19 Kasım 2012 Pazartesi

BEBEKLİ VAHRAM

Vahram Efendi de göçmüş. Pat diye geldi haberi. Ne acayip. Doğumları çok sonra öğreniyoruz da, ölümleri pat diye hemen. Dünyam değişmeye karar vermiş, farkındayım artık. Güzel dünyaların göçleri hızlandıkça çoğaldıkça. Bebek Cami her uğurladığında bir güzel Bebekliyi daha, Bebek Bebeklikten çıkıyor iyice. Kahve de kahvelikten. İstanbul da İstanbulluktan. Güzellikler eksiliyorlar ha bire.

Onlar eksildikçe, bizlerde eksiliyoruz ha bire.
Doğduğumdan beri en büyük merakım insandan yana,

Güzel insan biriktirmek oldu benim. Beleşine,
Güzelleşmenin yolunu daha küçükken çakmışım zahir.

Güzel insanların peşlerinden yürürken bir gün Bebek de bulmuştum kendimi çocuk irisiyken. Erenköy nire Bebek nire. Güzelin peşinden gidince her yol kısa geliyor insana demek.
Sonra,

Bebek aldı beşiğine başladı sallamaya beni, Bebek gibi hem de. Kırk seneyi geçti. Nasıl da güzel salladıysa beşiğinde göz açıp kapayana kadar da geçti kırk sene.
Son üç beş senesi beşiğinin güzelliği de pek kalmadı amma Bebeğin.

Güzellikleri çirkinliklerle boğmaya başladılar paranın çirkiniyle,
Çirkin paragözler.

Ben çok zengin olsaydım satın alırdım Bebek’te ne kadar bina varsa.
Ne yeni bir bar açtırırdım Bebek’te ne de kafe.

Şimdilerde şişme fiyonk dudak çakma sarışınlarla dazlak kafa puroluların mekan edindikleri Bebeği,
Gerçek Bebeklilere hediye ederdim. Bin yıl dokunmamak şartı kaydıyla.

Erenköy’ü Erenköylülere,
Salacaklılara Salacağı da.

Arnavutköylülere Arnavutköy'ü.
Kanlıca’ılara Kanlıca'yı.

Üsküdarlılara Üsküdar’ı.
Cibalililere Cibali’yi.

Ne kadar eski semti varsa İstanbul’un hepsini satın alırdım. Hepsini mahalleliye hediye ederdim. Amma bin yıl dokunmamacasına.
Kuşaklar boyu saklasın güzellikler,

Gözlerinin Bebeği gibi diye.
İnsanı güzelleştiren güzel insanlarla güzel şehirlerin güzel mahallelerinde ki yaşamlardır.

Ağbiler ablalar teyzeler amcalarla.
Bunun en güzel örneklerinden biride Vahram.

Dünyanın en güzel mahallelerinden birinin dünyanın en güzel insanlarından biri olarak yaşadı yaşattı hayatı kendine insanlara Bebeğe. Mekanı kahvenin karşısında ki Bebek Camiden geçirmeden götürmeyin beni kiliseye demiş göçmeden evvel. Güzel bir,
İstanbulluydu o. Sayıları gittikçe azalan güzel İstanbullulardan biri belki de,

O da göçtü.
Ne zaman güzel bir insan göçse,

Hoppala,
Derim içimden.

Her hoppala da bir,
Güzel insan daha eksiliyor güzel insanlar koleksiyonumdan. Güzeller gidiyorlar tek tek. Gelmiş demek yaşımız güzel ağbilerle ablalarla teyzelerle amcalarla tek tek vedalaşma zamanına. Kabullenmek lazım.

Güzeller gidiyor yeni güzeller geliyor.
Amma,

Gidenler kadar çok gelmiyor yenileri galiba.
Veya,

Gidenlerin güzellikleri öyle bir kamaştırmış ki gözlerimi,
Her gidenden sonra,

Daha da buğulanan gözlerim göremiyorlar belki de yeni güzellikleri layıkıyla.
Vahram ne anam ne babam. Ne kardeşim ne kankam dı.

Güzel insanlar ne anan olur ne baban ne kardeşin ne de kankam zaten.
Güzel insanlar herkesin anası babası kardeşi kankasıdır zaten. Amma anan baban kardeşin kankan gitmişçesine,

Eksilirsin yaşamından eksilen her bir güzel insanla beraber sende.
Güzeller eksildikçe,

Daha da güzel olmak gerektiğini hissediyorum gittikçe. Güzelliklerinden bizlere bıraktıkları mirası becerebildiğimiz kadar hiç olmadı bir kuşak daha yaşatalım diye. Eksikliklerini doldurmaksa bizlere düşüyor onlar eksildikçe.
Ha benden güzel insan olur mu?

Bilmem.
Eksilenlerin eksikliklerini tamamlamaya çalışırken yeniden, güzelleşirim belki bende bir gün onların sayesinde.

Zor işlerdir güzel insan olmak.
Çok zor hem de.

Çok zordur güzel şehir olmak.
Çok zor hem de.

Çok güzel şehirlerde çok güzel insan olmaksa daha da zordur.
Hele çok güzel bir şehrin çok güzel bir semtinin çok güzel insanı olmaksa en zorudur.

Vahram kıvırmıştı bu işi.
Balıkçı Muhsin vardı Bebek’te. O da kıvırmıştı.

Özdemir Asaf vardı Bebek’te. O da kıvırmıştı.
Büyüklerimiz kıvırmışlardı yani. Herkesin büyükleri  yani. Yaşayan büyüklerimiz var hala sayıları iyice azalsa dahi kıvıran güzellikleri.

Sıra geliyor yavaştan bizlerinde kıvırmasına bu işi.
Çırak yaşamaya razıyken ömür boyu, kalfalığa soyunmanın tembelliği mi yoksa ustalar ölüp gittikçe,

İçimin acıması mı bilmiyorum,
Amma hep yaşasa ustalarda ben hep çırak kalsam ayakçıları olsam yine de mutluyum.

Son birkaç yıldır çok usta öldü yahu.
Güzel yaşam ustaları.

Ne öğrendiysek öğrendik onlardan bugünlere gelene kadar.
Bundan sonra,

Usta be nasıl olacak şimdi diye soracak kimse kalmadı neredeyse etrafımda.
Kendi kendime soruyorum,

Kendim cevap veriyorum bildiğim kadarıyla kendi sorularıma cevaplarımı.
Ustaları hatırlaya hatırlaya.

Ustam olsa şöyle derdi diye düşüne hissede.
Dünya çirkinleşiyor. Çok hem de.

Çakınca oturtan güzellerle geçince insanın ömrü,
Yeni güzellerin güzellikleri kesmiyor insanı bazen yahu.

Zor yıllar başladı. Ulan tam da kolay yıllar geliyor diye gevrekleşirken hem de.
Güzellikler cennetinde etekleri tutup zıplaya hoplaya beleşine gezmeler bitiyor artık.

Şimdi,
Sıra geliyor kendi güzellikler cennetimizi kendimiz kurmaya. Beleşe cennetler kapanıyorlar tek tek.

İşimiz zor.
Yolumuz uzun. Çok hem de.

Gittikçe çirkinleşen bu dünyada.
Yüzünü görmediğin hatta bazen hiç tanışmadığın insanları özler mi insan?

Ben özlerim. Güzel insanlar hep özlenirler görsen de görmesen de. Yaşıyor da olsa ölse de.
Siktir lan demiştir yine dolu dolu, ölmeden evvel Vahram. Çakmıştır küfrü ölüme bile. Küfrün güzeli olur mu? Olur. Küfrün güzeli var ya, mest eder insanı zevkten hem de. Mest edenlerden biriydi Vahram da.En güzellerinden biri daha göçtü gitti bile. Vay be…

Güzel insanlarını kıymetini iyi bilmek lazım onlar ölmeden evvel. Çok hem de.
Ne yaşarsanız ne kapsanız onlardan kardır güzelliklerden yana.

Nedense,
Şu sıralar güzel insan ölümüyse çok moda oldu bende. Göçen göçene. Güzellikler eksildikçe bu yaşamda, diğer taraftaysa gittikçe daha da toplandıkça bir araya yaşamın güzellikleri, kıskanılası bir durum bu neredeyse. Onlar tek tek göçüp gittikçe, kurudukça güzelliklerden yana yaşam,

Bana da güzel güzel canımın sıkkınlığını yaşaması düşüyor,
Güzellikleri özledikçe.

Güzel insanlara ayrıcalık şart olmalı. Yetmiyor sadece yüreklerimize çaktıkları yaşarlarken.
Hayata da kazık çakmaları gerekiyor,

Yoksa arkalarında kalan bizlere çok büyük haksızlık oluyor onlar göçüp gittikçe.
Sıradan arsız insanlarız biz. Ne yapalım ki,

Doyamıyoruz,
Doyamayız güzelliklere.


Müsaadenizle,
Bir zamanlar evvel yazdığım bir yazımı sizlerle paylaşmak istedim tekrar bu gece.


Kanape Partisi
 
Canım sıkkın. Bayağı sıkkın.

Kanepe partisi vermeye karar verdim kendime.
Canımın sıkılması hakkımı sonuna kadar kullanmak geldi içimden.

Gülmek, eğlenmek kadar hakkım var sıkılmaya da.
İçimden sıkılmak geliyor. Sıkılıyorum da dolu dolu.

Canımın sıkılmasına izin veriyorum, teselli etmeden kendimi.
Aldım battaniyemi, gömüldüm kanepeme.

Elimde televizyonun komutanı.
Bir o kanal, bir bu kanal.

Boş boş bakıyorum kutuya.
Hulusi Kentmen filmi olabilir mesela. Işıl ışıldır yüzü.

Veya hangi nehirde hangi timsahın boyu daha uzun belgeseli.
İki de bir ne var ne yoksa taşıyorum mutfaktan.

Sehpada yer kalmadı tabaktan, çanaktan.
Boyu dizlerime inmiş tişörtümle.

Ayaklarım üşü üşüye,
Uyukluyorum.

Duş muş yok.
İstersem kokarım da, kime ne.

Saç baş darmaduman.
Kanepe hapsi gibi.

Haberleri izlemiyorum.
Bana ne olup bitenden dünyada.

Dişleri de fırçalamadım.
Telefon sessizde.

Merak etsinler anasını satayım.
Ne çok beklemişlerdir kim bilir randevular için insanlar.

Beklesinler.
Canımı sıkma molasındayım.

Umarsız, kaygısız.
Sallamışım her şeyi.

Çikolata paketini sonuna kadar bitirmek şart.
Üstüne süt de içmeli.

Nar suyu da.
Sonra bitki çayı.

Üstüne soda.
Üstüne kahve.

Sonra camdan dışarı bakıyorum.
Bu sene sonbahar çok renkli geçiyor.

Bin bir renk alacalı bulacalı.
Yağmur da var.

Sırıtıyorum, amma trafik vardır ortalıkta kim bilir.
Yığın yığın arabalar, yığın yığın insanlar.

Hemen koşup daldım kanepeme tekrar.
Midem gırıl gırıl.

İyi bir Woody Allen filmi, ortasından. Radio Days.
Hava kararmış iyice.

Telefonun kırmızı ışıkları çıldırmış.
Yanıp yanıp sönüyor.

Boşver.
Benim de içim yanıp yanıp sönüyor, sıkkınım, salla.

Uyuklayacağım biraz.
Uyandığımda  zifiri karanlık ev.

Dışarıda  sokak lambasının ışığı.
Öylesine bakıyorum gölgelerin oyunlarına salonda.

Düşünüyorum.
Boş boş.

Çıt yok, sessiz.
Kaşınıyorum.

Terlemişim.
İki tane bol sucuklu tost, yanında soğuk ayran.

Televizyonu kapattım.
Nereden çıktı şimdi Timur Selçuk.

Canım çekti.
‘Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın’ diyor Timur, şarkıda.

Ne müthiştir İspanyol Meyhanesi, Ayrılanlar için de.
Vay Timur vay.

Özdemir Asaf okumaya karar verdim biraz.
Bir kasetim vardı, Müşfik Kenter’in.

Bir Garip Orhan Veli, içi okşanırdı dinlerken insanın.
Ne garip bir alem.

Kanepeye davet etmeye karar verdim, Timur’u, Asaf’ı, Müşfik Ağbiyi.
Herkes çekti üstüne birer battaniye.

Rakı da açtık.
Peynir, leblebi, yeter.

Can Baba’yı da çağırmak şart oldu.
Orhan Veli de takılır nasılsa, meyhane dönüşü.

Salah Birsel zaten komşumuz.
Hadi iyice sapıtalım dedim.

Herkes, Çetin Altan da gelsin dedi.
Hızlı hızlı konuşur, anlamaya çalışırız aklını.

Gelirken Ara’yı takar yanına kesin.
Artık iş zıvanadan çıktı.

Duyan geliyor.
Sait Faik, Aziz Nesin,

Oğuz ve Tekin Aral biraderler de damladılar.
İsmail Dümbüllü’yle, Aşık Veysel birlikte geldiler.

Demeye kalmıyor, Paşa da geldi.
Hepsi kanepede.

Üstümüzde battaniyeler.
Takıma bak, hizaya gel.

Sohbet üstüne sohbet.
Demeye kalmadı Yaşar Kemal damlamasın mı.

Damlasın,su damlası gibidir zaten.
Koca sesiyle, bir fırça herkese, neden zamanında çağrılmamışmış efendi.

Bu arada,
Veysel Baba, Timur’la düet yapıyor.

Ala gözlü benli dilber’i söylüyorlar birlikte.
Oğuz’la, Tekin vurgulu sazlar, bam güm.

Paşa da arkadan veriyor vokali.
Rakı bitti, koş bakkala, kap rakıyı.

Emir büyük yerlerden.
İş bana düştü.

En genç benim.
Yolda Altan Erbulak yanaştı, nereye?

Alem var dedim.
Hadi gelsene ağbi, acayip mavra var.

Nereden çıktı çocuğum şimdi gecenin bu saati dedi.
Ağbi bu can sıkkınlığı hep gecenin bir vakti çıkmaz mı zaten dedim.

Ayrıca hem canım sıkkın, hem de sonbaharda çok güzel bu sene şehir,
Öyle işte dedim.

Beraber girdik eve.
İt bunlar yaaa…

Koskoca adamlar,
Ya biri diğerlerini dinlesin be kardeşim.

Hem bir birilerini dinlemiyorlar, hem de kahkahadan geçilmiyor.
Sızmadan evvel aklımda kalan son görüntü,

Can Baba Dümbüllü’nün kavuğunu başına geçirmiş
Çıkmış sehpanın üstüne,

Bir şeyler diyor.
Kanepe halkı kırılıyor gülmekten.

Evin içinde kesif rakı kokusu.
Duman altı olmuşuz.

Kıçını koyacak yer yok kanepemde.
Aralık camdan taze soğuk hava girmeye çalışıyor eve.

Ürperdim.
Bıraktım hepsini kendi hallerine.

Ne halt ederlerse etsinler, evim onların zaten.
Kıvrıldım kanepemde bir köşeciğe, battaniyemi çektim üstüme.

Saldım kendimi uykuya.
Yüzümde mutlu, tatlı bir tebessümle.

Can sıkıntısı,
İyi geliyor bazen.

Geceleriniz şenlensin istiyorsanız,
Canınız sıkkınsa, amma taa gündüzden başlayın sıkmaya içinizi.

Sabah sabah başlayın.
Karartın içinizi, doyasıya.

Bir sonrakine,
Sizleri de bekliyorum.

Bol rakı alın gelirken,
Babalar çok fena içiyor.

Canımın sıkkınlığı,
Beni kahkahalara boğuyor.

Güzel insan Vahram Gesar anısına ve onun güzel mahallesinin güzel Bebekli dostları ve Bebeğe gönlü düşmüş Bebek insanları için.

2 yorum:

panmarmaris dedi ki...

Sevgili Murat Denizel.
Kaleminden bal damlıyor her daim. Bütün güzel insanların anısına, teşekkür ediyorum.
Güzel insan Vahram'ın anısına.
Sevil Bayer.

Zeynep Everi dedi ki...

Yüreğinize sağlık... Vahram ağbeyimizin anısına bir teşekkür de benden..

Sevgiler

Zeynep Everi