlamenter sistemin şimdi olduğu gibi dejenere edilmesine ve tıkanmasına mani olucu ve Türk toplumuna yaraşır bir Anayasa ve Seçim Kanunu ile Partiler Kanununu hazırlamayı ve bunlara paralel düzenlemeleri yapmayı müteakip insan hak ve hürriyetlerine saygılı, milli dayanışmayı ön plana alan, sosyal adaleti gerçekleştirecek, ferdin ve toplumun huzur, güven ve refahına önem veren özgürlükçü demokratik, laik ve sosyal hukuk kurallarına dayalı bir yönetime ülke idaresini devredecektir.
Sayılan bu hazırlıklar tamamlanıncaya kadar Yurdumuzda her türlü siyasi faaliyetler her kademede durdurulmuştur. Zorunlu olarak faaliyetleri durdurulan siyasi partilerin yeniden hazırlanacak Anayasadaki düzenlemelere ve yeni Seçim ve Partiler Kanununa göre zamanı, koşulları ilan edilecek seçimlerden yeterince önce faaliyete geçmesine müsaade edilecektir.
Parlamento üyeleri, siyasi faaliyetlerden dolayı suçlanmayacak ve yeni yönetime karşı suç teşkil edecek tutum ve davranışlarda bulunmadıkları sürece haklarında herhangi bir işlem yapılmayacaktır.
Ancak, kanunların suç kabul ettiği fiilleri vaktiyle işlediği saptanan parlamenterler hakkında gerekli kovuşturma yapılacaktır. Adalet Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi, Milli Selamet Partisi ve Milliyetçi Hareket Partilerinin parti başkanları şimdilik can güvenliklerinin sağlanması amacı ile Silahlı Kuvvetlerin koruma ve gözetiminde belirli yerlerde ikamete tabi tutulmuşlardır. Durum müsait olunca serbest bırakılacaklardır.
Memlekette idarenin tam bir tarafsızlık içinde vatandaşın hizmetine koşması sağlanacaktır. Devlet hizmetinde bulunanların siyasi etkiler dışında çalışmaları kanun hakimiyeti altına alınacaktır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin yönetime el koyduğu şu anda devletin yanında tarafsız ve adil hizmet görecek yöneticiler, eski zamanın siyasi davranışlarına yönelmedikçe hizmet ve görevlerine devam edeceklerdir.
Kanun ve nizam hakimiyetini sağlamada tecrübeli ve yetenekli kişilerden oluşan mahkemelerin süratle ve doğru kararlar vermelerini ve bunları korkusuzca uygulayabilmelerini sağlayacak yasal ve idari tedbirler alınacaktır.
Memleketin ekonomik koşullarını kendi gücümüzle iyileştirmek için her alanda elden gelen gayret sarfedilecektir. Çalışkan ve vatanperver Türk işçisinin mevcut ekonomik koşullar çerçevesinde her türlü hakları korunacaktır.
Ancak temiz Türk işçisini sömüren, onları kendi ideolojik görüşleri istikametinde kullanmak için her türlü baskı oyunlarına başvuran, işçinin hakkı yerine kendi menfaatlerini ön planda tutan bazı ağaların bu faaliyetlerine asla müsaade edilmeyecektir.
Tüm işverenlerin iş barışının koşullarını sağlayacak esaslardan ayrılmadan üretimin arttırılması ve ihracata yönelik gayretlerin gelişmesine yardımcı olmaları için her türlü tedbir alınacaktır.
Köylünün, milletimizin efendisi olduğu inancını, kuvveden fii-len çıkarmak için tarım alanında üretimi artıracak bir tarım seferberliği ve fiyat politikası ile gerekli diğer önlemlerin alınmasına, bilhassa önem verilecektir. Türk köylüsünün tarlasından ayrılıp şehir-lere göç etmesini zorlayan ekonomik ve sosyal nedenlere çare aranacaktır.
Eğitim ve öğretimde Atatürk Milliyetçiliğini yeniden yurdun en ücra köşelerine kadar yaygınlaştıracak tedbirler en kısa zamanda alınacaktır.
Yarının teminatı olan evlatlarımızın Atatürk ilkeleri yerine yabancı ideolojilerle yetişerek sonunda birer anarşist olmasını önleyecek tedbirler alınacaktır. Bu maksatla hepimizin tek tek saygıyla andığımız öğretmenlerimizin Der’li, Bir’li derneklere üye olarak bölünmelerine müsaade edilmeyecektir. Her düzeyde öğrencinin amacı Atatürk ilkeleri ve milliyetçiliği ile pekişmiş ve üretime yönelik bilgi ve becerisini kazanmak olacaktır.
En kıdemsiz erinden, en üst komutanına kadar Türk Silahlı Kuvvetleri'nin tüm personeli, bu amaçlara ulaşmada devletin iç ve dış tehditlere karşı kollayıcı ve koruyucu gücü olarak siyasetin dışında kalacaktır.
Aziz Yurttaşlarım;
Bir defa daha belirtiyorum ki; Silahlı Kuvvetler aziz Türk Milletinin hakkı olan refah ve mutluluğu, vatan ve milletin bütünlüğü ve gittikçe etkisi (azalmaya) azaltılmaya çalışılan Atatürk ilkelerine yeniden güç ve işlerlik kazandırmak, kendi kendini kontrol edemeyen demokrasiyi sağlam temeller üzerine oturtmak, kaybolan Devlet otoritesini yeniden tesis etmek için yönetime el koymak zorunda kalmıştır.
Komutan, subay, astsubay ve erler olarak hepimiz vatan ve. milletin refah ve mutluluğu uğruna her şeyimizi, bu arada hayatımızı dahi seve seve feda etmeye hazırız. Memlekette her zaman bulunabilen ve özellikle son zamanlarda çoğalan kötü niyetli birçok kişi ve kuruluşlar sizlere yalanlar düzerek, bunun aksini söyleyebilecekler ve menfi propagandalara başvurabileceklerdir. Bunlara asla inanmayınız. Bütün uygulamalar milletin gözü önünde yapılacaktır.
Kıymetli Vatandaşlarım;
Her zaman milletiyle bir bütün ve Türk milletinin emrinde olan Türk Silahlı Kuvvetlerine ve yeni yönetime karşı yapılacak her türlü direniş, gösteri ve tutum anında en sert şekilde kırılarak cezalandırılacaktır.
Yurtta kan dökülmemesi için bütün vatandaşlarımın tahriklere kapılmaksızın sükunet içinde yayınlanacak bildiriler doğrultusunda hareket etmelerini ve ikinci bir bildiriye kadar sokağa çıkmamalarını rica ederim.
Vatandaşlarımın birbirlerinin hak ve hukukuna saygılı olmalarını, sevgi içinde kırgınlıklarını unutmalarını, hepimizin bu mübarek topraklar üzerinde aynı haklara sahip bir Türk vatandaşı olduğumuzun idraki içerisinde olarak yeni yönetime yardımcı olmalarını vatanperverlik ve asil karakterlerinden bekler, mutlu ve aydınlık yarınlar dilerim.
Al sana devrim. Baba gibi hem de. Konuşma uzun o kadar.
Bizim oğlanların yıldızlı fiyakalı başının,
Bu uzun konuşmasının bir yerlerinde zaten 1950 lerden itibaren gölgede yanlayıp kestirmekte olan Türk milleti uyuya kaldı iyice zaten 12 Eylül 1980 de.
Tam da uyanır mıyız acaba derken hem de. Hem de horul horul. Hem de salyalarını akıta akıta. Ne sevinmek ne sevinmek.
Artık kimse ölmeyecek ya,
İyi bir şey bu.
Amma ölümlere dayaklara işkencelere devam. Normal. Devrim hali.
Türk toplumu amma kimse ölmesin diye terbiye edildi bizim oğlanların did it leriyle. Amman ölmeyelim.
İnsan şaşırıyor. Bu kadar ölmemeye meraklı bir millet nasıl oldu da Kurtuluş Savaşında bu denli ölüme koştu bir heves diye de.
Devrimci farkı orada galiba işte.
80 lerde bebe olanlar, doğanlar bi haberler bu devrim işlerinden. Ne bilecekler devrimi. Bizim gibi değiller. Bizim kuşaklarsa devrim kuşağı, kafadan.
Sokağa çıkma yasağı bile ne demek bilmiyorlar,
Zaten bebe idiler kundakla evden çıkacak halleri yok tek başlarına. Amma,
Şimdi artık şu sıralar onlarda başladılar devrim işini öğrenmeye.
30 yaşlarında koskocaman insanlar o gün kundaktakiler. Hatta anneler babalar artık.
Soruyorlar,
Zamanının bebeleri,
Ya ne iş bu be bizim başımıza açtığınız,
Diye. Devrim devrim diye. Nereniz devrimci sizin diye de.
Sorarlar haklılar. Deniz Yusuf Hüseyin’de soruyorlardır,
Baba bu ne iş diye.
Şu iş,
Arkadaşlar,
Devrim yapmaya kalktık yapamadık.
Devrim olmasın istedik devrim oldu. Devrildik. Bu kadar. Bitti.
Bizim esas çocuklar devrim yapmak için çıktı evlerinden öldürmediler amma asılarak öldüler nedense.
Bizim diğer çocuklarda bak şekerim devrim öyle olmaz böyle olur diye devrim yaptılar ölmediler öldürdüler nedense.
Ölmek istemeyen ölmemek için direnen amma bu denli her dönem illaki ölmek ve öldürmek için yaşayan yaşamakta ısrarcı bir millet daha olamaz.
Ruwanda’da 100 günde 1.000.000 adet insan birbirlerini kestiler 1994 yılında. Şimdi aynı ülkenin anayasası insan haklarında dünyaya örnek gösteriliyor. Yine ölüyorlar amma ecelleriyle artık. Demek ki bir kez öleceksin, tam öleceksin.
Bizlerse ölmeye öldürmeye ha bir yeni bir anayasa yazmaya doyamıyoruz. Devrimlere doyamıyoruz. Devrimcilik kanımıza işlemiş. Devrimler yapıp yapıp devriliyoruz. Atatürk’ten tek miras ısrarla koruduğumuz. Devrim.
Hep beraber.
1960 da Başbakan Bakan asarak başladık ölmeye öldürmeye, nasıl da özlemişiz ki öldürmeyi direk kafadan Başbakan astık siftahı yaparken.
2012 lere geldik artık çağın insanları olduk asmıyoruz bilinçlendik ya,
Amma ölmeye de öldürmeye de devam ediyoruz.
Benim kuşağım ölümsüz dayaksız yaralanmasız gazisiz şehitsiz hayat yaşayamadan geldiler,
50 lilerine. Geçtilerde hatta. 60 lardalar da. 1980 lerde bebe olanlar doğanlarda aynı şekilde. Benim annem babam 1931 li 1917 li onlarda ölümlerle büyüdüler hep.
Öle öle bitemedik.
Hep ölüm.
Hep amma.
6 Mayıs 1972 de Deniz Yusuf Hüseyin’le tanıştım ölümle bu ülkenin siyasetinde,
14 yaşında bir çocuk irisi genç bebesiyken,
Yaş geldi 54 e orta yaştan hallice,
Hala ölüyoruz. Herkes her dönem de devrim yapıyor devire devire evire çevire.
Akşam oturdum en devrimci hallerimle. Ben öyle bir devrimci otururum bir oturum ki görsen vay be ne devrimci dersin.
Şimdi,
Ko gitsin rahvan mı bu yaştan sonra? Ne var yani 70 milyonuz ya öle öle nasılsa bitmiyoruz mu yani,
Yoksa,
Koyalım da gitsinler mi artık bu topraklardan artık çok yeter mi?
Diye düşünürken ben,
Diye düşüne dururken siz, ki iyidir düşünmek zihni açar,
Gelecek bir gün yıl 2042 lara 2052 lere.
Bizim çocuklar yani şimdilerde bebe olan bildiğimiz bizim memleketin çocuklarıyla bizim torunlar,
O gün sormayacaklar biliyor musunuz,
Ne iş bu baba diye.
Çünkü soramayacak sorgulayamayacak kadar kapalı olacak bilinçleri. Ölmüş olacaklar yaşarken. Öldürülmüş olacaklar yaşarken. Bu bir ilk. Yaşayanı yaşarken öldürme devrimi. Çocuktan başlayarak.
Neden mi?
4+4+4,
Devrimi yüzünden. Atatürk’ten sonra yapılan en büyük ilk devrim bu çünkü.
Bu ülkede Cumhuriyetin kurulduğundan beri ilk defa gerçek bir devrim yapıldı. Hep birileri uyuttu ölüm korkusunun narkoz etkisiyle, hep amma,
O günlerde bizim çocukların fiyakalı yıldızlı başı uyuttu bu milleti, siyasiler uyuttu, bizim oğlanlar uyuttu hep,
Şimdilerde ise,
Ayyıp efendi ve de kaytan bıyıklıları. Amma bu sefer ki tam devrim oldu.
Yani sonunda,
Our boys did it,
Again, oldu amma bu sefer,
Tam oldu.
Bizim çocuklar başardılar yine.
Onların çocukları yani. Başarırken bizim gerçek çocukları öldürdüler amma.
Kafam karışıyor bazen,
Kimin çocukları bunlar diye.
Onun mu? Bunun mu?
Ki,
Muhtemelen hem onun hem de bunun çocukları bunlar.
Muhtemelen diyorum,
Çünkü bizim esas çocukları iyi tanıyorum. Bizim esas çocuklar ölenler. Ölmeye devam edenler.
Ha bir de,
4+4+4 çocukları var artık,
Siftahı yapan. Ki, onlar bugün bizim çocuklar olsalar da o gün bizim çocuklar olmayacaklar. Bir gün.
Onlar,
Onların çocukları olacaklar. Zaten. Miş.
Bizler de bizim esas çocuklar gibi ölüp gideceğiz ecelimizle bir gün. Umarım.
Ve o gün,
Kimseler farkında değil olacak hala,
23 Ekim 1923 den beri en büyük devrimin yapıldığını bu ülkede,
Kimseden tık yok.
Herkes ölmeyelim peşinde sadece. Yine. Hep olduğu gibi.
Ha, geriye kalanlarda var birde.
Hani Atatürk çocukları diyenler kendilerine. Ki onlar taktılar bu ismi kendilerine. Atatürk’ün çocukları mı onlar? Onu bir tek Gazi bilir, onu da soramıyoruz kendine.
Bu ülkede her türlü devrimi hiçbir zaman yapamamış yapmaya niyetlenmemiş, hiçbir devrim için parmağının ucunu bile kıpırdatmamış, hatta devrimci deyince yanından kaçıp uzaklaşan, ölmemek için ne pahasına olursa olsun çırpınan büyük bir kitlede de var bu ülkede. Ölüm korkusuyla terbiye edilmiş iki artık üçüncü bir kuşak var bu ülkede.
Bizim çocukları da fark etmemiş edememiş. Onun bunun çocuklarını da. Ha bire sevinen bir insan kitlesi. Ve de ha bire üzülen. Neden? Bilse, diyecek.
Diyorum artık. Bu son büyük devrime de verilen tepkileri izledikten sonra bu ülkede,
Bir devrim daha yapsam da yine amma bu sefer kendi kendime, bir daha yüzlerine bakmasam mı artık bu kitlenin de diyorum.
Arada bir geceleri rüyama girer bizim dernekte ki devrimci ağbi,
Hani hep kızdırdığım.
Dün gecede girdi.
Kaşları çatık. Hep öyleydi zaten. Siktir lan züppe diyordu hep.
Sabah uyandığımda,
Siktirin lan züppeler dedim ilk kendi kendime. Nedense.
Tekrar ediyorum ha bire hala. Takıldı dilime.
Siktirin lan züppeler…,
Diyorum ha bire.
Susturamıyorum kendimi…
Takıldı,
Dilime.
Kimlerin çocuğuydu ağbi o gün ihtilali yapanlar? Diye.
Devrimcilerdi galiba diyoruz sonra o zamanlar diye anlatıyoruz. Boş. O zamanlar
yani,
1980 de
bebek olanlar ve hemen gelen yıllarda doğanlara,
Armağan
etmiş oluyoruz tabii ki mecburen,
Yeni,
Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’ni.
Cumhurbaşkanlığına
göreyse,
Türkiye
Devleti’ni.
Devrim
önemlidir. Yapmak lazım. Yapabildiğin kadar yapacaksın.
Okula
gitmeden evvel sabah kahvaltı sofrasında 07.30 haberlerinde,
İlk haber.
Deniz Gezmiş
Yusuf Aslan Hüseyin İnan asılarak idam edildi dedi.
14 yaşındayım.
İlk idam
haberi dinlediğim.
Çocuk irisi
halimin yüreğine atılan ilk amma en derin çizik,
O gün
atıldı.
O gün
okuldan gelince okumaya başladım. Elime ne geçerce. Ne lan bu sol sağ diye.
Zafer Pasajı
vardı Ankara Sıhhıye’de.
Ne kadar
gizli basılan toplanmaktan yırtan kitaplar varsa orada satılırdı.
Alıyor
okuyorum.
O gün
devrimci olmaya karar verdim.
Bi bok
olmadım.
Çok bok
oldum amma.
Hep battı bi
bok olamamak hallerim her kendimi bir bok zannettiğimde.
Yüreğimde ki
o en derin ilk çizik,
Hep sızladı.
O zamanlar
hepimiz bir köşesinden girdik siyasete. Öyleydi. Nesin koyacaksın tavrını.
Solcumu
sağcımı milliyetçimi,
Net
olacaksın.
Koydum.
Tavrımı. Sol.
İnsancıl.
Eşit. Sınırları yok sayan. Ayrıma karşı. Emperyalizme de. Kapitalizme oldum
olası da ilettim zaten. Hele faşizm, düşmanım hep.
Hem devrimci
de. Romantik de. Devrim iyi bir şeydir, yapacaksın. Bulunca.
Sonra?
Döve dövüle
geçen Ankara yılları. Faşolardan yiyoruz en çok dayakları. Bazen sağcılardan
da. Bizde dövüyoruz. Döven dövene.
Ha bir de,
Ne alakası
varsa Kolejin basket maçlarında, frigolardan yiyoruz dayağı. Bizi döven
frigolar da solcu. İyi mi. Toplum polise takılan ad o zamanlar frigolar.
Aynı
frigolar amma sağcısı faşosu da,
Miting
alanlarında da döverlerdi bizi.
Cop vardı o
zaman. Kodu mu nefesin kesilir.
Devrim
yapacağız. Ne devrimi pek aklımız almıyor amma devrim işte. Devrim iyidir.
Yaşlar olmuş
15-16. Derneğe gidiyoruz. Ağbiler anlatıyorlar. Anlatıyor da anlamak mümkün
değil ne dediklerini. Türkçe gibi bir lisan amma değil.
Devrimi
anlatıyorlar. Anladığım ve artık emin olduğum devrim iyi bir şey ve de bizim
yapmamıza ramak kalmış.
Bu arada ha
bire ölüyor gençler. Sokaklarda çatışmalar. Üniversiteler kaynıyor.
Boykotlar
grevler.
Hep çatışma
hep çatışma. Yurtlar taranıyor. Kahvelerde. Bombalar. Aydın kesim havaya
uçuruluyor. Suikastlar birileri ölüyor ha bire.
Evden
çıkıyoruz her gün de,
Eve dönecek
miyiz meçhul gibi.
Kolej bebesi
olup solcu olmak, olup da faal olmak da ayrı bir bela.
Burjuvasın
sonuç itibariyle.
Cin
tonikçiler geldi derdi bana dernekte ağbinin biri.
Sende iç
derdim,
Siktir lan
züppe derdi kızıp. Sevimli bir gençti. Kızdırırdım onu. O da izin verirdi
kızdırmama. Devrim hali işte oluyor mavra arada. Şamatasız olmaz devrim.
Bir gün
gelmedi derneğe.
Ölmüş. İlk
devrim şakam. Gülemedik.
Yıllar geçti
salon burjuvası züppe olarak dalmışım hayata artık göbekten.
Devrim
yapmışım yine. Moda da devrimi bu sefer. Vakko’da çalışıyorum.
Kızlar falan
gırla.
Diskolar.
Rakın rollar. Rakılı hem de. Ne alakaysa.
Deniz Yusuf
Hüseyin unutulmuş.
Nasıl devrim
yapıyoruz anlatamam. Ha bire.
Led Zeplin
le falan. Chicago da var. Pink Floyd. Deep Purple.
Aşk devrimi.
Sekste. Devrim devrim üstüne. Devrim iyidir, buldun mu yapacaksın.
Yürekte ki
çiziği sıvıyoruz,
Aşkla
seksle. Normal. Devrimci hali.
Paso hem de.
Bize mi
kaldı lan memleketi kurtarmak.
Akşamları
Elmadağ karışıyor. Taksim’e yakın ya. Dışarıda kan gövdeyi götürüyor,
Çatışmalar,
Biz Hydromel
de ye ye ye. Yedik.
O sırada
bizim oğlanlar da çalışıyormuş meğersem. Onlarında varmış akıllarında bir
devrim.
Polis
arıyormuş beni ehh normal devrimciyiz ya, beni bana sordu tanıyor musun diye hep
selamlaştığım bir polis Taksim’de, kimlik sormuyor, beni bana soruyor, bir gece
kontrolde,
Evet,
Diskolarda
geziyor dedim.
Siktir lan
züppe dedi.
Bizim ağbiyi
hatırladım o akşam. Hani ölen. Şakacı ağbi. Elmadağ’dan yürüdüm Etiler’de ki
bekar evimize. Devrim yürüyüşü.
Ağladım yol
boyu. Ne içli. Yani ağlayan devrimcide insanın içini acıtıyor. Ne var Che de
ağlamış. Zırlak olur devrimciler. Romantik.
Deniz Yusuf
Hüseyin ağladılar mı hiç acaba?
Derken hemen
birkaç yıl sonra,
Tesadüfen
Ankara’da Turgut Reis Caddesinde anne baba evinde,
Kol kırık
bakıma dönmüşüm eve,
Sabahın körü
tanklar geçmeye başladılar Anıt Kabire doğru. Camlardan seyrediyoruz.
Radyo da,
Marşlar.
Çanakkale Marşı. Babam devrim oldu dedi. Ehh 1960 ı da yetişkin olduğu için o
da devrimi hemen anlıyor.
İlk defa
sevinmedim devrim oldu diye. Ki, ben devrimci devrim adamı her devrime
balıklama atlayan ben, sevinmedim. İçim burkuldu. Burkulduğu sırada ne tuhaftır
Turgut Reis Caddesinde ki evin penceresinden görünen Anıt Kabir’e bakıyordum.
Tankların sesleriniyse duymuyordum. Atatürk’le kesiştik. Gözümü kaçırdım
gözlerinden.
En büyük
gerçek tek devrimciden. Başımı eğdim önüme. Alçılı koluma sarıldım odama
döndüm. Başım eğik. İçim buruk. Neyse,
Demeğe
kalmadı bizim çocukların fiyakalı bir başı var,
Yazdırıyor
çekmiş pırıltılı şıkırtılı yıldızlı resmi kıyafeti çıkmış ekrana hatırlayalım
bakalım neler demiş o gün 12 Eylül 1980
günü.Yüce Türk Milleti,
30 Ağustos Zafer Bayramı dolayısıyla sizlere radyo ve televizyondan hitap etmek imkanını bulmuş ve ayrılan kısıtlı süre içerisinde mümkün olduğu kadar, yurdumuzun içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik durumu ile anarşik ve bölücü eylemleri; alınması gereken tedbirleri çok kısa olarak izah etmeye çalışmıştım. Yine çok iyi hatırlayacaksınız ki, iki yıldır her fırsattan istifade ile muhtelif defalar verdiğim beyanat ve radyo-televizyon konuşmalarımda da bu hayati önemi olan konuları dile getirmiştim.
Kalbi bu vatan ve millet için atan sağduyu sahibi vatandaşlarım kabul edeceklerdir ki; ülkemizin halen içinde bulunduğu hayati önemi haiz siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlar, devlet ve milletimizin bekasını tehdit eder boyutlara ulaşmış ve bu hal devletimizi, Cumhuriyet tarihinin en ağır buhranına sürüklemiştir.
Yine hepinizin bildiği gibi; anarşi, terör ve bölücülük, her gün 20 civarında vatandaşımızın hayatını söndürmektedir. Aynı dini ve milli değerleri paylaşan Türk Vatandaşları siyasi çıkarlar uğruna, çeşitli suni ayrılıklar yaratılmak suretiyle muhtelif kamplara bölünmüş ve birbirlerinin kanlarını çekinmeden akıtacak kadar gözleri döndürülerek, adeta birbirlerine düşman edilmişlerdir.
Atatürk ilkelerini esas alarak kurulan Cumhuriyetimizin bu duruma düşürülebileceğini, bundan 10 sene evvel tasavvur dahi etmek mümkün değildi.
Bugüne kadar iktidara gelen çeşitli hükümetlerin, her yıl artan bir hız ile yaygınlaşan ve dünya tarihinde sayısız örnekleri görülen özel harbin sızma ve çökertme harekatına karşı iç güvenliği sağlayacak kararları ve tedbirleri birinci öncelikle alacaklarını vadetmelerine rağmen; sonuç alacak teşebbüsleri, siyasi çıkar çatışmaları ve basit parti hesapları, kaprisler, hayaller, gerçek dışı talepler ve Türk Devleti'nin niteliklerine ters düşen gizli ve açık emeller arasında kaybolup gitmiştir.
Düşmanın amaç ve yöntemleri, anarşi, terör ve bölücülüğün ulaştığı düzey; özel hukuki tedbirlere, idari düzenlemelere, sosyal koşulların geliştirilmesine milli eğitim ve iş hayatının düzenlenmesine ihtiyaç göstermekteyken; milletin vekaletini taşıyan milletvekilleri ve senatörler Meclislerde aylardan beri, hiçbir sorumluluk duymadan yalnız parti menfaat ve disiplini uğruna bu olaylara seyirci kalabilmişlerdir. İktidarların başarı ümit ederek aldıkları her tedbir, muhalefetler tarafından kınanarak ve hatta memleket yararına da olsa baltalanmıştır. Milli birlik ve beraberliğe en fazla muhtaç olduğumuz dönemlerde bile kutuplaşmalar ve bölünmeler adeta teşvik edilmiş; yangını beraberce söndürmek yerine, üzerine benzin dökülerek memleket bilerek veya siyasi çıkarlar uğruna, sırf iktidara gelebilmek pahasına bir yangın yerine çevrilmek istenmiştir.
Ağızlarından düşürmedikleri hukuk devleti kavramı, bir kısım anayasal kuruluşlarca, devletin parçalanması pahasına da olsa yalnız kişilerin müdafaası olarak yorumlanmış, devletin ve milletin savunulması ise sahipsiz kalmıştır.
Anayasanın kuvvetler ayrılığı ilkesinin birlikte getirdiği sorumluluk, uygulamada kuvvetler çatışmasına dönüştürülmüştür.
Düşüncelerimiz, dinimiz üzerinde ve akla gelebilen her konuda dış ve iç kaynaklı bölücü ve yıkıcı faaliyetler bütün şiddetiyle sürdürülürken ne hazindir ki; bir kısım gerçeğe uymayan özerklik, dar görüşlü, sahibinden başkasının inanmadığı bilimsellik ve koşulları dikkate almayan salt hukuk savunucuları, yıkılacak devletin enkazı altında kalacaklarının, yok olup gideceklerinin idraki içinde olamadıkları görünümünü vermişlerdir. Bu acı hakikatleri görüp çare arayanların veya Türk Ulusunu uyaran ve milleti bütünleşmeye davet edenlerin ise seslerini duymak mümkün olamamıştır. (Bir kısım kıymetli Türk basınının bu konuda zaman zaman yaptıkları uyarıları burada şükranla belirtmek isterim.)
Siyasi partiler, bu kritik dönemde milletin özlemle beklediği önlemleri almak yerine; iç gerilimi devamlı olarak arttırarak, yıkıcı ve bölücü mihrakları büsbütün kışkırtarak, onlara cüret ve cesaret verecek beyan ve eylemleri ile adeta yarışırcasına seçim yatırımları için zemin yaratma yollarını tercih etmişlerdir.
İktidara gelen siyasi partiler, devlet teşkilatının bütün kademelerini kendi görüşleri doğrultusundaki kişilerle doldurarak, kamu görevlilerinin ve vatandaşlarımızın bir tarafa girerek kamplara bölünmesini zorunlu hale getirmişler, giderek anarşi ve bölücülüğü destekleyen kaynakların şekillenmesine ve kamu kuruluşlarında çalışanlarla, polis ve öğretmenlerin dahi birbirine düşman kamplara ayrılmalarına neden olan partizan tutum ve davranışlardan vazgeçmemişlerdir. Böylece tarafsız halkımız, devletten beklediklerini parti kapılarında aramaya mecbur bırakılarak devlet otoritesi yok olmaya, vatandaşların hak ve hukukunu korumak ve ona tarafsız hizmet götürmek yerine, devletin saygınlığı yavaş yavaş erimeğe mahkum olmuş ve dolayısıyla ülkemizde tam otorite boşluğu teşekkül etmiştir.
Bir kısım bedbahtlar Türk Milletinin bağımsızlığını, birlik ve beraberliğini temsil eden İstiklal Marşımıza, koyu taassup veya sapık ideolojik amaçlarla protesto maksadıyla oturarak veya İstiklal Marşı yerine Enternasyoneli söyleyerek açıkça saygısızlık gösterebilmişler ve buna doğrudan sorumlu kişiler tevil yoluna sapmak suretiyle savunmalarını yapabilmişlerdir.
Uzun zamandan beri bu fevkalade üzücü olayları yakından takip eden Türk Silahlı Kuvvetleri hatırlayacağınız gibi; milletin kendisine verdiği yetkileri kullanamayan ve bu korkunç gidişi acz içinde seyreden anayasal kuruluşların tümünü Cumhurbaşkanımız aracılığıyla uyararak, alınması gereken tedbirlere de yer vermek suretiyle büyük Türk Milletine karşı yüklendiği sorumluluğu dile getirmiştir. Aradan geçen 8 aylık süre içerisinde yaptığımız sayısız uyarmalara rağmen hemen hemen bu tedbirlerin hiç birine yasama ve yürütme organları ile diğer anayasal kuruluşlardan yeterli bir cevap alınamamış ve bu konuda müspet faaliyetleri de izlenememiştir. Bu uyarı mektubundan sonra bir kısım yasaları etkisiz hale getirerek çıkaran Meclislerimiz 22 Mart 1980 tarihinden beri siyasi çıkar hesapları ile çıkmaza sürüklenen Cumhurbaşkanlığı seçiminden dolayı içinde bulunduğumuz buhran ile mücadelede en kıymetli unsur olan zamanı fütursuzca harcamışlardır. Dünyanın hiçbir ülkesinde Cumhurbaşkanlığı makamı ve seçimi bu kadar hafife alınmamış ve bu kadar zaman boşa harcanmamıştır.
Asayiş ve ekonomik bunalıma çareler getirmesi ve kanunlar yapması beklenen yasama organlarımız, memleket üzerine çöken bu kabusa karşı kayıtsız kalmışlardır.
Anayasamız, Türk Vatandaşlarının dini inançlarından ötürü kınanamayacağını, açıkça belirtmiş olmasına rağmen, tek bir oyun peşinde koşan siyasi partilerimiz, yüce Atatürk’ün Cumhuriyeti Döneminde unutulmuş mezhep ayrılıklarını kışkırtmakta faydalar görerek Erzincan, Sivas, Kahramanmaraş, Tunceli ve Çorum illerinde siyasi çıkarlar uğruna vatandaşlarımızın birbirini katletmelerine neden olmuşlardır.
Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan ve kendini Türk Vatandaşı kabul eden herkesin tek bir vücut halinde Türk Milleti'ni oluşturduğu unutulmuş ve değişik mezheplere bağlı vatandaşlarımızın tam bir kardeşlik bağı ile kaynaşmalarını engellemek isteyen kışkırtıcılar siyasi destek görmüşlerdir.
Bir kısım anayasal kuruluşlar muhtelif etkiler altında anarşi, terör ve bölücülük karşısında tarafsız, adil ve ortak bir yol izlemek yerine, bizzat Anayasanın ihlali karşısında dahi sesiz kalmayı tercih etmişlerdir.
Bütün bu şartlara rağmen; hukuk devletinin temel ilkelerini savunmakla görevli anayasal kuruluşlarımız, devletin en üst kademesindeki anarşizmin yarattığı tehlikenin büyüklüğünü idrak edemediklerinden veya terör odaklarının tehdidinden çekindiklerinden, devletin temellerine konan dinamitle her an parçalanma tehlikesi karşısında olduğunu gözlerden kaçırmaya çalışmışlardır. Devlet çökertildiği zaman Anayasanın kanatları altına sığınan tüm hukuk kurumları ile özerk, bilim ve müessese ve derneklerinin bu enkaz altında yok olacağı unutulmuştur.
Son iki yıllık süre içinde terör 5.241 can almış, 14.152 kişinin yaralanmasına veya sakat kalmasına sebep olmuştur. İstiklal Harbinde, Sakarya Savaşındaki şehit miktarı 5.713, yaralı miktarımız 18.480’dir. Bu basit mukayese dahi Türkiye’de hiçbir insanlık duygusuna değer vermeyen bir örtülü harbin uygulandığını açıkça ortaya koymaktadır.
Sevgili Vatandaşlarım,
İşte bütün bunlar ve buna benzer sayılabilecek ve hepiniz tarafından yakinen bilinen daha birçok sebeplerden dolayı Türk Silahlı Kuvvetleri ülkenin ve milletin bütünlüğünü, milletin hak, hukuk ve hürriyetini korumak, can ve mal güvenliğini sağlayarak korkudan kurtarmak, refah ve mutluluğunu sağlamak, kanun ve nizam hakimiyetini, diğer bir deyimle devlet otoritesini tarafsız olarak yeniden tesis ve idame etmek gayesiyle devlet yönetimine el koymak zorunda kalmıştır. Bugünden itibaren yeni hükümet ve yasama organı kuruluncaya kadar muvakkat bir zaman için yasama ve yürütme yetkileri benim başkanlığımda, Kara, Deniz, Hava Kuvveti Komutanları ile Jandarma Genel Komutanı’ndan oluşan Milli Güvenlik Konseyi tarafından kullanılacaktır.
Büyük Atatürk’ün deyimiyle "Ulusal kültürümüzü, çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarmak yurdumuzu dünyanın en mamur ve en uygar araç ve kaynaklarına sahip kılmak" hedefine yönelik hızlı bir kalkınma döneminin en kısa zamanda gerçekleştirilmesi zaruretine inanıyoruz. Bu inancımızın gerçekleşmesi için yüce ulusumuzun, bağrından çıkardığı ve yurdumuzdaki kutuplaşmada hiçbir tarafı tutmayan, sadece Atatürk ilkeleri doğrultusunda yürüyen Türk Silahlı Kuvvetleri yönetimine güveneceğinden kuşkumuz yoktur. İçinde bulunduğumuz buhrandan çıkmamız için ulusça arzu edildiğine inandığımız, disiplinli ve her türlü tasarrufa ağırlık veren bir yaşam ve dayanışma ortamına girilmesini ve milletçe gücümüzün tümünü ortaya koyacak bir çalışma hızını bekliyor ve yüce Türk Milleti'ne güveniyoruz.
Vatandaşlarımızı kaderde, kıvançta ve tasada ortak bir bütün halinde milli şuur ve ülküler etrafında birleştirmenin iç barış ve huzurun sağlanmasında vazgeçilmez faktör olduğu düşüncesiyle, Atatürk Milliyetçiliğinden hız ve ilham almanın, politikada "Yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesine bağlı kalmanın, milli mücadele ruhunun, millet egemenliğine Atatürk ilke ve devrimlerine olan bağlılığın tam şuurunu yerleştirmek ve geliştirmekle ülkemize yönelik tehditlerin ulusça göğüsleneceğine inanıyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti, NATO dahil tüm ittifak ve anlaşmalara bağlı kalarak, başta komşularımız olmak üzere bütün ülkelerle kar-şılıklı bağımsızlık ve saygı esasına dayalı, birbirlerinin iç işlerine karışmamak kaydıyla eşit şartlar altında ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkilerini geliştirme kararındadır.
Uluslararası sorunların barışçı yollarla çözümlenmesinden yana bir dış politika izlenmesine devam edilecektir.
Birçok tutum ve davranışlarıyla demokratik özgürlükçü parlamenter sisteme inancını defalarca kanıtlayan Türk Silahlı Kuvvetleri, en kısa zamanda Bakanlar Kurulu’nu kurarak, yürütme sorumluluğunu bu Kurula bırakacak ve hür demokratik parlamenter sistemin şimdi olduğu gibi dejenere edilmesine ve tıkanmasına mani olucu ve Türk toplumuna yaraşır bir Anayasa ve Seçim Kanunu ile Partiler Kanununu hazırlamayı ve bunlara paralel düzenlemeleri yapmayı müteakip insan hak ve hürriyetlerine saygılı, milli dayanışmayı ön plana alan, sosyal adaleti gerçekleştirecek, ferdin ve toplumun huzur, güven ve refahına önem veren özgürlükçü demokratik, laik ve sosyal hukuk kurallarına dayalı bir yönetime ülke idaresini devredecektir.
Sayılan bu hazırlıklar tamamlanıncaya kadar Yurdumuzda her türlü siyasi faaliyetler her kademede durdurulmuştur. Zorunlu olarak faaliyetleri durdurulan siyasi partilerin yeniden hazırlanacak Anayasadaki düzenlemelere ve yeni Seçim ve Partiler Kanununa göre zamanı, koşulları ilan edilecek seçimlerden yeterince önce faaliyete geçmesine müsaade edilecektir.
Parlamento üyeleri, siyasi faaliyetlerden dolayı suçlanmayacak ve yeni yönetime karşı suç teşkil edecek tutum ve davranışlarda bulunmadıkları sürece haklarında herhangi bir işlem yapılmayacaktır.
Ancak, kanunların suç kabul ettiği fiilleri vaktiyle işlediği saptanan parlamenterler hakkında gerekli kovuşturma yapılacaktır. Adalet Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi, Milli Selamet Partisi ve Milliyetçi Hareket Partilerinin parti başkanları şimdilik can güvenliklerinin sağlanması amacı ile Silahlı Kuvvetlerin koruma ve gözetiminde belirli yerlerde ikamete tabi tutulmuşlardır. Durum müsait olunca serbest bırakılacaklardır.
Memlekette idarenin tam bir tarafsızlık içinde vatandaşın hizmetine koşması sağlanacaktır. Devlet hizmetinde bulunanların siyasi etkiler dışında çalışmaları kanun hakimiyeti altına alınacaktır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin yönetime el koyduğu şu anda devletin yanında tarafsız ve adil hizmet görecek yöneticiler, eski zamanın siyasi davranışlarına yönelmedikçe hizmet ve görevlerine devam edeceklerdir.
Kanun ve nizam hakimiyetini sağlamada tecrübeli ve yetenekli kişilerden oluşan mahkemelerin süratle ve doğru kararlar vermelerini ve bunları korkusuzca uygulayabilmelerini sağlayacak yasal ve idari tedbirler alınacaktır.
Memleketin ekonomik koşullarını kendi gücümüzle iyileştirmek için her alanda elden gelen gayret sarfedilecektir. Çalışkan ve vatanperver Türk işçisinin mevcut ekonomik koşullar çerçevesinde her türlü hakları korunacaktır.
Ancak temiz Türk işçisini sömüren, onları kendi ideolojik görüşleri istikametinde kullanmak için her türlü baskı oyunlarına başvuran, işçinin hakkı yerine kendi menfaatlerini ön planda tutan bazı ağaların bu faaliyetlerine asla müsaade edilmeyecektir.
Tüm işverenlerin iş barışının koşullarını sağlayacak esaslardan ayrılmadan üretimin arttırılması ve ihracata yönelik gayretlerin gelişmesine yardımcı olmaları için her türlü tedbir alınacaktır.
Köylünün, milletimizin efendisi olduğu inancını, kuvveden fii-len çıkarmak için tarım alanında üretimi artıracak bir tarım seferberliği ve fiyat politikası ile gerekli diğer önlemlerin alınmasına, bilhassa önem verilecektir. Türk köylüsünün tarlasından ayrılıp şehir-lere göç etmesini zorlayan ekonomik ve sosyal nedenlere çare aranacaktır.
Eğitim ve öğretimde Atatürk Milliyetçiliğini yeniden yurdun en ücra köşelerine kadar yaygınlaştıracak tedbirler en kısa zamanda alınacaktır.
Yarının teminatı olan evlatlarımızın Atatürk ilkeleri yerine yabancı ideolojilerle yetişerek sonunda birer anarşist olmasını önleyecek tedbirler alınacaktır. Bu maksatla hepimizin tek tek saygıyla andığımız öğretmenlerimizin Der’li, Bir’li derneklere üye olarak bölünmelerine müsaade edilmeyecektir. Her düzeyde öğrencinin amacı Atatürk ilkeleri ve milliyetçiliği ile pekişmiş ve üretime yönelik bilgi ve becerisini kazanmak olacaktır.
En kıdemsiz erinden, en üst komutanına kadar Türk Silahlı Kuvvetleri'nin tüm personeli, bu amaçlara ulaşmada devletin iç ve dış tehditlere karşı kollayıcı ve koruyucu gücü olarak siyasetin dışında kalacaktır.
Aziz Yurttaşlarım;
Bir defa daha belirtiyorum ki; Silahlı Kuvvetler aziz Türk Milletinin hakkı olan refah ve mutluluğu, vatan ve milletin bütünlüğü ve gittikçe etkisi (azalmaya) azaltılmaya çalışılan Atatürk ilkelerine yeniden güç ve işlerlik kazandırmak, kendi kendini kontrol edemeyen demokrasiyi sağlam temeller üzerine oturtmak, kaybolan Devlet otoritesini yeniden tesis etmek için yönetime el koymak zorunda kalmıştır.
Komutan, subay, astsubay ve erler olarak hepimiz vatan ve. milletin refah ve mutluluğu uğruna her şeyimizi, bu arada hayatımızı dahi seve seve feda etmeye hazırız. Memlekette her zaman bulunabilen ve özellikle son zamanlarda çoğalan kötü niyetli birçok kişi ve kuruluşlar sizlere yalanlar düzerek, bunun aksini söyleyebilecekler ve menfi propagandalara başvurabileceklerdir. Bunlara asla inanmayınız. Bütün uygulamalar milletin gözü önünde yapılacaktır.
Kıymetli Vatandaşlarım;
Her zaman milletiyle bir bütün ve Türk milletinin emrinde olan Türk Silahlı Kuvvetlerine ve yeni yönetime karşı yapılacak her türlü direniş, gösteri ve tutum anında en sert şekilde kırılarak cezalandırılacaktır.
Yurtta kan dökülmemesi için bütün vatandaşlarımın tahriklere kapılmaksızın sükunet içinde yayınlanacak bildiriler doğrultusunda hareket etmelerini ve ikinci bir bildiriye kadar sokağa çıkmamalarını rica ederim.
Vatandaşlarımın birbirlerinin hak ve hukukuna saygılı olmalarını, sevgi içinde kırgınlıklarını unutmalarını, hepimizin bu mübarek topraklar üzerinde aynı haklara sahip bir Türk vatandaşı olduğumuzun idraki içerisinde olarak yeni yönetime yardımcı olmalarını vatanperverlik ve asil karakterlerinden bekler, mutlu ve aydınlık yarınlar dilerim.
Al sana devrim. Baba gibi hem de. Konuşma uzun o kadar.
Bizim oğlanların yıldızlı fiyakalı başının,
Bu uzun konuşmasının bir yerlerinde zaten 1950 lerden itibaren gölgede yanlayıp kestirmekte olan Türk milleti uyuya kaldı iyice zaten 12 Eylül 1980 de.
Tam da uyanır mıyız acaba derken hem de. Hem de horul horul. Hem de salyalarını akıta akıta. Ne sevinmek ne sevinmek.
Artık kimse ölmeyecek ya,
İyi bir şey bu.
Amma ölümlere dayaklara işkencelere devam. Normal. Devrim hali.
Türk toplumu amma kimse ölmesin diye terbiye edildi bizim oğlanların did it leriyle. Amman ölmeyelim.
İnsan şaşırıyor. Bu kadar ölmemeye meraklı bir millet nasıl oldu da Kurtuluş Savaşında bu denli ölüme koştu bir heves diye de.
Devrimci farkı orada galiba işte.
80 lerde bebe olanlar, doğanlar bi haberler bu devrim işlerinden. Ne bilecekler devrimi. Bizim gibi değiller. Bizim kuşaklarsa devrim kuşağı, kafadan.
Sokağa çıkma yasağı bile ne demek bilmiyorlar,
Zaten bebe idiler kundakla evden çıkacak halleri yok tek başlarına. Amma,
Şimdi artık şu sıralar onlarda başladılar devrim işini öğrenmeye.
30 yaşlarında koskocaman insanlar o gün kundaktakiler. Hatta anneler babalar artık.
Soruyorlar,
Zamanının bebeleri,
Ya ne iş bu be bizim başımıza açtığınız,
Diye. Devrim devrim diye. Nereniz devrimci sizin diye de.
Sorarlar haklılar. Deniz Yusuf Hüseyin’de soruyorlardır,
Baba bu ne iş diye.
Şu iş,
Arkadaşlar,
Devrim yapmaya kalktık yapamadık.
Devrim olmasın istedik devrim oldu. Devrildik. Bu kadar. Bitti.
Bizim esas çocuklar devrim yapmak için çıktı evlerinden öldürmediler amma asılarak öldüler nedense.
Bizim diğer çocuklarda bak şekerim devrim öyle olmaz böyle olur diye devrim yaptılar ölmediler öldürdüler nedense.
Ölmek istemeyen ölmemek için direnen amma bu denli her dönem illaki ölmek ve öldürmek için yaşayan yaşamakta ısrarcı bir millet daha olamaz.
Ruwanda’da 100 günde 1.000.000 adet insan birbirlerini kestiler 1994 yılında. Şimdi aynı ülkenin anayasası insan haklarında dünyaya örnek gösteriliyor. Yine ölüyorlar amma ecelleriyle artık. Demek ki bir kez öleceksin, tam öleceksin.
Bizlerse ölmeye öldürmeye ha bir yeni bir anayasa yazmaya doyamıyoruz. Devrimlere doyamıyoruz. Devrimcilik kanımıza işlemiş. Devrimler yapıp yapıp devriliyoruz. Atatürk’ten tek miras ısrarla koruduğumuz. Devrim.
Hep beraber.
1960 da Başbakan Bakan asarak başladık ölmeye öldürmeye, nasıl da özlemişiz ki öldürmeyi direk kafadan Başbakan astık siftahı yaparken.
2012 lere geldik artık çağın insanları olduk asmıyoruz bilinçlendik ya,
Amma ölmeye de öldürmeye de devam ediyoruz.
Benim kuşağım ölümsüz dayaksız yaralanmasız gazisiz şehitsiz hayat yaşayamadan geldiler,
50 lilerine. Geçtilerde hatta. 60 lardalar da. 1980 lerde bebe olanlar doğanlarda aynı şekilde. Benim annem babam 1931 li 1917 li onlarda ölümlerle büyüdüler hep.
Öle öle bitemedik.
Hep ölüm.
Hep amma.
6 Mayıs 1972 de Deniz Yusuf Hüseyin’le tanıştım ölümle bu ülkenin siyasetinde,
14 yaşında bir çocuk irisi genç bebesiyken,
Yaş geldi 54 e orta yaştan hallice,
Hala ölüyoruz. Herkes her dönem de devrim yapıyor devire devire evire çevire.
Akşam oturdum en devrimci hallerimle. Ben öyle bir devrimci otururum bir oturum ki görsen vay be ne devrimci dersin.
Şimdi,
Ko gitsin rahvan mı bu yaştan sonra? Ne var yani 70 milyonuz ya öle öle nasılsa bitmiyoruz mu yani,
Yoksa,
Koyalım da gitsinler mi artık bu topraklardan artık çok yeter mi?
Diye düşünürken ben,
Diye düşüne dururken siz, ki iyidir düşünmek zihni açar,
Gelecek bir gün yıl 2042 lara 2052 lere.
Bizim çocuklar yani şimdilerde bebe olan bildiğimiz bizim memleketin çocuklarıyla bizim torunlar,
O gün sormayacaklar biliyor musunuz,
Ne iş bu baba diye.
Çünkü soramayacak sorgulayamayacak kadar kapalı olacak bilinçleri. Ölmüş olacaklar yaşarken. Öldürülmüş olacaklar yaşarken. Bu bir ilk. Yaşayanı yaşarken öldürme devrimi. Çocuktan başlayarak.
Neden mi?
4+4+4,
Devrimi yüzünden. Atatürk’ten sonra yapılan en büyük ilk devrim bu çünkü.
Bu ülkede Cumhuriyetin kurulduğundan beri ilk defa gerçek bir devrim yapıldı. Hep birileri uyuttu ölüm korkusunun narkoz etkisiyle, hep amma,
O günlerde bizim çocukların fiyakalı yıldızlı başı uyuttu bu milleti, siyasiler uyuttu, bizim oğlanlar uyuttu hep,
Şimdilerde ise,
Ayyıp efendi ve de kaytan bıyıklıları. Amma bu sefer ki tam devrim oldu.
Yani sonunda,
Our boys did it,
Again, oldu amma bu sefer,
Tam oldu.
Bizim çocuklar başardılar yine.
Onların çocukları yani. Başarırken bizim gerçek çocukları öldürdüler amma.
Kafam karışıyor bazen,
Kimin çocukları bunlar diye.
Onun mu? Bunun mu?
Ki,
Muhtemelen hem onun hem de bunun çocukları bunlar.
Muhtemelen diyorum,
Çünkü bizim esas çocukları iyi tanıyorum. Bizim esas çocuklar ölenler. Ölmeye devam edenler.
Ha bir de,
4+4+4 çocukları var artık,
Siftahı yapan. Ki, onlar bugün bizim çocuklar olsalar da o gün bizim çocuklar olmayacaklar. Bir gün.
Onlar,
Onların çocukları olacaklar. Zaten. Miş.
Bizler de bizim esas çocuklar gibi ölüp gideceğiz ecelimizle bir gün. Umarım.
Ve o gün,
Kimseler farkında değil olacak hala,
23 Ekim 1923 den beri en büyük devrimin yapıldığını bu ülkede,
Kimseden tık yok.
Herkes ölmeyelim peşinde sadece. Yine. Hep olduğu gibi.
Ha, geriye kalanlarda var birde.
Hani Atatürk çocukları diyenler kendilerine. Ki onlar taktılar bu ismi kendilerine. Atatürk’ün çocukları mı onlar? Onu bir tek Gazi bilir, onu da soramıyoruz kendine.
Bu ülkede her türlü devrimi hiçbir zaman yapamamış yapmaya niyetlenmemiş, hiçbir devrim için parmağının ucunu bile kıpırdatmamış, hatta devrimci deyince yanından kaçıp uzaklaşan, ölmemek için ne pahasına olursa olsun çırpınan büyük bir kitlede de var bu ülkede. Ölüm korkusuyla terbiye edilmiş iki artık üçüncü bir kuşak var bu ülkede.
Bizim çocukları da fark etmemiş edememiş. Onun bunun çocuklarını da. Ha bire sevinen bir insan kitlesi. Ve de ha bire üzülen. Neden? Bilse, diyecek.
Diyorum artık. Bu son büyük devrime de verilen tepkileri izledikten sonra bu ülkede,
Bir devrim daha yapsam da yine amma bu sefer kendi kendime, bir daha yüzlerine bakmasam mı artık bu kitlenin de diyorum.
Arada bir geceleri rüyama girer bizim dernekte ki devrimci ağbi,
Hani hep kızdırdığım.
Dün gecede girdi.
Kaşları çatık. Hep öyleydi zaten. Siktir lan züppe diyordu hep.
Sabah uyandığımda,
Siktirin lan züppeler dedim ilk kendi kendime. Nedense.
Tekrar ediyorum ha bire hala. Takıldı dilime.
Siktirin lan züppeler…,
Diyorum ha bire.
Susturamıyorum kendimi…
Takıldı,
Dilime.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder