Olsun olsun
2.500 kişi vardı çadırda. Solun merkezi denilen Kadıköy’de. Ana muhalefet
partisi başkanı bile gelmişken hem de. Yaş ortalaması 55-60’dı gelenlerin.
Akşamüstü kahvesine gelmiş rehavette. Üç beş genç ateşlemeye çalıştılar
ortalığı amma olmadı. Sol bitmiştir. Demeyenler hayal görüyorlar.
Ha yeter mi
bir örnek? Yeter. Bazen.
Ben
zannettim ki en az beş on bin kişi katılır bu protesto toplantısına. Nasıl zannetmeyeyim ki 550.000 nüfuslu Kadıköy’de bu
kadar da insan her halde lütfederlerde kalkar gelirler diye tahmin ettim.
Lütfetmediler.
Lütfedenlerinde
ortadaki duruma karşı tepkilerinin etkileri de yok sayılacak derecede az.
Bizanslılar
o zamanlarda Körler Diyarı diye boşuna adlandırmamışlar Kadıköy’ü.
Kör olmuşlar
galiba diye diye Kadıköylüler. Gözlere perde inmiş iyice.
Esas belli
oluyor ki yavaş yavaş,
Sol artık
perdenin gerisinde. Sahne alamıyorlar artık perdenin önünde.
Sol bitmiş.
Sen
istediğin kadar kap oyların yüzde altmışını Kadıköy’de. Ülke geneline doğruda
arttırmak için o oy oranını çaba sarf etmiyorsan eğer, kendin çalar kendin
oynarsın kendi Kadıköy’ünde.
Pazar günüde
sol kendi çalıp kendi oynadı zaten. İki bin beş yüz kişisiyle ve sanatçılarıyla.
Pardon birde ana muhalefet partisi başkanıyla hep beraber.
Sol,
Gençlere
inemiyor. İndiği kadarı da arzu edilen sonuca ulaşmaya hiç mi hiç yetmiyor.
Yetmeyecek çok belli de.
Sol tembel
çünkü.
Yorgunda.
Zaten
katılımcıların yaş ortalaması ve de tutumları da gösteriyor solun ne derece
yorgun olduğunu.
Aynı
toplantıyı ampuller organize etselerdi hem de Kadıköy’de hem de Bostancı’da,
Hele bir de
ampulün başı da katılsaydı bu toplantıya,
En az on
yirmi bin kişi doldururlardı o çadıra da Bostancı’yı da.
Türkiye’nin
ve de İstanbul’un yaş ortalaması 30.
Solunsa,
50 - 55 ve
üstü.
Al sana
neyin ne olduğunu gösteren en güçlü bir veri daha.
Ampullerin
başı da bu arada bastırıyor 3 çocuk diye. Ülkenin bir yarısı da bastırıyorlar hemen
3 çocuk hatta fazlasına diye de.
İster
okusunlar ister cahil kalsınlar ister muhafazakar olsunlar ister çağdaş,
Oy verirken
eğitime düşünce yapısına bakılmıyor sandıkta.
Herkesin oyu
bir adet sayılıyor.
İster inan
ister inanma ister çarpık de ister yamuk amma seçimler demokrasi yöntemiyle bu
ülkede.
E nasıl
olacakta,
Gençlere
ulaşamayan sol bu ülkede iktidar olacak?
Hikaye.
Hikayeyi
seyrettik zaten Bostancı Gösteri Merkezinde.
Hikayeyse acıklı
hale gelmiş iyice. Sonu da iyice acıklı olur bu gidişle.
Solun lideri
yok.
Solun kendi
içinde doğru düzgün bir organizasyonu bile yok.
Solun doğru
düzgün çalıştığı yok.
Solda
heyecan yok.
Solun ekibi
yok.
Solun adı var
kendi yok.
Solun
kafalar eski kafalar. Birlik dahi yok, dayanışma bile yok solun kendi içinde.
Ampullerse
genç. Ampullerse birlik ve dayanışma içinde.
Beğen
beğenme sonuçlarını amma hukuka uygun amma değil çalışıyorlar. Sonuçları işine
yarasın yaramasın seni kızdırsın kızdırmasın saçma sapan akılsızca veya aklı
başında, projeler üretiyorlar ha bire amma.
Organizelerde.
Hedeflerine
yönelik stratejiler belirliyorlar. O stratejileri programlara indirgeyip sonuçlar
alıyorlar. Ha dışarıdan destekliymiş. Doğru. Doğruda sonuca bak sen.
Ha bizim
nevi insanların ne aklı ne de vicdanı almıyor yaptıklarını hedeflerini de. İnsanlık
suçu işliyorlar ha bire. De,
Sonuca bak
sen amma. Onların gözlerinden de önce bir.
Sonrada,
Solun
gözünden. Bak bir.
Gündemi onlar
belirliyorlar ellerinde ki tüm değerlerin tüm imkanlarını hep devrede hep canlı
tutup.
Solsa sadece
konuşuyor. Artık dinleyeni de yok her halde. İnananı var mı ki artık dinleyeni
de olsun zaten.
Sırtını
demokrasiye dayayan, ikide bir değiştirdikleri kanunlardan anayasadan da güç
alan bu dikta rejiminin gidişatına dur demeye solun gücü yetmeyecektir bu
gidişle. Yetmiyor da.
Üzücü.
Zevksiz.
Tatsız tuzsuz. Sevimsiz.
Pazar günü
ilk defa hüsranla bu denli yüz yüze geldim siyasete bakışımda. İlk defa
azınlığın da azınlığına düştüğümü hissetim iyice içimde.
İlk defa,
Sanatçıların
bile artık sanata sevdiğini iddia eden solu yönlendirmede etkisiz olduklarını
gördüm katılımcı sayısının azlığını ve de tepkilerinin zayıflığını seyrettikçe.
Kadıköy’de.
Kendi
ilçemde.
Sonra,
Bağdat
Caddesinden geçtim. İğne atsan yere düşmezdi. Tıklım tıklım doluydu her yer. On
binlerce insan kafelerde kaldırımlarda piyasa yapıyorlardı.
Neşeleri
yerlerinde. Çoğu da genç. Yaş ortalaması olsun olsun 30 du. Türkiye gibi
İstanbul gibi yani.
Keyifleri
yerindeydi.
Demek,
Memnun
insanlar. Memnun olmayan çalışır çabalar memnun olabilmek memnun olacağı
şartları yaratmak yaşatmak adına. Demek memnunlar ki yaşadıkları hayat adına demek
bir beklentileri yok ki hayat şartlarının daha da çağdaş ve medeni ve insanca
olmasından yana,
O soğukta
Bağdat Caddesinde piyasa yapmak daha da cazip onlar için, Bostancı Gösteri
Merkezi’ne doluşacakları yerde. Mesela. İki adım arası.
İçim üzüldü.
Hani
çocukluğunuzdan beri önünden geçtiğiniz altında oturduğunuz ulu bir ağaç ya
fırtınadan devrili ya kurur ya da keserlerde,
Bir hüzün
çöker ya içinize,
Bir boşluk
doğar ya yaşamınızda,
Hüzün çöktü
içime. Pazardan beri içim boşalmasın diye de basıyorum ruhumun gazına. Pes
etmek kitabımda yazmadığı için. Pes etmekle ölmeyi bir tuttuğum için. Pes
etmekle yaşama sırtımı dönmeyi bir gördüğüm için.
Amma,
O hüzün tüm
çabalarıma rağmen baki kaldı içimde günlerdir.
Sene başında
Atatürk’ün ismine sahip çıkalım diye ayaklandığımızda yüzlerle binlerle insan
bizde varız dediklerinde, haydi hep beraber dedikten,
Sonra,
Anıt
Kabir’de sadece on yirmi kişi bir araya gelebildiğimizde de,
Yine aynı
hüzün basmıştı içimi.
Galiba pes
etmesem de,
Kabullenmek
lazım artık insanların ‘bizden bu kadar’ tavırlarını. Beklememek lazım bundan çok
daha öte çabaları çalışmaları öz verileri. Daha da vermeye niyetli olan yok
çünkü. Verenlerin sayıları da yeterli değil arzu edilen hedefe doğru.
Kimi şehri
terk ediyor zaten. Kimi memleketi. Kimi mahallesini. Kimi bugüne kadar
sarıldığı ideolojileri. Kimi seviyorum dediklerini. Kimi düşüncelerini. Kimi
tavırlarını.
Birileri hep
bir şeyleri terk edip duruyorlar. Terk etmek en kolayıdır da o yüzden.
Ne göçmüş
be.
Bitmedi
tükenmedi göçler bir türlü. Hala göçüyor toplum. Ya fiziken ya da manen. Ya
düşüncelerden ya duygulardan ya inançlardan ya ideolojilerden. Hatta aklın
yolundan bile göçmeye hazır insanların toplumunda yaşıyoruz hep beraber.
Kalmaya
niyetli olan da çıkmayınca ısrarcı,
Ruhen
çöküyor bir toplum. Sosyolojik olarak çöküyor. Çöke göçe yaşamaya da devam
ediyor insanlar. Alıştılar iyice. Alışmışlardı da zaten.
Kalana da kalmaya
niyetli olana da hayretle bakıp,
Salak mı bu
diye de düşünüyorlardır her halde.
Neyin uğruna
diye.
İnançlarım
düşüncelerim ideolojilerim duygularım hayata bakışım yaşam felsefem dediğinde
de,
Bunların hiç
biri karnın doyurmaz deniyor.
Doğru. Doyurmuyor.
Aç amma
kendin gibi mi yaşamak istiyorsun?
Tok,
Amma sana
uygun görülen yaşamı diye de hiç mi hiç sorgulamıyorlar kendilerini kendi
kendilerine. Sorgulamadıkça da karınlarının tok olduğu her bir günü kar
hanelerine yazıp kıvrılıp uyuyorlar yataklarında. Yetiyor onlar için. Bana
yetmiyor. Mesele burada zaten.
Hüsranla
hüzün nedense iç içe son günlerde.
Belki
yalnızlık hisside var içinde.
Tek başınalıkta.
Patrona
şükür ki sevmek yetimi henüz kaybetmediğimden ve de hala sevebildiğimden de
hala ayaktayım dimdik.
Sevgiyi
yitirmeme neden olmuyor hala ne hüsranlar ne de hüzünler.
Ne sol,
Ne sağ,
Doyuramazda
karnımı zaten iyi biliyorum. Beklemiyorum da doyursunlar diye de.
Karnını mı
doyuruyor peki o zaman sevgi dersen eğer? Bilmiyorum karnımı ne denli
doyuruyor,
Amma ruhumu çok
doyuruyor o kesin.
Ruhumun
neşesi de,
Karnımın
gurultusunu duymama engel oluyor.
Kendini
sevmenin kendinle barışık olmanın sevgiye bağımlı olmanın bedelidir tek
başınalık. Göze alacaksın. Hele bu zamanda.
Ha, bir de
sevenin çıkarsa karşına sen almışken göze tek başınalığı hem de,
Yaşasın diyorsun
sevinç içinde.
Olduk mu sana
iki kişi? Olduk diyorsun.
İki kişi çok
daha güzeldir tek kişi olmaktan sevgiden yana çünkü. Amma bu sevgide.
Siyasetse bilim işi. Matematik işi. Akıl işi. Çok çalışma işi. Heyecan işi. Israr
işi. Plan program strateji işi. Ekip işi. Lider işi. Bıkmama usanmama işi.
İki kişi
yetiyor da sevgiden yana,
2.500
kişiyse hiç mümkün değil hiç yetmez bir iktidarı çökertmek için çabalamaktan yana.
Hem de bir
Pazar akşamüstü,
Solun
merkezi,
Kadıköy’de.
Bağdat Caddesiyse orasıda kıvıl kıvıl on binlerle doluyken hem de.
İşte,
Böyle.
İster
kabullen,
İster etme.
Aynaya
bakmadan göremezsin yüzünü.
Yüzün
tutuyorsa eğer,
Bakarsın
aynaya görmek için çok yakından gerçek yüzünü.
Aynaya arkanı
dönünce de yüzün yerine,
Kıçını
görürsün.
Ben baktım
Pazar günü. Kıçımız açıkta. Ymış.
Öyle.
Kabullenmek
erdemdir.
Pes etmemek
için en gerekli erdem.
Kabullendiğin zaman
ancak görürsün durumu durumunu en gerçeğiyle,
Çünkü.
Aklınla.
Varsa.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder