De ki Kürdistan
kuruldu, hayali yani, Türkiye sınırları içinde. Bu durumda tüm Kürtler
Türkiye’yi terk edip hayali Kürdistan’a yerleşmek zorunda kalacaklar.
Bırakılacaklar buraları. Büyük göç olacak yani. Hem hayali Kürdistan vatandaşı
olup hem Türkiye’de yaşayıp çalışamazsın ki. Bunun oturma izni var. Çalışma
izni var. Çifte vatandaşlık yok yani.
Ki,
Ayrıca hayali
Kürdistan sınırları içinde kalacak bugüne kadar yapılmış tüm devlet
yatırımlarının da o gün ki,
Yapıldığı gün değil
o gün ki ederlerinin bedellerini ödeyecek tabii ki Türkiye’ye hayali Kürdistan.
Ciddi bir borçla kurulacaklar yani. Tam lokum. IMF lik. Oturtmaca. Batı adamı
fena batırır.
Tuvalet kağıdından
tut çimentoya kadar neye ihtiyaçları varsa ithal edecekler Türkiye’den veya bir
başka ülkelerden. Oralarda ki üretim karşılamaz ihtiyaçları. Canını yediğim
Batısı. Lokma ki ne lokma.
Nakliyelerin bir
kısmı bile Türkiye gümrüklerinden geçecek. O da izin alabilirlerse tabii ki. Ki,
Batı onu da hesap etti. Irak var artık.
Mesela,
Türkiye tarafında kalmış
sahibi Kürt olan tüm şirketler yeniden izin alacaklar faaliyetlerini devam
ettirebilmek için. Yabancı statüsü. Alırlarsa devam, alamazlarsa harç bitti
yapı paydos.
Ki Kürt liderlerin ağaların
Türkiye’de ki yatırımlarının neler olduğunun envanterini de bilmiyoruz. Direk
en direk nelere sahipler ne paralar kazanıyorlar Türkiye’de? Epey olsa gerek.
Gibi ve diye,
Sayacaklarımızı
Kürtler bilmiyorlar mı? Biliyorlar. Bal gibi.
Hükümet adamları
bilmiyorlar mı? Biliyorlar. Bal gibi.
Batı bilmiyor mu?
Biliyor. Bal gibi.
Demek herkes
biliyor bu iş onay alsa bile kolay iş değil yani. Hiç hem de. Zaten,
Fanatikler ve
durumdan rant çıkaranlar hariç kimse evet demez bu şartlara. Azınlık yani. Mesela
neden Kürtler arasında referandum düzenlenmiyor,
İstiyor musunuz diye
Kürdistan’ı? Çoğunluğa sorulmuyor yani.
Yüzde doksanı hayır
demezse namerttim. Hatta daha da çoğu.
Evet çıkarsa topla
pılıyı pırtıyı doğru hayali Kürdistan’a ihtimalini kimse göze alamaz. Kaçakçısı
bile. Kime satacak kaçırdığını? 8 milyonun talebi az gelir arza.
Bu ülkede 8 milyon
adet civarında Kürt var deniyor.
Al sana 8 milyon
nüfuslu bir yeni ülke. İstihdam et bakalım. Çalışsınlar para kazansınlar. İş
şart.
Nerede çalışacak 8
milyon Kürt? Hangi işlerde?
Var ya,
Daha ilk yıl isyan
çıkar açlıktan kargaşadan o ülkede. Tam Batılık durum. Ki Kürtlerin kendi
içlerinde de var etnik guruplar. Ha diyeceksin ki petrolü çıkaracaklar onu
satar yan gelip yatarlar. Yok öyle şey. 8 milyon yan yatmaya kalksa 8 milyon
yatak lazım önce. 8 milyon yatak odası. Kolay işler değil bunlar. Petrol
zengini ülkelerde bile kaynıyor ortalık. Halk uyandı. Bakınız Güney Sudan
Devleti. Sıkı petrol var bir o kadar da ölüm ve karmaşa. E hani bağımsızlık
iyiydi?
Ki,
Diyeceksin ki Türk
kökenlilerde oralardan Türkiye’ye göçecekler. O en kolayı. Onlara iş hazır.
Kürtlerden boşalan yerlere yerleşecekler iş gücü olarak. Milyonlarca iş hazır
Kürtlerden gidince boşa çıkacak.
Diye,
Düşündükçe ütopik gelebilir.
Ütopik diye
adlandırmaya başladın mı, bugünlerde olan her şey zamanında ütopikti zaten. Çok
gerilere gitmeye gerek yok.
Holivud bile akıl
edemedi uçaklar marifetiyle kulelerin yıkılması senaryosunu. Hem de Amerika’nın
yetiştirdiği adam tarafından kurulmuş örgütle. Ki, esas bir başka senaryo daha var konuşulan. Birilerine bugün için ütopik
gelen.
Ya Kaddafi’nin
sonu? O da ütopik gelirdi.
Berlin duvarını
Ruslar yıkacak iki Almanya birleşecek deseydik 40 sene evvel, tam ütopik
olurdu. Geçtim çarlığın sonundan.
Üç beş ayda üç beş
Arap ülkesinin liderleri devrilecek deseydik mesela zamanında. Mübarek dahil. O
da ütopik.
Mesela SSCB
dağılacak onlarla yeni devlet kurulacak o topraklarda, Yugoslavya dağılacak
oradan da çıkacak üç beş ülke falanda ütopikti yıllar evvel.
Avrupa ülkelerin
iflasın eşiğine gelecekler bir gün deseydik 30 sene evvel. O da ütopik olurdu o
gün.
Ütopikse devam.
Kürt sorunu su
sorunu olabilir mi mesela esas?
Hayali Kürdistan’da
kaç baraj var orada ki su kaynaklarının miktarını bileniniz var mı? Açın bakın
bakalım meraklıysanız. Arap yarımadasını besleyen su kaynakları ve barajlar
kalıyor hayali Kürdistan’da. Hatta belki de çok daha büyük bir coğrafi bölgeyi
besleyecek kadar günü gelince.
Kaymaklısı yani.
Ne işe yarar o su
kaynakları?
Şu işe yarar henüz
enerji savaşında Dünya amma yüz yıla bile kalmaz şiddetli su savaşları
başlayacak.
2050 yıllarında
Dünya nüfusunun tahminen yüzde 40’ı tatlı su sıkıntısı yaşayacak. 4 milyar
insancık bir hesapla. Türkiye’de bu gurubun içinde. Maalesef. Çünkü Türkiye
elli yıl evvel su zengini ülkeler listesindeyken şu an su fakiri olan ülkeler
listesine tepeden de olsa neredeyse girdi bile. Çarçur etme yanlış hesaplar
meselesinin bedelleri.
De ki,
Geldik 2050 yılına.
Türkiye’de su sıkıntısı had safhada,
Amma,
Hayali Kürdistan’da
gürül gürül akıyor sular. Barajlar falan. Göl bile var sınırları içinde.
Gel gel yapıyorlar
Türkiye’ye. Su lazım mı su diye.
E lazım.
İyi o zaman bize
şunu da ver bunu da ver ki, bizde sana su verelim diyor hayali Kürdistan. E kıvranacaksın
önce amma sonra vereceksin çare yok. Tatlı su bu. Ya da deniz suyunu tatlı suya
çevireceksin ki onun maliyeti çok daha yüksek. Savaşmak bile daha ucuz. Ha
savaş deyince,
İnsan canı kaç para
eder?
O en ucuzu.
Şimdiden ucuzladı zaten o günlerde kim bilir kaça düşer. Ki, 2050 de insanlar
savaşmazlar zaten. Makineler savaşır esas.
Şimdi,
Var mı suyun var.
Var mı petrolün var. O gün durumu iyi yani hayali Kürdistan’ın.
Peki,
İsrail ile arası
nasıl? İyi. Bu da güzel. İran’ı sevmiyor zaten, İsrail de. O da güzel. Ki o gün
kaldıysa İran tabii ki. İran’ın sonuna senaryolar yazsak bugün tam ütopik
oluruz.
Ha ya araya Suriye
girerse? Sorun değil, onu şu an hallediyorlar zaten.
Yani,
Batı arkanda
demektir. Hem Avrupa’sı hem Amerika’sı yani.
Hayali Kürdistan
kurulsun diye isteyen Batı ve israil’dir. Nettir bu. Ki, hayali Kürdistan’ın
suyu ve petrolü İsrail’e de taşınacaktır. Oldu bu iş.
Vaay…plan güzel.
Geriye kaldı planı
eyleme alıp sonuca ulaşmak. O da zaman meselesi.
Ütopik mi?
Hiç değil.
Atatürk’e
bugün bu ülkede yapılan muamelede bugün olanlarda ütopik gelirdi deseydik bir
zamanlar evvel.
Hele şah
dönemi İran’ının bugün ki hali o günlerde tam ütopik sayılırdı kesin.
Şimdi,
Laf lafı
açınca deniyor ki, bilmem kim biliyor musunuz ne yapmış, hiç beklenmezdi ondan.
Hani
bilinen karakter yapısına aykırıymış meğersem bugün yaptığı ettiği. O gün dense
bunları yapacak bir gün diye amma da ütopik denirdi kim bilir. Amma bugün
yapıyor işte.
Başımıza
gelen artısı eksisi her şey içinde a aa ne ütopik bir senaryo bu derdik
zamanında çıkınca kahve falında.
Her şey olur
bu hayatta. Olmaz denilen. Olur olmazlığı tartışılmayanlar bile.
Mesela,
Yeni haber
havadan petrol elde edildi. Bildiğin soluduğun havadan. Yeni bu haber. Al sana
ütopiğin patronu hem de. Petrol savaşlarını başlatmak için stratejiler
belirleyenlere, baba boşa uğraşma zaten havadan elde edilecek bir gün petrol
deseydik uzun yıllar evvel, ütopik ne kelime, deli derlerdi adama.
Yaşamın
kendi ütopiktir aslında.
Biz ütopik
yaşamı sınırlandırmaya çalışırız her türlü değişimlerin hayatımıza taşıyacağı
yenilerle yeniden uğraşıp yeniden çaba sarf edip de ha bire yeniden kurgulamak
istemediğimiz için hayatımızı.
Ütopik
insanlar vardır. Bir de gelenekseller.
Ütopikler
yaşamı ve her şeyleri ile cesareti temsil ederler. Gelenekselcilerde zihinsel
ve ruhsal tembelliği ve de korkuları.
Hep ütopikler
kazanırlar iddiaları amma. Kazanırlarda ömürleri vefa etmediği için genelde
kazandıklarını göremeden ölüp giderler.
Örnekse al
sana örnek hem de içimizden,
Atatürk
mesela. Ütopikti. Cesurdu yani her şeyiyle. O gün dedikleri bugün gerçek oluyor
Dünyada. Dünya görüşü kuvvetli insanlar diyoruz biz bu nevi insanlara.
Dünya. Yani
yaşam. Yani yaşam görüşü.
Görürsün.
Öyle istişareye falan yatmaya hiç gerek yok. Bak görürsün. Önce geçmişi iyi
bilmek lazım amma. Deviminin hızını yönlerini gücünü iyi de fark etmek.
Tutkuluda olmam lazım amma. Tutku şart.
Hiçbir şey
kalıcı değildir yaşamda. Olamazda zaten. Tek bir kural çalışır yaşamda,
Başlar
biter.
Doğar ölür.
Şekil alır
şekillini değiştirir.
Hep bir
sonrası vardır hayatın yani. Bir sonrasının da bir sonrası. Ha bire bir sonra.
Bu yüzden
değişir her şey her an. Düşünceler inançlar aşklar toplumlar devletlerin sınırları
devlet anlayışı dinler din anlayışı iklimler alışkanlıklar beklentiler ümitler
karakterler öğretiler dayatılanlar gelenekler adetler lisanlar moda,
Her şey.
Aklımıza ne geliyorsa yaşamda yer alan.
Hiçbir şey
kalıcı değildir.
Çünkü evren
değişiyor zaten her an. Güneş sistemleri. Gezegenler. Yani Dünya. Yani bu
Dünyadaki yaşam.
Hiçbir şeyin
kalıcı olmadığı bir yaşamda,
Kalsın ve
de sürekli olsun sürekli olurken hep aynı olsun diye direnenlerle değişimin
akışı içinde hayatlarını sürdürenler arasında ki farktır insanları bölen.
Ayrıştıran.
Bir tarafın
aklı almaz hiç değişimler karşısında inatla aynıyı sürdürmek için mücadele
edenlere,
Aynıyı
sürdürmek için mücadele edenlerde değişimlerin akışına kendini bırakanlara akıl
erdiremezler bir türlü.
Birinin
aklı cesarete ermez, diğerinin aklıysa korkaklığa.
Bir taraf
hep edinip istiflemek ister yaşamının olmazsa olmazları zannettiklerini korkaklığının
kölesi olmuş, diğer tarafsa kendine akan değişimlerle yaşar gider cesaretin
özgürlüğüyle.
Biri biçtiği
ve biçilen kalıplar arasına sıkışıp kalır yaşamı boyu. Diğerinin hiçbir kalıbı
olmadığı için sınırsızdır yaşamı.
Mesela,
Bir ev
sahibi olmak için 20 yıllık kredi almanın özgürlüklere vurduğu prangayı hiçbir
zaman anlatamazsın gelenekçi yapıya sahip insanın birine. Milyonlarca
barınaktan birine sahip olmak adına ömrünün hayatının on yirmi yılına ambargo
konulmasına izin vermek için nasıl bir akla sahip olmak gerek diye düşünür
değişimlerle yaşayanlarda.
Devlet
millet ülke din kavramlarına sıkı sıkıya sarılmış insanlarda hayrete düşürür
değişimcileri.
Harita
üzerinde çizilen çizgiler içine hapsedilen insan yaşamının manasını hiçbir
değişimciye hiçbir şekilde izah edemezsin.
Bayrak
kavramını da mesela. Aşk için söz vermeyi de. Söz vermenin mantığını dahi esas
izah edemezsin değişimcilere.
Hayatın
hayatının tamamına bir senaryo yazıp veya yazılmasına izin verip sonrada o
senaryoya sadık kalmak için çabalayanlarla,
Hayatın
kendi değişim ve akışıyla her an değişebilen senaryosu içine yerleşenler,
Hep
zıtlaşırlar.
Ve de hep
hayret ederler. Ki gelenekselciler değişen her şeye hayret ederlerken,
ütopiklerse gelenekselcilerin iki de bir
hayret etmesine hayret ederler.
Ve de iki
farklı insan yapısının oluşmasına en büyük etkense,
Bir taraf yaşama
olan tutkularıyla yaşadığından, tutkularından her uzaklaştığın da her
uzaklaştırıldığında yaşadığı ve çektiği acılarla gelişir ve de değişimi fark eder
önce kendi yaşamında sonra Dünyada evrende. Ve de her şeyi kabullenenlerin
başını çekmeye başlar aslında bitmez tükenmez isyanlarıyla gelenekselcilerin
yaşamı sürekli olarak şekillendirip kalıplara sokmak istemelerine ve de değişimleri
kabullenemeyişlerine.
Diğer
tarafta tutkular yoktur. Tutkuların yerini hırslar almıştır. Ve de hırslarla
yaşayan insanlar hedefe kilitlenme yönünde akıldan uzak duygulardan yoksun
oldukları için sadece hedefleri için doğru olanları kabullenirler ancak. Ve o
kadar yaşarlar ve yaşatırlar hayatı kendilerine ve diğer insanlara. Yaşamı bu
kadar zannettikleri için.
Bir taraf
geleceği için bugünü yaşayamazken ve de geleceği için doğru olduğuna inandığı
için bugünü feda ederken,
Diğer
tarafsa geleceğini gelecekte yaşıyor. Bugünü de bugünde.
Biri aşk
peşinde koşar. Aşk kendisini de bulsun diye dualar ede ede. Eğer bulduysa aşkı,
aşkı gün be gün an be an yaşayacağına aşkı hep sürsün diye verir çabaları her
bir an her bir gün, o anı o günü tam da aşkla yaşayamadan,
Diğer taraf
içinse her an aşıktır zaten. Her anı aşktır zaten. Her an her gün aşkı yaşar
bir sonraki anı bir sonraki günü hesap etmeden.
Kürdistan
hayalinin altı üstü Batının ayak oyunlarıyla dolu. Bir sürü plan. Bir sürü
cambazlıklar. Bu bir oyun. Bizim coğrafi bölgede oynanan uluslar arası bir sürü
oyundan biri.
Kürtlerin
tamamının bir ülke kurmak aşkı var mı? Varsa ne boyutta sanki onlara hiç
sorulmadan sahneye konulmuş bir oyun bu.
İşin içinde
kim bilir kaç devletin parmağı var. Bizim devletin bile bu konudaki düşünce ve
hedefi ve samimiyeti sanki net değil.
Ha bir de,
Bizim
boyacı var. Vardı. İsmi önemli değil boyacı arkadaşım vardı, Kürt.
Bazen derdim
ki ona ne diyorsun hiç anlamıyorum. Ya yıllardır İstanbul’da boyacılık yaptı
bir türlü kapamadı Türkçe aksanı. O diyor da ben anlamıyorum. O beni anlıyor
amma. Rezalet yani sohbetlerde benim halim.
Kürdistan kurulsun
mu derdim, yok be abi ne işi var Kürdistan’ın falan derdi. Bir sürü ağaya köle
oluruz yine, zaten bu iş ağaların işi derdi. Memnun musun hayatından derdim, çok
şükür abi derdi. Döner misin oralara derdim, ne döneceğim abi buralar cennet
derdi. Kızlarını özlüyormuş amma oraların. Çok güzeldir bizim oraların kızları
derdi. Beğenmiyor yani bizim buraların kızlarını. Beğenmiyor da gözler fıldır
fıldır. Ne iş usta derdim gevrek gevrek bakarken gelip geçen kadınlar,
sırıtırdı pişmiş kelle gibi.
Sonra,
Derdi ki,
abi bu ülke işleri çok mu önemli? Ne fark eder o ülke bu ülke maksat güzel
güzel yaşamak değil mi derdi şu ölümlü Dünyada. Zaten kılmış bu ülke işlerine.
Almanya’ya gitmek istiyordu. Para biriktirmiş. Akrabaları varmış orada. Vize
vermemişler. Onlar insan biz hayvan mıyız derdi. Çok kıl oluyormuş bu ülke
işlerine çook…
Gönülden
diyordu bunların hepsini hem de.
Türk'müsün
sen derdim, yok Kürt’müş. Hem ne fark edermiş ki. Sonra nereden duyduysa, bir gün,
Kızılderililer de Amerikan değillermiş zaten dedi. Savaş işi çok fenaymış.
Hatta bunun akrabaları Alman vatandaşı olmuşlar amma onlarda Alman değilmiş ki
zaten. O öyle derdi kendince, gümrükler kalkmalıymış. İsteyen istediği yerde
yaşamalıymış. İnsanlıkmış önemli olan.
Böyle derdi
benim Kürt boyacı arkadaş.
Benim
ütopik Kürt arkadaş.
John Lennon
diye çağırırdım onu. Kim o la derdi ters ters bakıp. İbne değilmiş. İbnelik
zannederdi John Lennon lafını.
İnsanlara
acıları acıyı gelenekselciler çektiriyor. Hatta kendilerine de. Herhalde doğma
nedenleri acı çektirmek yaşamda. Acı
çektirmek için gelmişler hayata. Onların acıları ölümleri eziyetleri
işkenceleri taşıyor yaşama amma. Kendilerine hırslarının zincirleriyle vurdukları
prangalarla.
Ölüm ve
esaret var çektikleri çektirdikleri acılarda çünkü. Bu gün bir başkasına yarın
onlara. Kendilerine esas.
Ütopiklerde
çok acı çekiyor. Tutkularıyla. Tutkularıyla yaşarken. Tutkularından
uzaklaştıkça. Tutkuları baskı altına alındıkça alınmaya çalışıldıkça.
Amma,
Onların
çektikleri acılarda yaşamın kendi var. Özgürlükler var. Hayatın özü var.
Biri
öldürüyor yok ediyor yaşamı sevgiyi aşkı.
Diğeriyse
yaşamın sevginin aşkın kaynağında yaşıyor yaşatıyor hayatı.
Biri yaşam
sevgi aşk peşinde,
Diğerinin
kendi yaşam kendi sevgi aşk zaten.
Biri ha
bire her şeyden nefret ediyor. Diğeri gelenekselcilerin yaşama taşıdıklarından
sadece.
Biri Türk
Kürt Alman Kızılderili Amerikan diye bölüp bölüştürüp çektiği sınırlar içinde
yaşıyor yaşatıyor hayatı hem kendine hem de tüm insanlara. Ve de değişimlerle
mücadele ediyor ve de kabullenmek istemiyor değişimleri.
Diğerininse,
Türküm
Kürtüm Almanım Kızılderiliyim Amerikalıyım demek aklına bile gelmiyor. Yaşıyor
hayatın hep akan hep değişen özgürlüklerini hep değişen yaşamı kabullenerekten.
Gelenekselciler
ütopiklere illet olurlar önce.
Sonra,
Ütopikçilerin
peşine düşerler. Ümitlerle.
Biri hep
bir ümit peşinde. Diğerinin kendi ümit çünkü.
İnsan oğlu
bu.
Gelenekselci
dahi olsa illaki görür hisseder doğruyu bir gün. İllaki. Bir gün. O gün olmasa
dahi.
Aşk var ya
aşk, sevgi var ya sevgi değiştirir insanı. Gelenekselcileri bile.
İster
bekleyen ol ister kaynağı tek ortak noktası orada insanoğlunun. Ne tür olursa
olsun.
Acıysa hep
var. Hepsi için.
Biri
hırslarıyla diğeri tutkularıyla amma iki türde acılarla yaşıyor aslında.
Biri yaşama
taşıdığı hırsların getirdiği acılarını paylaşıyor hep, yaşama hırslarıyla
taşıdığı acıların nedeni olduğu için hep,
Diğeriyse
acılarıyla kendi başına yaşıyor. Başkalarının hırslarıyla yaşama taşınan acılar
canını acıttığı için.
Birinin
sevdiği olmalı hep sarılacak korkuyor yalnızlıktan,
Diğerininse
kendine sarılması yetiyor korkudan bi haber olduğu için.
Esas meseleyse esas mesele,
Acıyı
yenmekte. Acıyı yok etmekte. Benliklerde. Özlerde. Her yerde. Hayatın her
yönünde her şeklinde her anından.
Bir gün
acıyı yok edecek yaşam.
Bir gün.
Hiç acının
olmadığı bir yaşam hayal edin, bir an dahi olsa.
Hallettik
mi meseleyi?
Ütopik mi?
Hayır.
Da,
Daha çok
acı çekmek gerekiyor yok edebilmek için tüm acıları galiba. Acıyı.
Zamanı
gelmedi daha galiba.
Ne acılar
var daha kim bilir çok acıtacak çok acıtarak,
Yaşanacak.
Amma tersin
tersi,
Acılarla acıları
yaşaya yaşaya güzelleşecek insanoğlu ve hayat. Güzele sahip olmak için değil
esas güzelin kıymetini bilsin diye daha çok acı çektirecek hayat insanlara.
Yaşamın
güzelliğini tam anlamıyla fark edemeyecek insanoğlu başka türlü galiba. Sadece yaşıyor
olmanın muhteşem güzelliğini.
Daha zaman
var. Daha zamanı var.
Çok belli.
Yaşanan ve
yaşatılanların göstergeleri bu yönde.
Hiç ütopik
olmayan veriler böyle.
Gelenekselcilerin
sayılarıysa henüz çok çok fazla.
Ütopiklerin
sayılarıysa çok çok az henüz.
Değişir.
Zaman.
Daha da
acıtmalı. Daha da ucuzlamalı yaşam,
Daha da
ucuzlamalı insan hayvan bitki su gökyüzü,
Ki,
Kıymeti çok
iyi,
Biline.
Cetvelle
çizilmiş bir sınır mı? Şekil mi yani?
Yoksa bir
insanın hayatı mı? Yaşam mı yani?
Bu
tartışılmadığı sürece daha çok acılar var bu dünya da bu ülkede. Tüm ülkelerde. Ülke kavramı başlı başına tartışma konusu olmalı önce zaten.
Mana ile,
Yaşam.
Aralarında
ki sorunu çözemedikleri müddetçe,
Çok acı var
daha yaşanacak,
Ulaşabilmek
için gerçek güzelliklere. Yaşamın güzelliklerini gerçekten farkında olup
gerçekten kıymetini bilmeklere.
O gün ne ülke ne din ne ırk kavramı olmayacak kalmayacak zaten. Para bile.
Yani acıların nedenleri.
Ütopik mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder