Vahram Efendi
de göçmüş. Pat diye geldi haberi. Ne acayip. Doğumları çok sonra öğreniyoruz da,
ölümleri pat diye hemen. Dünyam değişmeye karar vermiş, farkındayım artık. Güzel
dünyaların göçleri hızlandıkça çoğaldıkça. Bebek Cami her uğurladığında bir
güzel Bebekliyi daha, Bebek Bebeklikten çıkıyor iyice. Kahve de kahvelikten. İstanbul
da İstanbulluktan. Güzellikler eksiliyorlar ha bire.
Müsaadenizle,
Bir zamanlar
evvel yazdığım bir yazımı sizlerle paylaşmak istedim tekrar bu gece.
Onlar
eksildikçe, bizlerde eksiliyoruz ha bire.
Doğduğumdan beri
en büyük merakım insandan yana,
Güzel insan
biriktirmek oldu benim. Beleşine,
Güzelleşmenin
yolunu daha küçükken çakmışım zahir.
Güzel
insanların peşlerinden yürürken bir gün Bebek de bulmuştum kendimi çocuk
irisiyken. Erenköy nire Bebek nire. Güzelin peşinden gidince her yol kısa
geliyor insana demek.
Sonra,
Bebek aldı
beşiğine başladı sallamaya beni, Bebek gibi hem de. Kırk seneyi geçti. Nasıl da
güzel salladıysa beşiğinde göz açıp kapayana kadar da geçti kırk sene.
Son üç beş
senesi beşiğinin güzelliği de pek kalmadı amma Bebeğin.
Güzellikleri
çirkinliklerle boğmaya başladılar paranın çirkiniyle,
Çirkin paragözler.
Ben çok
zengin olsaydım satın alırdım Bebek’te ne kadar bina varsa.
Ne yeni bir bar
açtırırdım Bebek’te ne de kafe.
Şimdilerde şişme
fiyonk dudak çakma sarışınlarla dazlak kafa puroluların mekan edindikleri
Bebeği,
Gerçek Bebeklilere
hediye ederdim. Bin yıl dokunmamak şartı kaydıyla.
Erenköy’ü
Erenköylülere,
Salacaklılara
Salacağı da.
Arnavutköylülere Arnavutköy'ü.
Kanlıca’ılara
Kanlıca'yı.
Üsküdarlılara
Üsküdar’ı.
Cibalililere
Cibali’yi.
Ne kadar
eski semti varsa İstanbul’un hepsini satın alırdım. Hepsini mahalleliye hediye
ederdim. Amma bin yıl dokunmamacasına.
Kuşaklar
boyu saklasın güzellikler,
Gözlerinin
Bebeği gibi diye.
İnsanı
güzelleştiren güzel insanlarla güzel şehirlerin güzel mahallelerinde ki
yaşamlardır.
Ağbiler
ablalar teyzeler amcalarla.
Bunun en güzel
örneklerinden biride Vahram.
Dünyanın en
güzel mahallelerinden birinin dünyanın en güzel insanlarından biri olarak
yaşadı yaşattı hayatı kendine insanlara Bebeğe. Mekanı kahvenin karşısında ki Bebek
Camiden geçirmeden götürmeyin beni kiliseye demiş göçmeden evvel. Güzel bir,
İstanbulluydu
o. Sayıları gittikçe azalan güzel İstanbullulardan biri belki de,
O da göçtü.
Ne zaman
güzel bir insan göçse,
Hoppala,
Derim
içimden.
Her hoppala da
bir,
Güzel insan
daha eksiliyor güzel insanlar koleksiyonumdan. Güzeller gidiyorlar tek tek. Gelmiş
demek yaşımız güzel ağbilerle ablalarla teyzelerle amcalarla tek tek vedalaşma
zamanına. Kabullenmek lazım.
Güzeller
gidiyor yeni güzeller geliyor.
Amma,
Gidenler
kadar çok gelmiyor yenileri galiba.
Veya,
Gidenlerin
güzellikleri öyle bir kamaştırmış ki gözlerimi,
Her gidenden
sonra,
Daha da
buğulanan gözlerim göremiyorlar belki de yeni güzellikleri layıkıyla.
Vahram ne
anam ne babam. Ne kardeşim ne kankam dı.
Güzel
insanlar ne anan olur ne baban ne kardeşin ne de kankam zaten.
Güzel
insanlar herkesin anası babası kardeşi kankasıdır zaten. Amma anan baban
kardeşin kankan gitmişçesine,
Eksilirsin yaşamından
eksilen her bir güzel insanla beraber sende.
Güzeller
eksildikçe,
Daha da
güzel olmak gerektiğini hissediyorum gittikçe. Güzelliklerinden bizlere
bıraktıkları mirası becerebildiğimiz kadar hiç olmadı bir kuşak daha yaşatalım
diye. Eksikliklerini doldurmaksa bizlere düşüyor onlar eksildikçe.
Ha benden
güzel insan olur mu?
Bilmem.
Eksilenlerin
eksikliklerini tamamlamaya çalışırken yeniden, güzelleşirim belki bende bir gün
onların sayesinde.
Zor işlerdir
güzel insan olmak.
Çok zor hem
de.
Çok zordur
güzel şehir olmak.
Çok zor hem
de.
Çok güzel
şehirlerde çok güzel insan olmaksa daha da zordur.
Hele çok
güzel bir şehrin çok güzel bir semtinin çok güzel insanı olmaksa en zorudur.
Vahram
kıvırmıştı bu işi.
Balıkçı
Muhsin vardı Bebek’te. O da kıvırmıştı.
Özdemir Asaf
vardı Bebek’te. O da kıvırmıştı.
Büyüklerimiz
kıvırmışlardı yani. Herkesin büyükleri yani.
Yaşayan büyüklerimiz var hala sayıları iyice azalsa dahi kıvıran güzellikleri.
Sıra geliyor
yavaştan bizlerinde kıvırmasına bu işi.
Çırak
yaşamaya razıyken ömür boyu, kalfalığa soyunmanın tembelliği mi yoksa ustalar
ölüp gittikçe,
İçimin
acıması mı bilmiyorum,
Amma hep
yaşasa ustalarda ben hep çırak kalsam ayakçıları olsam yine de mutluyum.
Son birkaç
yıldır çok usta öldü yahu.
Güzel yaşam
ustaları.
Ne
öğrendiysek öğrendik onlardan bugünlere gelene kadar.
Bundan
sonra,
Usta be
nasıl olacak şimdi diye soracak kimse kalmadı neredeyse etrafımda.
Kendi
kendime soruyorum,
Kendim cevap
veriyorum bildiğim kadarıyla kendi sorularıma cevaplarımı.
Ustaları
hatırlaya hatırlaya.
Ustam olsa
şöyle derdi diye düşüne hissede.
Dünya
çirkinleşiyor. Çok hem de.
Çakınca
oturtan güzellerle geçince insanın ömrü,
Yeni
güzellerin güzellikleri kesmiyor insanı bazen yahu.
Zor yıllar
başladı. Ulan tam da kolay yıllar geliyor diye gevrekleşirken hem de.
Güzellikler cennetinde
etekleri tutup zıplaya hoplaya beleşine gezmeler bitiyor artık.
Şimdi,
Sıra geliyor
kendi güzellikler cennetimizi kendimiz kurmaya. Beleşe cennetler kapanıyorlar
tek tek.
İşimiz zor.
Yolumuz
uzun. Çok hem de.
Gittikçe
çirkinleşen bu dünyada.
Yüzünü
görmediğin hatta bazen hiç tanışmadığın insanları özler mi insan?
Ben özlerim.
Güzel insanlar hep özlenirler görsen de görmesen de. Yaşıyor da olsa ölse de.
Siktir lan
demiştir yine dolu dolu, ölmeden evvel Vahram. Çakmıştır küfrü ölüme bile.
Küfrün güzeli olur mu? Olur. Küfrün güzeli var ya, mest eder insanı zevkten hem
de. Mest edenlerden biriydi Vahram da.En güzellerinden biri daha göçtü gitti
bile. Vay be…
Güzel
insanlarını kıymetini iyi bilmek lazım onlar ölmeden evvel. Çok hem de.
Ne yaşarsanız
ne kapsanız onlardan kardır güzelliklerden yana.
Nedense,
Şu sıralar güzel
insan ölümüyse çok moda oldu bende. Göçen göçene. Güzellikler eksildikçe bu
yaşamda, diğer taraftaysa gittikçe daha da toplandıkça bir araya yaşamın
güzellikleri, kıskanılası bir durum bu neredeyse. Onlar tek tek göçüp gittikçe,
kurudukça güzelliklerden yana yaşam,
Bana da
güzel güzel canımın sıkkınlığını yaşaması düşüyor,
Güzellikleri
özledikçe.
Güzel
insanlara ayrıcalık şart olmalı. Yetmiyor sadece yüreklerimize çaktıkları
yaşarlarken.
Hayata da
kazık çakmaları gerekiyor,
Yoksa arkalarında
kalan bizlere çok büyük haksızlık oluyor onlar göçüp gittikçe.
Sıradan
arsız insanlarız biz. Ne yapalım ki,
Doyamıyoruz,
Doyamayız
güzelliklere. Müsaadenizle,
Kanape
Partisi
Canım sıkkın. Bayağı sıkkın.
Kanepe partisi vermeye karar verdim kendime.
Canımın sıkılması hakkımı sonuna kadar kullanmak geldi
içimden.
Gülmek, eğlenmek kadar hakkım var sıkılmaya da.
İçimden sıkılmak geliyor. Sıkılıyorum da dolu dolu.
Canımın sıkılmasına izin veriyorum, teselli etmeden
kendimi.
Aldım battaniyemi, gömüldüm kanepeme.
Elimde televizyonun komutanı.
Bir o kanal, bir bu kanal.
Boş boş bakıyorum kutuya.
Hulusi Kentmen filmi olabilir mesela. Işıl ışıldır
yüzü.
Veya hangi nehirde hangi timsahın boyu daha uzun
belgeseli.
İki de bir ne var ne yoksa taşıyorum mutfaktan.
Sehpada yer kalmadı tabaktan, çanaktan.
Boyu dizlerime inmiş tişörtümle.
Ayaklarım üşü üşüye,
Uyukluyorum.
Duş muş yok.
İstersem kokarım da, kime ne.
Saç baş darmaduman.
Kanepe hapsi gibi.
Haberleri izlemiyorum.
Bana ne olup bitenden dünyada.
Dişleri de fırçalamadım.
Telefon sessizde.
Merak etsinler anasını satayım.
Ne çok beklemişlerdir kim bilir randevular için
insanlar.
Beklesinler.
Canımı sıkma molasındayım.
Umarsız, kaygısız.
Sallamışım her şeyi.
Çikolata paketini sonuna kadar bitirmek şart.
Üstüne süt de içmeli.
Nar suyu da.
Sonra bitki çayı.
Üstüne soda.
Üstüne kahve.
Sonra camdan dışarı bakıyorum.
Bu sene sonbahar çok renkli geçiyor.
Bin bir renk alacalı bulacalı.
Yağmur da var.
Sırıtıyorum, amma trafik vardır ortalıkta kim bilir.
Yığın yığın arabalar, yığın yığın insanlar.
Hemen koşup daldım kanepeme tekrar.
Midem gırıl gırıl.
İyi bir Woody Allen filmi, ortasından. Radio Days.
Hava kararmış iyice.
Telefonun kırmızı ışıkları çıldırmış.
Yanıp yanıp sönüyor.
Boşver.
Benim de içim yanıp yanıp sönüyor, sıkkınım, salla.
Uyuklayacağım biraz.
Uyandığımda
zifiri karanlık ev.
Dışarıda sokak
lambasının ışığı.
Öylesine bakıyorum gölgelerin oyunlarına salonda.
Düşünüyorum.
Boş boş.
Çıt yok, sessiz.
Kaşınıyorum.
Terlemişim.
İki tane bol sucuklu tost, yanında soğuk ayran.
Televizyonu kapattım.
Nereden çıktı şimdi Timur Selçuk.
Canım çekti.
‘Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın’ diyor Timur,
şarkıda.
Ne müthiştir İspanyol Meyhanesi, Ayrılanlar için de.
Vay Timur vay.
Özdemir Asaf okumaya karar verdim biraz.
Bir kasetim vardı, Müşfik Kenter’in.
Bir Garip Orhan Veli, içi okşanırdı dinlerken insanın.
Ne garip bir alem.
Kanepeye davet etmeye karar verdim, Timur’u, Asaf’ı,
Müşfik Ağbiyi.
Herkes çekti üstüne birer battaniye.
Rakı da açtık.
Peynir, leblebi, yeter.
Can Baba’yı da çağırmak şart oldu.
Orhan Veli de takılır nasılsa, meyhane dönüşü.
Salah Birsel zaten komşumuz.
Hadi iyice sapıtalım dedim.
Herkes, Çetin Altan da gelsin dedi.
Hızlı hızlı konuşur, anlamaya çalışırız aklını.
Gelirken Ara’yı takar yanına kesin.
Artık iş zıvanadan çıktı.
Duyan geliyor.
Sait Faik, Aziz Nesin,
Oğuz ve Tekin Aral biraderler de damladılar.
İsmail Dümbüllü’yle, Aşık Veysel birlikte geldiler.
Demeye kalmıyor, Paşa da geldi.
Hepsi kanepede.
Üstümüzde battaniyeler.
Takıma bak, hizaya gel.
Sohbet üstüne sohbet.
Demeye kalmadı Yaşar Kemal damlamasın mı.
Damlasın,su damlası gibidir zaten.
Koca sesiyle, bir fırça herkese, neden zamanında
çağrılmamışmış efendi.
Bu arada,
Veysel Baba, Timur’la düet yapıyor.
Ala gözlü benli dilber’i söylüyorlar birlikte.
Oğuz’la, Tekin vurgulu sazlar, bam güm.
Paşa da arkadan veriyor vokali.
Rakı bitti, koş bakkala, kap rakıyı.
Emir büyük yerlerden.
İş bana düştü.
En genç benim.
Yolda Altan Erbulak yanaştı, nereye?
Alem var dedim.
Hadi gelsene ağbi, acayip mavra var.
Nereden çıktı çocuğum şimdi gecenin bu saati dedi.
Ağbi bu can sıkkınlığı hep gecenin bir vakti çıkmaz mı
zaten dedim.
Ayrıca hem canım sıkkın, hem de sonbaharda çok güzel
bu sene şehir,
Öyle işte dedim.
Beraber girdik eve.
İt bunlar yaaa…
Koskoca adamlar,
Ya biri diğerlerini dinlesin be kardeşim.
Hem bir birilerini dinlemiyorlar, hem de kahkahadan
geçilmiyor.
Sızmadan evvel aklımda kalan son görüntü,
Can Baba Dümbüllü’nün kavuğunu başına geçirmiş
Çıkmış sehpanın üstüne,
Bir şeyler diyor.
Kanepe halkı kırılıyor gülmekten.
Evin içinde kesif rakı kokusu.
Duman altı olmuşuz.
Kıçını koyacak yer yok kanepemde.
Aralık camdan taze soğuk hava girmeye çalışıyor eve.
Ürperdim.
Bıraktım hepsini kendi hallerine.
Ne halt ederlerse etsinler, evim onların zaten.
Kıvrıldım kanepemde bir köşeciğe, battaniyemi çektim
üstüme.
Saldım kendimi uykuya.
Yüzümde mutlu, tatlı bir tebessümle.
Can sıkıntısı,
İyi geliyor bazen.
Geceleriniz şenlensin istiyorsanız,
Canınız sıkkınsa, amma taa gündüzden başlayın sıkmaya
içinizi.
Sabah sabah başlayın.
Karartın içinizi, doyasıya.
Bir sonrakine,
Sizleri de bekliyorum.
Bol rakı alın gelirken,
Babalar çok fena içiyor.
Canımın sıkkınlığı,
Beni kahkahalara boğuyor.
Güzel insan Vahram Gesar anısına ve onun güzel mahallesinin
güzel Bebekli dostları ve Bebeğe gönlü düşmüş Bebek insanları için.
2 yorum:
Sevgili Murat Denizel.
Kaleminden bal damlıyor her daim. Bütün güzel insanların anısına, teşekkür ediyorum.
Güzel insan Vahram'ın anısına.
Sevil Bayer.
Yüreğinize sağlık... Vahram ağbeyimizin anısına bir teşekkür de benden..
Sevgiler
Zeynep Everi
Yorum Gönder