19 Ekim 2012 Cuma

ÜTOPİK Mİ DEDİN...

De ki Kürdistan kuruldu, hayali yani, Türkiye sınırları içinde. Bu durumda tüm Kürtler Türkiye’yi terk edip hayali Kürdistan’a yerleşmek zorunda kalacaklar. Bırakılacaklar buraları. Büyük göç olacak yani. Hem hayali Kürdistan vatandaşı olup hem Türkiye’de yaşayıp çalışamazsın ki. Bunun oturma izni var. Çalışma izni var. Çifte vatandaşlık yok yani.

Ki,
Ayrıca hayali Kürdistan sınırları içinde kalacak bugüne kadar yapılmış tüm devlet yatırımlarının da o gün ki,

Yapıldığı gün değil o gün ki ederlerinin bedellerini ödeyecek tabii ki Türkiye’ye hayali Kürdistan. Ciddi bir borçla kurulacaklar yani. Tam lokum. IMF lik. Oturtmaca. Batı adamı fena batırır.
Tuvalet kağıdından tut çimentoya kadar neye ihtiyaçları varsa ithal edecekler Türkiye’den veya bir başka ülkelerden. Oralarda ki üretim karşılamaz ihtiyaçları. Canını yediğim Batısı. Lokma ki ne lokma.

Nakliyelerin bir kısmı bile Türkiye gümrüklerinden geçecek. O da izin alabilirlerse tabii ki. Ki, Batı onu da hesap etti. Irak var artık.
Mesela,

Türkiye tarafında kalmış sahibi Kürt olan tüm şirketler yeniden izin alacaklar faaliyetlerini devam ettirebilmek için. Yabancı statüsü. Alırlarsa devam, alamazlarsa harç bitti yapı paydos.
Ki Kürt liderlerin ağaların Türkiye’de ki yatırımlarının neler olduğunun envanterini de bilmiyoruz. Direk en direk nelere sahipler ne paralar kazanıyorlar Türkiye’de? Epey olsa gerek.

Gibi ve diye,
Sayacaklarımızı Kürtler bilmiyorlar mı? Biliyorlar. Bal gibi.

Hükümet adamları bilmiyorlar mı? Biliyorlar. Bal gibi.
Batı bilmiyor mu? Biliyor. Bal gibi.

Demek herkes biliyor bu iş onay alsa bile kolay iş değil yani. Hiç hem de. Zaten,
Fanatikler ve durumdan rant çıkaranlar hariç kimse evet demez bu şartlara. Azınlık yani. Mesela neden Kürtler arasında referandum düzenlenmiyor,

İstiyor musunuz diye Kürdistan’ı? Çoğunluğa sorulmuyor yani.
Yüzde doksanı hayır demezse namerttim. Hatta daha da çoğu.

Evet çıkarsa topla pılıyı pırtıyı doğru hayali Kürdistan’a ihtimalini kimse göze alamaz. Kaçakçısı bile. Kime satacak kaçırdığını? 8 milyonun talebi az gelir arza.
Bu ülkede 8 milyon adet civarında Kürt var deniyor.

Al sana 8 milyon nüfuslu bir yeni ülke. İstihdam et bakalım. Çalışsınlar para kazansınlar. İş şart.
Nerede çalışacak 8 milyon Kürt? Hangi işlerde?

Var ya,
Daha ilk yıl isyan çıkar açlıktan kargaşadan o ülkede. Tam Batılık durum. Ki Kürtlerin kendi içlerinde de var etnik guruplar. Ha diyeceksin ki petrolü çıkaracaklar onu satar yan gelip yatarlar. Yok öyle şey. 8 milyon yan yatmaya kalksa 8 milyon yatak lazım önce. 8 milyon yatak odası. Kolay işler değil bunlar. Petrol zengini ülkelerde bile kaynıyor ortalık. Halk uyandı. Bakınız Güney Sudan Devleti. Sıkı petrol var bir o kadar da ölüm ve karmaşa. E hani bağımsızlık iyiydi?

Ki,
Diyeceksin ki Türk kökenlilerde oralardan Türkiye’ye göçecekler. O en kolayı. Onlara iş hazır. Kürtlerden boşalan yerlere yerleşecekler iş gücü olarak. Milyonlarca iş hazır Kürtlerden gidince boşa çıkacak.

Diye,
Düşündükçe  ütopik gelebilir.

Ütopik diye adlandırmaya başladın mı, bugünlerde olan her şey zamanında ütopikti zaten. Çok gerilere gitmeye gerek yok.
Holivud bile akıl edemedi uçaklar marifetiyle kulelerin yıkılması senaryosunu. Hem de Amerika’nın yetiştirdiği adam tarafından kurulmuş örgütle. Ki, esas bir başka senaryo daha  var konuşulan. Birilerine bugün için ütopik gelen.

Ya Kaddafi’nin sonu? O da ütopik gelirdi.
Berlin duvarını Ruslar yıkacak iki Almanya birleşecek deseydik 40 sene evvel, tam ütopik olurdu. Geçtim çarlığın sonundan.

Üç beş ayda üç beş Arap ülkesinin liderleri devrilecek deseydik mesela zamanında. Mübarek dahil. O da ütopik.
Mesela SSCB dağılacak onlarla yeni devlet kurulacak o topraklarda, Yugoslavya dağılacak oradan da çıkacak üç beş ülke falanda ütopikti yıllar evvel.

Avrupa ülkelerin iflasın eşiğine gelecekler bir gün deseydik 30 sene evvel. O da ütopik olurdu o gün.
Ütopikse devam.

Kürt sorunu su sorunu olabilir mi mesela esas?
Hayali Kürdistan’da kaç baraj var orada ki su kaynaklarının miktarını bileniniz var mı? Açın bakın bakalım meraklıysanız. Arap yarımadasını besleyen su kaynakları ve barajlar kalıyor hayali Kürdistan’da. Hatta belki de çok daha büyük bir coğrafi bölgeyi besleyecek kadar günü gelince.

Kaymaklısı  yani.
Ne işe yarar o su kaynakları?

Şu işe yarar henüz enerji savaşında Dünya amma yüz yıla bile kalmaz şiddetli su savaşları başlayacak.
2050 yıllarında Dünya nüfusunun tahminen yüzde 40’ı tatlı su sıkıntısı yaşayacak. 4 milyar insancık bir hesapla. Türkiye’de bu gurubun içinde. Maalesef. Çünkü Türkiye elli yıl evvel su zengini ülkeler listesindeyken şu an su fakiri olan ülkeler listesine tepeden de olsa neredeyse girdi bile. Çarçur etme yanlış hesaplar meselesinin bedelleri.

De ki,
Geldik 2050 yılına. Türkiye’de su sıkıntısı had safhada,

Amma,
Hayali Kürdistan’da gürül gürül akıyor sular. Barajlar falan. Göl bile var sınırları içinde.

Gel gel yapıyorlar Türkiye’ye. Su lazım mı su diye.
E lazım.

İyi o zaman bize şunu da ver bunu da ver ki, bizde sana su verelim diyor hayali Kürdistan. E kıvranacaksın önce amma sonra vereceksin çare yok. Tatlı su bu. Ya da deniz suyunu tatlı suya çevireceksin ki onun maliyeti çok daha yüksek. Savaşmak bile daha ucuz. Ha savaş deyince,
İnsan canı kaç para eder?

O en ucuzu. Şimdiden ucuzladı zaten o günlerde kim bilir kaça düşer. Ki, 2050 de insanlar savaşmazlar zaten. Makineler savaşır esas.
Şimdi,

Var mı suyun var. Var mı petrolün var. O gün durumu iyi yani hayali Kürdistan’ın.
Peki,

İsrail ile arası nasıl? İyi. Bu da güzel. İran’ı sevmiyor zaten, İsrail de. O da güzel. Ki o gün kaldıysa İran tabii ki. İran’ın sonuna senaryolar yazsak bugün tam ütopik oluruz.
Ha ya araya Suriye girerse? Sorun değil, onu şu an hallediyorlar zaten.

Yani,
Batı arkanda demektir. Hem Avrupa’sı hem Amerika’sı yani.

Hayali Kürdistan kurulsun diye isteyen Batı ve israil’dir. Nettir bu. Ki, hayali Kürdistan’ın suyu ve petrolü İsrail’e de taşınacaktır. Oldu bu iş.
Vaay…plan güzel.

Geriye kaldı planı eyleme alıp sonuca ulaşmak. O da zaman meselesi.
Ütopik mi?

Hiç değil.
Atatürk’e bugün bu ülkede yapılan muamelede bugün olanlarda ütopik gelirdi deseydik bir zamanlar evvel.

Hele şah dönemi İran’ının bugün ki hali o günlerde tam ütopik sayılırdı kesin.
Şimdi,

Laf lafı açınca deniyor ki, bilmem kim biliyor musunuz ne yapmış, hiç beklenmezdi ondan.
Hani bilinen karakter yapısına aykırıymış meğersem bugün yaptığı ettiği. O gün dense bunları yapacak bir gün diye amma da ütopik denirdi kim bilir. Amma bugün yapıyor işte.

Başımıza gelen artısı eksisi her şey içinde a aa ne ütopik bir senaryo bu derdik zamanında çıkınca kahve falında.
Her şey olur bu hayatta. Olmaz denilen. Olur olmazlığı tartışılmayanlar bile.

Mesela,
Yeni haber havadan petrol elde edildi. Bildiğin soluduğun havadan. Yeni bu haber. Al sana ütopiğin patronu hem de. Petrol savaşlarını başlatmak için stratejiler belirleyenlere, baba boşa uğraşma zaten havadan elde edilecek bir gün petrol deseydik uzun yıllar evvel, ütopik ne kelime, deli derlerdi adama.

Yaşamın kendi ütopiktir aslında.
Biz ütopik yaşamı sınırlandırmaya çalışırız her türlü değişimlerin hayatımıza taşıyacağı yenilerle yeniden uğraşıp yeniden çaba sarf edip de ha bire yeniden kurgulamak istemediğimiz için hayatımızı.

Ütopik insanlar vardır. Bir de gelenekseller.
Ütopikler yaşamı ve her şeyleri ile cesareti temsil ederler. Gelenekselcilerde zihinsel ve ruhsal tembelliği ve de korkuları.

Hep ütopikler kazanırlar iddiaları amma. Kazanırlarda ömürleri vefa etmediği için genelde kazandıklarını göremeden ölüp giderler.
Örnekse al sana örnek hem de içimizden,

Atatürk mesela. Ütopikti. Cesurdu yani her şeyiyle. O gün dedikleri bugün gerçek oluyor Dünyada. Dünya görüşü kuvvetli insanlar diyoruz biz bu nevi insanlara.
Dünya. Yani yaşam. Yani yaşam  görüşü.

Görürsün. Öyle istişareye falan yatmaya hiç gerek yok. Bak görürsün. Önce geçmişi iyi bilmek lazım amma. Deviminin hızını yönlerini gücünü iyi de fark etmek. Tutkuluda olmam lazım amma. Tutku şart.
Hiçbir şey kalıcı değildir yaşamda. Olamazda zaten. Tek bir kural çalışır yaşamda,

Başlar biter.
Doğar ölür.

Şekil alır şekillini değiştirir.
Hep bir sonrası vardır hayatın yani. Bir sonrasının da bir sonrası. Ha bire bir sonra.

Bu yüzden değişir her şey her an. Düşünceler inançlar aşklar toplumlar devletlerin sınırları devlet anlayışı dinler din anlayışı  iklimler alışkanlıklar beklentiler ümitler karakterler öğretiler dayatılanlar gelenekler adetler lisanlar moda,
Her şey. Aklımıza ne geliyorsa yaşamda yer alan.

Hiçbir şey kalıcı değildir.
Çünkü evren değişiyor zaten her an. Güneş sistemleri. Gezegenler. Yani Dünya. Yani bu Dünyadaki yaşam.

Hiçbir şeyin kalıcı olmadığı bir yaşamda,
Kalsın ve de sürekli olsun sürekli olurken hep aynı olsun diye direnenlerle değişimin akışı içinde hayatlarını sürdürenler arasında ki farktır insanları bölen. Ayrıştıran.

Bir tarafın aklı almaz hiç değişimler karşısında inatla aynıyı sürdürmek için mücadele edenlere,
Aynıyı sürdürmek için mücadele edenlerde değişimlerin akışına kendini bırakanlara akıl erdiremezler bir türlü.

Birinin aklı cesarete ermez, diğerinin aklıysa korkaklığa.
Bir taraf hep edinip istiflemek ister yaşamının olmazsa olmazları zannettiklerini korkaklığının kölesi olmuş, diğer tarafsa kendine akan değişimlerle yaşar gider cesaretin özgürlüğüyle.

Biri biçtiği ve biçilen kalıplar arasına sıkışıp kalır yaşamı boyu. Diğerinin hiçbir kalıbı olmadığı için sınırsızdır yaşamı.
Mesela,

Bir ev sahibi olmak için 20 yıllık kredi almanın özgürlüklere vurduğu prangayı hiçbir zaman anlatamazsın gelenekçi yapıya sahip insanın birine. Milyonlarca barınaktan birine sahip olmak adına ömrünün hayatının on yirmi yılına ambargo konulmasına izin vermek için nasıl bir akla sahip olmak gerek diye düşünür değişimlerle yaşayanlarda.
Devlet millet ülke din kavramlarına sıkı sıkıya sarılmış insanlarda hayrete düşürür değişimcileri.

Harita üzerinde çizilen çizgiler içine hapsedilen insan yaşamının manasını hiçbir değişimciye hiçbir şekilde izah edemezsin.
Bayrak kavramını da mesela. Aşk için söz vermeyi de. Söz vermenin mantığını dahi esas izah edemezsin değişimcilere.

Hayatın hayatının tamamına bir senaryo yazıp veya yazılmasına izin verip sonrada o senaryoya sadık kalmak için çabalayanlarla,
Hayatın kendi değişim ve akışıyla her an değişebilen senaryosu içine yerleşenler,

Hep zıtlaşırlar.
Ve de hep hayret ederler. Ki gelenekselciler değişen her şeye hayret ederlerken, ütopiklerse  gelenekselcilerin iki de bir hayret etmesine hayret ederler.

Ve de iki farklı insan yapısının oluşmasına en büyük etkense,
Bir taraf yaşama olan tutkularıyla yaşadığından, tutkularından her uzaklaştığın da her uzaklaştırıldığında yaşadığı ve çektiği acılarla gelişir ve de değişimi fark eder önce kendi yaşamında sonra Dünyada evrende. Ve de her şeyi kabullenenlerin başını çekmeye başlar aslında bitmez tükenmez isyanlarıyla gelenekselcilerin yaşamı sürekli olarak şekillendirip kalıplara sokmak istemelerine ve de değişimleri kabullenemeyişlerine.

Diğer tarafta tutkular yoktur. Tutkuların yerini hırslar almıştır. Ve de hırslarla yaşayan insanlar hedefe kilitlenme yönünde akıldan uzak duygulardan yoksun oldukları için sadece hedefleri için doğru olanları kabullenirler ancak. Ve o kadar yaşarlar ve yaşatırlar hayatı kendilerine ve diğer insanlara. Yaşamı bu kadar zannettikleri için.
Bir taraf geleceği için bugünü yaşayamazken ve de geleceği için doğru olduğuna inandığı için bugünü feda ederken,

Diğer tarafsa geleceğini gelecekte yaşıyor. Bugünü de bugünde.
Biri aşk peşinde koşar. Aşk kendisini de bulsun diye dualar ede ede. Eğer bulduysa aşkı, aşkı gün be gün an be an yaşayacağına aşkı hep sürsün diye verir çabaları her bir an her bir gün, o anı o günü tam da aşkla yaşayamadan,

Diğer taraf içinse her an aşıktır zaten. Her anı aşktır zaten. Her an her gün aşkı yaşar bir sonraki anı bir sonraki günü hesap etmeden.
Kürdistan hayalinin altı üstü Batının ayak oyunlarıyla dolu. Bir sürü plan. Bir sürü cambazlıklar. Bu bir oyun. Bizim coğrafi bölgede oynanan uluslar arası bir sürü oyundan biri.

Kürtlerin tamamının bir ülke kurmak aşkı var mı? Varsa ne boyutta sanki onlara hiç sorulmadan sahneye konulmuş bir oyun bu.
İşin içinde kim bilir kaç devletin parmağı var. Bizim devletin bile bu konudaki düşünce ve hedefi ve samimiyeti sanki net değil.

Ha bir de,
Bizim boyacı var. Vardı. İsmi önemli değil boyacı arkadaşım vardı, Kürt.

Bazen derdim ki ona ne diyorsun hiç anlamıyorum. Ya yıllardır İstanbul’da boyacılık yaptı bir türlü kapamadı Türkçe aksanı. O diyor da ben anlamıyorum. O beni anlıyor amma. Rezalet yani sohbetlerde benim halim.
Kürdistan kurulsun mu derdim, yok be abi ne işi var Kürdistan’ın falan derdi. Bir sürü ağaya köle oluruz yine, zaten bu iş ağaların işi derdi. Memnun musun hayatından derdim, çok şükür abi derdi. Döner misin oralara derdim, ne döneceğim abi buralar cennet derdi. Kızlarını özlüyormuş amma oraların. Çok güzeldir bizim oraların kızları derdi. Beğenmiyor yani bizim buraların kızlarını. Beğenmiyor da gözler fıldır fıldır. Ne iş usta derdim gevrek gevrek bakarken gelip geçen kadınlar, sırıtırdı pişmiş kelle gibi.

Sonra,
Derdi ki, abi bu ülke işleri çok mu önemli? Ne fark eder o ülke bu ülke maksat güzel güzel yaşamak değil mi derdi şu ölümlü Dünyada. Zaten kılmış bu ülke işlerine. Almanya’ya gitmek istiyordu. Para biriktirmiş. Akrabaları varmış orada. Vize vermemişler. Onlar insan biz hayvan mıyız derdi. Çok kıl oluyormuş bu ülke işlerine çook…

Gönülden diyordu bunların hepsini hem de.
Türk'müsün sen derdim, yok Kürt’müş. Hem ne fark edermiş ki. Sonra nereden duyduysa, bir gün, Kızılderililer de Amerikan değillermiş zaten dedi. Savaş işi çok fenaymış. Hatta bunun akrabaları Alman vatandaşı olmuşlar amma onlarda Alman değilmiş ki zaten. O öyle derdi kendince, gümrükler kalkmalıymış. İsteyen istediği yerde yaşamalıymış. İnsanlıkmış önemli olan.

Böyle derdi benim Kürt boyacı arkadaş.
Benim ütopik Kürt arkadaş.

John Lennon diye çağırırdım onu. Kim o la derdi ters ters bakıp. İbne değilmiş. İbnelik zannederdi John Lennon lafını.
İnsanlara acıları acıyı gelenekselciler çektiriyor. Hatta kendilerine de. Herhalde doğma nedenleri acı çektirmek  yaşamda. Acı çektirmek için gelmişler hayata. Onların acıları ölümleri eziyetleri işkenceleri taşıyor yaşama amma. Kendilerine hırslarının zincirleriyle vurdukları prangalarla.

Ölüm ve esaret var çektikleri çektirdikleri acılarda çünkü. Bu gün bir başkasına yarın onlara. Kendilerine esas.
Ütopiklerde çok acı çekiyor. Tutkularıyla. Tutkularıyla yaşarken. Tutkularından uzaklaştıkça. Tutkuları baskı altına alındıkça alınmaya çalışıldıkça.

Amma,
Onların çektikleri acılarda yaşamın kendi var. Özgürlükler var. Hayatın özü var.

Biri öldürüyor yok ediyor yaşamı sevgiyi aşkı.
Diğeriyse yaşamın sevginin aşkın kaynağında yaşıyor yaşatıyor hayatı.

Biri yaşam sevgi aşk peşinde,
Diğerinin kendi yaşam kendi sevgi aşk zaten.

Biri ha bire her şeyden nefret ediyor. Diğeri gelenekselcilerin yaşama taşıdıklarından sadece.
Biri Türk Kürt Alman Kızılderili Amerikan diye bölüp bölüştürüp çektiği sınırlar içinde yaşıyor yaşatıyor hayatı hem kendine hem de tüm insanlara. Ve de değişimlerle mücadele ediyor ve de kabullenmek istemiyor değişimleri.

Diğerininse,
Türküm Kürtüm Almanım Kızılderiliyim Amerikalıyım demek aklına bile gelmiyor. Yaşıyor hayatın hep akan hep değişen özgürlüklerini hep değişen yaşamı kabullenerekten.

Gelenekselciler ütopiklere illet olurlar önce.
Sonra,

Ütopikçilerin peşine düşerler. Ümitlerle.
Biri hep bir ümit peşinde. Diğerinin kendi ümit çünkü.

İnsan oğlu bu.
Gelenekselci dahi olsa illaki görür hisseder doğruyu bir gün. İllaki. Bir gün. O gün olmasa dahi.

Aşk var ya aşk, sevgi var ya sevgi değiştirir insanı. Gelenekselcileri bile.
İster bekleyen ol ister kaynağı tek ortak noktası orada insanoğlunun. Ne tür olursa olsun.

Acıysa hep var. Hepsi için.
Biri hırslarıyla diğeri tutkularıyla amma iki türde acılarla yaşıyor aslında.

Biri yaşama taşıdığı hırsların getirdiği acılarını paylaşıyor hep, yaşama hırslarıyla taşıdığı acıların nedeni olduğu için hep,
Diğeriyse acılarıyla kendi başına yaşıyor. Başkalarının hırslarıyla yaşama taşınan acılar canını acıttığı için.

Birinin sevdiği olmalı hep sarılacak korkuyor yalnızlıktan,
Diğerininse kendine sarılması yetiyor korkudan bi haber olduğu için.

Esas meseleyse esas mesele,
Acıyı yenmekte. Acıyı yok etmekte. Benliklerde. Özlerde. Her yerde. Hayatın her yönünde her şeklinde her anından.

Bir gün acıyı yok edecek yaşam.
Bir gün.

Hiç acının olmadığı bir yaşam hayal edin, bir an dahi olsa.
Hallettik mi meseleyi?

Ütopik mi?
Hayır.

Da,
Daha çok acı çekmek gerekiyor yok edebilmek için tüm acıları galiba. Acıyı.

Zamanı gelmedi daha galiba.
Ne acılar var daha kim bilir çok acıtacak çok acıtarak,

Yaşanacak.
Amma tersin tersi,

Acılarla acıları yaşaya yaşaya güzelleşecek insanoğlu ve hayat. Güzele sahip olmak için değil esas güzelin kıymetini bilsin diye daha çok acı çektirecek hayat insanlara.
Yaşamın güzelliğini tam anlamıyla fark edemeyecek insanoğlu başka türlü galiba. Sadece yaşıyor olmanın muhteşem güzelliğini.

Daha zaman var. Daha zamanı var.
Çok belli.

Yaşanan ve yaşatılanların göstergeleri bu yönde.
Hiç ütopik olmayan veriler böyle.

Gelenekselcilerin sayılarıysa henüz çok çok fazla.
Ütopiklerin sayılarıysa çok çok az henüz.

Değişir.
Zaman.

Daha da acıtmalı. Daha da ucuzlamalı yaşam,
Daha da ucuzlamalı insan hayvan bitki su gökyüzü,

Ki,
Kıymeti çok iyi,

Biline.
Cetvelle çizilmiş bir sınır mı? Şekil mi yani?

Yoksa bir insanın hayatı mı? Yaşam mı yani?
Bu tartışılmadığı sürece daha çok acılar var bu dünya da bu ülkede. Tüm ülkelerde. Ülke kavramı başlı başına tartışma konusu olmalı önce zaten.

Mana ile,
Yaşam.

Aralarında ki sorunu çözemedikleri müddetçe,
Çok acı var daha yaşanacak,

Ulaşabilmek için gerçek güzelliklere. Yaşamın güzelliklerini gerçekten farkında olup gerçekten kıymetini bilmeklere.
O gün ne ülke ne din ne ırk kavramı olmayacak kalmayacak zaten. Para bile.
Yani acıların nedenleri.
Ütopik mi?

Hiç yorum yok: