26 Aralık 2012 Çarşamba

2.500 KİŞİLİK AKŞAM ÜSTÜ ÇATI

Olsun olsun 2.500 kişi vardı çadırda. Solun merkezi denilen Kadıköy’de. Ana muhalefet partisi başkanı bile gelmişken hem de. Yaş ortalaması 55-60’dı gelenlerin. Akşamüstü kahvesine gelmiş rehavette. Üç beş genç ateşlemeye çalıştılar ortalığı amma olmadı. Sol bitmiştir. Demeyenler hayal görüyorlar.

Ha yeter mi bir örnek? Yeter. Bazen.
Ben zannettim ki en az beş on bin kişi katılır bu protesto toplantısına. Nasıl  zannetmeyeyim ki 550.000 nüfuslu Kadıköy’de bu kadar da insan her halde lütfederlerde kalkar gelirler diye tahmin ettim.

Lütfetmediler.
Lütfedenlerinde ortadaki duruma karşı tepkilerinin etkileri de yok sayılacak derecede az.

Bizanslılar o zamanlarda Körler Diyarı diye boşuna adlandırmamışlar Kadıköy’ü.
Kör olmuşlar galiba diye diye Kadıköylüler. Gözlere perde inmiş iyice.

Esas belli oluyor ki yavaş yavaş,
Sol artık perdenin gerisinde. Sahne alamıyorlar artık perdenin önünde.

Sol bitmiş.
Sen istediğin kadar kap oyların yüzde altmışını Kadıköy’de. Ülke geneline doğruda arttırmak için o oy oranını çaba sarf etmiyorsan eğer, kendin çalar kendin oynarsın kendi Kadıköy’ünde.

Pazar günüde sol kendi çalıp kendi oynadı zaten. İki bin beş yüz kişisiyle ve sanatçılarıyla. Pardon birde ana muhalefet partisi başkanıyla hep beraber.
Sol,

Gençlere inemiyor. İndiği kadarı da arzu edilen sonuca ulaşmaya hiç mi hiç yetmiyor. Yetmeyecek çok belli de.
Sol tembel çünkü.

Yorgunda.
Zaten katılımcıların yaş ortalaması ve de tutumları da gösteriyor solun ne derece yorgun olduğunu.

Aynı toplantıyı ampuller organize etselerdi hem de Kadıköy’de hem de Bostancı’da,
Hele bir de ampulün başı da katılsaydı bu toplantıya,

En az on yirmi bin kişi doldururlardı o çadıra da Bostancı’yı da.
Türkiye’nin ve de İstanbul’un yaş ortalaması 30.

Solunsa,
50 - 55 ve üstü.

Al sana neyin ne olduğunu gösteren en güçlü bir veri daha.
Ampullerin başı da bu arada bastırıyor 3 çocuk diye. Ülkenin bir yarısı da bastırıyorlar hemen 3 çocuk hatta fazlasına diye de.

İster okusunlar ister cahil kalsınlar ister muhafazakar olsunlar ister çağdaş,
Oy verirken eğitime düşünce yapısına bakılmıyor sandıkta.

Herkesin oyu bir adet sayılıyor.
İster inan ister inanma ister çarpık de ister yamuk amma seçimler demokrasi yöntemiyle bu ülkede.

E nasıl olacakta,
Gençlere ulaşamayan sol bu ülkede iktidar olacak?

Hikaye.
Hikayeyi seyrettik zaten Bostancı Gösteri Merkezinde.

Hikayeyse acıklı hale gelmiş iyice. Sonu da iyice acıklı olur bu gidişle.
Solun lideri yok.

Solun kendi içinde doğru düzgün bir organizasyonu bile yok.
Solun doğru düzgün çalıştığı yok.

Solda heyecan yok.
Solun ekibi yok.

Solun adı var kendi yok.
Solun kafalar eski kafalar. Birlik dahi yok, dayanışma bile yok solun kendi içinde.

Ampullerse genç. Ampullerse birlik ve dayanışma içinde.
Beğen beğenme sonuçlarını amma hukuka uygun amma değil çalışıyorlar. Sonuçları işine yarasın yaramasın seni kızdırsın kızdırmasın saçma sapan akılsızca veya aklı başında, projeler üretiyorlar ha bire amma.

Organizelerde.
Hedeflerine yönelik stratejiler belirliyorlar. O stratejileri programlara indirgeyip sonuçlar alıyorlar. Ha dışarıdan destekliymiş. Doğru. Doğruda sonuca bak sen.

Ha bizim nevi insanların ne aklı ne de vicdanı almıyor yaptıklarını hedeflerini de. İnsanlık suçu işliyorlar ha bire. De,
Sonuca bak sen amma. Onların gözlerinden de önce bir.

Sonrada,
Solun gözünden. Bak bir.

Gündemi onlar belirliyorlar ellerinde ki tüm değerlerin tüm imkanlarını hep devrede hep canlı tutup.
Solsa sadece konuşuyor. Artık dinleyeni de yok her halde. İnananı var mı ki artık dinleyeni de olsun zaten.

Sırtını demokrasiye dayayan, ikide bir değiştirdikleri kanunlardan anayasadan da güç alan bu dikta rejiminin gidişatına dur demeye solun gücü yetmeyecektir bu gidişle. Yetmiyor da.
Üzücü.

Zevksiz. Tatsız tuzsuz. Sevimsiz.
Pazar günü ilk defa hüsranla bu denli yüz yüze geldim siyasete bakışımda. İlk defa azınlığın da azınlığına düştüğümü hissetim iyice içimde.

İlk defa,
Sanatçıların bile artık sanata sevdiğini iddia eden solu yönlendirmede etkisiz olduklarını gördüm katılımcı sayısının azlığını ve de tepkilerinin zayıflığını seyrettikçe.

Kadıköy’de.
Kendi ilçemde.

Sonra,
Bağdat Caddesinden geçtim. İğne atsan yere düşmezdi. Tıklım tıklım doluydu her yer. On binlerce insan kafelerde kaldırımlarda piyasa yapıyorlardı.

Neşeleri yerlerinde. Çoğu da genç. Yaş ortalaması olsun olsun 30 du. Türkiye gibi İstanbul gibi yani.
Keyifleri yerindeydi.

Demek,
Memnun insanlar. Memnun olmayan çalışır çabalar memnun olabilmek memnun olacağı şartları yaratmak yaşatmak adına. Demek memnunlar ki yaşadıkları hayat adına demek bir beklentileri yok ki hayat şartlarının daha da çağdaş ve medeni ve insanca olmasından yana,

O soğukta Bağdat Caddesinde piyasa yapmak daha da cazip onlar için, Bostancı Gösteri Merkezi’ne doluşacakları yerde. Mesela. İki adım arası.
İçim üzüldü.

Hani çocukluğunuzdan beri önünden geçtiğiniz altında oturduğunuz ulu bir ağaç ya fırtınadan devrili ya kurur ya da keserlerde,
Bir hüzün çöker ya içinize,

Bir boşluk doğar ya yaşamınızda,
Hüzün çöktü içime. Pazardan beri içim boşalmasın diye de basıyorum ruhumun gazına. Pes etmek kitabımda yazmadığı için. Pes etmekle ölmeyi bir tuttuğum için. Pes etmekle yaşama sırtımı dönmeyi bir gördüğüm için.

Amma,
O hüzün tüm çabalarıma rağmen baki kaldı içimde günlerdir.

Sene başında Atatürk’ün ismine sahip çıkalım diye ayaklandığımızda yüzlerle binlerle insan bizde varız dediklerinde, haydi hep beraber dedikten,
Sonra,

Anıt Kabir’de sadece on yirmi kişi bir araya gelebildiğimizde de,
Yine aynı hüzün basmıştı içimi.

Galiba pes etmesem de,
Kabullenmek lazım artık insanların ‘bizden bu kadar’ tavırlarını. Beklememek lazım bundan çok daha öte çabaları çalışmaları öz verileri. Daha da vermeye niyetli olan yok çünkü. Verenlerin sayıları da yeterli değil arzu edilen hedefe doğru.

Kimi şehri terk ediyor zaten. Kimi memleketi. Kimi mahallesini. Kimi bugüne kadar sarıldığı ideolojileri. Kimi seviyorum dediklerini. Kimi düşüncelerini. Kimi tavırlarını.
Birileri hep bir şeyleri terk edip duruyorlar. Terk etmek en kolayıdır da o yüzden.

Ne göçmüş be.
Bitmedi tükenmedi göçler bir türlü. Hala göçüyor toplum. Ya fiziken ya da manen. Ya düşüncelerden ya duygulardan ya inançlardan ya ideolojilerden. Hatta aklın yolundan bile göçmeye hazır insanların toplumunda yaşıyoruz hep beraber.

Kalmaya niyetli olan da çıkmayınca ısrarcı,
Ruhen çöküyor bir toplum. Sosyolojik olarak çöküyor. Çöke göçe yaşamaya da devam ediyor insanlar. Alıştılar iyice. Alışmışlardı da zaten.

Kalana da kalmaya niyetli olana da hayretle bakıp,
Salak mı bu diye de düşünüyorlardır her halde.

Neyin uğruna diye.
İnançlarım düşüncelerim ideolojilerim duygularım hayata bakışım yaşam felsefem dediğinde de,

Bunların hiç biri karnın doyurmaz deniyor.
Doğru. Doyurmuyor.

Aç amma kendin gibi mi yaşamak istiyorsun?
Tok,

Amma sana uygun görülen yaşamı diye de hiç mi hiç sorgulamıyorlar kendilerini kendi kendilerine. Sorgulamadıkça da karınlarının tok olduğu her bir günü kar hanelerine yazıp kıvrılıp uyuyorlar yataklarında. Yetiyor onlar için. Bana yetmiyor. Mesele burada zaten.
Hüsranla hüzün nedense iç içe son günlerde.

Belki yalnızlık hisside var içinde.
Tek başınalıkta.

Patrona şükür ki sevmek yetimi henüz kaybetmediğimden ve de hala sevebildiğimden de hala ayaktayım dimdik.
Sevgiyi yitirmeme neden olmuyor hala ne hüsranlar ne de hüzünler.

Ne sol,
Ne sağ,

Doyuramazda karnımı zaten iyi biliyorum. Beklemiyorum da doyursunlar diye de.
Karnını mı doyuruyor peki o zaman sevgi dersen eğer? Bilmiyorum karnımı ne denli doyuruyor,

Amma ruhumu çok doyuruyor o kesin.
Ruhumun neşesi de,

Karnımın gurultusunu duymama engel oluyor.
Kendini sevmenin kendinle barışık olmanın sevgiye bağımlı olmanın bedelidir tek başınalık. Göze alacaksın. Hele bu zamanda.

Ha, bir de sevenin çıkarsa karşına sen almışken göze tek başınalığı hem de,
Yaşasın diyorsun sevinç içinde.

Olduk mu sana iki kişi? Olduk diyorsun.
İki kişi çok daha güzeldir tek kişi olmaktan sevgiden yana çünkü. Amma bu sevgide.

Siyasetse bilim işi. Matematik işi. Akıl işi. Çok çalışma işi. Heyecan işi. Israr işi. Plan program strateji işi. Ekip işi. Lider işi. Bıkmama usanmama işi.
İki kişi yetiyor da sevgiden yana,

2.500 kişiyse hiç mümkün değil hiç yetmez bir iktidarı çökertmek için çabalamaktan yana.
Hem de bir Pazar akşamüstü,

Solun merkezi,
Kadıköy’de. Bağdat Caddesiyse orasıda kıvıl kıvıl on binlerle doluyken hem de.

İşte,
Böyle.

İster kabullen,
İster etme.

Aynaya bakmadan göremezsin yüzünü.
Yüzün tutuyorsa eğer,

Bakarsın aynaya görmek için çok yakından gerçek yüzünü.
Aynaya arkanı dönünce de yüzün yerine,

Kıçını görürsün.
Ben baktım Pazar günü. Kıçımız açıkta. Ymış.

Öyle.
Kabullenmek erdemdir.

Pes etmemek için en gerekli erdem.
Kabullendiğin zaman ancak görürsün durumu durumunu en gerçeğiyle,

Çünkü.
Aklınla.

Varsa.

Hiç yorum yok: