1452 İsmet
tahtaya. 1453 Ali sende tahtaya. Dersimiz ‘Doğa Katliamından Nasıl Rant Elde Edilir’.
Aferin. İyi çalışmışsınız dersinize. Oturun. 10. Yıldızlı.
Birinin
aldığı ruhsatla inşaatına izin verilen rezillikteki villa sayısı 1452.
Diğerinin inşa edeceği rezilliğin adı 1453. Tek tek kalkıyorlar tahtaya. Ne
keramet varsa bu bin dörtyüzlü rakamda. Biri zamanında Beykoz Ormanlarının bir
kısmını sildi süpürdü hala süpürmeye devam ediyor. Diğeriyse Fatih Ormanlarının
bir kısmını silip süpürecek şimdi. Biri ANAP dönemi aldı ruhsatı amma CHP’li geçinir.
Diğeri AKP döneminde. Umurlarında mı
İstanbul. Umurlarında mı bu ülke.
Umurlarında
mı bu gezegenin değerleri.
Umurlarında
mı insana doğaya sevgi saygı.
Umurlarında
olsa kendi,
Memleketleri,
Karadeniz’i
cennet eylerlerdi buraları rezilleştireceklerine.
Dikmezlerdi
o çirkin değil, çok çirkin apartman bozuntusu yapıları canım Karadeniz
ormanlarının içlerine.
Hem de,
Yüz yıllık o
güzelim konakların örnekleri varken gözlerinin önünde. Hem de şaheser
mimarileriyle.
İsmet’le
Ali. Doğayı katledip kendilerine rant elde edenlerin arasında sınıf
birincileri. Şimdilik. İstanbul’da.
İki çok güzel
örnektir bu ülkeyi sadece kendi ceplerini doldurmak kaygısıyla yerle bir eden
insanlara örnek.
Ki,
Git biraz
üstlerine hak hukuk insanlık doğa falan diye,
İllaki ya
nazar eylerler topuğuna ya da nazar değer gözüne.
Dünyanın her
anlamda sayılı şehirlerinden birinin sınırları içinde, hatta Avrupa’nın dahi sayılı
iki ormanını tek başlarına yok etmeye yeminli iki cahil.
Amma,
Zengin
cahil.
İki,
Doğa katili.
Hem de en zevksizlerinden. Hem de en görmemişlerinden. Hem de en
gaddarlarından. Milyonlarca insana ait milyonlarca insanın aşkla bağlı olduğu yüz
yılların sabrıyla bu günlere ulaşmış hem gezegenin hem de memleketin bu iki
ormanını,
Birkaç bin
aile için,
Birkaç yüz
milyon dolar için yok eden iki paragöz ve de hin amma tam gariban.
Ve de,
Bunlar gibi
paragöz garibanlarla kol kola girip duruma çanak tutup izin veren onlarla
yüzlerle,
Sözüm ona
devleti milleti için çalışan, bizim vergilerle karnını doyuran sadece doğaya
değil, geçmişe kültüre insanlığa karşı saygı sevgi katili,
Fevkalade terbiyesiz
bir alay kıro insan.
Ve de,
Hiç
gelmeyecek sonları bu nevi insanların bu ülkede. Bu ülke soysuz yetiştirme
konusunda uzman. Soysuzların sayısı artıyor gittikçe.
Kim var
bunların arkasında?
Devletin
yöneticileri.
Hem İsmet
hem de Ali bakın ki tesadüfe ikisi de bizim şehrin Haliç’ini mavi gözlerinin
rengine çevirmeye niyetli iki farklı partiden iki farklı belediye başkanı
zamanında onaylattılar ruhsatlarını. Şov taym beybiis.
Biri 1987
de. O zamanın Haliç kadar mavi gözlü Belediye Başkanı onayladı en son projeyi.
İçine de bizim Koleji bile yerleştirdiler. Onun bir yardımcısı vardı o
zamanlar. Kankası. Kolejli. İyi insanlar bunlar yani.
Diğeri de,
Bu sene onaylattı
ruhsatı olsa gerek bugünlerin mavi
gözlüsüne.
Masmavi
gözler,
Nazar
eylediler milletin İstanbulluların bu güzel ormanlarına.
İki sınıf
birincisi,
İki ana kent
belediye başkanı,
İki ilçe
belediye başkanı,
İki bakan,
İki
başbakan,
Birkaç da genel
müdürle müdürleri falan da ekle,
Etti sana on
bilemedin yirmi kişi en fazla hadi otuz olsun,
70 milyonun
ormanını gasp ediyorlar. Ettiler bile. Rahatlıkla. Utanmadan. Çekinmeden.
Arsızca. Rezilce. Aç gözlülükle. Kıroca. Ahlaksızca.
Ve de o
evleri alanlarda,
Bir o kadar,
Utanmazlar.
Arsızlar. Reziller. Aç gözlüler. Kırolar. Ahlaksızlar. Bana ne yok. Sana esas. Vicdanlı
ve duyarlı bir insansan. Onların açgözlülüklerine cesaret verirsin daha da azdırırsın
her bir evi aldıkça.
Kim bu
adamlar?
Adamlar
diyorum çünkü kadın yok bu haltları karıştıranların içinde yani.
Kim bunlar
yahu?
Bu nasıl bir
cüret? Bu nasıl bir haddini bilmezlik?
Hangi
biriyle uğraşacaksın,
Hangi
biriyle başa çıkacaksın?
Her
yerdeler.
Her kuşaktan
hem de.
Hiç bitmiyor
kuruyası soyları.
İstanbulluyum
ben. Memleketim burası.
Ve de,
Acı içinde,
Memleketimin
yani soyumun sopumun kuşaklar boyu doğduğu büyüdüğü öldüğü bu şehrin insanıyım
ben.
Ve de,
Bir
yerliler, oralılar buralılar binlerce hatta on binlerce yıllık geçmişi olan
şehrimi fareler gibi kemiriyorlar.
Her bir
tarafından.
Ve de,
Ben acılar
içinde sadece seyrediyorum. Tepkilerimi tepki gösterenleri ciddiye alanda yok.
Ciddi olarak tepki koyanda yok zaten.
Ya kendimi
yakayım diyorum,
Ya da,
Bu
soysuzları.
Çare yok
başka galiba.
Zaten
yakıyor beni bu memleketin insanlarının bir kısmı beni. Bu devletin
yöneticileri de.
Rambo olmak
istiyor canım.
Her bir
tarafımda bin tane silah. Çıkıp geceleri ortaya. Ya da Batman fazla. Başla
temizliğe.
Büyük
temizlik.
Mikroplardan
arınmaca.
Pislikleri
temizlemece.
Sevgi
diyorsun insanlık diyorsun evren falan diyorsun sonra gelip duyarsızlığa teslim
şeytanlarla baş başa kalıyorsun hayatın her bir yerinde.
Net tavrım
bu insanlara karşı.
Hepsini
kovacaksın bu şehirden. Hatta memleketten. Hatta gezegenden.
Bedeli ne
olursa olsun,
Eyleme geçip
tutup kulaklarından kapı dışarı edeceksin bizim yaşantımızdan.
Onların
yaptıklarını ettiklerini doğru bulanları da. Onlara o paraları ödeyenleri de.
Lanet bir
kabus gibiler.
Bitmeyen.
Ki bu
bitmeyen kabusları yaşatanların git köylerine kasabalarına onların alıştıkları
onlar için kabul görmüş yaşam tarzının çık dışına bak neler geliyor başına.
Bak nasıl
kabusa çevirirler iki günde hayatını. Hatta şehirlerinde bile.
Çünkü,
Orası
onların memleketi. İstanbul’sa onlara göre herkesin. Ki öyle değil işte.
İstanbul İstanbulluların memleketi. Ha bir de İstanbul’un kendine özüne
kültürüne aşık olmuşların memleketi.
Hayatta
kalan gerçek İstanbulluların sayısı iki buçuk milyon bile değil artık. Ki,
tamamı da yaşamıyor İstanbul’da. Göçün İstanbul’a taşıdığı rezilliklere
dayanamayıp çekip gitti çoktan yarısı bu şehirden.
Kalan bir
milyonsa,
Benim gibi
acı çekiyor bu şehir rezilliklere kurban edildikçe.
Ekmek
parasıymış.
İyi güzel,
gel kazan ekmeğini. Kim engel oluyor sana. Kimse. Amma İstanbullu olmayı öğren
önce.
Ki,
Öğrenmezler
bunlar. Bunları bırak İstanbul’a hangi ülkeye götürürsen götür oraları da
benzetirler kendilerine.
Toplu
yaşamın her bir ülke her bir şehir her bir kasaba her bir köy her bir mezrada
bile kendine has kuralları vardır oluşmuş yüzlerle binlerle yıl içinde.
İstanbul’un
da var. Dı.
Benim yaşlar
ellilerin ortalarında.
Bırak ormanı
çalmayı memleketten bir adet elma bir adet erik çalınmazdı bu şehirde ben
çocukken.
Evlerin
kapıları kilitlenmezdi. Ayıptı. Ola ki sen evde yokken komşunun bir ihtiyacı
olur acil girmek zorunda kalır evine de sonra giremez diye.
Hırsızı
yoktu şehrin.
Günaydın
vardı. İyi akşamlar vardı. Tren dostlukları vardı. Vapur dostlukları vardı. Her
sabah her akşam kısacık sohbetlerle şenlendirilen.
Para?
Lafı
edilmezdi. Ayıp sayılırdı. Zengini fakiri iç içe yaşanırdı. Kim ne kadar zengin
ben hiç bilmezdim çocukken bizim mahallede.
Hepimiz
aynıydık çoluk çocuk.
Neden mi?
Ağa yoktu
çünkü. Ağalık sistemini bilmezdi İstanbullu. Yani hükmetmeyi bir başka insana.
Bir başka insanın aczinden para kazanmayı hiçbir kimse bilmezdi. İstese akıl
dahi edemezdi.
Rumu
Ermenisi Yahudisi el ele, kol kola hep beraber neşe içinde yaşanırdı.
Kimse
bilmezdi din ayrımcılığını.
Kimse
bilmezdi kültür ayrımcılığını.
Kimse
bilmezdi ırk mezhep ayrımcılığını.
Kimse bilmezdi
para kültürü. Yani paranın getirdiği kültürsüzlüğü.
Mutlu mesut
yaşardık biz bu şehirde. Hiçbir zorluk bize zorluk gibi gelmezdi. Kalenderdik
hepimiz çünkü.
Kendi minik
dünyalarımızda amma kocaman yüreklerimizle azlarla amma çok sevgimizle çok
saygımızla çok duyarlılığımızla,
Çok yaşardık
bu şehirde.
Bu
rezillikler bu saygısızlıklar bu sevgisizlikler bu açgözlülükler bu
terbiyesizlikler bu hırsızlıklar sarmadan baş edilemez bir salgın gibi bu
şehri.
Babalarımız
annelerimizde öyle yaşadı.
Dedelerimiz
ninelerimiz dedelerimizin dedeleri ninelerimizin nineleri,
Hep,
Çoklarla
yaşadı,
Azlarıyla,
Kanaat
ederek. Aza şükrederek.
Her bir
semtin her bir sokağın öyküsü vardı. Her bir semt her bir sokak kendi üslubunca
sahip çıkardı sevgiye saygıya.
Amma hep sahip
çıkardı.
O yüzden
sevgi saygı kokardı, sevgi saygı dolardı içimize her bir nefeste.
Ta ki,
Bir yerliler
bizim şehre doluşana kadar.
Sevgi saygı
hırsızları zapt edene kadar şehri.
Parayla
kendine kültür edindiğini zannedenler parayla adam olduklarını adam olunacağını
zannedenler parayı kültür zannedenler gelene kadar. Zamanında ağalıkların
altında ezilmiş, ağa olmaya yemin etmişler şehrin her bir yerini gelir kaynağı
görüp şehrin her bir yerini katledene kadar.
Binlerce
yıllık kültürü yaşam biçimini eritip yok edene kadar.
İsmet’in
1452 sinde kestane meşe ormanı vardı zamanında mesela. Kalınlıkları belimden
büyük. İçlerinde envai türlü hayvanı barındıran. Bakmaya doyamazdın tırmanınca
Boğaz sahilinden tepelere doğru.
Fatih
Ormanları nam-ı diğer Belgrat Ormanlarıysa içinde kaybolduğumuz doğamızdı
bizim. Piknik yapardık ben çocukken. Yanmış kömürleri bile torbaya doldurup eve
geri getirirdi büyükler.
Geyikler
vardı. Ceylanlar da. Kuşlar mı? Çeşit çeşit. Tavşanlar sincaplar tilkiler
kurtlar vardı. Gözlerimle seyrettiğim. Efsane değil bunlar.
Bizim
komşumuzun bahçesiydi o ormanlar. Yüzyıllardır olduğu gibi sarmaş dolaş yaşardı
İstanbullular o ormanlarla.
Tek bir
dalına bile elini sürmeden. Ağaç kesmek mi? Oracıkta keserlerdi seni tek bir
ağacı kesmeye kalkışsan. Nereden kaldı ağaç falan kesmekler.
Bizimdi
oralar. Herkese aitken. O herkes bizdik zaten.
Sonra,
Bizler ve
herkesler diye bölündük. Azınlık kaldık bizler. Çoğunluksa oldu sana herkesler.
Bir
yerliler.
Bu
memlekette varsa bir iki tane belki amma o bile yoktur bence,
Siz hiç,
İstanbullular
Dayanışma ve Kültür Derneği,
Diye bir
dernek duydunuz mu?
Duymadınız.
Yoktur
çünkü.
Dayanmamız
gerekmiyordu ki bir şeylere toplaşıp dayanmaya çalışalım birbirimize.
Kültürse,
İstanbul
kültürü vardı. Zaten bildiğimiz. Zaten o kültürle iç içe doğup büyüyüp yaşadığımız.
O kültür
sevgiydi,
Saygıydı,
Şehre,
şehirde ki her bir eve köşke viraneye apartmana her bir bahçeye denize adasına
sahiline plajına balığa ormana doğaya sokağa kaldırıma komşuya mahalleye
kiliseye sinagoga camiye esas insana.
Kültür buydu.
Binlerce
yıllık koskocaman bir kültürün içinde minik kendi dünyalarımızda yaşardık bizler
mutlu mesut.
Dayanışmaya
gerek duymadan. Soyutlamadan kendimizden hiçbir kültürü hiçbir yaşam tarzını,
Eğer ki
içinde sevgi saygı varsa.
Ta ki,
Sadece
paraya sevgi ve saygı duyanlar dolana kadar bizim şehre.
Sevgi saygı
şehri,
Oldu sana,
Para şehri. Bizim
İstanbul kültürü gitti yerine kıro para kültürsüzlüğü geldi.
Ki,
Sevginin
saygının olduğu bir toplumda bile para ne zaman ki çıkarsa ön plana ne sevgi
kalır ne de saygı.
Ne insana ne
hayvana ne doğaya ne kültüre.
Bizlere de,
Acı çekmesi
kalır geriye.
Çok acı,
Hem de.
Çok acı
çünkü.
Galiba artık
sadece,
Bizlere çok
acı.
Bizlerinde
sayısı çok belli artık bu şehirde.
Azınlıklara,
Yani.
Galiba yaşayan
son azınlıklara.
Rumu Ermenisi
Yahudisi tüm dostlarla bizler yerlisiyiz bu şehrin.
Bizler kendi
şehrimizde,
Azınlık
kaldık.
Çok acı. Sevgi
saygı,
Azınlıkta,
Artık.
İstanbul
Türkiye’dir derler.
Al sana,
Türkiye o
zaman.
Alilerin
İsmetlerin çoğunlukta olduğu.
Keşke Fatih
1453’de almasaydı bu şehri.
Keşke.
Bilseydi görebilseydi
bu günleri o günlerde almazdı da zaten. Kıyamazdı böyle büyük bir aşka.
Padişah bile
olsa.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder