3 Kasım 2012 Cumartesi

1453 İSTANBUL REZİLLİĞİ

1452 İsmet tahtaya. 1453 Ali sende tahtaya. Dersimiz ‘Doğa Katliamından Nasıl Rant Elde Edilir’. Aferin. İyi çalışmışsınız dersinize. Oturun. 10. Yıldızlı.

Birinin aldığı ruhsatla inşaatına izin verilen rezillikteki villa sayısı 1452. Diğerinin inşa edeceği rezilliğin adı 1453. Tek tek kalkıyorlar tahtaya. Ne keramet varsa bu bin dörtyüzlü rakamda. Biri zamanında Beykoz Ormanlarının bir kısmını sildi süpürdü hala süpürmeye devam ediyor. Diğeriyse Fatih Ormanlarının bir kısmını silip süpürecek şimdi. Biri ANAP dönemi aldı ruhsatı amma CHP’li geçinir. Diğeri AKP  döneminde. Umurlarında mı İstanbul. Umurlarında mı bu ülke.
Umurlarında mı bu gezegenin değerleri.

Umurlarında mı insana doğaya sevgi saygı.
Umurlarında olsa kendi,

Memleketleri,
Karadeniz’i cennet eylerlerdi buraları rezilleştireceklerine.

Dikmezlerdi o çirkin değil, çok çirkin apartman bozuntusu yapıları canım Karadeniz ormanlarının içlerine.
Hem de,

Yüz yıllık o güzelim konakların örnekleri varken gözlerinin önünde. Hem de şaheser mimarileriyle.
İsmet’le Ali. Doğayı katledip kendilerine rant elde edenlerin arasında sınıf birincileri. Şimdilik. İstanbul’da.

İki çok güzel örnektir bu ülkeyi sadece kendi ceplerini doldurmak kaygısıyla yerle bir eden insanlara örnek.
Ki,

Git biraz üstlerine hak hukuk insanlık doğa falan diye,
İllaki ya nazar eylerler topuğuna ya da nazar değer gözüne.

Dünyanın her anlamda sayılı şehirlerinden birinin sınırları içinde, hatta Avrupa’nın dahi sayılı iki ormanını tek başlarına yok etmeye yeminli iki cahil.
Amma,

Zengin cahil.
İki,

Doğa katili. Hem de en zevksizlerinden. Hem de en görmemişlerinden. Hem de en gaddarlarından. Milyonlarca insana ait milyonlarca insanın aşkla bağlı olduğu yüz yılların sabrıyla bu günlere ulaşmış hem gezegenin hem de memleketin bu iki ormanını,
Birkaç bin aile için,

Birkaç yüz milyon dolar için yok eden iki paragöz ve de hin amma tam gariban.
Ve de,

Bunlar gibi paragöz garibanlarla kol kola girip duruma çanak tutup izin veren onlarla yüzlerle,
Sözüm ona devleti milleti için çalışan, bizim vergilerle karnını doyuran sadece doğaya değil, geçmişe kültüre insanlığa karşı saygı sevgi katili,

Fevkalade terbiyesiz bir alay kıro insan.
Ve de,

Hiç gelmeyecek sonları bu nevi insanların bu ülkede. Bu ülke soysuz yetiştirme konusunda uzman. Soysuzların sayısı artıyor gittikçe.
Kim var bunların arkasında?

Devletin yöneticileri.
Hem İsmet hem de Ali bakın ki tesadüfe ikisi de bizim şehrin Haliç’ini mavi gözlerinin rengine çevirmeye niyetli iki farklı partiden iki farklı belediye başkanı zamanında onaylattılar ruhsatlarını. Şov taym beybiis.

Biri 1987 de. O zamanın Haliç kadar mavi gözlü Belediye Başkanı onayladı en son projeyi. İçine de bizim Koleji bile yerleştirdiler. Onun bir yardımcısı vardı o zamanlar. Kankası. Kolejli. İyi insanlar bunlar yani.
Diğeri de,

Bu sene onaylattı ruhsatı olsa gerek bugünlerin  mavi gözlüsüne.
Masmavi gözler,

Nazar eylediler milletin İstanbulluların bu güzel ormanlarına.
İki sınıf birincisi,

İki ana kent belediye başkanı,
İki ilçe belediye başkanı,

İki bakan,
İki başbakan,

Birkaç da genel müdürle müdürleri falan da ekle,
Etti sana on bilemedin yirmi kişi en fazla hadi otuz olsun,

70 milyonun ormanını gasp ediyorlar. Ettiler bile. Rahatlıkla. Utanmadan. Çekinmeden. Arsızca. Rezilce. Aç gözlülükle. Kıroca. Ahlaksızca.
Ve de o evleri alanlarda,

Bir o kadar,
Utanmazlar. Arsızlar. Reziller. Aç gözlüler. Kırolar. Ahlaksızlar. Bana ne yok. Sana esas. Vicdanlı ve duyarlı bir insansan. Onların açgözlülüklerine cesaret verirsin daha da azdırırsın her bir evi aldıkça.

Kim bu adamlar?
Adamlar diyorum çünkü kadın yok bu haltları karıştıranların içinde yani.

Kim bunlar yahu?
Bu nasıl bir cüret? Bu nasıl bir haddini bilmezlik?

Hangi biriyle uğraşacaksın,
Hangi biriyle başa çıkacaksın?

Her yerdeler.
Her kuşaktan hem de.

Hiç bitmiyor kuruyası soyları.
İstanbulluyum ben. Memleketim burası.

Ve de,
Acı içinde,

Memleketimin yani soyumun sopumun kuşaklar boyu doğduğu büyüdüğü öldüğü bu şehrin insanıyım ben.
Ve de,

Bir yerliler, oralılar buralılar binlerce hatta on binlerce yıllık geçmişi olan şehrimi fareler gibi kemiriyorlar.
Her bir tarafından.

Ve de,
Ben acılar içinde sadece seyrediyorum. Tepkilerimi tepki gösterenleri ciddiye alanda yok. Ciddi olarak tepki koyanda yok zaten.

Ya kendimi yakayım diyorum,
Ya da,

Bu soysuzları.
Çare yok başka galiba.

Zaten yakıyor beni bu memleketin insanlarının bir kısmı beni. Bu devletin yöneticileri de.
Rambo olmak istiyor canım.

Her bir tarafımda bin tane silah. Çıkıp geceleri ortaya. Ya da Batman fazla. Başla temizliğe.
Büyük temizlik.

Mikroplardan arınmaca.
Pislikleri temizlemece.

Sevgi diyorsun insanlık diyorsun evren falan diyorsun sonra gelip duyarsızlığa teslim şeytanlarla baş başa kalıyorsun hayatın her bir yerinde.
Net tavrım bu insanlara karşı.

Hepsini kovacaksın bu şehirden. Hatta memleketten. Hatta gezegenden.
Bedeli ne olursa olsun,

Eyleme geçip tutup kulaklarından kapı dışarı edeceksin bizim yaşantımızdan.
Onların yaptıklarını ettiklerini doğru bulanları da. Onlara o paraları ödeyenleri de.

Lanet bir kabus gibiler.
Bitmeyen.

Ki bu bitmeyen kabusları yaşatanların git köylerine kasabalarına onların alıştıkları onlar için kabul görmüş yaşam tarzının çık dışına bak neler geliyor başına.
Bak nasıl kabusa çevirirler iki günde hayatını. Hatta şehirlerinde bile.

Çünkü,
Orası onların memleketi. İstanbul’sa onlara göre herkesin. Ki öyle değil işte. İstanbul İstanbulluların memleketi. Ha bir de İstanbul’un kendine özüne kültürüne aşık olmuşların memleketi.

Hayatta kalan gerçek İstanbulluların sayısı iki buçuk milyon bile değil artık. Ki, tamamı da yaşamıyor İstanbul’da. Göçün İstanbul’a taşıdığı rezilliklere dayanamayıp çekip gitti çoktan yarısı bu şehirden.
Kalan bir milyonsa,

Benim gibi acı çekiyor bu şehir rezilliklere kurban edildikçe.
Ekmek parasıymış.

İyi güzel, gel kazan ekmeğini. Kim engel oluyor sana. Kimse. Amma İstanbullu olmayı öğren önce.
Ki,

Öğrenmezler bunlar. Bunları bırak İstanbul’a hangi ülkeye götürürsen götür oraları da benzetirler kendilerine.
Toplu yaşamın her bir ülke her bir şehir her bir kasaba her bir köy her bir mezrada bile kendine has kuralları vardır oluşmuş yüzlerle binlerle yıl içinde.

İstanbul’un da var. Dı.
Benim yaşlar ellilerin ortalarında.

Bırak ormanı çalmayı memleketten bir adet elma bir adet erik çalınmazdı bu şehirde ben çocukken.
Evlerin kapıları kilitlenmezdi. Ayıptı. Ola ki sen evde yokken komşunun bir ihtiyacı olur acil girmek zorunda kalır evine de sonra giremez  diye.

Hırsızı yoktu şehrin.
Günaydın vardı. İyi akşamlar vardı. Tren dostlukları vardı. Vapur dostlukları vardı. Her sabah her akşam kısacık sohbetlerle şenlendirilen.

Para?
Lafı edilmezdi. Ayıp sayılırdı. Zengini fakiri iç içe yaşanırdı. Kim ne kadar zengin ben hiç bilmezdim çocukken bizim mahallede.

Hepimiz aynıydık çoluk çocuk.
Neden mi?

Ağa yoktu çünkü. Ağalık sistemini bilmezdi İstanbullu. Yani hükmetmeyi bir başka insana. Bir başka insanın aczinden para kazanmayı hiçbir kimse bilmezdi. İstese akıl dahi edemezdi.
Rumu Ermenisi Yahudisi el ele, kol kola hep beraber neşe içinde yaşanırdı.

Kimse bilmezdi din ayrımcılığını.
Kimse bilmezdi kültür ayrımcılığını.

Kimse bilmezdi ırk mezhep ayrımcılığını.
Kimse bilmezdi para kültürü. Yani paranın getirdiği kültürsüzlüğü.

Mutlu mesut yaşardık biz bu şehirde. Hiçbir zorluk bize zorluk gibi gelmezdi. Kalenderdik hepimiz çünkü.
Kendi minik dünyalarımızda amma kocaman yüreklerimizle azlarla amma çok sevgimizle çok saygımızla çok duyarlılığımızla,

Çok yaşardık bu şehirde.
Bu rezillikler bu saygısızlıklar bu sevgisizlikler bu açgözlülükler bu terbiyesizlikler bu hırsızlıklar sarmadan baş edilemez bir salgın gibi bu şehri.

Babalarımız annelerimizde öyle yaşadı.
Dedelerimiz ninelerimiz dedelerimizin dedeleri ninelerimizin nineleri,

Hep,
Çoklarla yaşadı,

Azlarıyla,
Kanaat ederek. Aza şükrederek.

Her bir semtin her bir sokağın öyküsü vardı. Her bir semt her bir sokak kendi üslubunca sahip çıkardı sevgiye saygıya.
Amma hep sahip çıkardı.

O yüzden sevgi saygı kokardı, sevgi saygı dolardı içimize her bir nefeste.
Ta ki,

Bir yerliler bizim şehre doluşana kadar.
Sevgi saygı hırsızları zapt edene kadar şehri.

Parayla kendine kültür edindiğini zannedenler parayla adam olduklarını adam olunacağını zannedenler parayı kültür zannedenler gelene kadar. Zamanında ağalıkların altında ezilmiş, ağa olmaya yemin etmişler şehrin her bir yerini gelir kaynağı görüp şehrin her bir yerini katledene kadar.
Binlerce yıllık kültürü yaşam biçimini eritip yok edene kadar.

İsmet’in 1452 sinde kestane meşe ormanı vardı zamanında mesela. Kalınlıkları belimden büyük. İçlerinde envai türlü hayvanı barındıran. Bakmaya doyamazdın tırmanınca Boğaz sahilinden tepelere doğru.
Fatih Ormanları nam-ı diğer Belgrat Ormanlarıysa içinde kaybolduğumuz doğamızdı bizim. Piknik yapardık ben çocukken. Yanmış kömürleri bile torbaya doldurup eve geri getirirdi büyükler.

Geyikler vardı. Ceylanlar da. Kuşlar mı? Çeşit çeşit. Tavşanlar sincaplar tilkiler kurtlar vardı. Gözlerimle seyrettiğim. Efsane değil bunlar.
Bizim komşumuzun bahçesiydi o ormanlar. Yüzyıllardır olduğu gibi sarmaş dolaş yaşardı İstanbullular o ormanlarla.

Tek bir dalına bile elini sürmeden. Ağaç kesmek mi? Oracıkta keserlerdi seni tek bir ağacı kesmeye kalkışsan. Nereden kaldı ağaç falan kesmekler.
Bizimdi oralar. Herkese aitken. O herkes bizdik zaten.

Sonra,
Bizler ve herkesler diye bölündük. Azınlık kaldık bizler. Çoğunluksa oldu sana herkesler.

Bir yerliler.
Bu memlekette varsa bir iki tane belki amma o bile yoktur bence,

Siz hiç,
İstanbullular Dayanışma ve Kültür Derneği,

Diye bir dernek duydunuz mu?
Duymadınız.

Yoktur çünkü.
Dayanmamız gerekmiyordu ki bir şeylere toplaşıp dayanmaya çalışalım birbirimize.

Kültürse,
İstanbul kültürü vardı. Zaten bildiğimiz. Zaten o kültürle iç içe doğup büyüyüp yaşadığımız.

O kültür sevgiydi,
Saygıydı,

Şehre, şehirde ki her bir eve köşke viraneye apartmana her bir bahçeye denize adasına sahiline plajına balığa ormana doğaya sokağa kaldırıma komşuya mahalleye kiliseye sinagoga camiye esas insana.
Kültür buydu.

Binlerce yıllık koskocaman bir kültürün içinde minik kendi dünyalarımızda yaşardık bizler mutlu mesut.
Dayanışmaya gerek duymadan. Soyutlamadan kendimizden hiçbir kültürü hiçbir yaşam tarzını,

Eğer ki içinde sevgi saygı varsa.
Ta ki,

Sadece paraya sevgi ve saygı duyanlar dolana kadar bizim şehre.
Sevgi saygı şehri,

Oldu sana,
Para şehri. Bizim İstanbul kültürü gitti yerine kıro para kültürsüzlüğü geldi.

Ki,
Sevginin saygının olduğu bir toplumda bile para ne zaman ki çıkarsa ön plana ne sevgi kalır ne de saygı.

Ne insana ne hayvana ne doğaya ne kültüre.
Bizlere de,

Acı çekmesi kalır geriye.
Çok acı,

Hem de.
Çok acı çünkü.

Galiba artık sadece,
Bizlere çok acı.

Bizlerinde sayısı çok belli artık bu şehirde.
Azınlıklara,

Yani.
Galiba yaşayan son azınlıklara.

Rumu Ermenisi Yahudisi tüm dostlarla bizler yerlisiyiz bu şehrin.
Bizler kendi şehrimizde,

Azınlık kaldık.
Çok acı. Sevgi saygı,

Azınlıkta,
Artık.

İstanbul Türkiye’dir derler.
Al sana,

Türkiye o zaman.
Alilerin İsmetlerin çoğunlukta olduğu.

Keşke Fatih 1453’de almasaydı bu şehri.
Keşke.

Bilseydi görebilseydi bu günleri o günlerde almazdı da zaten. Kıyamazdı böyle büyük bir aşka.
Padişah bile olsa.

Hiç yorum yok: